Bölüm 2: Kader

avatar
435 0

Myriddin - Bölüm 2: Kader


Oradan ayrıldığında Myrddin kalbinin derinliklerinde aniden özgür hissetti. Kısmen hüzünle  gölgelense dahi, rahatlama hissi zihnine tesir etmişti. Odin'in tavrı onu hayalkırılığına uğratmış da olsa, nihayetinde böyle bir durum olabileceğini uzun zamandır düşünmüştü. Bu onların akıbetinin, kendini etkilemediği anlamına gelmiyordu. Sayısız yıldan sonra onları sanki kendi çocuklarıymış gibi izlemişti. Ona karşı gösterilen bu davranış, kendisinde büyük hayal kırıklığı yaratmıştı. Ancak Myrddin bunu umursamadı, umursayamazdı. Nihayetinde onun yardımı olsa dahi, yazgıları mutlaktı. Tanrılar olsalarda, hiçbiri kendi kaderinden kaçamazdı. Bu, sözde ölümsüzlüğün ironisiydi.


 Midgard'ın yemyeşil ovalarından birine inmişti, Uzun zamandır ilk defa, içini dolduran özgürlük hissiyle rüzgarda takıldı. Şiddetli olmasına rağmen, kendince güzelliği vardı. Myrddin yüzüne hızla gelen havayı içine çekti. Engin bir bitki ve çiğ kokusu içini doldurdu.  Yaz melteminin her dalgasını içinde hissediyordu. Yüzündeki nazik esintiden, vadideki savrulan otlara ve sazlara kadar. Bir süre huşu içinde izledikten sonra, rüzgarı ardına alarak belirsiz bir yöne doğru yürümeye başladı. Amaçsız ve boş hissediyordu, gidecek hiçbir yeri yoktu. Adeta meltemde savrulan o çalılıklar gibi savruluyordu, hayatın rüzgarlarında.


Myrddin, büyük bir çınar ağacını gövdesine yaslanarak çömeldi. Neredeyse gece olmuştu, önünde güneşin son ışıkları adeta titrek bir mum gibi dalgalanıyordu. Ne kadar olduğunu bilmediği süre boyunda yürüyordu. Sayısız yıllar yaşamış olması sebebiyle, onun zaman mefhumu sıradan ölümlü varlıklara kıyasla çok daha değişikti. Vücudu uzun bir yolculuk yaptığını hissediyordu, ancak zihni bu zamanı kısacık bir süre olarak algılıyordu. 


Yürüyüşü boyunca daha önce hiç görmediği yerlerden geçmişti, Hayatın döngüsünün değişik türlerine şahit olmuş,  değişik manzaları görme fırsatı bulmuştu. Şimdiye kadar herhangi bir bilinçli canlı formuyla karşılaşmamış olması ise oldukça ilginçti. Tek gördüğü önünde  uzanan devasa bir ormandı.  Adeta sonu yokmuşçasına uzaklara uzananıyordu. 


Kamp ateşinin etrafında ışığın cazibesine kapılan ateşböcekleri uçuşuyordu. Avuçlarını alevlerin loş ışıltısında gezdirirken düşüncelere dalmıştı. Aklında sayısız düşünce durağanlıkla boğuşuyordu, Bunu umursamamaya çalışarak gözlerini kapadı. Açlık duymuyordu, hayatı boyunca hiç duymamıştı da. Koruyucu olmanın sayılı avantajından biriydi bu. En azından düşünmesi gereken bir şey daha azalmıştı. Ellerini çimlerin üzerine gezdirdi.  Çimler hafifçe parılmaya başladığında koruyucu büyünün tamamlandığını anladı. Ardından başını ağacın kökerine doğru yaslayarak uykuya daldı.


Günün ilk saatlerinde ayaz sisinin henüz dağılmadığı süre içerisinde, sert ve öfkeli bir ses onu uykusundan kaldırıverdi. Gece diktiği tohumların onu koruyacağından emindi, ne de olsa Midgard'da ona herhangi bir zarar verecek kadar güclü birşeyin olması imkansızdı. Uyuşmuş gözlerini yavaşça aralayarak çevresini bakındı. Kendinden uzak bir mesafede bir  varlığın iki insana saldırdığı görülüyordu. 


Myrddin bu  varlığı hemen tanıyabildi, uzun zaman gönce Alfheim'i izlerken gökyüzünde sürülerde süzüldüklereini görmüştü. Bir süre yuvalarına saldıran ejderhalarla savaşmış ve onları püskürtmeyi başarabilrmişlerdi. Ejderhalar kadar güçlü olmasalar bile güçsüz oldukları anlamında gelmezdi. Elf halkı bu varlıklara Efhildr adını varmişlerdi. Bir aslanın başına, bir ayının gövdesine ve bir kartalın kanatlarına sahiplerdi. Zekalarının ise ejderhalardan aşağı kalır yanı yoktu. Bu varlıkların en sık görünlüğü ve temel yaşam yeri Alfheim olsa da, nadiren Vanaheim, Svartalfaheim ve Midgard'da ufak sürüler halinde yaşayabilirlerdi.


Efhildrler sanıldıkları aksine oldukça uysal yaratıklardı, kışkırtılmadıkları sürece kimseye bir zararları dokunmazdı. Bundan dolayı, saldırıya uğrayan iki kişinin Elfhildr'i kışkırttıkları açıkça anlaşılıyordu. Bu doğanın işleyişine tabi bir şey  olduğu için Myrddin'in müdahele etmesi için hiçbir sebebi yoktu. Elini yere yasayarak kalktı ve yoluna devam etmeye hazırlandı. Kampı ya da toplayacak erzağı olmadığı için bu gayet kısa sürdü. Tam harekete geçmek üzerekeyken tekrar bir çığlık daha duydu. Geldiği yöne doğru baktığında iki kişinin peşinlerinden uçan kızgın Elfhildr ile birlikte kendisine doğru koştuğunu gördü.


Oldukça hızlı bir şekilde yaklaşmaya devam etseler de onları umursamadı. Yalnızca kendi yönüne doğru ilerleyecekken  Elfhildr ani bir şekilde hız kazanarak Myrddin'e doğru atıldı. Saldırma amacı taşımıyordu, ancak onun gitmesine izin vermek niyetinde de değildi. Büyük olasılıkla, kovaladığı iki kişi ile aynı olduğunu düşünüyordu. Myrddin önünden hızlı ve keskin bir şekilde dönüşle geçen Elfhildr'e bakarken, saniyelerin hangi diliminde bu olayın içine karıştığını düşünüyordu.


İki adam Elfhildr'in onları bırakıp daha kolay bir ava yöneldiğini sanarak oaradan ayrılmaya çalışacaklardı. Ancak sonra vazgeçerek ona yardım etmek için giderken Elfhildir tekrar kendilerine doğru yönelmişti. Rüzgarın güçleriye donatılmış kanatları sadeyesinde üstün hıza sahip olan Elfhildr, Myrddin ve iki adamın etrafında  dolanarak onları birbirine yaklaştırmaya çalışıyordu. Sıradan insanlar bu durum karşısında derhal kaçmaya çalışacaklardı, ancak Myrddin yerinden kımıldamadı. Elfhildr tarafından kovalanan iki  kişi ise ona doğru koşuyordu.


Onun yanına gelene kadar koşmaktan nefes nefesle kalmışlardı. Myrddin gözlerini kısıp uğursuz denilebilecek bakışlarla bu iki adama bir göz gezdirdi. Biri oldukça genç ve iyi giyimliydi, giysilerinin çoğu ipekten yapılmış olsa da önemli hayati bölgeleri korumak için hafif bir zırhı vardı. Yanındaki adam ise hafif zırh giymesine rağmen, zırhın bedenin çoğunu kaplaması ve silah tutuşu başlı başına bir şövalyenin aurasını yayıyordu. Zırh giyen adam durur durmaz yorgunluktan kılıcını yere saplayarak derin bir nefes almıştı. Elfhildir'in onu kovaladığı bütün zaman boyunca kılıcını bir an bile olsun bırakmadığı açıkça belli oluyordu.


İki adam da, Myrddin'in onları süzdüğü gibi ona bakıyorlardı. Myrddin dışarıdan bakılınca oldukça kaliteli ve eski görünümlü giysileriyle sıradan bir adam gibi duruyordu. Genç denebilecek bir görüntüsü olsa da, kendisine bakılddığında bir gençlik hissi vermiyordu. Belinde asılı duran kılıca bakıldığında kenine güveni olduğuna karar vermmişlerdi. Kılıç nereden bakılırsa altın kalama gibi görünen süslemeli kabzasıyla, daha parlak ve daha keskin görüntüsüyle her açıdan şövalyenin kılıcından daha iyi duruyordu.


"Bir Elfhildr'i sinirlendirmenizdeki amaç neydi?"


Myrddin'in sözleri ortamdaki nefeslenme hırıltıları dışındaki tuhaf sessizliği yok etmişti. İki adam gözlerini açarakl merakla Myrddin'e baktılar.


"Elfhildr? Bu yaratığı mı kastediyorsunuz?"


Şövalyenin bu cevabı Myrddin'i az da olsa sinirlendirmişti.


"Yaratık? Ona ne cüretle yaratık dersin seni melun insan. Bir Elfhildr ona saldırılmadığı sürece gayet uysal varlıklardı."


Şövalye Myrddin'in bu saldırgan tutumu karşısında geri çekildi. Yanındaki genç adam onun yerine cevap verdi.


"Onu yanlış anlamayın Sör. Bunu ima etmek istemedi. Sadece dediğiniz terimin o varlığa ait olup olmadığına sordu. Bizim ülkemizde onlara Griffin denilir, kutsal ve büyülü varlıklar olarak kabul edilir. Aksi durumda koruyucumun herhangi bir kastı yoktu."


Myrddin, genç adamın verdiği cevaba düşünerek kafasını salladı. Duruma uyum sağlaması ve geri dönüş yapması onu bir soylu ya da bilgin gibi göstermişti. İki türlü de onun gözlerinde  oldukça bilge bir adam imajı çizmeyi başarmıştı.


"Öyleyse pervasızca suçlamam için af buyrun. Ancak sorumu yine de hala cevaplamadınız.? Tabirinize göre, bu kutsal ve  büyülü "Griffin" neden amaçla sizi avlamakta?"


"Gördüğünüz gibi,ben ve şövalyem belirli bir diplomatik görevden dönüyorduk. Ne yazık ki yolda tuzak kurmuş bazı haydutlarla karşılaştık. Tam soyulacakken, bu Griffin haydutlata saldırarak bizi kurtardı. Ne yazık ki orada bulunuşumuz nedeniyle bizi haydutlarla aynı sandığından peşimizde olduğunu düşünüyoruz. Sizi de bu işe bulaştırdığımız için, en içten özürlerimizi kabul edin."


 Myrddin tereddüt etmeden cevap veren gence baktı. Sesinde yalan söyleme emarisinin izlerini bulamadı. Bu nedenle şüphesinden vargeçip ona inanmaya karar verdi. Zaten kimsenin karşılaştığı sıradan bir insana yalan söylemeye zahmet edeceğini sanmıyordu.


Üç kişinin tartışmaları konuşmaları sürerken Griffin yukarıda daireler çizerek uçarak gözlem yapıyordu. Bir süre sonra bu üç kişinin kendi aralarında konuşmaya başlayıp onu görmezden gelmeye başlayınca kızmaya başlamıştı. Başka kavga etmelerine izin vererek sayılarını azaltmayı, sonrasında geriye kalanları yok eymeyi planlıyordu. Yuvasından talan edip yumurtasını çalan bu aşağılık varlıklara en ufak merhamet göstermeden parçalamayı düşünüyordu. Ancak bir süre geçtikten sonra insanlar arasındaki ortam sakinleşmişti. Sanki onu unutmuşlar gibi yerde kendileri arasında konuşuyorlardı. Grifin bunu görünce kalbi öfkeyle dolmuştu. O anda artık kendini tutmayı bırakıp, aniden insanlara saldırmıştı.


Griffin'in ilk saldırısını atlattıktan sonra şövalye toparlanma çalışıyordu. Uçan bir varlıkla savaşmak bir şövalye için hiç de kolay değildi. 


"Lordum, Griffin'i geçici olarak engelleyebilirim, ancak daha fazlasını yapamıyorum, Kılıcım derisini kesemiyor. Ben oyalamaya çalışırken siz arkadan kaçın lütfen."


"Bu imkansız, kaçmayı denersek seni bırakarak bize saldırır. Bizi buraya nasıl getirdiğini unutuyorsun."


Genç adam bu sözleriyle ortaya umutsuz bir durum tasvirini atmıştı. Nihayetinde haksız da değildi, Myrddin bu olayın içine karışmıştı ancak yine de onları buraya çevreleyerek toplayan da Griffin idi. Genç adama göre kaçmaya kalkarlarsa iki kişi ölebilir, sonrasında  Griffin şövalyeyi yıpratma savaşıyla zayıflatıp öldürür, kaçmazlarsa Griffin şövalyeyi yıprattıktan sonra üçünü de öldürürdü.


Myrddin onları dinlerken aklı düşünceler içerisindeydi. Onları kurtarıp kurtarmamaya karar veremiyordu. Sonuçta Griffin kendisine ne kadar istese de zarar veremezdi ancak onların eninde sonunda öldürmeye başaracaktı. Kolay pes edecek ya da kötü bir insana benzemiyorlardı ancak Griffin ile başa çıkamazlardı. Bir süre düşündükten sonra Myrddin içinden kararını vermişti. Onlara ufak bir yardım sağlayıp gerisini kendilerine bırakacaktı, tıpkı geçmişti Odin'e yaptığı gibi. Sonuçları olabilir ya da olmayabilirdi. Belki gelecek değişecekti, belki de bu olması gereken kaderdi, ancak Myrddin bunu umursamadı. Yardım etmeye karar verdiğinde olabilecek tüm sonuçları kabul edeceğini anlamına gelmişti. 


Kılıcı kuşağından çıkarıp şövalyeye  atarken şövalye şaşkınlıkla kendisine baktı.


"Elfhildr dokuz diyarın büyüsüyle yaratılmış bir varlıktır. Sıradan kılıçlar ona hiçbir zarar veremez."


Kılıç o kadar parlaktı ki güneş ışığını adeta ayna gibi yansıtabiliyordu. Ancak şövalyenin şaşkınlığı fazla uzun sürmedi, Griffin anında yeniden saldırıya geçmişti. Yana çekilereken savuşturmaya başardı, hatta kısa sürede dengesini kurarak kanadına bir darbe vurdu. Sadece yüzüstü kesse bile etkili olmuştu, Griffin dengesini kuramayıp yalpalarak anında yere çakıldı.


Griffin'in düşüşünü izleyen iki adam hala şaşkınlıkla bakıyorlardı. Şövalyenin şimdiye kadar en ufak bir şey yapamadığı varlık, Myrddin'in verdiği kılıçta adeta kağıt gibi kesilmişti. Bir anda Myrddin'in söylediği sözler akıllarına geldi. Sıradan kılıçlar ona zarar veremez demişti. Myrddin'in kim olduğuna dair merak düşünceleri zihinlerini işgal etmişti. Ancak yine de dile getirmekten çekinmişlerdi.


Myrddin iki adam afallamış halde dururken yaralanmış Griffin'e doğru gitmişti. Kanatları yaralanmış olmasına rağmen vücudunun diğer kısımları zarar görmemişti. Griffin'in gözlerine bakarken sol elini kaldırdı.


"'^!£#$2+^%+^%32$23412#2>$124#$'^+23.3!'^>£"


Griffin, Myrddin'in  ağzından çıkan sözlerle hayrete uğramıştı. Ömrü boyunca kendi dillerini konuşan bir insanı daha önce hiç görmemişti.


"'+½#£%'^½54&'+%£#$235436+^&3^'" (G)


"&${'#?+/^!#${@\*}%$2'!/&%6"


Griffin ile konuştuktan sonra, adamların söyledikleri ile birleştirerek gerçekte ne olduğunu kavrayabilmişti. İki tarafın da birbirini yanlış anlaması üzerine durum bu hale düşmüştü. Onu dinledikten sonra Griffin adamları rahat bırakmayı kabul etmişti. 


Myrddin ellerini hafifçe sallayarak ışık çıkmasına neden oldu. Ardından Griffin'in kanadındaki yaraları bölgeye yavaşça dokundu. Griffin bir an acı hissedeceğini sanmıştı,  ancak Myrddin'in dokunuşu ona adeta sıcacık gelmişti. Bir süre sonra acının da yavaşça gittiğini fark ederek kanatlarını oynattı. Başını çevirdiğinde yaranın tamamen iyileştiğini görmüştü. Bunun üzerine hevesle kanatlarını çırparak gökyüzüne yükseldi.


"!^$* =?4+"


Gökyüzünde uçarak yuvasına dönen Griffin'in ardından Myrddin, arkadasına döndüğünde onu ağızları açık onu izleyen adamları gördü. Adamlar hem şaşırmış, hem de korkmuştu. Myrddin'in ilk gördüklerinde neden bu kadar korkusuz olduğunu tamamen anlamışlardı. Griffin'i iyileştirmek bir kenara, onunla konuşabilmek bile normal insanın yapabileceği bir iş değildi. Şimdi sadece onun merhameti sayesinde kurtulduklarını fark etmişlerdi.  Genç adam dikkati kendisine çekmek için sahte bir öksürük serbest bıraktı.


"Efendinin tahmin ettiğimden daha güçlü olduğunu bilmiyordum. Görünüşe göre sizin sayenize hayattayız. Sör Belos ve kendine adıma teşekkürlerimi sunarım."


"Neden öyle düşündün?"


"Mütevazı olmak zorunda değilsiniz efendim. Bir zamanlar öğretmenlerimden biri demişti; "Acemi biri bile basit saldırı büyüleri yapabilir. Ancak iyileştirici sihirler sadece büyü üstatlarının yapabileceği sihirlerdir. Ayrıca bir Griffin ile onuşmak ve onu yaralayacak bir kılıca sahip olmanın sıradan biri olmadığınızın kanıtıdır."


Myrddin şaşkınlıkla genç adama baktı. Her şeyi açıkça ortaya sürmesinden  onun zeki biri olduğunu anlamıştı.  Bu konuşma aynı zamanda başka bir şeyi fark etmesini de sağlamıştı. İyileştirme büyüleri, dokuz diyarın tamamında en basit orta kademe büyülerden olarak görülse de, yenilenme büyülerinin aksine yüksek kademe bir büyü değildi.  Bu aynı zamanda Midgard'ın seviyesinin dokuz diyarın diğer dünyalarına kıyasla daha düşük olduğu anlamına geliyordu. Aslında buraya ilk geldiğinde bunu biliyordu, ancak seviyenin bu kadar düşük olmasını beklemiyordu. Myrddin, dokuz diyarın tamamında en güçlü büyücüydü. Hayat Ağacı'nın dallarından beden yaparak Valhalla'daki ruhlara yeniden hayat verecek kadar güçlüydü. İki adamın bunları bilselerdi ne kadar dehşete düşeceklerini hayal etmeye çalıştı.


"Görünüşe göre oldukça zeki birisin.  Geleceğini oldukça aydınlık olacağını görebiliyorum. Bana teşekkür etmene gerek yok. Sizi kurtarmamın herhangi bir sebebi de yoktu. Sadece anlık bir karar verdiğimden dolayı hayattasınız. Böyle ufak ayrıntılara takılmayın."


Genç adam saygıyla dolu bir şekilde ona bakıyordu. Myrddin bundan hoşlanmamış değildi, ancak yine de durumdan dolayı biraz rahatsız hissetmeden edemedi.


"Öyle diyorsanız efendim. Bu arada kurtarıcımın adını öğrenebilir miyim?"


"Bana pek çok isim verdiler. Ancak en sevdiğim Myrddin.  Böyle seslenebilirsin, ancak bilmenin sana bir faydası da yok. Bu diyarlardan değilim, ve burada kalmayı da düşünmüyorum."


"Oh, af buyurun efendim. Sadece adınızı öğrenmek istemiştim. Herhangi bir niyetim yoktu. Bu arada benim adım Uther, Uther Pendragon."


"O halde tanıştığımıza memnun oldum Uther Pendragon. Şimdi ayrılıyorum, kader izin verirse bir daha görüşmek üzere."


Myrddin, oradan ayrılacakken şövalye saygılı bir şekilde öne çıktı.


"Efendim, kılıcınız."


Myrddin, bir Valkyrie kılıcını ölümlülerin eline bırakmanın nasıl bir etkisi olacağını bilmiyordu. Yine de içinden bir his, bunun çok ilginç sonuçlar doğuracağını söylüyordu.


"Sizde kalabilir. Kılıç kullanmadığımdan dolayı ihtiyacım olmayacak. Elveda."


Myrddin son sözlerini söyledikten sonra ortadan yok olana kadar ufuk çizgisine doğru  yürüdü. İki adam ise geleceklerinden ve ellerindeki kılıcın güçlerinden habersiz bir şekilde onu izlediler.







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46887 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr