Bölüm 30 – Ben ve Kader ve Fate

avatar
95 0

Meşhur Epiknovelin Yeri - Bölüm 30 – Ben ve Kader ve Fate


“Bu...” 


“Gerçeklik bilyesi...” diye mırıldandı Archer. 


Karanlık bir gökyüzü, bu karanlık gökyüzünün tam ortasında parıldayan bir ay ve nazik bir rüzgarın esintisiyle sallanan pirinç mahsülleri... 


Bu sonsuz açıklığın her yeri ufak ufak tepeciklerle kaplıydı. Bense bu tepeciklerin en yükseğinde, yanımda Berke’yle beraber duruyordum. 


Gılgamış hayatında ilk defa birisini görmek için başını kaldırmak zorunda kalmıştı ki yüzünü şaşkın ve öfkeli bir ifade bürüdü. 


“Melez! Nasıl olur da beni bu pis dünyana çekersin!?” 


“Pilav...” diye mırıldandı Berke. “Şehriye!” 


Sesinin çınlamasıyla beraber civar bölgedeki bütün pirinç mahsülleri titir titir titremeye ve üzerlerine yapışık olan pirinçleri birer birer havaya fırlatmaya başladı. 


Bu pirinçler etrafa saçılıyor ve bir süre sonra havada duruyor, minnacık kılıçlar gibi sivri taraflarını Gılgamış’a çeviriyorlardı. 


“Var mı başka bir sözün?” 


“M- Melez!” 


Ay... Gülmemek için zor tutuyorum kendimi. Bu herifin geri adım attığını görmek eğlenceli. 


Neyse. 


Babil’in Kapılarını ateşleyen Gılgamış, dualarını edip sayısız kılıcı Berke ve benim üzerime savurdu. 


Ne yazık ki bu nafileydi. 


Milyarlarca pirinç tanesi art arda Gılgamış’ın kılıçlarına doğru fırlayıp onları parça pinçik etti. 


Uzaktan bakınca oldukça garip görünen bir sahneydi. 


Kafamı olduğu yerde dona kalmış olan muhteşem seyircilerime çevirdim. 


Archer’ın ve Saber’ın gözlerinde, derin bir kararsızlık görebiliyordum. İkisi de bu fırsatı değerlendirmek, geriye kalan 4 hizmetkarla iş birliği yapmak ve beni alaşağı etmek istiyordu. Haliyle bu güç gösterisinden sonra ikisinin de gözü korkmuştu. 


Ancak Saber’ın şövalye ruhu, Archer’ın ise 4 kişi birlikte bile beni yenememe korkusu bana saldırmalarına engel oldu. 


Biz Gılgamış’la surat surata bir kapışmaya tutuşmuşken bizi izleyen Berserker, sonunda kararsızlığını yendi ve yeniden üzerimize koşmaya başladı. 


Bunu fark eden Berke, elini nazikçe Berserker’a doğru savurdu. Sayısız pirinç tanesi, bir hışım Berserker’ın üzerine hücum etti. Birkaç saniye boyunca zırhı buna dayansa da en sonunda başarısız oldu ve parçaçıklarına ayrıldı. 


Acınası bir durumdu. 


Berke’yle beraber gücümüz, modern bir büyücüden ziyade Tanrılar Çağındaki büyücülerinki gibiydi. Bu çağdaki büyücülerin bize karşı koyması imkansızdı. 


Parçacıklarına ayrılan Berserker, yeniden geri birleşse de bir daha aynı kadere mahkum oldu. Bir dakikadan kısa sürede bütün canlarını kaybedip ortadan yok oldu. 


Geriye kalan tek şey, yere çökmüş hüngür hüngür ağlayan ufak bir kızdı. 


Eh. 


Ufak çocukları ölü annelerinin yanına geri yollamak gibi bir alışkanlığım yok. O yüzden yaşamaya devam edebilir. 


Berserker’ın ortadan yok olmasıyla beraber bütün gücümüzü Gılgamış’a odakladık. Bizi birkaç kez daha melez olarak çağıran Gılgamış, yavaş yavaş Babilin kapılarındaki silahlarını tüketiyordu. 


“Ee? Shinji? Ne düşünüyorsun bu konuda?” 


“H- Ha ha! Gılgamış’ı yenebileceğini mi dü- düşünüyorsun?” 


“Iyy... Sen delirmişsin. Neyse...” diye mırıldandım. Açıkçası Shinji’ye ne olduğu umrumda değil. Sonuçta bu işi hallettikten sonra büyük ihtimalle kendi dünyama geri döneceğim. 


Yaklaşık bir dakika daha kapıştıktan sonra Gılgamış, son kozunu ortaya çıkarma kararını aldı. 


Elini havaya uzattığında, Berke’yle ruhumuzda derin bir sarsıntı hissettik. Açıkçası ne dersem diyeyim, Gılgamış zorlu bir rakip. Güçleri çok çeşitli ve Berke’yle neredeyse bütün gücümüzü kullandığımız bir durumda bile bu kadar dayanması ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. 


Özellikle gizli kozu... 


Havada, Gılgamış’ın elinde, kızıl yıldırımlar saçan bir kılıç belirdi. Bu “kılıç”, adının aksine pek de kılıca benzemiyordu. Bıçağının olması gereken yerde, üç adet siyah üzerine kırmızıyla yazılmış yazılardan oluşan farklı parça vardı. Bu parçalar birbirinden farklı yönlere dönüyor, etrafa korkunç bir enerji yayıyordu. 


“Alçak gözlerinle kılıcıma bakasın köle! Adını söyle!” diye bağırdı Gılgamış. Gılgamış’ın adımı sorması, beni kayda değer bir rakip olarak aklına kazıdığı anlamına geliyordu. 


Gülümsedim. 


Berke ellerini açıp kasesini genişletti. 


“Öbür tarafta karşılaşırsak o zaman öğrenirsin,” diye karşılık verdim. Yüzümdeki gülümseme, Gılgamış’ın sinirini bozmaktan ziyade hoşuna gitmiş gibiydi. 


“Sizin gibi çiftçilerin bulunduğu bir cennet hayal bile edemiyorum!” 


“Aynen.” 


Berke’ye döndüm. O hala hazırlıklarını yapıyor gibiydi. Devamında kafamı, sakince bizi izleyip fırsat bekleyen diğer iki hizmetkara çevirdim. 


“Siz. Bu savaş burada bitiyor. Ne silahınız varsa çıkarın,” dedim. 


Bunu duyan Saber ve Archer kaşlarını çattılar. 


“Ne demek istiyorsun!?” diye sordu Shirou. 


“Anlayan anladı.” 


“Shirou, geri çekil," dedi Saber. “Uzaklaşabildiğin kadar uzaklaş.” 


“Rin...” Dedi Archer. Devamını getirmesi gerekmeden Rin, Shirou’yu sırtlanıp uzaklaştı. Ben ve Berke de Unlimited Pilav Works’ten çıkmalarına izin verdik. 


Bu noktada, Archer, Saber ve Gılgamış bize saldırmak üzereydi. 


Berke de bu sırada son büyüsünü hazırlıyordu. 


Şehriyeli pilava artık güvenemezdik. Gılgamış’ın en kıymetli silahı, Enuma Elish, ya da Ea, Dünya yok edici sınıf bir silahtı. Burada bahsedilen Dünya, bildiğimiz gezegen olan Dünya değil, Dünya’nın çevresini kapsayan doğal bir gerçeklik bilyesiydi. Haliyle Berke ve benim oluşturduğumuz gerçeklik bilyesi de burada büyük ihtimalle yok olacaktı. 


Bu durumda başka bir silaha, en büyük kozumuza güvenmemiz gerekiyordu. 


Berke’nin büyüttüğü altın kase, belki de Kutsal Kase’den daha güzel bir renkle parıldadı. 


“Pilav...” diye mırıldandı. Manamın vücudumdan vakumlandığını, hemen ardından atmosferdeki manayla geri dolup bir daha vakumlandığını hissettim. 


Bu sırada Saber’ın kılıcı bütün gücüyle parıldıyor, Enuma Elish çılgınca dönüyor ve Archer’ın Caladbolg’u yayında kükrüyordu. 


