Çevirmen: Mert İlbay
Editör: ÇHY
Kapı açıldığı anda Hao-ge şaşkına dönmüştü. Bir eli kapıdayken gözleri büyüdü ve çenesi asılı kaldı. Tamamen aptala dönmüştü.
Jiang Wen, kendisini Yang Chen'den koruyarak Hao-ge'nin yanına geldi. Sessizce oturan Rose'u gören ikisinin de hararetli bakışları vardı. “Ne düşünüyorsun, Hao-ge? Bu hatun oldukça iyi, değil mi?”
Hao-ge bu sözleri duyduktan sonra kendisine gelmiş gibi duruyordu, gördüklerine inanamamıştı ve içi inanılmaz bir korkuyla dolmuştu. Titremeye başladı ve Jiang Wen'in çapkın yüzüne bakmak için dönerken tükürüğünü yuttu. Hao-ge öfkeye boğulmuş haldeydi.
“Seni... Seni lanet olası... Piç!”
Boğuk ve basınçlı bir sesle Hao-ge, yumruğunu kaldırdı ve Jiang Wen'in yakışıklı sayılabilecek suratına vurdu!
"Oww!"
Jiang Wen inledi ve burnundan kan fışkırdı. Şaşkın bir şekilde birkaç tur döndü ve sonra burnundan akan sıcak kana dokundu. Hemen hemen feryat eder bir şekilde, "Hao-ge! Neden bir anda bana vurdun! Senden bu yavşak çiftle ilgilenmeni istedim!" dedi.
"Yav... Yavşak çiftle mi?"
Hao-ge sırtından soğuk terler aktığını hissetti, sonra da Jiang Wen'in göğsünü tekmelemek için bacağını kaldırdı ki bu, Jiang Wen'in üç metre ileri uçmasına sebep oldu.
Bu sefer kan, Jiang Wen'in ağzından döküldü ve bir kez daha baygın düştü.
Bu acınası herif kısa bir süre içerisinde ikinci kez toplum içerisinde bayıltılmıştı.
Hao-ge arkasını dönüp başını eğerken titriyordu. Suratında ağlamaktan daha çirkin bir gülümseme vardı ve tepkisiz bir şekilde arabada duran Rose'a ahmakça bir şekilde gülümsedi.
"Ba... Başkan... Sizin olacağınızı hiç tahmin edemedim. Bu tamamen bir tesadüf, hedefin siz olduğunu anlayamadım. Eğer bilseydim, ben Ah Hao, şey... Şey yapardım..."
"Ne yapardın?" diye sakince sordu Rose, Ah Hao'ya.
Ancak Hao-ge'nin içini titreten asıl şey, bu sakin tondu. Hareket etmekte zorlanıyordu, sanki ayakları yere yapışmıştı.
Diğer tarafta duran Yang Chen neler yaşandığını izledi, bu herifin Rose'un adamı olacağını beklememişti. Durum böyle olduğundan, bir şey yapmaya çalışmadı, yalnızca arabanın kaputuna yaslandı ve Rose'un bu durumu nasıl halledeceğini görmeyi bekledi.
Hao-ge'yi takip eden haydutlar durumun anormalliğini gördüler ve ne olduğu hakkında kendi aralarında fısırdamaya başladılar.
Rose usulca iç çekti, "Ah Hao, sen benden daha beceriklisin. Arabalarla yolu kapatmak, başkalarının suçunu omzunda taşımak, adam dövmek, kadın kaçırmak ve rahatça milyonlar istemek. Senin gibi yetenekli bir astımın olduğunu bilmiyordum."
Hao-ge hemen yalvaran bir ses tonuyla bağırdı, "Başkan, lütfen izin verin açıklayayım! Ba... Başka seçeneğim yoktu, bu Jiang denen herif bölge savcılığının en yetkili ikinci kişisi. Ben yalnızca kardeşlerimiz için bu herifin dediklerini yapıyorum. Ayrıca alınan tüm para cemiyete teslim ediliyor!"
"Öyle mi? Peki o zaman, geçen sene ne kadar teslim ettin?" diye sordu Rose soğuk bir ifadeyle.
