-Ingaaaaaaaaaa!
Ay göklerin en tepesinde gururla parlarken karanlıkla kaplanan Hong Şehrinde nispeten basit bir evden yükselen bir çocuğun ağlayışı ev halkının gergin yüzlerini rahatlatmıştı.
O sırada evin kapısının dışında duran, kahverengi sakallarını okşayan adamın gözleri yukarıya, gökyüzüne bakıyordu.
Sakinliğinin içindeki soğukluk evden duyduğu sesle anında dağıldı ve kapıyı açıp içeriye girdiğinde yerini sıcak bir gülümsemeye bıraktı.
O gün Hei Ye'nin adı ilk defa göklerin altında ve üstünde çınlamıştı.
On üç yıl sonra bir gece günü aynı ev artık eski ve bakımsızdı. Pencerelerin kenarlarında ıslayan rüzgar evin içinde yanan tek bir mumun nazik ateşini titretiyor, gölgelerin sallanmasına sebep oluyordu.
Camın kenarında oturan, Hei Ye'nin gözleri simsiyah göklere dalmıştı. Ailesinin bir gün gittiğini ve gelmediği günü hatırlamıştı, kendini yalnız, güçsüz ve bıkmış hissediyordu.
Hayatta kalmaya çalışarak geçirdiği günleri ve diğer insanları hatırlayınca yüreği burkuldu, boğazında kalan tükürüğü yutamıyor, ağlamamak için dudağını ısırıyordu. Kan tadı ağzına gelse de önemsememişti, önemseyemezdi!
Ailesinden nefret etmiyordu, o her ne kadar bu aşağı hayata dayanamasa da onlardan nefret edemiyordu!
Günler geçerken o kitaplarla ve kelimelerle tanıştı, okumak onun adeta tutkusu olmuştu, gözleri şehrin kütüphanesine girdiği ilk günden itibaren yaşamla dolmuştu.
Yıllar geçtiğinde o kütüphanede tanıştığı Yua Hun'a aşık olmuştu. Kalbi tutkuyla ve aşkla çarpıyor olsa da acı ve boğulma hissine dönüşmesi çok kısa sürmüştü
Hun ailesi tanınmış bir tüccar ailesiydi ve Yua da ailede bilgin bir prenses gibiydi. Kütüphaneye bile zar zor giren Hei Ye onun bir kez bile bakışlarına değmemişti, kalbindeki acı da bu yüzdendi Hei Ye'nin
Bunu da ruhunun derinliklerine gömmeyi başarmıştı ama, o zorluklar ve acılara göğüs germekten bir an olsun korkmamıştı.
Günler birbirini kovalarken Hong Şehrine oldukça şaşalı bir hazırlık vurmuştu. Göklerden gelen bir gemi ve içindeki yüzlerce ölümsüz de bu hazırlığın sebebiydi.
Hei ilk defa ölümsüzleri o gün görmüştü, her biri ruhunun farklı farklı titremesine sebep olan bu kişiler gerçekten de ölümsüz sıfatına kadirlerdi.
Onların hareketleri bir armoni içindeydi ve nefes alışları bile doğayla bir gibiydi.
Kalbinde onlara imrenmişti, ilk defa yıllardır içine gömdüğü bir tohum kara toprağı delmiş ve yukarıya doğru yükselmişti.
Bir arzu, içinde beliren bu arzu gerçek dünyayı fark etmesiyle başlamıştı.
O öğrenmeyi seviyordu, o sonsuz bir yolculuğa çıkmaktan bir an bile korkmaz ve hevesle atılırdı.
Ama o fakirdi, vücudu güçsüz ve çevresi dardı. Onun bu yolculuğa çıkması, görmesi, duyması ve gezmesi çok zordu ki bu yüzden vaz geçmişti.
Ama şimdi ölümsüzleri gördüğünde "Belki buna kadir değilim ama İSTİYORUM!" düşüncesi ruhundan patlamıştı.
O gün hayatının en güzel günlerinden biri olacak diye düşünmüştü ki kütüphane yolunda gördüğü sahne adeta bütün bu hayellerini yıkmıştı.
Bütün ölümsüzler oradaydı, her biri kadındı ve soğuk yüzleriyle şehirdeki bütün kadınları toplamış, bir sıraya dizmişlerdi.
Sıranın başında diğer ölümsüzlere göre büyük bir kudret taşıyan kadın önüne gelen şehirlilerin anlına dokunuyordu.
Anlına dokunduğu kadın bir anda kan sisine dönüşüyor ve kırmızı küçük bir hapa dönüşüp yanındaki keseye uçuyordu.