“Ex-” 


“Calad-” 


“Enuma-” 


Bu üç devasa saldırı, rahatlıkla bütün Fuyuki’yi ortadan kaldırabilecek büyüklükteydi. Böyle büyük bir saldırı, civar bölgedeki uzay zamanın karmaşaya düşmesine sebep oldu. 


“-Calibur!” 


“-Bolg!” 


“-Elish!” 


Üç saldırı üzerimiz doğru fırladığında Berke, son bir sözcük mırıldandı. 


“N@hu$t*%!” 


Son sözü, adeta sansürlenmiş gibi anlamsız ses bütünleri halinde duyuldu. Bu, Berke’nin kasesinden etrafa devasa bir enerji dalgasının dağılmasına sebep oldu. 


Bu enerji dalgası, yolundaki her şeyi süpürüp götürdü. Buna sadece fiziksel maddeler değil, uzay-zamanın ta kendisi de dahildi. 


Sonunda etraftaki karmaşa durulduğunda, altına saklandığımız kaseyi kaldırdık. 


Nereye bakarsak bakalım sonsuz bir karanlık... 


“Neredeyiz..?” diye mırıldandım. Berke de cevabı bilmediği için sessiz kaldı. 


“Kaleydoskoptasınız. Bir bakıma...” 


“Ha?” 


Arkamı dönüp karanlığın içinde sessizce bize bakan kişiyi gördüm. 


Bu kişi... 


Kim be bu? 


“Siz..?” 


“Ben Zelretch,” dedi adam yüzünde geniş bir gülümsemeyle. Büyük bir tepki bekleyen Zelretch, garip yüz ifademi görünce şaşırdı. 


“Umm... Memnun oldum?” 


“Zelretch! Zelretch ya! Şu ikinci gerçek büyünün sahibi olan hani! Hiç duymadın mı!?” diye sordu. 


“Uhh...” Dönüp Berke’ye baktım. Kollarını yana açıp başını salladı. 


Adam iç çekti. 


“Neyse... Sen... Sen neredensin?” 


“Umm... Türkiye?” 


“Öyle değil. Bu evrenden olmadığını biliyorum.” 


“Huh... E saklayacak bir şey yok o zaman,” dedim. Belli ki bu adam oldukça güçlüydü. Ondan bir şeyler saklamaya çalışsam bile başarısız olurdum. “Nereden geldiğimi ben de bilmiyorum. Tek bildiğim bu evrenden olmadığım. Nasıl geldiğim hakkında da hiçbir bilgim yok.” 


Zelretch elini çenesine koyup düşündü. 


“Binlerce yıldır yaşıyorum evlat. Birisinin yalan söyleyip söylemediğini anlayabilirim ve sen... Sen dürüstsün. O yüzden sana bulaşmayacağım.” 


“Teşekkürler..?” 


“Bilmen gereken tek bir şey var. Güçlerin... Bu evrene gelişin... Bunların arkasında birisi ya da birileri var. Ve bu kişiler kimse benden çok daha güçlüler! Eğer kaderinin iplerini eline almak istiyorsan...” 


Bir an konuşmayı bırakıp düşündü. 


“Kaderine yön vermek istiyorsan sana bir hediyem var.” 


“O- Olur?” dedim kararsızca. Karanlığın ortasında yaşlı bir adam bana kaderin iplerini vereceğini söyleyince endişelenmedim değil. 


Ben kabul edince Zelretch, elini başıma koyup manasını kullanmaya başladı. 


Bir anda zihnimde, hiç görmediğim kadar kadim bir bilgi belirdi. 


2. gerçek büyü... 


Evrenler arası yolculuğun anahtarı. 


Fate evreninin dışında tam olarak çalışır mı bilemesem de... Bu harika! 


“Şimdi git. Burada fazla kalmak başına bela getirebilir. Seni daha deminki uzay zamana geri yollayacağım.” 


“Mm. Teşekkürler." 


“Bir şey değil evladım. Senin gibi iyi çocuklar günümüzde pek bulunmuyor. Umarım bir gün senin evrenini görme fırsatı elde ederim.” 


“Hmm... Buradan daha sıkıcı olduğuna emin olabilirsin.” 


Karanlık... 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44788 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr