Cilt 4 Bölüm 102 [ Kayıp Anıları Anımsama ]

avatar
4144 2

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 4 Bölüm 102 [ Kayıp Anıları Anımsama ]


Çevirmen : Clumsy 

 

――Mührü bulmak beklediğinden çok daha kolay olmuştu.

 

[Emilia: Yani… “Mühür” bu mu?]

 

Önündeki garip objeyi gören genç Emilia menekşe rengi gözlerini kırpıştırarak başını kaldırmıştı.

 

Ormanın en derinlerinde, etrafı ağaçlarla çevrili bir açıklığın ortasında bir kapı durmaktaydı.

 

Evet, bir kapı olduğu kesindi ama hiçbir binaya bağlı değildi ve hatta etrafını dolaşan Emilia hiçbir şey bulamamıştı. Yani genç Emilia’nın önünde, boşlukta öylece uzanan bir kapıdan bahsediyorduk.

 

[Emilia: Neden düşmüyor ki……?]

 

Bunu garip bulan Emilia kapıyı itse de ne açmayı ne de kıpırdatmayı başarabildi. Doğal olarak Emilia’nın cılız kolları onu devirecek güçte değildi ve kapı, bu itişi hafif bir esinti gibi karşılamıştı.

 

İkili kapı ahşaptan yapılı gibi görünüyor ama buza yakın bir soğukluk taşıyordu. Yüzeyi pürüzsüzdü, açıklanamaz şekilde cilalı bir taşı andırıyordu.

 

Kapının merkezinde ise Emilia’nın avcu genişliğinde antik bir delik-kilit ikilisi durmaktaydı. Kim böyle büyük bir anahtarı cebine sığdırabilir diye düşünmeden edememişti.

 

[Emilia: Tuhaf……]

 

Kapıya elinin tersiyle vuran Emilia, sertliğine rağmen boğuk bir ses çıkarttığını teyit etti. Ee, mührü gerçekten bulmuştu, peki bu ne anlama geliyordu?

 

[Emilia: Söylesenize… ne olabilir…?]

 

[――――]

 

Tavsiye arayan Emilia’nın başının etrafında soluk ışık kümeleri mevcuttu.

 

Emilia Prenses Odasında karşılaştıkları günden bu yana ormandaki perilere güveniyordu, bu yüzden onlara “Mührü” görmek istediğini söylemiş ve onlar da hiç vakit kaybetmeden burayı bulmuştu.

 

Ancak Emilia’yı buraya getirmiş olmalarına rağmen mührün öneminden onların da haberi yok gibi görünüyordu.

 

Zaten haberleri olsa dahi konuşamadıkları için bunu Emilia’ya aktarmaları mümkün olmazdı.

 

[Emilia: Bilmiyorum… çok sıkıcı. Ama hiç değilse buldum işte. Şak şak şak.]

 

Kendisini överek alkış tutan Emilia mührü önlü arkalı incelerken başını sallamaktaydı.

 

Artık Prenses Odasından kaçtığı öğrenilirse kullanacağı koz hazırdı. Uzak bir ihtimal olsa da Emilia’nın büyük kaçışları Fortuna Anne veya başka bir yetişkin tarafından yakalanırsa Emilia da onlara mührü bildiğini söyleyecekti ve nasılını bilemese de bunun işleri denkleştireceğine emin gibiydi.

 

En başta bu planı nasıl bulduğunuysa pek hatırlıyor sayılmazdı.

 

[Emilia: Hmpf. Hepsi Fortuna Anne ve diğerlerinin hatası. Hepsi Geuse’un hatası.]

 

Uzun, siyah cüppeli adamı hatırlayan Emilia orada var olmayan adama dil çıkartmıştı.

 

Fortuna’dan Emilia dışında o gizli ifadeyi kopartabilen tek kişi Geuse’tu. Ve Emilia onun kötü biri olmadığını bilse de onu düşmanı olarak görüyordu.

 

Bugüne dek Geuse ile hiç yüz yüze gelmemişti ama Fortuna bir gün onunla tanışma fırsatı tanırsa ayaklarına güzelce basmakta kararlıydı.

 

[Emilia: Periler yüzüne uçup kafasını karıştırır, ben de ayaklarına basarım. İki ayağını bir anda ezerim. Topuklarımla da basarım…… ama muhtemelen canı acır, parmak kısmımı kullansam daha iyi.]

 

Acımasız savaş planlarına bile bir parça nezaket katmayı ihmal etmemişti.

 

Periler herhangi bir düşmana karşı tetikteyken Emilia da soğukkanlı planlarını yaparak ormanın derinliklerinden çıkıyor, köye gizlice dönme yoluna düşüyordu.

 

Bu defa Prenses Odasından kaçışı gibi bir durum söz konusu değildi, serbest oyun zamanındaydı. Fortuna bu saatlerde orman sınırlarını kontrol etmeye gitmiş, yaşlıları ve Emilia’nın yaşıtlarını köyde bırakmış olurdu.

 

Yaşlılar Emilia’nın büyük maceralarını takip edemiyor ve çocuklar da her nedense ona yaklaşmaktan kaçınıyordu. Bu Emilia’ya kendini biraz yalnız hissettirse de Fortuna bu hissi uzaklaştırmak, her şeyi unutmasını sağlamak adına tüm enerjisini harcıyordu. Bu yüzden diğer çocuklarla oynayamamak Emilia’nın canını çok da fazla sıkmıyordu.

 

[Emilia: Eminim “Mührü” bilen tek kişi benimdir.]

 

Hiç kimsenin bilmediği bir şey biliyordu.

 

Bu ehemmiyetsiz üstünlük hissiyle kendini büyük gören Emilia, perilerin önderliğinde göğsünü kabarta kabarta köye ilerliyordu.

 

Hedefi eviydi. Bugün gönlünden geçenleri çizecek ve Fortuna Annenin kendisi için hazırlamış olduğu anormal bollukta kâğıtların dört bir yanını boyayacaktı.

 

[Emilia: Artistin canı bugün kırmızı bir gökyüzü ve beyaz bir orman çizmek istiyor. ――?]

 

Tuvaline boya sürermiş gibi bir hareket yapan Emilia ansızın perilerin hareketlerinin düzensizleştiğini fark etti. [Huh~?] Ve bir gözünü kısıp yoldan saparak çalılarda yiten perilerin hareketlerini gözlemledi.

 

[Emilia: Bir bela geliyor galiba……!]

 

Periler genellikle ışık parçacıklarına dönüşerek kaybolurdu ama bu defa çalılıklara saklanmayı seçmişlerdi. Emilia da bunu, ya bir belanın geliyor ya da kendilerini takip etmemi istiyorlar şeklinde yorumlamıştı.

 

Böylece yoldan sapıp çalılara girip kendisinden azıcık daha uzun bir bitkinin arkasına kaydı. Ve uzun gümüş saçları çalılara takıla takıla ilerlerken――

 

[???: Ehh, bu oldukça kötü bir durum…… belirlenen zamana yetişilemeyecek.]

 

――Karanlık ormanda,  dar yoldaki cılız bir ağaca yaslanan sıkıntılı bir adamın görüntüsü gözlerine çarptı.

 

[Emilia: ――Ah]

 

İstemsizce attığı çığlığı bastırmak adını ağzını kapatmış olsa da sessiz ormanda tiz bir ses çıkartmıştı. Haliyle ses adamın kulaklarına ulaşmış ve dikkatini çekmişti.

 

[???: Kim var orada?]

 

Adam başını kaldırıp bakışlarını Emilia’nın bulunduğu çalılığa çevirdi.

 

Ilıman yüz hatları ve düzgünce kesilmiş yeşil saçları vardı. Cılız suratına rağmen bedeniyle zayıf ama gürbüz bir intiba sağlıyordu. Uzundu, Emilia’nın başını kaldırarak bakmak zorunda kaldığı Fortuna’dan da, etrafı görmek için üstüne doğru çaresizce zıplayıp durduğu çalıdan da uzundu.

 

Bu adam Emilia’nın düşmanı bellediği Geuse’un ta kendisiydi.

 

[Geuse: ――――]

 

Geuse sessizce çalıya bakarken Emilia adamın bu durumun peşini bırakmayacağına ikna olmuş durumda kafasını tutup gitmeye yeltenmişti.

 

Ancak o gitmeye hazırlanırken kafası çalılık hizasını aşmış ve Geuse’un görüş açısına girmişti. Emilia bunu fark etmemiş ve tuhaf bir şekilde suratını çalılıktan iyice çıkartmıştı.

 

[Geuse: Aman aman, pek tatlı bir küçük hanım b…… hk!]

 

Emilia’yı gören Geuse’un yüzündeki narin gülümseme ve kurduğu cümle şaşkınlığıyla yarıda kesilmişti.

 

Gözleri olabildiğince açılmış, dudakları titremeye başlamıştı. Bu şekilde izlenmekse garip bir rahatsızlık doğurmaktaydı. Emilia için bu rahatsızlığın bir kısmı adamı düşmanı olarak görüşünden, bir kısmı da bakışlardaki karmaşık duyguları çözememesinden kaynaklanıyordu.

 

[Geuse: Küçük hanım acaba…… yo, olamazsın, bu imkansız……]

 

[Emilia: ――――]

 

İnanılmaz bir şeye şahit olurcasına başını sallıyor, sesi titriyordu. Emilia ise gergin bir şekilde ona bakıyor ve suratındaki kırılgan ifadeyi içler acısı buluyordu.

 

Adam kaybolmuş bir çocuk veya zifiri karanlıkta yürürken ışığı bulmuş biri gibi görünüyordu―― suratında, Emilia’nın adama yönelik tüm hislerini unutturacak tutarsız ve rüya gibi bir ifade beliriyordu.

 

[Emilia: …… Geuse, iyi misin?]

 

[Geuse: ――! Aaa, auaaaa, aaaaAaaaaahh……]

 

Emilia adama doğru yürümüş ve siyah cüppesinin kenarlarını çekiştirerek bu soruyu yöneltmişti.

 

O anda Geuse’un ifadesi daha da karmaşıklaşmıştı. Omurgası Emilia’nın parmak uçlarından bir yıldırım yemişçesine titremiş ve dizlerinin üzerine çökmüştü.

 

Emilia ise bu manzara karşısında ürpermeden edememişti. Dizlerinin üzerine çöküp eğilen adam göz hizasına erişmişti. Ve gözleri sonsuz yaşlar akıtmaya başlamıştı.

 

Geuse’un yüzünden durdurulamaz şekilde dökülen yaşlar nehirleri andırıyordu. Emilia ilk defa bir yetişkinin ağladığını görüyor ve elinden nefesini tutup izlemekten başka bir şey gelmiyordu.

 

Bu sırada Emilia’nın taşlaşan elini tutan Geuse, bakışlarını doğruca kızın menekşe rengi gözlerine dikmişti.

 

[Geuse: Ben… Ben iyiyim…… evet, evet! Hatta iyiden de öteyim. Hiçbir… problem yok…… Ben, ben …… Ben sadece, sadece hayal ettiğimin de ötesinde bir kurtuluş yaşadım.]

 

[Emilia: Öyle mi……? Kurtulmuş hissediyorsan neden ağlıyorsun ki?]

 

[Geuse: Ağlama sebebim… mutsuzluğum değil…… bunlar sevinç gözyaşları, mutluluk, kutsanma gözyaşları…… böyle mutluluk gözyaşları… da hayatta var. Bu senin…… sizin bana öğrettiğiniz bir şey…… ve…]

 

Adamın titreyen parmakları yoğun duyguları adına konuşuyordu ve Emilia onları itme dürtüsü duymamış, aksine boştaki elini de diğer elini kavrayan elin üzerine yerleştirmeyi seçmişti.

 

Geuse ise başını eğmiş, gözyaşlarını yere damlatmaya başlamıştı. Boğazında karşı koyamadığı hıçkırıklar tekrarlanıyor, saadet gözyaşları akmaya devam ediyordu.

 

――Yani insanlar mutluluktan da ağlayabiliyor muydu? O zaman bu adam şimdi mutlu muydu?

 

[Emilia: Ağlıyorsun, çünkü mutlusun……?]

 

Anladığını düşünmeye başlamıştı.

 

Emilia bazı geceler kendisini uykusuz ve yalnız hisseder, böyle olduğunda Fortuna’nın yatağına tırmanıp annesinin kollarında kıvrılır, şafağın gelişini kadının sıcaklığıyla beklerdi.

 

O anlarda huzursuzluğu mutlulukla sarmalanır, hatta ağlamanın eşiğine gelirdi. Geuse’un şu anki hisleri de buna benzese gerekti.

 

Belki Emilia da Fortuna Annesi için aynı şeyleri hissetmekteydi.

 

[Emilia: Sorun değil, Geuse. Sorun değil. Her şey yolunda.]

 

[Geuse: ――――hk]

 

Emilia teselli edercesine Geuse’un başını okşuyordu.

 


Bedeni Emilia’nın küçük göğsüne yaslanan Geuse ise sarsılmaya başlamıştı. Hıçkırıkları kızın kıyafetine bulaşıyor, gözyaşlarının ısıları Emilia’nın bedenine erişiyordu.

 

Bir müddet önce adamın ayaklarına basmayı planlayan Emilia her nasılsa kendisini bu halde buluvermişti.

 

Ne akıl almaz bir insan! Ne umutsuz bir düşman! Emilia nasıl ağlayan birine korkunç bir şey yapabilirdi ki? Fortuna’nın onu bağışlayacağına ve yapılacak bir şey olmadığını anlayacağına emindi.

 

[Emilia: Tek başına ağlamak çok yalnız hissettirir.]

 

Geuse ağlamayı bitirdiğinde ikili el ele köye döndü. Emilia’nın bunu Fortuna Anneye anlatmaktan başka şansı kalmamıştı.

 

Ormanın derinliklerindeki yürüyüşünü ve karşılaştığı ağlayan yetişkini anlatmak zorundaydı.

 

Çünkü bir sır paylaşan iki insan düşman olmaktan çıkar, dosta dönerdi.

 

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※

 

――Sırtını sert yüzeye yaslayan Emilia anlık bilinçsizliğinden sıyrılmıştı.

 

Başını sallayıp parmaklarını gümüş saçlarından geçirdi ve kulaklarındaki tiz, aralıksız çınlama yüzünden suratını ekşitti.

 

Az önce gördüğü kısa rüya da neyin nesiydi?

 

O sahneler Emilia’nın anılarında hiç var olmamıştı. Hiç değilse olmamaları gerekliydi.

 

Ama aşina olmadığı o sahneler bizzat yaşamışçasına gün yüzüne çıkmıştı. Gördüğü herkes tanıdıktı ve kendisi de o rüyanın içerisindeydi ama sergilenen sahneler tamamen yabancıydı.

 

Fortuna’yı tanıyordu, Geuse’u tanıyordu, perileri tanıyordu ve tabii kendi gençliğini de.

 

Ama o sahneleri hatırlamıyordu, o kısımlar da konuşmalar da anılarında yer almıyordu.

 

Dolup taşan, hatırlanmayan anılar.

 

Mühür-Kapı. Prenses Odasından kaçışları. Perilerin rehberliği. Geuse ve siyah cüppelilerin gerçek kimlikleri. Fortuna’nın Emilia’ya son sözleri.

 

[Emilia: ――Aah, hhk]

 

Emilia’nın beynine ani, keskin bir acı saplanmıştı.
Gözyaşlarını kollarıyla sertçe silen Emilia, soluk teni ve şişen, kırmızı gözleriyle iç çekti.

 

Puck ile kontratı sonlandığından beri bu anılar ardı ardına zihninde beliriyordu. Ne anlama geldikleriyle ilgiliyse en ufak bir fikri yoktu.

 

Ama anlamsız ve temelsiz hezeyanlardan ibaret olmadıklarından emindi.
Ve kalbi bu anıları ne reddediyor ne de onlardan uzaklaşabiliyordu.

 

Çünkü biliyordu. Kalbinin derinliklerinde o sahneleri tanıyordu.

 

Peki bu, o sahnelerin gerçekten yaşandığı anlamına mı geliyordu? Ve öyleyse, neden daha önce Emilia’nın aklında değillerdi?

 

Yargılamada tanık olduğu geçmiş――

 

――Ormanın kara gömülüş anısı, çığlıklar atmak istemesine yol açan hakaretler ve düşmanlık: O anıyı bağlayan bir şeyler Emilia’nın hatıralarında yer almıyordu.

 

O kayıp parça da bu anılar denizinde bir yerlerde olabilir miydi?

 

Öyleyse Emilia’nın daha derinlere dalması, gizli şeyi bulana dek kurcalaması gerekliydi.  

 

[Emilia: Bir an önce…… bulmam lazım……]

 

Başı ağrıyordu. Bedeni ağırlaşıyordu. Görüşü kararıyor, tüm kasları gücünü yitiriyordu.

 

Ama yine de duvara yaslanıp kendisini dikleştirerek ilerlemeyi sürdürüyordu.

 

Yavaşça, kararlı adımlarla, ağırlaşan bedenini sürükleyerek, gözyaşlarının eşiğinde karanlığın derinliklerine gittikçe gidiyordu.

 

Bir başına.

 

#Bahsi geçen mührün boşlukta öylece duran kilitli bir kapı olduğunu gördük. Umarım hakkında daha çok bilgi edinme fırsatı buluruz yakın zamanda.
Ve Emilia'yı gördüğünde kendinden geçen bir Geuse. Son andaysa el ele köye dönüşleri... Bu olaylar nasıl ilerleyecek de günümüzdeki noktaya gelinecek çok merak ediyorum doğrusu. O kadar detaylı bir seri ki her detayı çözmeye ömrümüz yetecek mi bilemiyorum 
Sıradaki bölümde Theta-Subaru cephesine döneceğiz, orada görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43990 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr