???: “Buraya tekrar geleceğini düşünmemiştim. —Beni çok mutlu ettin.”
Bilinci yeniden toparlanan Garfiel bir ormanda bulunduğunu fark etti.
Kafasını çevirdiğinde tanıdık ağaçlarla dolu bir manzarayla karşılaştı—ama bu ağaçlar Garfiel’in bildiğinden daha genç görünüyordu. Yalnızca birkaç yıllık bir fark söz konuşu olsa da her gün gördüğü için aradaki farkı rahatlıkla seçebilmişti.
Geçmişle karşı karşıyaydı.
Ve bir rüyanın içerisindeydi, yargılamaya girmişti.
Bu gerçekleri kabullendikten sonra kendisini kontrol etmeye koyuldu.
Uzuvları yerindeydi. Boynundan yukarısı, gözleri, burnu, kulakları vb sorunsuzdu. Ağzını açıp sertçe ısırdığında dişlerinin de keskin bıçaklardan farksız olduğunu onayladı.
İyiydi, problem yoktu. Hatta mezara girmeden önceki yaraları da ortadan kalkmış gibi hissediyordu.
???: “Burası yalnızca zihninde var olduğu için gerçek hayattaki yaraların buraya taşınmaz. Fakat zihnini etkileyecek kadar ağır bir yaradan mustarip olsaydın rüyanda bile iyileşemezdi. Bunu daha önce tasdikledik, örneğin gerçekte bir kolu eksikken bu dünyaya çağrılan kişinin kolu iyileşmemişti ve...”
Garfiel: “Uzun uzun saçmalamayı kes. Seni görmezden geldiğimi fark etmiyo musun?”
???: “Tabii ki ediyorum. Ama yine de seninle konuşmalıyım. Sen de uzun zaman sonra yeniden buluşmamızın verdiği neşeye saygı duysan memnun olurdum.”
‘Denemeye ne dersin?’ diyordu Garfiel’in karşısındaki oyuncak bebek gülüşlü kız.
Baştan aşağı siyah cenaze elbiseleri giymiş, bembeyaz saçlı ve tenli kız…
Gülümsemesi her erkeği büyüleyebilecek çekicilikteydi ama onunla yüz yüze gelmek o gülümsemenin tamamen boş olduğunu anlamaya yeterdi.
Bu da Garfiel’in anımsadığıyla tıpatıp aynı olan bir manzaraydı.
Garfiel: “Benim harika benliğim büyüdü ama sen hiç değişmemişsin.”
Kız: “Çünkü pek yazık ki vefat ettim. Öldüm, bu dünyada sadece ruhum kaldı. Ne kadar vakit geçerse geçsin fanilerle aynı yolda yürüyemem. Bayağı hassas bir konu, değil mi? Pek sana uygun değil.”
Garfiel: “Böyle bi şeyi sadece beni gerçekten tanıyan insanlar söyleyebilir. Yıllar önce ve sadece bi kere karşılaştık. Öyle önemli bi şey konuşmuş falan da değiliz.”
Kız: “Belki sana öyle görünüyordur. Ama seni izlemeye harcadığım vaktin buna tam olarak denk olup olmadığını merak ediyorum doğrusu.”
Garfiel: “—Tch.”
Onu bu konuşmada kurnazlığıyla alt edemeyeceğini biliyordu.
Dilini şaklatma dürtüsüne engel olarak suratında en ufak bir kötü niyet belirtisi taşımayan cadıya bakmaktaydı—Echidna’ya.
Echidna yargılamanın gözlemcisi rolüyle geçen sefer de Garfiel’e eşlik etmiş olsa gerekti. Tabii yargılamanın Garfiel’in kalbini acıtacağından endişelendiği için değil, iğrenç bir meraktan kaynaklanan hiçbir olayı kaçırmama arzusu yüzünden…
Onunla daha fazla konuşmak istemeyen Garfiel bakışlarını ormana çevirdi.
Geçmişinin yansıması başladıysa aktörlerin gelmesi de an meselesi olmalıydı.
Garfiel’in bu cadıya konuşma keyfi tattırmaya hiç niyeti yoktu.
Echidna: “Çok soğuk.”
Echidna ise Garfiel’in bu tavrını bile hoş buluyor ve beyaz saçlarını okşayarak yanında durmayı sürdürüyordu.
Bu esnada Garfiel’in bakışlarının değdiği noktada değişiklikler yaşanmaya başlamıştı.
Garfiel: “—”
Gerçekleşeceğini bildiğini varsaydığı bir manzarayla karşılaşan Garfiel nefesini tuttu.
Ormanın kıyısındaydı—bir başka deyişle içeriyi ve dışarıyı ayıran sığınak bariyerinin kenarında.
Bariyerin etrafında olmak bile içeride tutulanların bilincini yitirmeye yaklaşması ve nahoş hislere kapılıp tuhaflaşması için yeterliydi.
Bu sınırın dolaylarında dört siluet belirmişti.
Biri şu anki haliyle tıpatıp aynı görünen, uzun pembe saçlı Lewes’ti. Diğeri belki on yaşlarında güzel, ipeksi sarı saçlı bir kız—Frederica.
Lewes ve Frederica’nın karşısındaysa sarı saçları atkuyruğu yapılmış narin yüzlü bir kadın.
Ve kollarında sarışın, yaramaz bakışlı bir bebek.
Garfiel: “Ah... A-anne...”
Kadını gördüğü ve kucağındaki kişiyi tanıdığı anda dudaklarından güçsüz bir ses çıkmıştı. Fakat çağrısı karşısındaki dörtlüden hiç kimseye ulaşmadı.
—Bu çok doğaldı. Hiç kimse geçmişine müdahale edemezdi.
Echidna: “Uzandığını sansan bile ona dokunamazsın. Söyleyeceğin hiçbir şey onu gülümsetemez. Benden duyunca kulağa saçma geldiğini biliyorum ama acımasızca bir şeyleri izlemeye zorlanmanın nasıl hissettirdiğini anlayabiliyorum.”
Cadının ifadeleri, ‘Şu lanet çeneni kapayamaz mısın?!’ deme isteği doğuruyordu.
Ama yüzü acıyla seğiren Garfiel’i izleyen cadının gözlerinde düşmanlık yoktu. Bu manzarayı kötü niyetlerle izlemeye hazırlanmamıştı.
Meydan okuyucu kişi pişmanlıklarını nasıl yansıtacak, onlarla nasıl yüzleşecekti—ve sonuç ne olacaktı? Bu ayaklı felaketin önemsediği şeyler yalnızca bunlardı.
Garfiel: “—”
Garfiel ürpermişti. Dörtlüyse sohbet etmekteydi.
Sözleri, ses tonları, hiçbiri Garfiel’e erişmiyordu. Ağızlarını açıyor, ses çıkarıyorlardı. Ama havada ilerleyen ses Garfiel’in kulaklarına hiçbir anlam ulaştıramıyordu.
Lewes'in suratından ıstırap okunuyordu. Frederica ağlamamak için dudaklarını ısırıyordu. Anneleri endişeli görünüyordu, kollarındaki Garfiel ise mutlu mesut gülümsüyordu.
Söz konusu Garfiel’in anıları olduğu için bu acıklı manzaraya hiçbir ses eşlik etmiyordu.
Bebek Garfiel hafızasına bu konuşmanın içeriğine dair bir ses kaydetmemişti. Haliyle konuşmalar şu anki Garfiel’e ulaşamıyordu.
Ama bu hatıra belli belirsiz şekilde hafızasına yerleşmişti.
Ve bu sahne onu sinirlendirmek istercesine yeniden tekrarlanıyordu.
Echidna: “Acaba ne söylüyor olabilirler, bir şey çözebildin mi?”
Garfiel: “Benimle konuşmayı kes. —Saçma sapan şeyler söyleyip duruyosun zaten.”
Bundan sonra olanları bildiği için ne konuşulduğunu tahmin edebiliyordu.
Annesi dış dünyaya çıkmaya teşebbüs ediyor, Lewes ve Frederica da onu kalması için ikna etmeye çalışıyordu. Bebek Garfiel ise konuşmaya dahil olamıyor, annesi tarafından tutulup neşe saçmakla yetiniyordu.
Garfiel: “—Ghhah!”
Bu sırada Garfiel bastıramadığı bir dürtüyle ileri atıldı.
Garfiel’in dörtlünün yanına gidişini izleyen Echidna'nın kaşları kalkmıştı. Tabii Garfiel yanlarına gitmiş olsa da kimse onu fark edemiyordu. Önce kendisinden kısa olan kardeşine baktı, ardından hiç değişmeyen Lewes’e ve son olarak kendisiyle annesine.
Annesinin kucakladığı Garfiel masumca gülümsüyordu.
Bu Garfiel’in tepesini attırdı. Az sonra neler olacağını bilmiyor, annesini kalmaya ikna etme konuşmalarına dahil bile olamadan orada oturup gülümsüyordu.
Orada yalnızca oturup gülümseyebildiği gerçeğinin pişmanlık ve çaresizliğini nasıl ölçebilirdi ki?
Garfiel: “Augh! Ghhah! Aaaaaagghghhh!!”
Kollarını savurup pençeleriyle havayı okşadı.
O pençeleri bebeğin mutlu yüzüne geçirmek ve çaresizliğini kazımak istiyordu. Kararının ne kadar aptalca olduğunu öğretmek istiyordu.
Ama pençeleri bebeğin yüzünü de annesinin onu kavrayan kollarını da aşıp geçiyordu.
Ayaklarını yere geçirip kutsayışını kullanmayı ve onları uçurmayı da deneyebilirdi ama fayda etmezdi. Kollarının savuruşunu kuvvetlendirse, annesinin hayali görüntüsünü sarıp sarmalasa da hiçbir şey değişmezdi.
Garfiel: “Neden! Bana! Bu boku gösteriyosun!!”
Kolları nafile bir çabayla sallanıyordu. Zemine vuruyordu.
Ama gerçekleştirdiği yıkım hatıralarının dünyasına işlemiyor, o dünya varlığını koruyordu. Öfkesini atamayan ve geçmişini yok edemeyen Garfiel titrek bir sesle arkasını dönerek cadıya dişlerini göstermeye başladı.
Garfiel: “Her şey aynı! Hiç değişmemiş! Annemin kalmayışı da sonrasında yaşadıkları da değişmiyor! Şimdi tatmin oldun mu, eh!?”
Echidna: “İstediğin gibi saldırmakta özgürsün ama sence de bu yaşananlar için beni suçlaman biraz sıra dışı bir bencillik değil mi? Geçmişinin benim arzum doğrultusunda gözler önüne serildiğinin yanlış olmadığı kesin... ama bunu bile bile buraya geri dönen sendin. Bir şeylerin değişmesini bekliyorduysan değişmediği için azarlaman gereken kişi ben değilim. Sensin.”
Garfiel: “Ben mi?”
Echidna: “Evet. Burası değişmedi, çünkü sen değişmedin. Geçmişini farklı bir şekilde kabullenemiyorsun çünkü kendindeki değişimi kabullenemiyorsun. Değişmeyi veya değişmemeyi seçmiş olsaydın yargılamanın üstesinden gelebilirdin. Açıkçası değişmeyi seçip geçmişinin üstesinden gelen biri olmuştu.”
Garfiel başarılı kişiden bahseden Echidna’ya verecek hiçbir karşılık bulamıyordu.
Echidna saçmalıyor diye düşünüp bunu bir kenara atması kolaydı. Ama eğer saçmalamıyorsa—işte bu düşünce Garfiel’e korkuyu tattırmıştı.
Biri geçmişinin üstesinden gelmişti.
Sığınak henüz özgürleşmemişti. Demek ki geçmişinin üstesinden gelen bu kişi diğer yargılamaları geçmemişti. Ama yine de gerçekten geçmişinin üstesinden gelebildiğini varsayarsak—
Garfiel: “Y-yo... beni kandıramazsın! Yargılamaya meydan okumak için yarı-insan kanı lazım! Sığınağa ben veya ablam dışında çeyrek-kanlı biri de gelmiş olamaz! Yani gerekliliği karşılayan kişilerin hepsi hala sığınakta! Ve yargılamaya girip geçmişini yenen biri...”
‘Yok’. Garfiel bu son kelimeyi sarf etmekte tereddüt etmişti.
Cadının kışkırtmalarına maruz kalmıştı ve bir yandan kendi düşüncelerinden şüpheye düşerken bir yandan da aksini iddia edecek gerçekleri sıralamaya başlamıştı. Ama gerçekten haklı mıydı?
Cadı mutlu bir gülümseme takınmıştı.
Bu yalanlarının yarattığı yıkıma yönelik de değildi Garfiel’in karşı çıkışlarına da.
Merakını yoğun olarak cezbeden şeye yönelik bir ifadeydi.
Echidna: “Geçmişini yenen biri ‘ne’?”
Sorusundaki arsızlık ve takındığı tavır Garfiel’in bir şeyi sezmesini sağlamıştı.
Echidna bir şeyin peşindeydi. Garfiel’in elindeki bilgiyle sonuca ulaşıp ulaşamayacağını görmeyi bekliyordu.
Ve Garfiel sonuca ulaştı.
Cadının, Echidna’nın, kimden bahsettiğini anlamıştı.
#Pek sevgili cadımızı özlemiş miydik arkadaşlar?
Şahsen cadıyı özlediğimi söyleyemesem de heyecanlı bir şeyler olmasını özlemişim. Garfiel'in yargılamasını aşıp aşamayacağını ve aralarında nasıl bir sohbet geçeceğini de çok merak ediyorum doğrusu. Bir de Garfiel'in 'bahsedilen kişi' hakkında ne düşüneceğini...
O zaman cevaplar için bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..