Hao-ge, her sene ne kadar verdiğinin kayıtları olduğundan yalan söyleyemeyeceğini anlayıp dili tutulmuştu, bu yüzden bir süre sonra usulca, "İki... İki yüz bin..." diye yanıtladı.
"Ne anlatıyordun?" diye sordu Rose doğrudan.
Hao-ge'nin kafası düştü, dişlerini sıktı ve mağlubiyete uğramış hissetti ancak söyleyecek bir söz bulamıyordu.
Rose ona baktı ve, "Sen benim Kırmızı Dikenler Cemiyetime katılan Batı Birliği Cemiyeti'nin ilk üyelerindensin, bu yüzden elindeki gücü düşürmedim. Sen yalnızca çetedeki birkaç büyüğün altındasın ve kolaylıkla ilk yirmiye yerleştirilebilirsin. Ancak senin yanına verdiğim kardeşlerin sonunun haydutlar gibi soygun yapıp yol kapatmak olacağını beklemiyordum. Koyduğum kuralları ve bundan sonraki yolunu biliyor olmalısın." dedi.
“Başkan, lütfen bana bir şans verin!” Hao-ge hemen hürmet gösteren bir şekilde Rose'a doğru diz çöktü.
"Şans benim sana verebileceğim bir şey değil, bunu kendin kazanmalısın. Bugün karşıma çıkmış olman bunu ilk defa yapmadığın anlamına geliyor, buna göz yummaya devam edemem."
Rose konuşurken telefonunu çıkarttı ve bir arama yaptı.
"Patron? Nasıl yardımcı olabilirim?" Küçük Zhao'nun sevecen sesi telefondan duyuldu.
"Ufak Zhao, Ah Zao'nun kontrolündeki yirmi birinci bölgeyi devralması için birini gönder."
Bu sözleri duyan diz çökmüş Ah Hao panik içerisindeki kafasını kaldırdı.
Bunu duyan Ufak Zhao biraz şaşırmıştı ancak hemen yanıtladı, "Tamamdır patron." ve daha fazla soru sormadı.
Aramayı bitirdikten sonra Rose, Hao-ge'ye baktı, "Şimdi gidebilirsin ve seni takip etmeye istekli olanları yanında götürebilirsin. Geçmişteki meseleleri göz önüne alıp, seni durdurmayacağım."
Hao-ge tükürüğünü yuttu ve dengesiz bir şekilde ayağa kalktı. Kasvetli bir şekilde Rose'a doğru boyun eğdi ve, "Teşekkürler, Başkan. Ben Ah Hao, merhametinizi asla unutmayacağım..."
Bunu derken Hao-ge ayrılmak niyetiyle döndü.
Ancak o anda Hao-ge, şimşek hızında bir kez daha döndü ve parıltılı İsviçre çakısını ne zaman eline aldığı bilinmiyordu. Aniden çakıyı sessizce oturan Rose'a doğru savurdu!
"Sürtük! Hayatını istiyorum!" Hao-ge acımasızca uludu!
Yang Chen daha baştan Hao-ge'nin niyetini anlamıştı ancak gerek olmadığını bildiğinden arabanın üzerinden atlayıp Hao-ge'yi tekmelememişti.
Tam keskin bıçak Rose'un boğazına saplanmak üzereyken, Rose'un çıplak eli aniden savruldu ve mükemmel bir şekilde Hao-ge'nin bileğini tuttu!
Hao-ge'nin bileği uyuştu ve neredeyse bıçağı düşürecekti.
Rose, Hao-ge'nin uyuşmuş elini aldı ve ters tarafa çevirdi!
*Çat!*
Kemiklerin ayrılma sesi duyulmuştu, Hao-ge'nin tuttuğu bıçak artık kendisine doğrultulmuştu!
Hao-ge bu acıya tepki vermeden önce Rose'un tuttuğu eli kendisine doğru savruldu!
Keskin bıçak Hao-ge'nin göğsüne saplanarak ciğerini deldi!
Hao-ge inledi, birkaç adım geri attı ve gevşekçe yere düştü. Gömleği çoktan kırmızıya boyanıyordu ve dudakları solmuştu. Nefes almakta zorlanıyordu ve gözleri açık bir şekilde yerde yattı!
Rose, başından sonuna kadar arabada kaldı. Hareketleri ipek kadar pürüzsüzdü ve göz açıp kapayıncaya kadar yaralanan insan, Hao-ge olmuştu.
Sıçanların batan bir gemiyi ilk terk edeceği söylenir.
Bu, liderlerinin bile korktuğu bir kadındı ve onu bile saniyeler içinde ölümün eşiğine getirmişti. Nasıl daha fazla durmaya cesaret edebilirlerdi? Bu nedenle, hemen arabalarına kaçtılar ve gittiler.
Yang Chen de arabaya geri bindi, kapıyı kapattı, motoru çalıştırdı ve sürmeye başladı.
Yerde yatan iki herifle kimse ilgilenmedi. Polis belki de sonradan gelirdi ancak öldüren de kurban da Kırmızı Diken Cemiyeti'nin üyeleriydi. Sonuçta, meselenin nasıl çözüleceği Rose'a bağlıydı, bu yüzden bu işin ne zaman çözüleceği önemli değildi.
Araba otobana girdiğinde Rose, özür dilermiş gibi iç çekti ve utangaç bir şekilde, "Kociş, özür dilerim. Böyle bir şeyin olacağını hiç düşünmemiştim." dedi.
"Neden böyle diyorsun? Güzel doğmak senin suçun değil." dedi Yang Chen gülümseyerek.
Rose dudaklarını büzdü ve kendini gülümsemeye zorladı, "Benim bahsettiğim şey bu değildi. Beni ilk defa randevuya çıkartıyorsun ancak ben astlarımı iyi yönetemediğim için böyle bir şeyle karşılaştık, bunun için çok üzgünüm."
"Mükemmel başlayıp sonu kötü biten bir randevunun tatmin edici olmayıp iç karartıcı olduğunu mu düşünüyorsun?" diye sordu Yang Chen.
Rose biraz düşündü, sonra da kafa salladı, "Biraz, hayat böyle, az sonra ne yaşanacağını kim bilebilir? Kaderi sadece kabul edebiliriz."
"Tam da öyle değil aslında."
Bunu söyledikten sonra Yang Chen, bara yakın olan otoban çıkışından çıkmayıp en yakın çıkıştan çıktı.
Şaşıran Rose sordu, "Kociş, nereye gidiyoruz?"
"Tahmin et."
Rose gülümsedi ve azarladı, "Evden nadiren çıkıyorum zaten, diğer yolları nereden bileyim?"
Yang Chen ona cevap vermedi. Boş sayılabilecek birkaç sokağı geçti ve iyi aydınlatılmış bir yere sürdü. Bölgede parlak tabelaları ve yoğun insan trafiğiyle bir sürü mağaza vardı. Yol oldukça geniş olmasına rağmen büyük miktarda yaya sayısı, araba sürmeyi zorlaştırıyordu.
Bu, Zhonghai'de tanınmış gece pazarlarından biriydi ve her gece insan dolup taşan bir yerdi.
Yang Chen kalabalığın içine safir mavisi Lotus'u sürdüğünde hemen sayısız kıskanç bakışlar onlara yöneltilmişti. Araba, gece pazarındaki parlak bir ilgi odağı gibiydi.
Arabada oturan Rose, oldukça gergin hissetti. Önünde makineli tüfekleriyle bir grup insan olsa bile bu kadar gergin olmazdı.
Bütün hayatı boyunca bu kadar insan görmemişti ve hiç bu kadar kalabalık bir yere gitmemişti. Dahası, herkesin odak noktası haline gelmişlerdi!
Aniden, Yang Chen gece pazarının tam ortasında arabayı durdurdu!
"Kociş, sen..."
Rose sorusunu sormadan önce Yang Chen arabanın tavanını açmak için düğmeye dokundu.
Bu Lotus spor arabası bir cabrioletti, bu sayede tek bir tuşla arabanın tavanı yavaşça açılmaya başladı ve bagaja katlandı.
Hemen, arabanın dışındaki sesler duyuldu. Bağırış, müzik, trafik sesleri vardı ve hepsi de net bir şekilde duyuluyordu.
Arabada oturan Yang Chen ve Rose doğal olarak etraftakilerin dikkatini çekti. Ancak çoğu insan bu arabanın inanılmaz derecede pahalı olduğunu bildiğinden mesafelerini koruyup baktılar. Bu zengin çiftin ne yapmak istediğini merak ettiler.
Rose'un güzelliği birçok tutkulu bakışı üzerine çekti ki Rose karanlıkta yalnız başına kalmaya alıştığından bu onu rahatsız etmişti. Astları ile yaptığı toplantılarda bile oldukça içine kapanık davranıyordu ve nadiren diğerleriyle etkileşime giriyordu. Bu kadar çok ateşli bakışlarla çevrelenmek kalbinin daha hızlı atmasına sebep oldu.
Gece pazarının parlak ışıkları ikiliyi ve insan kalabalığını aydınlattı.
Yang Chen kafasını çevirdi ve rahatsız olmuş, bir nebze çaresiz haldeki Rose'a baktı.
"Kociş, neden bunu yapıyorsun?" Rose kızarmış bir halde mırıldandı. Ona bakan birçok yüz onu inanılmaz derecede germişti.
"Çünkü seni mükemmel bir randevuya çıkarmak istiyorum..."
Bunu dedikten sonra Yang Chen, uzandı ve Rose'un enfes belini tuttu. Ve geniş gözlerine bakarak dudaklarını öptü...
Bir an için, etraftaki herkes durdu, bağıran seyyar satıcılar bile sessizleşti ve bu yüzsüz çifti izledi.
Rose ancak Yang Chen'in sıcak nefesini hissettiğinde sevdiği adam ve kendisinin sayısız yabancı arasında öpüştüğünü fark etti!
Dudaklarını zorlukla uzaklaştırdı. Kıpkırmızı olmuş bir şekilde ve narin narin nefes alıp vererek, "Kociş, yapma, herkes bize bakıyor." dedi.
"Seni öpmem hoşuna gitmiyor mu?"
"Hayır... Mesele bu değil, tavanı geri kapatabilir miyiz lütfen?" Rose yalvardı.
Yang Chen kafasını salladı, "Eğer tavanı kapatacaksan neden böyle bir araba alıyorsun?"
"Ama öpüşmek için tavanı açmamız da gerekmiyordu..." Rose o kadar utanmıştı ki vücudu koltuğa geri kaydı.
Yang Chen, Rose'un pürüzsüz ve mis kokulu saçını okşadı, sonra da “Yalnızca herkesin Situ Rose'un bana, Yang Chen'e ait olduğunu görmesini istiyorum. O sadece karanlıkta yaşayabilen biri değil, özgürlüğü olmayan acınacak bir insan değil ve bunun yerine diğer kadınları kıskandıran mutlu bir kadın. Herkesten daha güzel ve olağan dışı. Onu seviyorum ve başkalarının bizimle alay etmesinden korkmuyorum.”
Bunu dedikten sonra Yang Chen, onu bir kere daha öptü.
Dudakları kilitlenerek hareketli gece pazarında güzel bir manzara oluşturdular.
Bu sefer Rose kaçmadı. Güzel gözleri sıkıca kapalıydı ve gözlerinden pırıl pırıl yaşlar aktı. Bu, mutluluk ve burukluğun karmaşık bir duygusuydu.
Sayısız gözler bu çifte odaklanmıştı ve etraftaki herkes konuşmayı kesmiş gibiydi. Duyulabilen tek şey bazı mağazaların çaldığı müzikti.
Bir süre sonra, bazı gençler alkışlamaya başladı ve yavaş yavaş tek tük alkışlar grupça alkışlara dönüşmüştü, ondan sonra da neredeyse herkes alkışlamaya başlamıştı...
Oradaki herkes onları desteklemek için alkışladı ve birkaç genç çift de öpüşmekten kendilerini alıkoyamadılar. Arabadaki çift çoktan farklı bir dünyadaydı ve nerede olduklarını unutmuşlardı.
Kalabalığın içerisinde bu iki insan çok önemsiz görünüyordu.
Ancak bu geceden sonra, bazı insanlar o gece o arabadaki tutkulu öpüşmeyi hatırlamaya devam edecekti.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..