İlk başta ne olduğunu anlayamadığından bir binanın yanında diğer bütün erkekler gibi izlemeye başladı Hei Ye, sıradaki kadınların teker teker öldüğünü mutlak bir sessizlikle izledi.
Sıra 9 yaşında bir çocuğa geldiğinde çocuk kana ve sise dönüşmemiş, hafif kırmızı bir ışıkla parlamıştı ki bütün ölümsüzlerin suratlarında bir gülümseme belirmişti. O zamana kadar yüzleri sanki yabani otları biçiyorlarmış gibi duygusuzdu!
Sıra ilerlediğinde sadece bu çocuk hayatta kalmıştı, tabi ki sırada Yua Hun da vardı ki Hei Ye'nin kalbinde zaten sıkışmalara sebep olan da buydu.
Sıra ona geldiğinde çoktan gece olmuştu, yıldızlar gökte gururla parlıyordu ve ışıkları yeryüzünü boyuyordu.
Yua Hun'un anlına parmak değdiği anda kan sisine dönüşmesi birkaç saniye sürdü.
Bu birkaç saniye Hei Ye için yıllar gibiydi, bir anda yaşlandığını hissetti ve ruhunun en derinlerinden öfkeli bir fırtına yükseliyordu.
Her an, fırtına daha da büyüyor, ruhu kızgın bir okyanus gibi gürlüyordu.
Orada duramadı, koşmaya başladı, şehrin dışına kadar koştu, yorulana ve nefesi kesilene kadar koştu, gecenin ortasında bir tepenin üstünde ayağı takıldığından yere yuvarlandı. Tepeden aşağıya kadar yuvarlanmıştı, kolları ve bacakları acıyordu, nefesi kalbine yetişmiyordu ve zihni yerinde değildi. Ruhu karmaşa içindeydi ve gözleri yine göklere döndü.
"KADER! AİLEM GİTTİĞİNDE BUNU RUHUMA GÖMDÜM! AÇ KALDIM! SOĞUKTA KALDIM! YALNIZ KALDIM! AŞIK OLDUĞUMDA ONA DOKUNAMIYORDUM! O GÖKLERDEKİ YILDIZLAR GİBİ KALBİMDE KALDI! YİNE DE DAYANDIM!
DOĞDUĞUM GECE BİR TANE BİLE YILDIZIN OLMADIĞINI SÖYLEDİLER! ONLARIN GİTTİĞİ GÜN DE BİRİNİZ BİLE YOKTUNUZ!
LANET OLSUN! LANET OLSUN! LANET OLSUN!!!
KADER! AİLEMİ ALDIN! SEVDİĞİMİ ALDIN! HAYATIMI VE ARZULARIMI ZİNCİRE VURDUN!
KABUL EDEMİYORUM!!
KABUL ETMİYORUM!!!!
GÖKLER BENİM MUTLULUĞUMU ALIYOR! KADER BENİM HAYALLERİMİ ALIYOR!
GERİDE SADECE BEN KALDIM! BENİ İSTEMİYOR MUSUNUZ! KABUL ETMİYORUM!"
O sırada kalbi sıkışıyordu, öfkesinin ve acısının etkisiyle gözleri karardı.
O sırada yaşlı bir adam sıska bacaklarını çaprazlamış oturuyordu, karanlığın içinde ondan başka hiçbir şey yok gibiydi.
"Oh, gökler, kader, karma, yaşam ve tao.
İlk olan dokuzuncunun mutlak olacağını söylemişti, o ataydı.
İkinci olan da buna uydu, üçüncü ve dördüncü de . . .
Dokuzuncu olan mutlak olabilirdi, o zaman gökler huzur bulacak, kader bağlanacak, karma biçilecek, yaşam dönecek ve tao tamamlanacaktı.
Ama dokuzuncu kabul etmedi, o gökleri ezdi, kaderi değiştirdi, karmaya hükmetti, yaşamı aldı ve taoyu aramaya devam etti.
O yolunda sona geldiğinde uzunca süre yok olduk, ta ki onuncu gelene kadar.
Onuncu diğerlerini kabul etmedi, dokuzuncunun yolunu da seçmedi, o baskın ve eziciydi
o gökleri böldü, kaderi parçaladı, karmayı ezdi, yaşamı mühürledi ve taoya hükmetti.
On birinci geldiğinde o sakinliği ve nezaketi seçti.
o gökleri birleştirdi, kadere uydu, karmayı ekti ve biçti, yaşamına uydu ve ölümüne direnmedi, taoyla birlikteydi ve birdi.
On ikinci. . . o (burada kendisinden bahsediyor) bekledi ve izledi
o gökleri izledi, kaderi dinledi, karmayı hissetti, yaşama izin verdi ve taoyu takip etti.
On üç, sen ne yapacaksın? "
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..