Koridorda yarı çıplak bir çocuk koşturuyordu. Yüzünde açıkça bir sırıtış olan, siyah saç ve gözlere sahip, tatlı bir çocuktu. Üzerine sarılmış havlu olmasa neredeyse tamamen çıplaktı.
Bu çıplak çocuk, Klaus’tan başkası değildi. Hemen arkasından basit kıyafetleri olan iki hizmetçi koşturuyordu. Birinin ellerinde oldukça kaliteli görünen giysiler varken diğerinin ellerinde havlu vardı.
Klaus, koştururken ardından su damlaları ve sudan ayak izleri bırakıyordu. Hizmetçilerden birisi endişeyle bağırdı:
“Genç efendi Ming! Lütfen kaçmayı bırakın. Hasta olacaksınız!”
Diğer hizmetçiyse iç geçirirken temposunu arttırdı. Fakat Klaus çoktan koridordan sağa sapmış ve ardından hızla koşturmaya devam etmişti. Bir anlığına arkasına dönüp, dil çıkarttı. Fakat tam önüne döndüğünde havlu tutan hizmetçiyle yüz yüze geldi.
Klaus’un gözleri şaşkınlıkla genişledi.
“Nasıl ya? Daha demin arkamdaydın!”
Bu esnada hizmetçi, Klaus’un şaşkınlığıyla hemen yakaladı ve havluyla onu sardı. Bu esnada Klaus, yerden küçük bir kurt kafası gördüğüne yemin edebilirdi. Fakat sonra hızlıca geri kayboldu. Diğer hizmetçide bu esnada gelirken, onu kurulayan hizmetçi söylendi:
“Genç efendi asla yorulmuyorsunuz. Bu enerji size nereden geliyor böyle?”
Klaus, havluya bulanırken daha fazla mücadele etmek yerine kıkırdadı.
“Bilmiyorum. Sadece yapmak istiyorum.”
Açıkçası son beş yılda gerçekten sıkılmıştı. Yapacak pek bir eğlencesi olmadığından da bolca yaramazlık yapmıştı. Tabii bunlar sınırını aşmayan küçük, tatlı yaramazlıklardı. Bu yaramazlıkları her ne kadar iki hizmetçisini de yorsa da zamanla alışmışlardı. Hatta şu son sıralar Klaus yüzlerinde gülümseme gördüğüne yemin edebilirdi.
Bu hizmetçilerin isimleri Ye Fang ve Ye Fen’di.
Ye Fang ve Ye Fen iyice kuruladıktan sonra kıyafetlerini giydirmeye başlamışlardı. Bu esnada Klaus usulca sordu:
“Babam ne zaman dönecek?”
Babası son bir aydır ortalıkta yoktu. Doğal olarak endişelenmiş ve merak etmişti. Doğumunun ilk haftalarında bunun gerçek olduğunu kabullenmekte zorlandı. Çok fazla kez ağladı. O kadar fazla ki ailesinin bir sağlık sorunu olmasından korkmasına neden olmuştu. O anda gerçek olduğunu ve ebeveynlerinin onun üstüne ne kadar düştüğünü anlamıştı.
Şimdiyse mevcut hayatını kabullenmiş bir şekilde yaşamını sürdürüyordu.
Onu daha önce yakalamış olan Ye Fang’dı. Nazik bir ses tonuyla “Bu hafta dönecek genç efendi.” dedi.
Ye Fang’in dediğini duyunca Klaus gülümsedi.
“Öyleye ben biraz bahçede dolanayım.”
Bunu derken çoktan giyinmişti. Ye Fen, ince elleriyle üzerini düzeltiyordu. Açıkçası her şeyini başka birisinin yapması oldukça iyi hissettiriyordu.
Morumsu bir renkte basit bir kıyafet giymişti. Garip renk ilk giydiğinde şaşırtsa da artık pek şaşırtmıyordu.
Üstüne başına baktı ve ikiliye “Öyleyse hadi siz onları götürün. Ben biraz gezeceğim.” dedi.
Ye Fang, kafasını olumsuz anlamda salladı.
“Anneniz en azından birimiz yanınıza olduğu sürece dolaşmanıza izin verdi genç efendi.”
Klaus iç geçirdi.
“Denemeye değerdi. Öyleyse Ye Fang gidelim.”
Ye Fang şevkle “Emredersiniz genç efendi.” dedi. Havlular ve banyo öncesi kıyafetlerle uğraşma işinin Ye Fen’e kaldığı için mutluydu. Ye Fen ise hafif morali bozulmuş bir şekilde zarifçe eğildi ve aynı şekilde “Emredersiniz genç efendi.” dedikten sonra havlularla uzaklaştı.
Ye Fen’in uzaklaşmasını izlerken yüzünde bir gülümseme belirdi. Hızlıca fırsattan istifade edip Ye Fang’in elini tuttuktan sonra “Öyleyse gidelim.” dedi.
Ye Fang, Klaus’un tavırlarına alışmıştı. Gülümseyen tavrını koruyarak saygılı ve nazik sesiyle “Peki genç efendi.” dedi.
Ardından ikili birlikte ilerlemeye başladılar.
Küçük vücudu için bu koridorlar oldukça büyük, uzun ve genişti. Sanki bitmek bilmeyen bir labirent gibiydi. Birden fazla oda vardı ve kimin nereye ait olduğunu anlaması güçtü. Onun gibi birisi için bile kafa karıştırıcıydı.
Neyse ki Klaus’un belirli bir yere gitmek gibi bir amacı yoktu. Sadece dolaşmak ve düşünmek istiyordu.
Şu son beş yılda Klaus çok değişmişti.
Önceki hayatındaki rahatlığı burada gösteremeyeceğini anlamıştı. O yüzden ciddiyetle ebeveynlerinden duyduklarını hazmetmiş ve hızlı bir şekilde kendini geliştirmeye çalışmıştı. Fakat ne yazık ki yaşı ve deneyimsizliği göz önüne alındığında duyduklarını uygulayamadı.
Yine de bu onun hırslanmasına ve doğal olarakta normal bir bebekten daha hızlı yürüme ve konuşmasına büyük bir teşvik olmuştu. Ailesinin gözünde bir dahi olarak görülüyordu.
Bir ay kadar önceyse zorlukla kendi başına dolaşma izni almıştı. Onun içinse arkasındaki hizmetçilerden birini yanında getirmesi zorunluluktu.
Klaus doğal olarak kabul ettiğinden şimdi Ye Fang ile dolaşıyordu. İkili birlikte bir bahçeye geldiler. Bahçede değişik, rahatlatıcı bir hissiyat uyandıran bitkiler yetişiyordu. Ortalarındaysa güzel bir bank vardı.
Klaus burayı babasından yapmasını rica etmişti. Manzarası oldukça güzel bir bahçeydi. Oturup düşünmek ve de rahatlamak için mükemmel bir yerdi.
Buraya geçip, her zamanki gibi otururken, hizmetçisinin de geçmesini bekledi. Ye Fang sıkıntılı bir ifadeyle sordu:
“Ben oturmasam olmaz mı genç efendi?”
Klaus yavru köpek bakışlarıyla ona bakmaya çoktan başlamıştı.
“Hadi ama! Lütfeen…”
Basitçe emredebileceğini elbette ki biliyordu. Fakat zorunda kaldığı bir durum olmadıkça emir vermekten hoşlanan birisi değildi. Aralarındaki ilişkiyi o şekilde yürütmek istemez, özellikle de böylesine tatlı bir çocukken hiç istemezdi.
Ye Fang bunu daha fazla dayanamayıp pes etti. Hafif kızarmış bir yüzle konuştu:
“Peki. Fakat garip hareketler yapmayın lütfen genç efendi.”
Klaus kafasını onaylarcasına salladı. Gülümseyerek “Sorun yok. Bana güvenebilirsin.” derken baş parmağını kaldırıp onayladı
Ye Fang bunun üzerine nazikçe oturdu ve Klaus, kafasını onun bacaklarına dayayarak uzandı.
Ming Yan şu sıralar çok meşguldü. Ming Klanının iç meseleleriyle uğraşıyordu. Klaus her ne kadar ne olduğunu merak etse de ona anlatılmamıştı.
Bu yüzden o da boş vermiş, Ye Fang ile keyif çatmaya başlamıştı. Tabii önceki hayatının da etkisiyle küçük yaramazlıklar yapıyor ve de kızı utandırıyordu. Bu yüzden ikna etmesi gerekmişti.
Bu sefer neyse ki bir şey yapma isteği cidden yoktu. Huzurlu manzarının keyfini çıkartmak istiyordu.
Manzaraya bakarken elini hafifçe kaldırdı ve baktı.
“Şu son birkaç gündür üzerimde bir yük var gibi. Oldukça garip.”
Elini hafifçe sıktı.
“Sence bu neden olur Fang?”
Ye Fang, elini çenesine götürdü ve ciddi bir ifadeyle düşündü. Zihninde birkaç olasılık belirmişti. Fakat sonra kafasını iki yana salladı. Klaus, beş yaşında bir çocuktu. Tahminlerinin olması mümkün değildi. Bu yüzden acı bir şekilde iç geçirerek yanıtladı:
“Hiçbir fikrim yok genç efendi.”
Klaus da zaten bir cevap beklemiyordu. Elini birkaç kez daha sıktıktan sonra sıkmayı bıraktı ve gözlerini kapattı.
“Ben biraz dinleneceğim. Bir şey olursa uyandırırsın.”
Ye Fang nazik bir şekilde “Tamamdır. İyi uykular genç efendi.” dedi. Ardından kendisini de öne doğru dayadı ve etrafın büyüleyici havasına kendini kaptırdı. Klaus’ta uykunun tatlı kollarına kendini teslim etti.
…
Klaus gözlerini açtığında garip bir yerdeydi. Bir tür boşluktaydı. Önündeyse bir bilgisayar, fare, kulaklık, masa ve sandalye vardı. Bunun dışında hiçbir şey yoktu.
Buraya baktığında gözleri genişledi. Pozisyonlamadan tut her şey o öldüğü yerdekiyle aynıydı!
Şaşkınlıkla bakakalmıştı. Fakat sonra bilgisayarın kendi kendine açıldığını fark etti ve o anda ne olduğunu anladı.
“Şimdi mantıklı oldu. Bir rüyadayım.”
Bir an sakinliğini yitirmişti ve mantıklı düşünememişti. Şimdiyse mantıklı düşünüp, rahatladığına göre bilgisayara ilerlemekte bir sorun görmedi. Usulca koltuğa oturdu ve bilgisayara baktı.
Bilgisayarda bu sefer bir uygulama gibi açılmıştı. League of Legends’ın eski giriş ekranına benziyordu. Camgöbeği, camdan yapılmış gibi ince duran bir zırh giymiş, kedi kadının bir kaplanla dövüştüğü küçük ve tekrar eden bir animasyon oynuyordu.
Kısa bir anlığına Klaus kendini kaybetsede kafasını iki yana salladı ve menüdeki yazılardan direkt giriş yap yazısına tıkladı. Fakat sonra birden başı ağrımaya başladı.
“İlahi Yükseliş Arenasına hoşgeldiniz!”
Bu uhrevi ve nazik kadın sesini bir kez daha duymuştu. Aradan geçen beş yılın ardından oldukça nahoş bir deneyimdi. Fakat daha da nahoş olanı tarifi imkansız bir baş ağrısı duymasıydı. Bu baş ağrısıyla birlikte çığlık attı.
Fakat çığlığı burada duyulmuyor gibiydi. Çığlıkları gittikçe güçlenmeye başladığı esnada görüşünde beyaz çatlaklar görülmeye başladı. Klaus o anda fark etmese de bu uyanmak üzere olduğunun işaretiydi.
Beyaz çatlaklar gittikçe artarken görüşü bir cam gibi parçalandı. Ardında kalan tek şey karanlıktı.
…
Ye Fang, Klaus’un saçlarını okşarken içi geçmişti. Küçük, hafif yaramaz da olsa tatlı bir çocukla ilgilenmeyi herkes isterdi. Klanda onca yoğun iş varken böylesine rahatlayabileceği tek yer belkide bu çocukla ilgilenebileceği yerdi.
Tabii ki Ye Fang aptal değildi. Genç efendinin hizmetçisi olmanın verdiği büyük sorumluluğu farkındaydı. Her ne kadar hizmetçisi olsa da aynı zamanda onun koruması sayılırdı. Yine de oldukça yakın olduklarından olası bir suikast girişiminde Klaus’u rahatlıkla koruyabilirdi. Ne de olsa o uyusa bile ruh hayvanı onları izliyordu.
Klaus’un vücudu anormal bir şekilde terlemeye başlamıştı. Kaşları çatılmış ve yüzü acıyla buruşmuştu. Bir kabus gördüğü barizdi. Bir süre sonra gözlerini aniden açtı ve kalkmaya çalıştı.
İstemeden yaptığı bir hareketti. Canının öylesine yandığı bir kabus gördükten sonra kalkmak istemişti.
Fakat bu Ye Fang’a istemsizce kafa atmasıyla sonuçlandı…
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..