Bölüm 8: Kanatlarını Açan Efsanevi At (I)

avatar
261 4

Obelisk: Bir Canavarın Direnişi - Bölüm 8: Kanatlarını Açan Efsanevi At (I)


Eren’in Zemherir’de tanıdığı bir adamıyla olan konuşmasında Türk Mitolojisi’nde önemli bir yere sahip mitolojik bir varlığın varlığını öğrenmişti;

 

Tulpar.

 

Adı Türk, Altay ve Kırgız mitolojisinde geçerdi. Genellikle beyaz veya siyah olmak üzere tek bir renkle betimlenirdi.

 

Beyaz kanatları olan bu yaratığın Kuday tarafından yiğitlere yardımcı olması için yaratıldığına inanılırdı. En uzun destanlardan birisi olan Manas Detanı’nda, Manas’ın kudretli yiğit savaşçılarının sürdüğü rüzgârdan hızlı efsanevi atlardı.

 

Başkurt inançlarına göre Tulpar’ın kanatlarını kimse göremezdi.

 

Efsanevi at kanatlarını sadece karanlıkla, büyük engellerle ve mesafelerle karşılaştığında açardı. Eğer birisi onun kanatlarını görürse kaybolacağına inanılırdı.

 

Son derece derin bir anlamı olan mistik bir varlıktı.

 

Sahte bir kimlik oluşturmak ve kendini güvence altına almak isteyen Eren için mükemmel bir kamuflajdı.

 

Karşısındakilerin aptal olmadığını biliyordu. Özellikle Kartal kod adıyla bilinen ve şu anki operasyonun mihenk taşı Ali Rıza’nın. Eğer aptal olsaydı, en başında yardımını reddeder ve Doğan gibi sorun çıkarırdı.

 

Ali Rıza ve diğerleri ‘Tulpar’ı duyunca afalladı.

 

Tulpar’ı bilmemelerinin imkanı olabilir miydi?

 

Kimi Türk devletlerinin armalarında yer almış önemli bir semboldü.

Ali Rıza, ‘Tulpar’ın anlamını anlamakta zaman kaybetmedi. Telsizi Doğan’dan aldı ve biraz uzak bir köşeye geçti.

 

“Niyetini bilmediğim birisini desteklersem ve sonucu kötü biterse ölüm benim için en güzel son olur. Ne demek istediğimi anladığını düşünüyorum.”

 

⌊Britanya kuvvetlerini nasıl ve neden kışkırttığınızı merak ediyorum.⌉

 

“Önce benim soruma cevap vermelisin.”

 

Eren bir süre durakladıktan sonra iç çekti. İç çekişi Ali Rıza tarafından duyulmuş olmasına rağmen Ali Rıza bir şey söylemedi.

 

⌊Hadi bir antlaşma yapalım. Sizi Britanya işgalinden kurtarayım ve siz de beni buradan çıkartın. ⌉

 

“Tanımadığım birisi için tüm ekibin ve üssün canını riske atmamı mı söylüyorsun?”

 

⌊Kendini kandırmana gerek yok. İkimiz de biliyoruz ki böyle devam ederse katliam yaşanacak. Sakarya üssü tamamen silinecek, zira onları fazlasıyla öfkelendirdiniz.⌉

 

“Peşimizde olmalarının nedeni yüksek saflığa sahip bir kilogramlık polaryum. Bomba yapacağımızdan korkuyorlar. Birkaç feda verdikten sonra peşimizi bırakacaklardır.”

 

⌊İstanbul valisinin kim olduğunu biliyor musun?⌉

 

‘İstanbul Valisi’ aklına gelen figür Ali Rıza’nın kaşlarını kırıştırmasına neden oldu. Şayet bu figürü son derece yakından tanıyordu.

 

Philip Workman, Kraliyet Prensi ünvanı ile ödüllendirilmiş bir askerdi. Üvey evlat olmasına rağmen Britanya tahtına göz dikecek kadar açgözlü, emelleri uğruna yüzbinlerin kanını akıtmakta tereddüt etmeyecek acımasız bir adamdı.

 

Kibrinin semalarda dolaştığı söylenirdi.

 

Bu adam yüzünden çok fazla kayıp vermişlerdi.

 

Ali Rıza nasıl tanımazdı ki?

 

“Evet.”

 

⌊Karakteristiği çok kibirli ve gururlu olması. Aynı zaman da fazlasıyla acımasız ve rakiplerine nefes aldırmaması ile biliniyor. Gençliğinde askeriyede çalışmış, yüksek mertebelere çok hızlı yükselerek taktikleri sayesinde ‘Yıldırım Çemberi’ lakabını almış birisinden bahsediyoruz.⌉

 

“Bunu herkes biliyor.”

 

Sakarya üssünde herkes tarafınca bilinen bir şeydi. Zira Bölge 34’ün bu kadar ‘huzurlu’ olmasının nedeni oydu.

 

Türklere tahammülü olmayan bir adamdı.

 

⌊Onun bölgesinden sevk edilen malı çalmakla kalmadınız, öncü grubunu da yok ettiniz. Kısaca hem onunla alay ettiniz, hem de küçük düşürdünüz. Kibir ve gurur bir yana, düşmanlarının eline ona karşı kullanabilecekleri bir koz verdiniz.⌉

 

Eren devam ettikçe Ali Rıza’nın ifadesi değişti. Yavaş yavaş ne demek istediğini anladı ve kalbinin ritmi değişti.

 

⌊Bu utancın temizlenmesi için yok olmalısınız.⌉

 

Boom!

 

Birkaç kilometrelik çevrede devasa bir patlama sesi yankılandı.

 

“Ali Rıza!”

 

Murat, 4. Nesil bir Saint Light’a binerken kükredi.

 

Boom, boom, boom!

 

Patlama sesleri devam ederken Ali Rıza kaşlarını çatarak yakındaki bir Saint Oracle’ya fırladı. Makineye girdiği anda çalıştırdı  ve Saint Light’lardan birisini parçalara ayırdı.

 

“Üssün bulunduğu dağı bombalıyorlar.

 

Üs doğal olarak dağın içine kurulmuştu. Dağın üzerini bombalamak dağın yapısına ciddi zarar veriyor ve içten içe parçalanmasına neden oluyordu. Eğer bir süre daha bombalanırsa dağ kendi içine çökecekti ve üs tonlarca ağırlığın altında kalacaktı.

 

Bu, yüzlerce kişinin ölümü demek oluyordu.

 

Ancak dağ büyüktü ve üs herkesin aklına gelmeyecek bir yerdeydi. Bombardıman yapılacaksa ilk hedef asla orası olmazdı.

 

Üssün yerini nereden biliyorlardı?

 

Biri ihanet mi etmişti?

 

Ali Rıza kafasını salladı ve bu düşünceyi aklından sildi.

 

Yanında duran herkes kalbini adamış kişilerdi. Bırak bilgi sızdırmayı, Britanya askerlerini görünce kuduz köpeğe dönüşüyorlardı. İhanet etmeleri imkansızdı.

 

‘Düşünmenin zamanı değil.’

 

⌊Ne yapıyorsun?⌉

 

Eren’in sesi karşı taraftan geldi.

 

⌊Bir şeyi değiştirebileceğini mi düşünüyorsun? ⌉

 

4. Nesil’in bataryasını çıkartan mekanik kol hareket etmeyi kesti.

 

⌊Savaşlarda tek bir kişinin gücünün önemi yoktur.⌉

 

Ali Rıza ifadesinin tamamen değiştiğini fark etmedi.

 

“Ne yapmamı öneriyorsun?”

 

⌊Zamanı gelince öğreneceksin. Şimdilik kendini sakinleştir ve durum hakkında rapor ver. Üssün çevresindeki stratejik konumları, konumu, içindeki işe yarar personel miktarı, silah ve mühimmat, acil kaçış rotası ve araçların sayısı hakkında kesin bilgi istiyorum.⌉

 

Ali Rıza zaman kaybetmeye ya da durum hakkında düşünmeye cüret edemedi. Hızlıca bildiklerini dökülmeye başladı.

 

Otuz saniyeden kısa sürede üs hakkında üstünkörü bilgiler verdi.

 

Bilgileri alan Eren bir süre düşündükten sonra cevap verdi.

 

⌊Dediğin gibi asıl amaçları polaryum, vaz geçemeyecekleri bir şey olmasaydı bu kadar üzerine düşmezlerdi. Şimdilik üssü yok etmeyecekler, sonuçta amaçları çantayı ele geçirmek.⌉

 

“Çanta mı?”

 

Ali Rıza’nın gözleri büyüdü.

 

“Nereden biliyorsun bunu?”

 

⌊…⌉

 

“Nereden biliyorsun??!”

 

⌊Çanta elimde.⌉

 

“…”

 

Şimdi sessiz kalma sırası Ali Rıza’daydı. Patlama sesleri, yoldaşlarının haykırışları bile kesildi. Zihninde yankılanan tek şey Eren’in ‘Çanta elimde’ cümlesiydi.

 

Çanta elindeyse Demirel’e ne olmuştu? Hasan? Yaptıkları plan ne alemdeydi?

 

“Ne yaptın onlara?”

 

⌊Britanya askerleri ile olan savaşta şehit oldular. Şans eseri doğa gezisindeyken onlara rastladım ve silahlarını ele geçirdim. Arkadaşın mıydı?⌉

 

“Şehit mi?”

 

Ellerinin titrediğini fark eden Ali Rıza kendini sakinleştirdi. Derin bir nefes aldı ve kıstığı gözleri yavaşça açıldı. Bir kartalı andıran keskin gözleri parladı ve aklında senaryolar oluştu.

 

“Bunu daha sonra konuşalım. Planı söyle!”

 

---

 

“Aahh…”

 

Eren derin bir nefes verdikten sonra telsizi bir kenara bıraktı ve çantasından çıkardığı sudan büyük bir yudum aldı.

 

Pot kırdığının farkındaydı.

 

‘Hâlâ fazlasıyla acemiyim. İnsanları yönetmek hiçte öğrenci konseyindekilere benzemiyor. Çok fazla soru soruyorlar ve ufak bir şüphe de sırtımdan vurabilirler.’

 

Ali Rıza ve diğerlerine Britanya askerlerinden daha fazla güvenmiyordu. Kudretini sergilemeden önce kimse ona güvenmeyecekti. Onlar için değeri yoktu.

 

Bu durumu değiştirmeliydi.

 

‘Buradan güvenle çıkıp parçacığı ona yetiştirmeliyim.’

 

Saçlarını geri attı ve sarkastik bir kahkaha attı.  

 

Kaderin oynadığı oyunda basit bir satranç taşından farklı değildi. Ancak sıradan bir insanın yapacağı gibi pes etmeyecekti. En sonunda kadar, ölüm onu alana kadar ilerlemeye devam edecekti.

 

Kardeşi ve bu dünyadaki tek yakınını iyileştirmeyi görevi edinmişti.

 

Ancak önce buradan canlı çıkmalıydı.

 

Kendini toparladı ve çantasından siyah bir maske çıkardı. Sadece gözlerinin gözükeceği karanlık ve tam bir maskeydi. Ne olur olmaz diye yanında getirdiği, kimliğini saklamasına azıcıkta olsa yardım edeceğini düşündüğünden hep çantasındaydı.

 

Bu amaç için kullanacağını bilmiyordu.

 

‘Bu dünyada hiçbir şey planlandığı gibi gitmez diyorlardı…’

 

Uzakta yanıp sönen turuncu ışığa baktı. Işığın oluşturduğu aydınlatmadan insanları seçebiliyordu.

 

‘Eskiler her zaman haklı çıkıyor.’

 

---

 

Kilometrelerce ötede büyük miktarda Saint bir çember halinde dağı kuşatmıştı. Dağın etrafındaki çemberde ufak bir boşluk dahi yoktu. Ancak kuvvetler önem sırasına göre dağıtıldığından bölgeler arasındaki güç dengesinde tutarsızlık vardı.

 

Örneğin dağın girişini koruyan birliklerin sayısı diğer bölgelerdekilerin toplamından daha fazlaydı. Zira saldırıyı yöneten Vekil General ve Vali orada bulunuyordu.

 

İri yarı bir adam gösterişli odaya girdikten sonra içerideki subayların bakışı ona döndü.

 

İçeri giren adamın omzundaki arma da çapraz halde duran baston ve kılıcı gören subayların vücudu dikleşti. Baston ve kılıcın üzerinde bir simge ve kraliyet tacı bulunuyordu. Bu adamın, kraliyet ordusundaki en güçlü figürlerden birisi, general olduğunun habercisiydi.

 

General dikkatli adamlarla kırmızı halıda ilerledi ve odanın diğer köşesinde bulunan tahtta oturan orta yaşlı adamın karşısında diz çöktü.

 

“Roland Blakevel emrinize amade majesteleri.”

 

İri yarı adam elli yaşının üzerinde olmasına rağmen orta yaşlı adamın karşısında saygıda kusur etmedi.

 

Tahtta oturan orta yaşlı adam bodur ve şişkoydu, gözlerindeki baygın bakışa rağmen yüzünde ölümcül bir ifade vardı.

 

“Durum raporu.”

 

Orta yaşlı adamın boğuk sesi subayların irkilmesine neden oldu.

 

General saygılı bir tonla durum hakkında bilgiler vermeye başladı.

 

“Dağı tamamen kuşattık. Kuşatmaya dört kumandan sınıfı Saint Light, üç yüz piyade sınıfı Saint Light önderlik ediyor. Bombardıman devam ediyor. Emrettiğiniz gibi onları umutsuzluğa sürüklemek adına sindire sindire hallediyoruz.”

 

“Toz tutmuş bombaları kullanmak birincil önceliğimiz. Ayrıca medya ile iletişime geçtik ve yandaş gazetelere haber ettik. Yarınki haberler ve gazetelerde bir kahraman olarak anılacaksınız.”

 

Orta yaşlı adam tahtında yavaşça doğruldu.

 

“Ortaya çıktılar mı?”

 

“Henüz bir hareket yok ancak kısa süre sonra haber alacağımızdan eminim.”

 

“Safları bozun ve onları yemleyin.”

 

“Anlaşıldı majesteleri.”

 

General kafasını eğdi ve ayağa kalktı. Bir mızrak gibi dik vücudunu çevirdi ve hızla oradan ayrıldı. O gittikten sonra orta yaşlı adam tahtına yaslandı ve sakince iç geçirdi.

 

“Birkaç sunucu çağırın ve propaganda yapın. Numaralıların son zamanlarda azdığını, sokakta bir Numaralı görünce dikkatli olmaları gerektiğini iletin. Ayrıca Ankara’nın hareketlerine dikkat edin. Son zamanlarda AF’den bilim adamlarının geldiğini ve teknolojiyi onlarla paylaştığını işittim.”

 

Kibirli olmasına rağmen aptal değildi.

 

“Ayrıca değişkenler için hazır olun. Polaryumu işleyebilirlerse Bölge 34’ün istikrarı tehlikeye girer. Haberler sızmamalı, gerekirse halkı kandırın ancak durum hakkında haberleri olmayacak. Öncüler yok olduğuna bakılırsa başlarındaki kişi yetenekli…”

 

Birkaç şey açıkladıkça ortamdaki sessizlik bozuldu. Subaylar arasındaki fısıldaşma büyüdü ve tartışmaya katılan insanlar çıkmaya başladı.

 

Kibirli ve gururlu bir prens olan orta yaşlı adam garip bir şekilde onları cezalandırmadı. Açık bir tavırla hepsini değerlendirdi ve mantıklı olanları destekledi.

 

O sırada odanın kapısı açıldı ve tıknaz bir adam içeri girdi.

 

“Majesteleri, ortaya çıktılar!" 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44791 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr