Bölüm 1: Pusu

avatar
78 0

Ötediyar'ın Efendisi - Bölüm 1: Pusu


Zorlu, haşin ve kasvetli bir geceydi. Gece yarısına doğru, gizlendikleri mağaradan çıkarak vadi tabanına yerleştiler. Hava zehir gibiydi. Ciğerleri donduran soğuk yüzünden solukları hırıltılı çıkıyordu. Burunlarını korumak için sardıkları atkılar da neredeyse donacaktı. Ayazlı gecenin rüzgârı kemiklerine kadar işliyordu. Her şeyi maskeleyip bir kirpi gibi büzülmüşlerdi. Bir terslikle karşılaşmamak için üç kat daha tedbirli olmak zorundaydılar.

 

“Allah, çok soğuk!” dedi Komando Er Çınar fısıltıyla.

 

Mevzi de hemen yanında duran Uzman Çavuş Hasan onu azarladı, “Dırıldayıp durma, soğuk zaten canımıza okuyor, köyünü görmeden nalları dikeceksin!”

 

Hepsi iyi biliyordu; her pusunun temeli ateş açma anının iyi seçilmesine bağlıdır, başarısının sırrı ise ses ve hareket disiplinidir. Asker oturup beklememelidir. İçindeki ateş onu düşmana götürmeli ve saldırmalıdır. Eğer oynamazsan, seninle oynarlar.

 

Kar birkaç gün önce yağmış ama kuytu yerler ve dağların dorukları hariç eriyip gitmişti. Askerler eşi görülmemiş bir kışın geldiğinden habersizlerdi. Havalar soğuduğundan, yurtiçinden Irak’taki kamplarına dönmek için sadece geceleri hareket eden bir grubun, pusuya yattıkları vadiden geçeceği istihbaratını alınca burada tertiplenmişlerdi.

 

Yirmi kişiydiler. Müfreze muvazzaf subayları, astsubay ve uzman erbaşlar daha önce defalarca çatışmaya girip sağ çıkmayı başarmış tecrübeli askerlerdi. Asteğmenler ve erler ise, fiziksel ve ruhsal yetenekleri test edilmiş, eğitimli, seçkin adamlardı.

 

Siper aldığı mevziinin arkasında tortop bir şekilde oturan Uzman Onbaşı Halil, biraz ötesinde duran genç adama bakarak konuştu. “Mustafa Üsteğmenim ne zaman bu beyaz diyara baksam ‘Buraları Sevmedim’ diye bir türkü var ya, o geliyor aklıma. Aklımdan çıkartamıyorum bir türlü.”

 

Cümleleri biter bitmez dişlerini takırtısı duyuldu. Mustafa Üsteğmen gözlerini devirip soğuk ve ilgisiz bir şekilde ona baktı.

 

“O türkü sevgililer için söylenmiş. Burada konu yurt. Yurdun için söyleyeceksin. Yurdu seveceksin. O yoksa biz de yokuz. Sen iyi misin?”

 

“Savaşta iyi olunur mu hiç?”

 

“Sen aklına muzip şeyler getir. Cephede gülmek iyidir. Korku kaçar, ruh güçlenir.”

Saatlerce süren sessizlik işin en korkunç tarafıydı. Ne derin bir sessizlik… Tek tük kar atıştırmaya başlamıştı. Tabanda akan çayın kayalara çarpan cılız sesi geliyordu. Dört saati aşkın bir süredir pusuda beklediklerinden artık gözleri karanlığa tam uyum sağlamıştı.

 

“Başçavuşum, şimdi bir bardak çay olsa, bütün dünyayı verirdim.” dedi Komando Er Göktuğ. Yakışıklı suratında muzip bir gülümseme belirdi.

 

“Dünya senin mi de veriyorsun be adam?” diye homurdandı başçavuş, keskin yüz hatlarına sahip bir genç adamdı. Sonra çok ses çıkardığını düşünüp arkasına baktı, ardından sadece ikisinin duyabileceği bir ses tonuyla, “Buraya gelmeden önce bile işin yokmuş senin, çulsuzun tekisin. Bir tek canın var. Onun da burada peşine düşmüşler…”

 

“Bahadır Başçavuşum, ister misin bu adamlar gelmesin?”

 

“Bırak şimdi bu adamların gelip gelmemesini, savaşta birkaç dakika içerisinde neler olabileceğini bile kimse kestiremez.”

 

“Bu kadar soğukta kurtlar bile gelebilir, değil mi?”

 

“Buzdan heykel olmaktansa onlara bile razıyım…” dedi Bahadır Başçavuş, yüzünde zoraki bir gülümseme belirdi.

 

“Soğuğun en iyi yanı hiçbir şey hissetmemen. Her şey donuyor. Yaz aylarını düşünmeye çalışıyorum, mesela temmuzu.”

 

Bahadır Başçavuş gözlerini devirip, “Eğer gelecek Temmuzu görebilirsek,” dedi.

 

Komando Er Hasan tam bir şey söyleyecekken gecenin yırtıcılarından birinin ‘Huuu o huuu’ diye haykıran tiz sesi vadide akisler yaptı. Tüm mevzilerdekilerin fısıltıları kesildi, hatta nefesleri bile… İnsan mıydı yoksa hayvan mıydı bu sesin sahibi? Şüpheyle geçen saniyeler ömre bedeldi. Sesin tekrarı olmadı ancak herkes parmaklarını tetiklere götürmüştü.

 

Diğer herkesi görebilecek bir konumda duran iki kişi; biri yüksek burunlu, kare suratlı bir adamdı. Meraklı bir ifadeyle etrafa bakınıyordu. Diğeriyse en başından beri istifini bozmamış, yirmili yaşlarının ortalarında gözüken bir genç adamdı.

 

Müfreze Komutanı Yüzbaşı Levent’in yanı başında duran Teğmen Murat, “Bu neydi komutanım?” diye sordu.

 

Yüzbaşı Levent sakin bir şekilde, "Bu, buradaki baykuş türlerinden biri. Muhtemelen kulaklı, puhu veya peçelilerden biridir." dedi.

 

“Burada ne geziyorlar ki?”

 

Yüzbaşı gülümsedi: “Kuşlara en olmadık durumlar da en olmadık yerlerde rastlayabiliriz.”

 

“Ama hiç kanat sesi duymadık?”

 

“Gece avlanabilmek, sessizliğe ve iyi görmeye bağlıdır. Gece, sessizliğin simgesidir. Avcıların avları olan hayvanların bir kısmı da gece hareketlidir. Bu hayvanların avlarını yakalayabilmeleri için sessiz olmaları gerekir. Baykuşlar, uçarken oldukça az ses çıkarırlar. Kıvrak ve estetik bir uçuşa ihtiyaçları yoktur. Geceleri, olabildiğince hareketsiz kalıp belli bir noktadan çevreyi gözetlerler. Başlarını 180 dereceden fazla döndürebilirler. Bu sayede, gövdelerini hareket ettirmeden bütün çevrelerini görebilirler.”

 

“Buna uğursuz derler komutanım…”

 

"Hurafe işte, saçma ve aptalca... Baykuşlardan korkmaya ve çekinmeye gerek yok. Doğal hayatta her şey düzenli ve uyumludur. İnsanlar uğursuzluk arıyorlarsa kendi yaşamlarına, kendi türlerine baksınlar."

 

Teğmen Murat, müfreze komutanı hakkında daha önceden çok şey duymuştu. Harp Akademisi’ni birincilikle bitirmiş, pek çok başarıya bu genç yaşında imza atmış yetenekli bir subaydı. Üç dil bilmekle kalmıyor, ikisini ana dili gibi konuşabiliyordu. İzin günlerini gezmek yerine araştırma yaparak geçirdiğini söyleyenler bile vardı.

 

‘Şimdi bunun zamanı değil,” Teğmen Murat kafasını iki yana sallayarak önündeki beyaz diyara odaklandı.

 

Felaket isimli müfrezenin Sahipkıran kolunun komutanı Teğmen Murat’tı. Üsteğmen Mustafa ise Buzkıran kolunun komutanıydı. Her kolda onar savaşçı vardı.

 

Yüzbaşı Levent komando atkısının çenesine kadar çekip Teğmen Murat’ın soğuktan kızarmış suratına baktı. Alacakaranlığa iki saatten az kalmasına rağmen hedef ortalıkta görünmüyordu.

 

"İhtiyatlı bir savaşçı, düşmanı hiçbir zaman küçük görmez. Savaşın en açık sözcüğü 'Öl!' değil, 'Öldür!‘dür. Savaşta piştikçe kalbim böyle şeylere pek sızlamıyor artık. Düşmanı korkutmak zorundayız. Kendine aşın güven de insanı küstah yapar. Savaşta insanlara acıyın ve koruyun. Savaş en üstün okuldur. Ölmeye acele etmeyin, savaşı öğrenin. Savaş, kalemler ve haritalar değil insanlardır. Savaşta hem kendinizden hem de düşmandan çok şey öğrenirsiniz. Tüm savaş psikolojiktir ve zafer ödediğin bedeldir. Ordu da saraydan yönetilmez. Savaş aklın akıldışılıkla rastlaşmasıdır. Asaletin gerektirdiği birtakım görevler vardır ve bizler onları yerine getirmek zorundayız."

 

Teğmen Murat bir yandan dinlerken bir yanda da yüzbaşının dediklerini not alıyordu. Bir süre sonra yüzbaşının sesi kesildi. Murat devamı gelecek sandı ancak öyle olmadı.

 

Yüzbaşı ciddi bir ifadeyle ona baktı, “Murat Ağabey, sen git adamlarını tek tek kontrol et. Söyle aynı şeyi Üsteğmen Mustafa da yapsın. Bu zehir gibi soğuk insanı işe yaramaz hale getirir. Hesabıma göre hedef bir saat içerisinde buraya ulaşır ya da bugün avcumuzu yalarız.”

 

Teğmen Murat bir yay gibi fırladı ve ilk kayanın ardında kayboldu.

 

Gelin, gelin, gelin! Eceliniz bekliyor, gelin! Büyük, küçük, kaç kişi olduğu fark etmez! Hepiniz gelin! Bu sözcükler hepsinin ortak duygularını yansıtıyordu. Rüzgar hafif de olsa siperlerin arasındaki boşluklardan uğulduyor; ortamın gerginliğini daha da artırıyor; bulutlar bir görünüp bir kayboluyordu. Dikkatli bakıldığında siperlerde sürekli yer değiştiren gölgeler görülebilirdi. Mevzidekiler birbirine sokulmuş; sabırlarının son kertesinde bekliyorlardı.

 

O anda hiç kimsenin beklemediği ancak mucizevi bir şey oldu. Mevzilerin solunda bulunan kayalıkların önünde karartılar görünmeye başladı. Bir, iki, üç, dört, beş, altı… Sıra sıra yürüyorlardı. On altıncı adam geçtiğinde devamı gelmedi. Herhalde bu kadarlardı.

 

Hızlı ancak emin adımlarla formasyonun açık ağzından girip merkezine doğru ilerlediler. İlerlerken aralarında dört metrelik bir mesafe bırakmışlardı. Özgüvenleri bu karanlıkta dahi belli oluyordu. Ancak kerpetenin içine girmişlerdi artık. Kaçış yoktu.

 

Birden iki komandonun havanından fırlayan havan topları dar vadinin karşı tepeliklerini aydınlattı. Tam görülmese bile vadide ilerlemeye çalışanların şaşkınlıktan dışarı fırlayacakmış gibi duran gözlerini hissettiler. Ayna anda gökte bir ıslık çaldı ve aslan kükremesini andıran bir kükreme duyuldu:

 

“VURUN!”

 

Müfrezenin silahlarından çıkan mermilerin sesi, sanki bir tenekeye binlerce çekiç vuruluyormuş gibi vadinin iki yanını çınlatırken, vadi tabanı feryatlar ve bağırış çağırışlarla inlemeye başladı. Ara ara küfür ve hakaretler de meydanı doldurdu. Tüfeklerle birlikte çalışmaya başlayan makineli tüfeklerin takırtısı, roketatarlar ve komando havanlarının tükürür gibi üst üste atışları sessizliği yırtarken, izli mermilerin göz kamaştıran fırlamaları, dere yatağını takip eden yolu gündüze çevirdi. Kayalıklar bile sarsılıyordu sanki; toprak zemin sallandı, buz tutmuş çalılar titredi.

 

Bang! Bang! Bang!

 

Mermiler bir yağmur gibi çiselemediler, adeta bir fırtına gibi estiler. Mermi seslerinin arasından nadiren de olsa küfürler duyulabiliyordu.

 

Tüm çatışma on dakika sürdü.

 

Her yer sessizleştikten sonra kayalıkların arasından seke seke indiler.

 

Komando Er Çınar ile Teğmen Murat’ın önderliğinde Sahipkıran kolu vadiye indi. Yüzbaşı Levent tüm her şeyi soğuk gözlerle izliyorken garip bir ses duydu.

 

Bang bang!

 

Komando Er Çınar aniden tüfeğinden ateş açtı. Onu takiben Sahipkıran kolundaki tüm askerler ateş açmaya başladı. Vadi tekrardan aydınlandı. Yüzbaşı Levent kaşlarını çatarak Teğmen Murat’a baktı ve aşağıya inerken seslendi.

 

“Ne oldu?”

 

“Birini gözden kaçırmışız komutanım!” dedi Komando Er Çınar, alnında ter damlaları birikmişti. “Diğerlerinin cesetlerinin altına saklanmıştı. Aşağıya indiğimizde birden üzerimize doğru atıldı. İşin garip yanı elinde silah yoktu!”

 

Teğmen Murat fenerini açmış öldürdüğü teröristin yanına gelmişti. Ciddi bir ifadeyle teröriste baktı. Daha onlu yaşlarında bir ergen olduğunu görünce yüzündeki ifade acımayla yer değiştirdi. Arkasını döndü ve Yüzbaşı Levent’e baktı.

 

“Komutanım bu itler tekrardan köylerden çocuk kaçırmaya başladılar! Bir an önce dur demeliyiz-“

 

Teğmen Murat daha cümlesini yeni bitirmişti ki arkasından bir hırıltı duyuldu. Hemen silahını kaldırıp arkasını dönmüştü. Ne var ki bir insanın tepki hızı bu hızın karşısında deve de kulak kalırdı. Yerde yatan çocuk insanüstü bir hızla yerden fırlayıp Teğmen Murat’ın boynunu ısırdı.

 

“Murat!”

 

Murat’ın boynundan kan fışkırdı. Beyaz zemin anında koyu kırmızıya boyandı. Daha Murat’ın kanı yere düşmemişti ki komandolar Teğmen Murat’ın omzuna çıkan çocuğa kurşun yağdırmışlardı.

 

Bang bang! Bang bang!

 

Kurşunlar çocuğun vücudunda delikler açsa da çocuk bunları umursamadan zıpladı. Öyle yükseğe zıplamıştı ki komandolar namlularını soksan derece çevirmek zorunda kalmışlardı.

 

“Dikkat edin! Çınar! Sen Teğmen Murat’ı al!”

 

Yüzbaşı Levent bir aslan gibi kükredi ve ona doğru atılan çocuğun saldırısından kaçındı. Gözleri sonuna kadar açılmıştı. Olan bitene inanamıyordu! On beş-on altı yaşlarında gözüken bir çocuk bir canavar gibi hareket ediyordu! Bu mantıkla açıklanabilecek bir şey değildi.

 

Kurşunlar çocuğun üzerine yağmaya devam etti ancak hiçbirisi bir etki yaratmadı. Yüzbaşı Levent Buzkıran koluna doğru çekilirken çocuk aniden yön değiştirip onu koruyan komandolardan birinin üzerine atladı.

 

Çok hızlıydı! İnsan gözünün takip sınırını aşmak üzereydi neredeyse.

 

“Hasan kenara çekil!”

 

Levent bağırsa ve Hasan saldırıdan kaçmaya çalışsa dahi zamanında başaramadı. Tepki süresini fazlasıyla aşan bir hızda ona hamle yapan çocuk, sağ yumruğunu kafasına yapıştırdı.

 

Crack!

 

Ürkütücü bir kırılma sesi duyuldu. Hasan’ın gözleri ters dönerken vücudu olduğu yere yığıldı. Feryat dolu çığlıklar ve küfürler vadinin dört bir yanında yankılanmaya başladı.

 

Kabus daha yeni başlamıştı!

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44788 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr