Sözlerinin Beatrice’e ulaşması için kendini kaç defa tekrar etmesi gerekirse gereksin, edecekti. Çünkü hislerinin de kalbinin de sarsıldığını anlayabiliyordu.
Yani Natsuki Subaru’nun bencilliği onun kararsızlığının verdiği suçluluğun yükünü alabilir, sözünden dönmenin utancını silebilirdi.
Ve o kız bir daha asla tek başına ağlamayabilirdi.
Beatrice: “Ama gideceksin...”
Subaru: “Sonsuza dek sürmeyecek. Korktuğun geleceğin gerçekleşeceği kesin. Ebediyen ardımda kalacağın vakit mutlaka gelecek. Ama yalnızca vedalardan korkar ve olası tüm eğlencelerimizi bir kenara atarsan ikimizin ömürlerinden de çok şey kaybettirirsin.”
Beatrice: “Ama beni bırakacaksın...”
Subaru: “İzin ver de birlikte olalım. Birlikte yaşayalım. Birlikte gidelim. Anı üstüne anı biriktirelim, öyle çok anı biriktirelim ki senin veda korkun yok olsun, gülümseyebil ve göğsün dik şekilde ‘hoşuma gitti’ diyebil. Dört yüz yıllık ıssızlığının acısını çıkar ve o günleri dengele.”
Beatrice: “Öyle olsa bile... bir gün yeniden yalnız kalacağım!”
Subaru bir adım öne çıktı. Aradaki mesafeyi kapattı. Kızın titreşen gözlerinde yansıması belirdi.
Acınasıydı, elim durumdaydı, Beatrice’in beklediği prensten inanılmaz uzaktı. Ama işte her zamanki, sıradan Natsuki Subaru olarak oradaydı.
Subaru: “Sonsuza dek yaşayacaksın ve benimle geçirdiğin ömür senin gözünde bir salise olabilir. Ama ben o saliseyi ruhuna kazıyacağım. Benim salisem olacak.”
Beatrice: “—”
Subaru: “—Natsuki Subaru ebediyete dek silinmeyecek kadar canlı bir adam olacak!”
Yasaklı Kütüphanede kırık camların sesi işitildi.
Subaru ve Beatrice’in etrafındaki alan uzaysal çatlaklar ve kavurucu alevlerle kuşatılmıştı. Ancak Subaru şu anda ne yangını hissediyor ne de korkuyordu.
Şu anda onun umurundaki tek şey Beatrice’ti. Ve Beatrice’in de Subaru.
Beatrice'in titreyen elleri annesinden aldığı kitabı sıkmaktaydı. O parmakları ayırmanın ıssız yüzyıllarını onaracağına inanan Subaru elini uzattı.
Ve bağırdı.
Subaru: “Beni seç! Beatrice!!”
Beatrice: “—auh,”
Subaru: “Birinin seni dışarı çıkarmasını istiyorsun! İşte bu yüzden sürekli o lanet olasıca kapının karşısında oturuyorsun!!”
Nihayete erdirici bir patlamayla birlikte dünya sonuna kavuştu. Kızın hapsolduğu kafes, Yasaklı Kütüphane, yutulmuş ve o yarıklarla alevlerin arasında gözden kaybolmuştu. Fakat bu olmadan hemen önce,
—Yasaklı Kütüphanenin zeminine tek bir kitap düşmüştü.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Gizli geçit aracılığıyla kaçarak dağ kulübesine ulaşan Otto’nun grubu bir tümsekten köşkün yanışını izliyordu.
Otto, Petra, Frederica ve Frederica’nın omuzladığı Rem. Dördü geçit aracılığıyla güvenli bir şekilde dağlara ulaşmıştı. Dağlar ve kulübenin bulunduğu nokta cadı yaratıklarıyla aralarında bir bariyer görevi görüyordu. Orada ne vahşi yaratıklar ne de pusularına dair bir iz vardı.
Fakat hiçbiri kurtuluşları karşısında sevinecek durumda değildi.
Hepsinin gözleri görünür bir değişiklik meydana gelmesini bekleyerek, dua edercesine köşke çevrilmişti. İçeride olan Subaru ve Garfiel’in güvende olmasını umut ediyorlardı.
Otto: “—”
Yaralarıyla ilgilenmeyi sonraya bırakan Otto gözlerini kırptığına dahi pişmandı. Yanındaki Petra, gençliğine uymayan bir kuvvetle kollarını sıkmıştı. Endişeliydi, çok endişeliydi, öylesine endişeliydi ki dayanamıyordu. Herkes o genç kızın Subaru’ya yönelik büyük bağlılığından haberdardı. Onun kederini gören Otto’nun Subaru’nun güvende olması için dua etmemesi imkansızdı.
Otto: “—”
Otto sakinleştirmek adına ellerini kızın başına yerleştirmişti. Ardından kendisine şaşkın bir bakış atan kıza gülümsedi, bakışlarını yeniden köşke çevirdi.
Ve fark etti.
Otto: “...Orada.”
Yanan köşkün ana kanadının ortasında, Otto’nun grubunun kullandığı gizli geçidin bulunduğu ofiste devasa bir alev patlaması gerçekleşmişti. Pencereler kırılır ve her yer bir anda cehennem ateşleriyle çevrilirken köşk şeklini yitirmeye başladı—ve çöktü.
Petra: “Auh...”
Otto Petra’nın keder dolu çığlığını işitti. Ve aynı gerçekliğe tanık olarak Petra ile aynı şeyi düşünen Otto inkar çığlıklarını bastırmaya çalıştı. Bunu yapacak olursa muhtemelen ağlamayı ondan daha da çok isteyen kızın kalbini kırardı.
Fakat Otto'nun düşünceleri ansızın geçersiz kılındı.
Petra: “Otto-san, bak!”
Otto: “Adagh!?”
Otto tam bakışlarını eğecekken Petra’nın ufak eli yanağını tokatladı. Darbe tarafından irkilmiş, görüşünde kıvılcımlar çakarken sersemlemişti. Fakat Petra’nın neşe dolu bir şekilde köşkü gösterdiğini fark edince o da telaşla bakışlarını çevirdi ve anladı.
Otto: “Hah, hahaha...”
—Yıkık köşkten göğe beyaz bir ışık sütunu yükselmekteydi.
O ışık bir gökkuşağı gibi kıvrılıp gökte açısını değiştirerek doğuya yöneldi. Hedefinin orada olduğunu duyurur gibiydi.
Otto o yönde ne olduğunu biliyordu. Bu yüzden Petra’nın sevinç çığlıkları eşliğinde Otto’nun da yanakları gevşedi ve-
Otto: “Gerisi sana kalmış. —Ben gerçekten tükendim.”
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Bu esnada Otto’yu rahatlatan ışık, yalnızca belinde bir kumaş parçasıyla gezen yarı çıplak Garfiel’in de gözüne çarpmıştı. Dişlerini takırdattı.
Garfiel: “Ha! Demek başardın, Kaptan! Başarcaanı biliyodum!”
Yanan köşkten kaçarak ormanda koşturmakta olan Garfiel elini kalçasına koymuş, bir aptal gibi kahkahalar atıyordu. Yanındaysa uzuvları Garfiel’in belindeki kumaşla bağlı olan bir kız yatıyordu—bilinçsiz haldeki Mei Lee. Savaş ganimeti! Bununla böbürlenecek değildi ama kız, saldırının canlı bir tanığıydı ve onu sorgulaması gereken pek çok konu vardı.
Ama her şeyden öte, Garfiel’in prensipleri genç bir kızı öldürmesine müsaade etmezdi.
Garfiel: “Gölge kadının şimdiye kül olmuş olması lazım.”
Garfiel bakışlarını yıkık köşke çevirerek iç çekti. Onu ezmesi için bir cadı yaratığı fırlatmıştı—kendi ellerinde bir hissiyat kalmamasını sağlayan dolaylı bir yöntemdi ama yine de insana yakın bir canı almak kendi seçimi olmuştu.
Parmakları titriyor, midesinde bir acı hissediyordu. Ancak bu hisleri kafasını sallayarak bastırdı ve uykudaki Mei Lee’nin yanına oturarak bir ağaca yaslandı.
Garfiel: “Şimdilik zaferin tadını ve öldürmenin verdiği hissi bi kenara atıcaz. Harika benliğimin başarcağı başka bi şey kalmadı… Sana güveniyorum, Kaptan.”
Elini yumruk yapan Garfiel uzaklardaki beyaz ışığa baktı ve-
Garfiel: “Tüm bunlar hallolduktan sonra ikimizin de suratına güzel bi yumruk geçireceği bi herif olacak!”
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
—Yakalanmıştı.
Bunun olacağını biliyordu ama yine de tutmuştu.
O eli tutarsa, o sıcaklığa tutunursa bir daha asla ıssızlık dolu gecelerine dönemeyeceğini başından beri biliyordu. Halbuki geçici bir sıcaklığa bağlı kalarak yaşamanın ne kadar delice bir aptallık olduğunu kendisine tembihlemişti.
O ses kendisine sesleniyordu. Gözleri kendi gözlerindeydi. Elleri onu çağırıyordu.
Reddetmesinin mümkün olmadığını biliyordu.
—Subaru.
“Evet, benim.”
—Subaru, Subaru.
“Evet. O benim ismim.”
—Subaru, Subaru, Subaru.
—Subaru!!
“Ve sonunda bana ismimle seslendin.”
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
—Fırtına kopuyordu.
Bu buz gibi dünyanın havasına dokunan her nefes, anında beyaz öbekler doğuruyordu.
Onu yıkayan rüzgar buz gibiydi ve fırtınanın taşıdığı karlar tenini kesiyordu. Ama gümüş saçlı kız bu hiddetli fırtınaya rağmen menekşe gözlerindeki güçlü iradeyle önüne bakıyordu.
“Ben asla, asla... hiç kimseyi almana izin vermeyeceğim!!”
Açtığı kollarında bir ışıltı bulunuyor ve devasa miktarlarda büyü gücü salıyordu. Kar fırtınası soluk ışıkta çöreklenen buzul büyüsünü güçlendiriyor, dünyayı göz kamaştırıcı bir kılıç gibi kesiyor, beyaz cadı yaratıklarını tek tek parçalıyordu.
Dişlerinin nahoş seslerinin sonu gelmiyordu. Açlığın görünür örneğiyle—kurtuluşun ötesinde antik bir felaketle, yalnızca avını tüketmekte uzmanlaşmış, hiç kimsenin birlikte var olamayacağı bir şeyle karşı karşıyaydı.
O ‘açlığın’ çoğul kötülüğüyle karşılaşan gümüş saçlı kız bir adım dahi geri çekilmiyordu.
Fakat nefesi kesik kesikti ve akıl almaz çokluktaki manasının bir kısmının kontrolünü yitirmiş, alt bedenini beyaz bir kristal örtmeye başlamıştı.
Böyle devam ederse yakında buzdan bir heykele dönüşecekti. Fakat bunu bilmesine rağmen geri çekilemezdi.
“—”
Kız arkasına bir göz attı. Cadı yaratığının katliamından koruması gereken her şey oradaydı.
Yıkılmaya yüz tutmuş bir harabe, umutlarını onun küçük omuzlarına yıkmış birkaç hayat. Ve harabeye girmeyen, sersemlemiş bir şekilde kızın savaşını izleyen, kollarında pembe saçlı kaskatı bir kız tutan bir adam.
Bedeninin yarısı donmuştu. Fakat kalbi alev alevdi.
Kim bunlara tanık olduktan sonra ağlayıp sızlanabilirdi ki? Burada ne amaçla ve neyin özgüveniyle durmaktaydı?
“Ben... Ben kimsenin sonunu getirmene izin vermeyeceğim! Herkesin elleri birbirine kenetlendi… ve ben de bunu koruyacağım! Bu benim Anneme verdiğim söz!”
Soluk bir ışık, yaklaşmakta olan cadı yaratığı sürüsüne vurdu. Ölüm çığlığı atmıyor, hareketsiz bir şekilde beyaz ışıltıların ortasına düşüyorlardı. Yoldaşlarının mutsuz ölümlerine tanık olduktan sonraysa onları tüketip çiğnemeyi tercih ediyorlardı.
İzlemesi korkunçtu. Ama belki de insanlar da bir umuda tutunurken böyle görünüyordu. Yine de. Yine de…
“Annemi, Juice’i, bugünkü herkesi… ve onun benim için yazdıklarını unutmadığım sürece asla vazgeçmeyeceğim.”
Buzun içerisine gömülerek sonuyla kavuşacak olsa dahi asla pişman olmayacaktı.
Cadı yaratıkları fırtınayı aşarak düzenli bir şekilde kıza ve ona bel bağlayanlara yaklaşıyordu. Kız zorunda kalırsa canını vermeye kararlıydı.
Fakat tam da kendisine bu düşünceyle işkence ederken bir ses işitti.
“Kendini bu kadar zorlamana gerek yok, Emilia-tan.”
“—”
Birinin az önce gökten alçalarak yanına indiğini biliyordu. Kafasını çevirdi. Rüzgar çok güçlüydü ve beyaz örtünün içerisindeki suratı çıkartamıyordu.
Ama kim olduğunu gayet iyi biliyordu.
Sesi, tavrı ve her şeyden öte daima en çok ihtiyaç duyduğu anda gelişi…
“Uzak durabilir, geri çekilebilirsin. —Kurtuluş savaşı başlıyor.”
“Üzgünüm. Bu benim boyumu biraz aşıyor.”
Gülüyor gibiydi. Yürümeye başlayan o silueti daha küçük bir siluet takip etmeye başlamıştı.
Kız, ikinci bir ses işitti. Kulağa, konuşan kişi bunu çok ama çok uzun süredir bekliyormuşçasına canlı gelmişti—
“Bundan sonra olacaklar tam bir muamma, doğrusu.”
“Evet, bu konuda bir şeyler yapacağız. —Birlikte, sen ve ben!!”
Bundan böyle el ele pek çok mücadeleye girecek olan Ruh Beatrice ve Kontrat Sahibi Natsuki Subaru, burada açılış mücadelelerini başlatacaktı.
#Çok güzel bir bölümdü, o yüzden sizi bu bölüm için iki gün daha bekletmeye gönlüm elvermedi. Bu bölümde kesit kesit herkesin ne alemde olduğuna bir göz attık. Garfiel kurtulmuş ve Mei Lee'yi esir almış. Grup güvenli bir şekilde geçidi aşmış. Ve Subaru sonunda Beatrice'i ikna etmiş. Son kısımdaysa sanıyorum ki tavşanın geldiğini ve Emilia'nın insanları korumak için onunla savaştığını görüyoruz. Bu bölümden sonra birkaç gün geriye, Emilia'yı yargılamada bıraktığımız noktaya döneceğiz. İki gün sonra görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..