Amerika Birleşik Devletleri, Kaliforniya.
Kaliforniya’nın en doğusunda büyük bir dağın içine gömülmüş Mount Sasha Müzayede Evi’nde büyük miktarda insan mezatta gösterilecek eşyalar için heyecanlıydı.
İçeride insanı rahatsız edecek parfüm kokusu her yerdeydi. Güzel giyimli kadınların ve zengin para babalarının yerlerine oturuyorken ki konuşmaları oldukça hararetliydi.
Dünya’nın en gizli açık artırması Mount Sasha başlamak üzereydi.
Buzz!
Işıklar bir anda kapandı ve tüm salon karanlığa büründü.
“Merhabalar baylar bayanlar!”
Genç bir ses bir anda aydınlatılmış ışıkların altından yükseldi. İnce bir Gumiho maskesiyle eğilmiş zarif bir figür tüm herkese selamlarını iletti.
“En gizli açık artırmalardan birisi olan Mount Sasha ile tekrardan karşınızdayım. Ben Dokuz Kuyruklu Tilki Gumiho olarak açık artırmayı yönetmekten ve sizinle ilgilenmekten onur duyarım.”
Gumiho tekrardan eğildiğinde alkışlar yükseldi.
“Gumiho’nun geçen seneki mezatta oldukça iyi başarılar elde ettiğini duydum.” dedi şeytan maskeli bir katılımcı.
“Sadece iki yıldır buralara kadar yükselmesi ne kadar iyi satış yeteneklerine sahip olduğunu gösteriyor. Mezat yöneticisiyle konuşmam gerekecek.”
“Kimliğinin oldukça gizli tutulduğunu biliyorsun. Pes et.”
Katılımcılar arasındaki muhabbet gittikçe büyürken Gumiho ellerini çırparak tekrardan dikkatleri çekti. Maskesinin altındaki derin mavi gözler hafifçe parlarken ışıklar tekrardan kapandı.
“İlk eşyamız; bir çoğunuzun bildiği Patiala Kolyesi!”
Işıklar açıldığında platformda bir cam fanus belirmişti. Cam fanusun içinde kırmızı bir yastığın üzerine konulmuş bir kolye bulunuyordu. Kolye elmastan yapıldığını belli edercesine parlıyor ve tüm güzelliğiyle salonu aydınlatıyordu.
“Hm? 1948’te kaybolmamış mıydı?” köpek maskeli bir iş adamı şaşkın bir şekilde Patiala Kolyesi’ne baktı. Hazineler hakkında meraklı ve bilgili birisi olduğundan bunun ne kadar önemli bir kolye olduğunu biliyordu.
“2,930 değerli taştan yapılan bir kolye olarak bilinen Patiala Kolyesi, Bhupinder Singh’e aitti. Cartieer tarafından yapılan bu değerli eserde De Beers elması kullanıldı.” Gumiho fanusun etrafında döndü ve profesyonelce dikkatler yönlendirdi.
“Başlangıç fiyatı 130 milyon dolar. Minimum artış 1 milyon.”
“131 milyon dolar!”
“138 milyon dolar!”
“150 milyon!”
…
Artışlar devam derken müzayede ilerlemeye devam etti. Asmodeus’un Gözyaşı ve Altın Baykuş Heykeli de yüksek fiyatlarda satıldıktan sonra müzayede sonlara doğru yaklaşmaya başladı. Ancak insanların heyecanı düşmek yerine yükselmişti.
“Ahit Sandığı, Katılımcı 112’ye 338 milyon dolara satılmıştır!”
Altın sandık perde arkalarına götürülürken Gumiho gizemli bir sesle mırıldanmaya başladı. Ellerini çırptı ve garip hareketler sergiledi. Görsel şölenin ardından sahne kenarlarından konfetiler patladı. Hemen ardından on tane zenci adamın koruduğu, tekerlekli cam fanus getirildi.
Fanusun içinde metal bir kabın ortasına tutturulmuş mavi bir gözyaşı vardı. Salondaki tüm katılımcılar bu gözyaşını görünce hayranlıkla iç çekti. Buna Gumiho’da dahildi. Ancak etrafındaki on korumaya bakınca kafasını tekrardan seyircilere çevirdi.
“Tanrı’nın Zehri – Körlerin Tanrısı Samael’in Gözyaşı!” Gumiho’nun sesi salonda yankılanırken fısıldaşmalar başladı.
“Samael mi? Yahudilerin bunun için kan döktüğünü duydum.”
“Basit bir hazineden ibaret. Söylentilere cidden inanıyor musun?”
“On yıldır Mount Sasha’da tutulduğunu ve kimseye gösterilmediğini biliyoruz. Satmayı düşündüklerine göre söylentiler sahte. Böyle batıl inançlara inanırken, nasıl bu kadar yükseldiniz?”
Samael’in Gözyaşı yirmi yıl önce Hint Okyanusu’nda bir adada, ultra korunaklı bir sandığın içinde bulunmuştu. İlahiyatçıların ve filozofların söylediğine göre bu mücevher, Şeytan Samael’in gözyaşıydı ve eşsiz bir şans getiriyordu. Öyle ki bu mücevheri bulduktan sonra Mount Sasha bir roket gibi yükselmiş ve en önemli müzayede evlerinden birisi haline gelmişti.
Bu da söylentilerin kanıtlarından birisiydi.
“Öyle olsaydı satacaklarını mı düşünüyorsun?”
Zengin bir iş adamı homurdandı.
Ancak diğerleri onu görmezden gelerek sahneye odaklandı.
“Başlangıç fiyatı 1,150,000,000$!”
Boom!
Kelimeler bir yıldırım misali herkesi afallattı.
“Bir milyar dolar mı?”
Milyar dolar ne demekti? Yıllarca verilen emekler sonucu biriktirilmiş bir servetin tamamı demekti. Buradakilerin yarısının tüm serveti ancak bu kadardı.
“Siktir! Bu da ne böyle? Pasifik’ten ada kolonisi alsam daha ucuza gelir!”
Kaldı ki bu sadece başlangıç fiyatıydı. Ne kadar yükseleceği bir muammaydı.
“1,150,100,000!” yaşlı bir kadın sesi arka sıralardan yükseldi.
“1,151,100,000!”
“1,152,000,000!”
Daha önce hiç teklif vermemiş katılımcılar hararetle dahil oldu. Müzayede salonu bir anda kaosa düştü. Bir milyar dolar çok görülürken kısa sürede fiyat iki katına çıktı ve en sonunda Katılımcı 10’a üç milyar, altı yüz elli milyon, dört yüz bin, iki yüz dolara satıldı.
Samael’in Gözyaşı satıldıktan sonra Gumiho elindeki tokmağı sertçe vurdu ve müzayedeyi bitirdi.
“Efendiler, katılımlarınız için teşekkürler. Ürün sahipleri görevlilerimizi takip edebilirler.”
Gumiho hafifçe kıkırdadıktan bir saniye sonra herkes ayaklanmaya başladı. Kimisi bir şeyler alabildiği için mutluydu, kimisi de nefret dolu bir şekilde balinalara sövüyordu.
Tzz!
O esnada salondaki ışık bir anda kayboldu.
“Hm? Başka bir eşya daha mı var?”
Fısıldaşmalar başlamışken salonun kapısı bir anda kırıldı.
“לספק את הפריט!”
“في السر”
Uzun sakalları olan kırk kadar adam salondan içeriye girdikten sonra direkt sahneye yöneldiler. Samael’in Gözyaşı’na doğru ilerlerken korumalar sırtlarından çıkardıkları taktiksel tüfeklerle ateş açmaya başladı.
Bam!
Bam!
Bam!
Ortalık bir anda savaş alanına döndü. Katılımcılar paniklemek yerine sakince yerlerinde oturdu ve telefonlarına sarıldılar. Kısa sürede helikopter sesleri etrafı doldurmaya başladı. Karanlık salon hızla aydınlandı.
Elli kadar Swat askeri odaya girdiğinde saldırganlar etkisiz hale getirildi. Korumların beşi kurşunların altında parçalara ayrılmışken, dördü ağır yaralanmıştı. Sadece kaptan hafif bir şekilde yaralanmıştı. Durum kontrol atlına alındıktan sonra askerler odayı kontrol etmeye başladı.
Ancak o zaman korumaların kaptanı fark etti.
Samael’in Gözyaşı…
…yerinde yoktu.
***
O esnada Gumiho son derece hızlı adımlarla çıkışa doğru yürümekteydi.
“Dur! Çıkışlar yasaklandı!”
Elinde m16 tutan bir asker ona doğru bağırdı.
Samael’in Gözyaşı çalındığından arama yapılması gerekiyordu. Ayrıca dışarıda düşmanlar vardı. Müşteriler güvence altına alınması gerekiyordu. Kısaca birçok iş varken dışarıya çıkmak yasaktı.
“William benim!”
Gumiho yüzündeki maskeyi çıkarınca yakışıklı yüzü açığa çıktı. Keskin hatlara sahip, derin mavi gözlere sahip bir yüzdü.
William onu görünce rahat bir iç çekti.
“Deniz sen miydin?”
“Benden başka kim bu kadar yakışıklı olabilir ki?”
Gumiho kıkırdadıktan sonra gülümsemesi bir anda durdu.
“İsrail ve Arap Emirlikleri harekete geçti. Çıkışları korumak konusunda sana güveniyorum dostum. Benim güvenlik şefine yardım etmem gerekiyor.”
William belinden bir p2000 çıkardı ve ona fırlattı.
“Dikkatli ol. Dışarıda en azından bir bölük var. İçeriye girmelerini engellemek için girişleri ve çıkışları kapattık ancak ne olacağı belli olmaz. Duvara uzak ilerlemen de fayda var.”
Deniz üç yıldan uzun süredir onlarla birlikte çalışan bir profesyoneldi. Bu yüzden William ona çok güveniyordu. Hayır. Sadece o değil, herkes ona fazlasıyla güveniyordu. Çok yetenekli bir satıcı ve mentalistti. Aynı zaman da profesyonel askerlerden aldığı eğitimle savaşabilirdi.
“Her ne kadar paralı asker olsan da Mount Sasha’yı koruduğun için teşekkür ederim.” Deniz ona teşekkür ettikten sonra kapıdan çıktı ve yakındaki dev kuleye koşmaya başladı.
Mount Sasha dağın içine oyulmuş bir alana kurulmuştu. Sadece bir müzayede değil aynı zaman da bir üstü. Haliyle kontrol kulesi en güvenlikli alanlardan birisiydi.
Kontrol kulesine yaklaşırken patlayan silahların sesi her yerden duyuluyordu. İşgalciler RPG’ler ile duvarları parçalamaya hazırlanıyordu. Paralı askerler ise Mount Sasha’yı korumak için kulelerden saldırıya geçmişti. Ağır makineli silahlar ve bombalar etrafta uçuşuyordu.
“Hükümet yakında destek birlikleri yollayacaktır. O zaman kadar…”
Deniz cümlesini bitiremeden arkasından bir tıkırtı duydu.
Tık!
Anında arkasını döndü ve sırtına silah dayayan kişiye tekme attı. İki metrelik dev kaptan tekmeyi eliyle durdurmaya çalıştı ancak tekme son anda büküldü ve diz kapağının arkasına indi.
“Urk!”
Acıyla inlemeye fırsat bulamadan yere çöktü.
“Raylon, düşündüğümden daha aptalsın.” Deniz onu kollarından bağladı ve çenesini kırdı. Ardından bir çukura taşıdı.
Kaptan Raylon çırpınmaya çalışsa da Deniz’in tutuşu yüzünden hareket edemiyordu. Deniz dilini şıklattı ve onun kömür karası gözlerine baktı.
“Her neyse, seni kullanmazsam kendine küserim.”
Cebinden parlak turuncu bir taş çıkardı ve onun cebine yerleştirdi. Ardından büyük bir gülümseme gösterdi.
“Turuncu Morganit. Başlangıç fiyatı iki milyon dolar. Raylon Watkins, müzayede evine ihanet etmekten utanmıyor musun?”
Deniz elini hafifçe salladı ve yere pimi çekilmiş bir el bombası bıraktı.
“Sonra görüşürüz.”
Ardından ortadan kayboldu.
Geride çaresizlikten ağlayan bir Afro-Amerikan bıraktı.
Deniz çok geçmeden kontrol kulesine vardı ve merdivenlerden tırmanmaya başladı. Askerler onu tanıdığından herhangi bir kontrol işleminden geçmedi. Tüm askerler ona mutlak bir güven duyuyor gibiydi.
“Benim kadar şanssız birisinin bu kadar şanslı olması. Ürpermeden edemiyorum.” Önündeki çelik kapıya bakarken mırıldandı. Boynuna asılı olan kartı çıkardı ve duvara monte edilmiş kilide bastırdı.
Ding!
Yeşil ışık yandığında kapı tıkırdadı ve açıldı.
Deniz odaya girdiğinde namlular ona doğrultuldu. Dört namlu vardı. İki tabanca, iki tüfek. Deniz hepsine teker teker baktı. Özellikle kontrol panelinin önünde duran çatık kaşlı yaşlı adama…
“Şef.”
Yaşlı adam kafasını salladı.
“Beni hayal kırıklığına uğrattın.”
Deniz gülümseyerek konuştu. “Sizden daha çok kendimi hayal kırıklığına uğrattım. Oysa çok güzel bir plandı.”
Kahverengi gözlü kel adam namlusunu ondan ayırmadan yaklaştı.
“Ellerini kafanın arkasında birleştir. Deniz, üç yıldız kaçmış olsan da sınırına geldin. Eski günlerin hatırına seni öldürmeyeceğim.”
Kahverengi adam Deniz’in arkasına geçti ve kemerindeki demir kelepçeyi çıkardı. Tam onun ellerini yakalayacaktı ki Deniz’in kol yeninden bir bıçak çıktı ve kan yükseldi.
“Ateş edin!”
Bam!
Bam!
Bam!
Bam!
Dört tetik çekilmişti.
Ancak bunlardan sadece ikisi Deniz’e doğruydu.
Tak!
Tak!
Tak!
Şaşkınlıktan hareket edemeyen üç beden yere yığıldı. Şef kanlar içinde kalmış göğsüne bakarken ne düşüneceğini bilmiyor gibiydi. Kafasını ona G3 tutan korumaya çevirdi.
Ak saçlarıyla kendisinin yaşıtı birisiydi. Uzun ve ihtişamlı bir figürü vardı. Ona bakan gözlerinde ufak bir merhamet bile yoktu.
“Gaven… neden?”
Kelimeler zorlukla ağzından döküldü.
“Üzgünüm ancak iş iştir.”
Gaven Deniz’in gözlerine baktı ve kafasını salladı. Deniz bıçağındaki kanı kel adamın kıyafetiyle temizledikten sonra kontrol paneline yürüdü. Hızlı bir şekilde kapıları açmasını sağlayan kodları girdi ve giriş izni verdi.
O anda Mount Sasha’nın kapıları açıldı ve saldırganlar içeriye girdi.
“Sizi… aptallar…”
Şef titreyen gözlerle ikiliye baktı. Deniz’in ihanet etmesini anlayabilirdi, sonuçta çok uzun zamandır bulunmuyordu. Kendisini kurtarmak için şefini bile öldürebilirdi, ancak Gaven’ın neden böyle bir şey yaptığını anlayamamıştı.
İkili hayatlarının tamamını birlikte geçirmiş kardeşlerdi.
Aralarına hiçbir şeyin giremeyeceğini düşünüyordu.
“Bana planından bahsettiğinde bu kadar acı verici olacağını düşünmemiştim.”
“Kabul eden sensin.”
Deniz omuz silkti ve dışarıya bir bakış attı. Ayak seslerini duymaya başlamıştı.
“Hazır mısın?”
Arkasını döndü ve Gaven’a sordu.
“Doğuştan hazırım.”
Gaven soğuk bir nefes aldıktan sonra namluyu ayak bileğine çevirdi.
Bam!
Mermi ayağını deldi. Gaven soğuk bir nefes alarak çığlık atmamaya çalıştı. Kardeşinin çektiği acının büyüklüğünü şimdi anlamıştı. Uzun zamandır mermi yememek onu yaşlandırmıştı.
Güm!
O anda kapı zorlandı. Dışarıdan sesler geliyordu.
“Şef! Şef iyi misiniz?”
Deniz kapının üzerini kana buladı ve kel adamın cesedinin altına yattı. Tereddüt etmeden cebinden bir kutu çıkardı ve kel adamın yeleğinin içine yerleştirdi.
“İçeri gelin.”
Gaven soğuk bir tonda seslendiğinde kapı açıldı ve yedi kadar adam içeriye girdi. İçerideki kanlı ortamı ve ölmek üzere olan şeflerini görünce panikle çığlık attılar. Ne olduğunu anlamak o kadar zor değildi. Aralarında sıska bir baretta kullanıcısı Gaven’a döndü.
“Yardımcı Şef! Burada neler oluyor? Şef, Bölük Komutanı ve Misafir Yang neden yerde?” O kadar endişeliydi ki sesi titriyordu.
Gaven sakin bir şekilde kel adama baktı ve iç çekti. “Bölük Komutanı ve Misafir Yang ihanet etti. Şefi vurdular. Şef ağır yaralı en yakın zaman da onu götürün.”
“Size bir şey olmadı ya?”
“Hayır, Deniz sağolsun. Kendini feda etmeseydi ben de abimin yanında yatıyor olabilirdim. AĞH! İhanete uğramış olma düşüncesi delirtiyor!” Gaven öfkeli bir şekilde ayağını yere vurdu ve acıyla inledi. Kanlar yerde yayılınca sıska adam endişeli bir şekilde onu yerleştirmeye çalıştı.
“Yardımcı Şef lütfen sakin olun! Şef olmadığından size muhtacız! Lütfen komuta ele alın.” Adamın gözleri ölümcül bir ışıkla parladı. Tereddüt etmeden bileğinden çıkardığı hançeri Gaven’ın göğsüne sapladı.
Shlap!
Gaven’ın gözleri büyüdü. İnanmazlıkla önündeki sıska adama baktı.
Bir şeyler söyleyemeden sıska adam onun suratına vurdu ve şefin yanına düşmesine neden oldu.
“Kardeş Deniz, planın kusursuz bir şekilde ilerledi. Lütfen kalk!”
Deniz kel adamın cesedinin altından kalktı ve odadaki adamlara bir bakış attı. Hafifçe gülümsedikten sonra kafasını salladı.
“Harikasın Leonard!”
“Hadi kaçalım buradan!”
Deniz kel adamın yeleğine sakladığı kutuyu aldı ve Leonard’a verdi.
“Dikkatli ol! Samael’in Gözyaşı onun içinde saklı. Açarsan düşürebilirsin…”
“Anlaşıldı!”
Leonard açgözlülükle elindeki siyah kutuya baktı. Deniz’ni ona bu kadar güvenmesi onu gururlandırıyordu. İşler istedikleri gibi giderse artık paralı asker olarak savaşması gerekmeyecekti. İstediği her şeyi elde etmesi için yeterli parası olacaktı.
Grup hızla harekete geçti ve önceden belirledikleri kaçış rotasını takip etti. Kanalizasyon borularının içindeki yoldan kaçtılar ve dağın dışındaki ovalarda çıktılar.
Arkalarında silah sesleriyle gürleyen dağdan haberleri yoktu sanki. Deniz kanalizasyondan çıktıktan sonra derin bir nefes aldı ve göğsündeki kolyeyi tuttu. Leonard’a bir bakış attı.
Leonard onun ne demek istediğini anladı. Barettalarını kaldırdı ve birkaç el ateş etti.
Tak!
Tak!
Tak!
Tak!
Cesetler bir bir düştü. Yıllardır birlikte çalıştığı takımını sadece birkaç saniyede satmıştı.
“Huh~ Deniz Kardeş, ne düşünüyorsun? Samael’in Gözyaşı’nı satınca aileme para göndermeyi düşünüyorum.”
Leonard heyecanla arkasını döndü. Deniz’in mutlu ifadesini görmeyi beklerken gördüğü tek şey boğazını delen soğuk bıçağın gölgesiydi.
“İyi iş çıkardın, benim sevimli şövalyem.”
Yavaşça yıkılan Leonard’a bir bakış daha atmadan arkasını döndü ve koşmaya başladı. Ancak birkaç adım attıktan sonra ayağı bir taşa takıldı ve düştü.
“$#$#$½#$½#$½”
Kafasını bir taşa çarptı ve dünya karardı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..