Cilt 4 Bölüm 130 [ Kardaki Yüzler ]

avatar
6637 5

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 4 Bölüm 130 [ Kardaki Yüzler ]


Çevirmen : Clumsy 

 

Dondurucu rüzgarlar esiyordu. Buz gibi bir hava tenini kesiyordu.

 

Beyaz bir açlık sürüsü görünürdeki her şeyi tüketiyordu. Tutmakta olduğu el ılıktı.

 

Natsuki Subaru’nun burada olmakla ilgili en ufak bir tereddüdü veya şüphesi yoktu.

 

Subaru: “Havalı bir giriş yapmamız falan iyi oldu ama bu durum birazcık tuhaf değil mi!?”

 

Subaru bu beklenmedik manzara karşısında bağırırken kar yanaklarını dövüyordu.

 

Kükreyen rüzgarlar, kalın karlarla kaplanan Sığınakta hüküm sürüyordu. Subaru bunun er geç olmasına hazırlıklıydı fakat tarih, hatırladığıyla tutmuyordu.

 

Sığınağın karlara boğuluşu ve sabahında beyaz cadı yaratıklarını çekişinin—gerçekleşmesine henüz yarım gün olmalıydı.

 

Subaru’nun arkasında omuzları inip kalkarak beyaz nefesler alan gümüş saçlı bir kız durmaktaydı.

 

Emilia bedeninden taşan manayı tam anlamıyla durduramıyordu ve bedeni yarı yarıya buzla kaplıydı. Sol tarafı beyaza bulanmıştı ve acı verici bir durum gibi dursa da suratına en ufak bir acı yansımıyordu.

 

Subaru içinden Emilia’nın cesaretini övse de bir yandan da kara onun sebep olmuş olmasından şüpheleniyordu. Acaba bu çılgınca büyüyü kontrol edemeyip kar yağdırarak Tavşanı çeken o muydu?

 

Subaru: “Ama o zaman sıralama böyle olmazdı...”

 

Kontrol edilemeyen büyü ve Tavşanın varışı ters sıralıydı.

 

Emilia tavşanın karşısında büyüsünü kullanmış ve karşılığında zarar görmüştü. Subaru işlerin gidişatını doğru yorumluyorsa, esas durum—

 

Subaru: “—”

 

Emilia’nın arkasında Echidna'nın mezarı görünüyordu.

 

Subaru girişten kendisine yönelen bakışları fark ederek başını salladı. İçeridekiler Sığınak sakinleriyse mezarın mekanizmalarının etkisini hissetmiyorlar demekti.

 

Yani mezarın etkinliği durdurulmuş, başka bir deyişle Emilia Yargılamayı tamamlamıştı.

 

Emilia Yargılamanın üstesinden gelmişti. Kar beklenenden erken yağıyordu. Emilia’nın kararlı ifadesi ve bağırışlarıyla Sığınak vatandaşlarının durumu bu şekildeydi. Ve bir de-

 

Subaru: “Roswaal.”

 

Roswaal: “—”

 

Roswaal mezarın girişinin ardında oturmuş, sersemlemiş bir şekilde Subaru’ya bakıyordu. Subaru’nun onun kollarında uyumakta olan Ram’ın iyi olup olmadığını kontrol edecek vakti yoktu.

 

Tek yapabileceği iyi olduğuna inanmaktı.

 

Beatrice: “Subaru.”

 

Bu sırada Subaru’nun eli, kendisini kavrayan ufak el tarafından çekiştirildi.

 

Aşina olduğu bir sesten aşina olmadığı bir sesleniş işitmek Subaru’nun nefesini kesmişti.

 

Subaru: “oughbbhnuh”

 

Beatrice: “... Bu tuhaf cevabı açıkla, sanırım.”

 

Subaru: “İsmimi söylemen çok değişik geldi, o kadar. Şöyle utangaç bir şekilde tekrar söyleyebilir misin?”

