Gölge, spiral merdivenden aşağıya doğru sürünmek yerine ‘dimdik inmeye’ yakın bir şeyi seçerek dibi görmüştü.
Gölge: “—”
Akan kanları çamurlu suya benziyordu, ezik bacaklarını ardında sürüyerek ilerlerken sunduğu görünümse bu dünyaya ait değilmişçesine korkunçtu. Sağ elinde kötücül, siyah bir bıçak, sol elindeyse öldürdüğü cadı yaratığının kalbiyle geçidin derinliklerine ilerlerken organı yumruğuyla sıkıyordu.
İnatçı gölge bir insan şekline sahip olsa da insani bir iradeye sahip olup olmadığını kendisi bile bilemiyordu. Bedeni fonksiyonlarını sürdüremeyecek derecede mahvolmuş, canı geri getirilemeyecek kadar yontulmuş ve bir gölge olarak canlılığını sonuna dek tüketmişti. Buna rağmen nasıl etrafta dolaştığını soracak olursanız vereceği cevap şu olurdu; çünkü bir gölge olmadan önceki kişiliği fazlasıyla azimliydi.
Gölge en nihayetinde, sessizce geçidin en derinine ulaşmayı başarmıştı. Bir iradesi yoktu ve tek hedefi hareket eden her şeyi köşeye sıkıştırıp canını almaktı. Avının buradan geçtiğini hisseden gölge, bıçağını rahatlıkla savurdu.
Gölge: “—”
Önündeki kapı pat diye açıldı. Gölge kapıyı tekmeler ve ardındaki karanlığa göz atmak adına ilerlerken,
Gölge: “—”
Esen hafif rüzgarla karanlığa çekildiğini hissetti. Karanlığın derinliklerinden beyaz bir duman taşıyor, gölgenin önünde bir pus şekilleniyordu.
Ve ardından—yanmanın tamamıyla gerçekleşmediği odaya oksijenin hücum edişiyle yangının izlerinin birleşimi ani bir ısı doğurdu ve o ısı odadan dışarıya savruldu.
Yangın patlaması. Gölgenin, yalnızca yok etmek adına hareket eden beyinsiz şeyin, bir patlama gerçekleşeceğini beklemesine imkân yoktu.
Gölge: “—”
Alevler gölgeyi kuşatmış ve bedeni hiçliğe çevrilmeye başlamıştı. Onarılma veya dirilme imkanlarını yitirmiş, çürümeyi beklemekte olan beden kavurucu alevler tarafından sarılmış, alevlerin ansızın kuvvetlenişiyle aşırı kömürleşme sonucu—yitip gitmişti.
Tabii o yangın yalnızca gölgeyi yok etmekle kalmadı, geçit aracılığıyla ilerleyip kavurucu bir ısı denizi şeklinde spiral merdivenden çıkarak daha da sağlam bir şekilde ofise daldı.
—Roswaal Köşkü bu defa gerçekten yıkım anına çok yaklaşmıştı.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Yasaklı Kütüphanenin değişmiş olduğunu gören Subaru nefesini tuttu.
Girişin yakınındaki zeminde çatlaklar oluşmuştu, hiper boyutlu mekânın koridoruysa hala yerli yerindeydi. Devrilen kitaplıkların düzelebilmesine dair bir umut yoktu, hatta bir kısmı alevler içerisindeydi. Yani Roswaal Köşkündeki durum Yasaklı Kütüphaneyi de etkilemeye başlamıştı.
Subaru: “—”
Fakat kendisine kilitlenen bakışı fark ederek şaşkınlığını bastırdı ve kendini toparladı. Şu an için her şeyini tek bir kıza odaklamalıydı.
—Bunun son şansı olduğu kesindi.
Beatrice: “Sen bir aptalsın, doğrusu...”
Subaru: “Cidden söyleyeceğin ilk şey bu mu?”
Beatrice: “Ehh, öylesin sanırım. Betty kaçabilesin diye onca çaba sarf etti ama sen gidip o fırsatı tepip geri döndün, doğrusu. Köşkte başka bir kapı kalmadı, sanırım. Yasaklı Kütüphane de alevlere kapıldı, doğrusu.”
Haklıydı. Yangın yerdeki kitaplıkların bir kısmına sıçramış, kıymetli kitaplarını tek tek küle çevirmeye başlamıştı.
Tamamıyla yanabilir haldeki mekân kısacık bir sürede kül olacaktı.
Subaru: “Yani ikimizin de sonu gelecek.”
Beatrice: “... Evet. Son geldi, sanırım. Artık Betty’nin istediği pek bir şey kalmadı. Yangın O Kişinin öğrenmesi gereken bilgilere dek yayıldı, bu da sözümü tutmamı engelliyor, sanırım.”
Subaru: “Öyle, değil mi… O zaman son konuşmamı dinlemeni isterim.”
Beatrice'in boş gözleri Subaru’yu izliyordu. Ne cesaretlendirici ne de cesaretini kırıcı bir şey söylüyordu lakin tepkisi, hiç değilse onu dinlemeye razı olduğunu gösteriyordu. Subaru başıyla onay vererek ufak bir nefes aldı.
Önceki ayrılışlarında ona istediklerini söylemeyi başaramamıştı. Bu defa ona arzuladığı her şeyi söyleyecekti.
Subaru: “Beatrice. —Bana yardım et.”
Beatrice: “...Ha?”
Göğsü dik şekilde cümlesini ortaya atmıştı. Suratı is içerisindeki Subaru’nun bu cümlesiyse Beatrice’in gözlerine bir şok yerleştirmişti.
Ne söyleyeceğini tahmin etmeye çalıştığı kesindi. Kaçınılmaz sonuna yaklaşırken Subaru’nun söyleyebileceği şeylere yönelik pek çok tahmin yürütmüş olmalıydı.
Seni kurtarmak istiyorum. Tek başına kalmana izin vermeyeceğim. Ya da belki de erkeksi sözler ve O Kişiden beklediği soğukkanlı selamlar… Beklentileri bu şekildeydi.
Ama Subaru gerçek hislerini yansıtacaksa bu beklentileri karşılaması imkansızdı.
Subaru: “’Seni bu ıssızlıktan ayırıyorum’ veya ‘seni kurtaracağım’ gibi havalı şeyler söyleyişim üzerine düşündüm… Gerçekten bu durumu aşmak için sadece o cümleleri bulabilmiştim. Cidden kafa yordum. Senin hakkında ne düşünüyorum? Seni nasıl görüyorum ve seninle iletişim kurabilmek için ne yapmak istiyorum?”
Subaru sessizce dinleyen Beatrice’e samimi, süslenmemiş düşüncelerini aktarıyordu. Tüm bunları algılama işini ona yıkmanın ne kadar korkakça ve adaletsiz olduğunuysa görmezden geliyordu.
Subaru: “Tüm bu seni kurtaracağım olayları falan şaka gibi, işin doğrusu senin benim yardımıma ihtiyacın yok. Güçlüsün, zekisin, tatlısın… aklına koyduğun her şeyi yapabilir, istediğin her şeyi elde edebilirsin.”
Beatrice: “—”
Subaru: “Bir başına rahatlıkla yaşayabilecek yeterliliktesin. Tabii ki öylesin. Öyle olmasaydın dört yüz yıl geçirmeyi başaramazdın. Yani seni kurtarmam veya sana yardım etmemle ilgili sözler işitmeyeceksin.”
Beatrice: “—”
Subaru: “Ama güçlü de olsan zeki de olsan tek başına pek çok şey yapabiliyor da olsan bir başına yaşamak seni korkutuyor. Canını acıtıyor. Seni yalnızlaştırıyor. Hiç kimse seni O Kişiye tutunduğun için suçlayamaz.”
Beatrice: “Betty’nin hislerini… reddettikten sonra… ne biliyor… olabilirsin ki!”
Dudaklarını ısıran Beatrice Subaru’ya nefret benzeri bir bakış atıyordu. Fakat o titreşen duygu tamamıyla nefret olabilmeyi başaramıyordu. Beatrice silinen öfkesine tutunup onu korumaya gayret ederken Subaru kafasını sallayarak karşılık verdi.
Subaru: “Biliyorum. İyi biri olduğunu biliyorum. Biri kâbus gördüğünde onu rahatlatmak için ellerini tutacağını biliyorum. Biri çözülemez bir derde düştüğünde ona yardım eli uzatıp yolunu açacağını biliyorum. Yardım edemediğin biri kendine yakın birini yitirdiğinde onların yasını tuttuğunu biliyorum.”
Beatrice: “Bir şey bilirmiş gibi konuşuyorsun...”
Subaru: “Ben güçsüzüm. Sana hiçbir yardımım dokunmaz. Ama senin için, yalnız kalmamanı isteyerek herhangi bir şey yapabileceksem o da yalvarmaktır.”
Beatrice'in gözleri irileşmişti. Subaru sağ elini uzattı. Yanık yaralarla dolu eline bakmak mide bulandırıcıydı. Ama yine de aldığı onca darbeden sonra berbat hale gelen sol elinden iyiydi. Elini sildi, hazırladı ve Beatrice’in elini tutabilecek kadar temiz hale getirdi.
Subaru: “Beatrice. Bana yardım et.”
Beatrice: “—”
Subaru: “Senin olmadığın yalnızlıkta yaşayamam. Bana yardım et.”
Bu cümleler üçüncü bir dinleyiciye fazlasıyla acınası ve utanılası bir baskı gibi gelebilirdi. ‘Sensiz yaşayamam, lütfen elimi tut’ tehdidinde bulunuyordu. Karşı taraf için bir şey yapamıyordu, o yüzden ona kendisi için bir şey yapabileceğini öğretiyor ve bu mantıkla yaşamaya devam etmesini talep ediyordu.
Fazlasıyla bencil, mantıksız ve umutsuz bir baskıydı.
Beatrice: “Adil, değil... hiç adil değil, doğrusu.”
Subaru hiçbir şey söylemedi.
Beatrice: “O sözleri kullanıyor... böyle diyorsun… ama öncesinde… O Kişi olmadığını söyledin… Betty’i reddettin ve...”
Dili tutulmuştu, ne söyleyeceğini bilemiyor, konuşmaktan yana tereddüt ediyordu, duygusal ve acılıydı. Gözleri kendisine uzatılan ele kilitlenmişti, kendisiyse kollarındaki kitaba sıkı sıkıya sarılmış haldeydi.
Gözlerinden yaşlar dökülmekteydi.
Beatrice: “Dört yüz yıl boyunca yalnızdım! Tüm o zamanı bir başıma geçirmişken şimdi elini tutmamın ne yararı olacak ki… zaten öleceksin! İnsan ömrü Betty’nin ömrüne kıyasla göz açıp kapayıncaya dek sona erer… ve sonrasında! Nasıl tutunacağım ki!”
Subaru: “Senin geçirdiğin dört yüz yılı hayal etmem imkânsız. Anladığımı da söyleyemem. Ben dört yüz yılın yirmide birini dahi yaşamadım. Benim ölümümden sonra olacaklara dair korkularını tamamıyla anlayamayacağımı da biliyorum.”
Beatrice: “Öyleyse! Öyleyse… söylediğin hiçbir şey çözüm sunmuyor demektir...!”
Subaru: “Ama yarın birbirimizin elini tutabileceğiz.”
Beatrice: “—”
Subaru: “Yarın ve ondan sonraki gün ve ondan sonraki gün de. Belki dört yüz yıl olmayacak ama günlerimizi birlikte geçirebileceğiz. Ebediyete dek sürmeyebilir ama bugün ve yarın senin kıymetini bilebileceğim.”
Beatrice: “—hk”
Subaru: “Beatrice. —Beni seç.”
Subaru çoktan seçilmişti. Şimdiyse Beatrice’e seçim hakkı tanıyordu. Her şey ona bağlıydı.
Annesine sadık kalıp dört yüz yılını alevler tarafından yutularak mı sonlandıracaktı? Yoksa sözünü hiçe sayıp O Kişiyle buluşma fikrinden cayarak Natsuki Subaru’nun elini mi tutacaktı?
Beatrice: “S-sen O Kişi...”
Subaru: “Değilim. Beni kafanda kurduğun başka bir herifle kıyaslama. Ben benim. Natsuki Subaru’yum. Daha önce hiç görmediğin o göte yönelik dört yüz yıllık tüm karşılıksız hislerini al ve bir kenara at.”
Beatrice: “—”
Subaru: “Bir gün edebileceğin bir vedadan korkmaktansa benimle kesinliği olan bir yarını yaşa. Ben güçsüzüm ama yine de son derece yüksekleri hedefliyorum… birlikte olursak bana bakmaktan canının sıkıldığını veya yalnız olduğunu düşünecek vaktin kalmayacak.”
Beatrice: “...nng,”
Subaru: “Beni seç, Beatrice.”
#Elsa'dan ebediyen kurtuluşumuzun hatırına bayrakları asalım mı arkadaşlar? Onun için olmasa da Zafer Bayramımız için asabiliriz diyerek konuyu bağlıyorum
Şaka bir yana köşk tamamen yanıyor. Yani Garfiel'in çıkmış olması lazım. Subaru'nun Beatrice'i kesinlikle ikna etmesi lazım. Diğer grubun da geçitten kazasız belasız geçip güvenli bölgeye ulaşması lazım. Umarım grubun sağ salim kavuşablidiğini ve bu döngünün tamamıyla mutlu sonlandığını görebiliriz.
Bu bölümü bir hayli uzattığımız için az sonra son parçayı da atıyor ve sonlandırıyorum. Orada görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..