 

Beatrice: “Ne!? Sen gerçekten delisin, doğrusu! Şaklabanlık vakti değil, sanırım!”

 

Beatrice Subaru’nun aptalca talebine korkunç bir ifadeyle karşılık vermişti.

 

Subaru da gönülsüzce konuyu kapatmak zorunda kaldı ve tam ne kadar istese de reddedileceğini düşünürken,

 

Beatrice: “S-Subaru... işte, yaptım, doğrusu.”

 

Subaru: “Beako, çok tatlısın.”

 

Beatrice: “—! Bir daha asla söylemem, sanırım! İşimiz bitince bunu hatırlayacağım, doğrusu!”

 

Diye bağıran Beatrice kıpkırmızı ve asık bir suratla Subaru’nun tuttuğu elini savurdu.

 

Subaru da ona büyülenmiş bir bakış attıktan sonra dikkatini yaklaşmakta olan tavşan sürüsüne çevirdi.

 

Kuru dudaklarını yaladı.

 

Subaru: “Ee, Beatrice. Büyük Tavşanla dövüşeceğiz, zihnen ne kadar hazırsın?”

 

Beatrice: “Daha yeni kontrat yaptım. Rakibim üç büyük cadı yaratığından biri. Hazırlıksızız, şartlar çok kötü. Dört yüz yıldır hiçbir mücadeleye girmemiştim.”

 

Subaru: “Ve?”

 

Beatrice: “Daha iyi bir handikap isteyemezdim, sanırım.”

 

Beatrice dişlerini takırdatarak yaklaşan yaratıklara korkusuzca gülümsedi. Subaru da saldırılarıyla yüzleşmek için bir adım öne çıkarak arkasındaki Emilia’ya baktı.

 

Subaru: “Beatrice ve ben Büyük Tavşanı ezmek üzereyiz. Emilia-tan, üzgünüm ama bir kısmı bizi atlatıp geçecektir, o yüzden herkesi korumanı istiyorum!”

 

Emilia: “Ben...”

 

Emilia cümlesini bu noktada kesti ve bir müddet tereddüt etti.

 

Fakat gözlerini kapatıp sessizce bir nefes aldıktan sonra,

 

Emilia: “Tamamdır. Bana bırak. —Ve ben de sana bırakıyorum.”

 

Subaru: “Yupp, o iş bende.”

 

Doğru insanları doğru yere yerleştir, rollerini dağıt, en iyi olduğun şeyi yap.

 

Emilia derin bir nefes alarak büyüsünü kontrol etmeye ve bir defans hattı oluşturmaya odaklandı.

 

O buzdan barikatını oluştururken kar yağmaya devam diyordu.

 

Subaru ise Emilia’nın defans hattından çıkarak bakışlarını beyaz tayfuna çevirdi.

 

Göz alabildiğince kırmızı göz ve keskin diş mevcuttu. Bembeyaz tüylerle kaplı bu şey, dünyadaki en ilkel ve bastırılamaz açlığın temsilcisi olan cadı yaratığıydı. Büyük Sürü— başka bir deyişle Büyük Tavşan.

 

Dişlerinin birbirine vuruşu Subaru’nun ruhundaki acıyı tüm bedenine yayıyordu.

 

O dişlere yem olarak acınası bir şekilde ölmüş, eti tüketilmiş, iç organları lime lime edilmişti. Karnından açılan deliğin ıstırabını tatmış, soluk borusu çiğnenirken kan kusmuştu. Ve ölümün verdiği bunaltıcı kayıp hissini çiğnenmiş bedeni, eksik uzuvlarıyla Emilia’nın kollarında öğrenmişti.

 

Natsuki Subaru döngü serisini tamamlamak için bu cadı yaratığını yenmeliydi.

 

Beatrice: “—Korkuyor musun, sanırım?”

 

Beatrice, yaratığa bakarak nefesini tutmuş olan Subaru’ya bu soruyu yöneltti.

 

Subaru’ya dönük suratı duygusuzdu. Fakat gözleri ve ifadesi Subaru’ya sözlerinden daha fazlasını anlatıyordu.

 

—Ona yanında duranın kim olduğunu hatırlatıyordu.

 

Subaru: “Hayır. Hiç korkmuyorum.”

 

Beatrice: “Oh?”

 

Subaru: “Arkamda Emilia var, yanımda da sen varsın. Dünyadaki en güçlü adamım.”

 

Beatrice: “Şüphesiz, doğrusu.”

 

Beatrice'in yanakları bir gülümsemeyle gevşemişti.

 

İfadesi, ‘demek anladın’ diyordu. Subaru da o çarpık gülümsemeye karşılık verdi.

 

Büyük Tavşan, cüretkâr ikiliye delice bir hızla yaklaşıyordu.

 

Beatrice Subaru’nun elini tutmayan boştaki sağ elini tavşana doğru kaldırdı.

 

Beatrice: “Önce ısınacağız, sanırım. —El Meenya.”

 

Kantoyla birlikte Subaru ve Beatrice’in etrafında mor kristaller maddeleşmeye, onları çevrelemeye başladı.

 

Bu parlak ve buz küpü içeren şeyler Beatrice’in önceki bir döngüde Elsa’ya karşı kullandığı büyülü mızraklardı. Bir anda tam kırk tanesi şekillenmişti.

 

Hedef alıp sessizce atılmaları bir an dahi sürmemişti. Hedefleri hiç şaşmayan çubuklardan biri, bir tavşanın açık ağzını delip geçti. Ardından havadaki yolculuğuna devam etti ve arkadaki sürüye ulaşarak patladı. Kristal parçası etki alanında yayılarak tavşanları incecik parçalara ayırıyordu.

 

Bir tanesi bunu yapabilirken Beatrice tek seferde tam kırk tanesini fırlatmıştı.

 

Her yerde belli belirsiz görülen yıkım, beyaz dünyaya kanlı çiçekler açtırıyordu.

 

Acımasız başlangıç saldırısı yüzlerce tavşanı imha etmişti. Yaşanan yıkımın ardından sağ kalmayı başaranlardan ıstırap çığlıkları yükseliyordu. Yaratık kendisini sonsuz sayıda çoğaltabilirdi ve geride hala birileri vardı fakat buna rağmen Subaru’nun gaza gelmesi için yeterli olmuştu.

 

İşte bu, Beatrice’in hayal edilemeyecek yıkıcılıktaki kapasitesinin eseriydi.

 

Subaru: “Vo-vooaaaaaaaaaaaaaaah!!”

 

Beatrice: “O-o kadar mı etkileyici, sanırım? Çok da değildi, doğrusu. Bu Betty’nin en düşük seviye tekniklerindendi, sanırım. Çocuk oyuncağı, doğrusu.”

 

Subaru: “Yo, bu, ne... bu, vahşi bir büyüydü! Neyle ilişkiliydi!?”

 

Beatrice: “Tabii ki yin, sanırım. Diğer büyü tiplerinde pek iyi değilim, doğrusu.”

 

Diyen Beatrice, Subaru’nun övgüsü karşısında tamamen tatmin olmuş görünmüyordu.

 

Tahrip edilen cadı yaratığı cesetlerin etlerini tüketerek yeniden çoğalmaya başlamıştı fakat bu, Beatrice’in umurunda bile değildi.

 

Beatrice: “Dikkat et doğrusu, Subaru. Bir yin kullanıcısından diğerine bir ders olacak, sanırım.”

 

Subaru: “Hepsi bu mu?”

 

Beatrice: “Ha?”

 

Subaru: “İlişkimiz sadece ikimizin de yin kullanmasıyla mı alakalı...”

 

Beatrice: “Ka-kast ettiğim bu değildi, doğrusu. Sen benim yoldaş yin kullanıcım, kontrat sahibim ve bir de umm… Betty’nin Subaru’susun, sanırım. Evet. İşte bu da sana vereceğim ders, doğrusu.”

 

Kızaran Beatrice muhtemelen ne söylediğinin farkında bile değildi. Bir öksürükten sonra parmağını kaldırarak sesini alçalttı.

 

Beatrice: “Konumuz yinin zirvesi—Yin Büyüsünün doruğu.”

 

Subaru: “Ne yapmam gerekiyor?”

 

Beatrice: “Elimi tut ve beni yalnız bırakma, sanırım.”

 

Subaru: “Yani bu bence de önemli ama...”

 

Beatrice: “... Ruh sanatları kullanıcılığından pek anlamıyor gibi görünüyorsun ki bu da beni gelecekle ilgili biraz endişelendiriyor, doğrusu.”

 

İstediği kadar öfkelenebilirdi ama bu, Subaru’nun bilmediği şeyleri bilmiyor olduğu gerçeğini değiştirmeyecekti.

 

Somurtan Subaru’ya bakarak kafasını salladıktan sonra onu eliyle çekiştirdi.

 

Beatrice: “Bir ruh ve ruh sanatları kullanıcısı savaşta ayrı zihinlere sahip tek bir varlık gibi çarpışmalıdır, sanırım.”

 

Subaru: “Ayrı zihinlere sahip tek bir varlık...”

 

Subaru Emilia’nın dövüş stilini düşünüyordu.

 

En çarpıcı mücadeleleri Emilia ve Puck’ın birlikte Elsa ile çarpışışıydı.

 

Emilia Puck’ı saldırıda tutarak kendisi defanstan sorumlu olmuştu. Ayrıca o basit tekniklerle zaman kazanmış, Puck da bu sayede daha büyük saldırılar gerçekleştirebilmişti.

 

O yaşlı, kel adam, ruh sanatları kullanıcılarının bu şekilde dövüştüğünden bahsetmişti.

 

Subaru: “Demek ki bunu yapmam yeterli. Tamamdır, Shamac vakti!”

 

Beatrice: “Kusurlu Shamac’ına maruz kalmak muhtemelen bize zarar verir, o yüzden yapmasak daha iyi, doğrusu. Ve Subaru, geçidin…”

 

Beatrice’in sesi kısılmış, konuşmaya gönülsüz bir hal almıştı. Subaru onu bu düşüncelere kapılmak zorunda bıraktığı için üzgündü. Muhtemelen geçidinin hiçbir değeri kalmamıştı.

 

Onu kötüye kullanmıştı. Bozulduğunu hissedebiliyordu. Yine de hayallerden bahsediyordu.

 

Beatrice: “—Geliyor, sanırım.”

 

Beatrice konuşmasının ortasında bu şekilde mırıldandı. Subaru ise kafası karışık bir şekilde homurdanışının hemen ardından ayaklarının artık yere değmediğini fark etti.

 

Beatrice zemini tekmelemiş ve sıçrayışıyla ikiliyi bir yay misali fırlatmıştı. Tam da o salisede bir cadı yaratığı sürüsünün dişleri ikilinin az önce bulunduğu noktada kapandı.

 

Ardından dişleri birbirine çarpan tavşanlar da ikiliyi takip ederek sıçramaya başladı.

 

Subaru: “Uçuyoruz!?”

 

Beatrice: “Sadece zıpladık, doğrusu. Yin büyüsü MURAK ile yerçekimi etkilerini ortadan kaldırdım, sanırım. İstersen rüzgârı kullanarak uçabiliriz de doğrusu.”

 

Subaru: “Düştüğümüzü görüyorsun herhalde!?”

 

Beatrice: “Sadece uçuyor olsaydık rüzgâra kapılmayı sürdürebilirdik… ama bir yandan da onları imha ediyoruz, sanırım.”

 

Subaru ve Beatrice rüzgârda savrulan yapraklar misali fırtınanın etkisi altındaydı. Yine de baş aşağı şekilde havada durabiliyor olmaları muhtemelen Beatrice’in eseriydi.

 

On metrelik zirvelerinden yavaşça alçalıyorlardı. Tavşanların aşağıda ağızları açık şekilde bekliyor oluşuysa Subaru’yu yeni bir büyülü mızrak saldırısı beklentisine sokuyordu.

 

Beatrice: “Subaru, devam ediyorum doğrusu. Ruh sanatları kullanıcıları içsel manalarını kullanarak büyü yapmaz, ortamdaki manayı doğrudan manipüle eder, sanırım. Bunun için esas olan küçük ruhlarla kontrat oluşturmaktır, yani sen şimdilik bu gerekliliği karşılamıyorsun, doğrusu.”

 

Subaru: “Ah, umm, Beatrice-san? Tam, tam altımızda kocaman bir sürü var!?”

Beatrice: “Sen beni dinle, sanırım. Geçidin mahvoldu ve ufak ruhları kullanamıyorsun. Yani zavallı, işe yaramaz, ümitsiz Subaru’nun tek rolü Betty’nin yanında kalıp onun harikalığını övmek, sanırım. Peki neden buradasın, doğrusu?”

 

Subaru: “Ben de bunu bilmek istiyordum!”

 

Beatrice: “Öyleyse sana öğreteceğim, sanırım.”

 

Aşağıda sıçrayan cadı yaratıklarının yakında ayaklarına ulaşacaklarına hiç şüphe yoktu. Eğer dişleri tutunursa peşlerini asla bırakmazlardı. Yaptıkları havalı ve özgüvenli girişten sonra büyük bir darbe alarak ağlamaya başlama düşüncesi Subaru’ya bile fazlasıyla acınası geliyordu.

 

Bu düşünceyle Beatrice’e oldukça histerik bir şekilde bağırıyordu.

 

Subaru: “Ne yapacağım!?”

 

Beatrice: “Görselleştir, doğrusu. Az önce yaptığım kristalleri hayal et, sanırım. Onlar kristalize edilmiş manaydı, cismani büyüden oluşan mızraklardı. Uçlarına doğru keskinleşiyorlar, içlerinde yıkıcı parçacıklar var, defansı delip geçiyor ve ete saplanıyorlar. —Bu saldırıyı görselleştir.”

 

Subaru: “Görselleştirildi!”

 

Beatrice: “Şimdi tek yapman gereken büyüyü dile getirmek, sanırım!”

 

Tavşan sürüsü aşağıda, ağızları açık şekilde bekliyordu.

 

Kırmızı gözler, kanlı patiler, keskin dişler, Subaru’yu et parçası gibi gören içgüdüler.

 

Tamamen tiksindirici, tamamen iğrenç. İşte Sığınağın en büyük düşmanı böyleydi.

 

İkisi birlikte: “—El Meenya!!”

 

Subaru ve Beatrice'in kantoları birbirine uymuş, havadan zemine mızraklar yağmaya başlamıştı.

 

Patlamalar ve yıkım Sığınak toprağını sarsıyor, Sığınağı o çirkin cadı yaratığından mahrum bırakıyordu.

 

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※

 

Emilia: “Harika...”

 

Yandan geçen bir tavşanı dondurarak kaskatı kestiren Emilia, hayranlık içerisinde böyle söylemişti.

 

Ametist gözleri kar örtüsünün ardında yaratıkla çarpışan Subaru ve Beatrice’in üzerindeydi.

 

Daha da spesifik konuşmak gerekirse, Subaru’nun elini tutan Beatrice’in üzerinde.

 

Emilia da bir ruh sanatları kullanıcısıydı ki şu anda da küçük ruhlara bel bağlamaktaydı. Bu yüzden karşısındaki büyünün ne kadar inanılmaz olduğunu acı verici bir şekilde anlayabiliyordu.

 

Öncelikle, Beatrice Subaru’dan en ufak bir büyü desteği almıyordu.

 

Kesinlikle kontratlarının, Beatrice’in yapmaktan kaçındığı şeyin izniyle bağlanmışlardı. Subaru bu ruh kontratının hemen ardından dövüşe katılmıştı. Beatrice ihtiyaç duyduğu manayı ondan çekecek olsa Subaru asla direnemezdi.

 

Beatrice bunu anlıyor ve Subaru’ya yük olmamaya dikkat ediyordu.

 

İkincisi, Beatrice Subaru’dan büyü almıyordu—ona büyü veriyordu.

 

Tamamıyla isabetli bir anlatım değildi ama gerçekler bu şekildeydi. Beatrice ile el ele tutuşan Subaru ondan destek alıyor, bu sayede normal şartlarda erişemeyeceği bir büyüyü gerçekleştiriyordu. Bu esnada da geçidini kullanmıyor, Beatrice’in varlığından bir geçit gibi faydalanıyordu.

 

Subaru’nun bunun ne kadar devasa bir şey olduğunu anlayabilmesine imkân yoktu.

 

Beatrice bir ruh olarak hem kendisinin hem de Subaru’nun ihtiyacı olan büyüyü dışarıdan değil, kendi stokundan karşılıyordu.

 

Ve üçüncüsü, geliştirilmiş yin büyüsü kullanıyordu.

 

Büyücülerin yatkınlığı olan sınıf, geleceklerini büyük oranda etkilerdi. Dört ana büyü tipinden herhangi birinde uzmanlaşmak kişiyi belli rollere iterdi ve aynısı yin ve yang özel türleri için de geçerliydi; yani onların özleri ileri safhalara geçmeden bile diğer dörtlüden farklılaşırdı.

 

Ve bir de kullanımlarında aksaklıklar olduğu gerçeği söz konusuydu. Pek çok problemleri vardı, mesela sonuç almak için gerekli olan sürenin ve büyü gücünün çokluğu eksi yönleriydi.

 

Bu yüzden yin ve yang yatkınlıkları çok nadir görülür, onları ileri seviyede kullanan pek az kişi olurdu.

 

Büyülerin çoğu zaman içerisinde kaybolmuştu, diğer dörtlünün aksine bu alanlarda yeni, büyük büyücülerin çıkması çok zor oluyordu.

 

Yin tüm bu apaçık sorunlara sahipken Beatrice yinde uzmanlaşmıştı. Ve yıllar önce yiten antik bir büyüyü rahatlıkla kullanabiliyordu.

 

Emilia: “Vaauv, bu defa cidden abarttılar. Ha? Gittiler... oh, şuraya gitmişler.”

 

Dövüşme stilleri öyle gerçek dışı ve rüya gibiydi ki Emilia gerçeklik hissini yitirmişti.

 

Gerçi bunun bir sebebi de Subaru ve Beatrice’in dostane bir şekilde el ele tutuşması olabilirdi.

 

Emilia Subaru’nun çaresizce çarpıştığını, Beatrice’inse gülümsediğini görebiliyordu.

 

Beatrice çok eğleniyor olmalıydı. Dövüşmeyi veya gücünü sergilemeyi seviyor değildi. Yalnızca bunu yapmak onun için bir eğlenceydi.

 

Emilia: “—”

 

Emilia gözlerini kırpıştırırken Subaru ve Beatrice bambaşka bir noktaya geçmiş, Beatrice daha kısıtlı Kapı Geçişini andıran bir ışınlanma büyüsü gerçekleştirmişti. Mor mızraklar diğer uçtan tavşanlara atılıyor, yaratıklar öfkeli çığlıklarla ikiliye sıçramaya çalışıyor ama bedenleri ancak havayı bularak parçalanıyordu.

 

Bu sırada Emilia gözlerini zorluyordu. Böylece fark edebilmişti.

 

Patlayan mızrakların parçacıkları silinmiyor, zamanda donmuş gibi havada asılı kalıyordu. Sıçrayan tavşanlarsa o parçacıklara kapılıp lime lime oluyordu.

 

Bu kristal tuzağı dört bir yana yayılırken cadı yaratıkları kımıldıyor, zıplıyor, ikiliye saldırma kararlılığıyla sendeliyor ve tuzağa takılıyordu, gerçekten komikti.

 

Büyük Tavşan korkutucu bir yaratıktı lakin tavşanlar bireysel olarak pek de tehdit edici değildi.

 

Üstün bir güçleri yoktu ve tecrübeli bir dövüşçü çarpışma esnasında tavşanların vahşiliğine dikkat kesildiği takdirde kesinlikle öne çıkardı.

 

‘Yeme içgüdünü takip et’ şeklinde pervasız bir mücadele stili hiçbir şey öğretmezdi. Tavşanlar yoldaşlarının yakalanıp tuzaklarda ölmesini istiyorlardı, çünkü açlıkları onların her şeyiydi. Bu yüzden onlara atlarlarsa birebir aynı tuzağa düşüp ölecekleri ve birer kadavra olacakları gerçeğine hiç dikkat etmezlerdi.

 

Emilia: “Ah!”

 

Emilia kuşatmadan kaçan bir tavşanı daha büyüsüyle dondurdu.

 

Ve donan tavşana koşturarak hiç tereddütsüz tekmeledi. Buz parçacıklarına dönen tavşanın bir daha şekillenmesi imkansızdı.

 

Subaru ve Beatrice öyle güzel bir mücadele veriyordu ki Emilia’ya ulaşabilen tavşanların sayısı şaşırtıcı derecede az oluyordu. Emilia kendi büyü gücünü bastırmaya bile konsantre olabiliyordu.

 

Fakat Beatrice’in aşırı güç gösterisini izlerken içinde biriken stresi silip atamıyordu.

 

Beatrice'in tuzağı güçlü ve akıllıcaydı. Büyük Tavşan o tuzağa yakalanıp duruyor, cesetlerden bir dağ oluşuyordu. Ancak Emilia sonunu göremiyordu.

 

Onun tanık olduğu şey bir tavşan titrerken ardında bir yenisinin belirişiydi. Tavşanlar bunu yapmayı sürdürüyor, yaratıklar çoğaldıkça çoğalıyordu.

 

100 tavşan anında 200e, sonra da 400e çevriliyordu.

 

Sayı çokluğu onlardaydı ve ‘durma’ konseptine yabancı içgüdüleri vardı.

 

Bu yaratığın büyük üçlüden biri oluşunun ve dört yüz yıldır bir Felaket olarak gönlünce yaşayışının sebebi de buydu—

 

Emilia: “Subaru, Beatrice.”

 

Emilia ikiliye seslendi. Bunaltıcı bir avantaja sahip gibi görünseler de ihmalkâr davranamazlardı.

 

Emilia Roswaal ve Ram ile birlikte mezardan döndükten ve Büyük Tavşanın varlığını teyit ettikten sonra nasıl ürperdiğini asla unutmayacaktı.

 

O gözler, yaşayan her şeye yalnızca bir yemek gözüyle bakıyordu.

 

Tavşan, herhangi bir şeyle birlikte var olmayı hiçbir şekilde başaramayan bir varlık olarak insanlarda tam bir çaresizlik doğuruyordu.

 

Emilia bu bunaltıcı absürtlüğün karşısında benzer bir güç sergilemek zorundaydı.

 

Ve niyetlendiği şey de buydu.

 

İçinde bir büyü tufanı kabarıyor, tam anlamıyla kontrolü altında tutamıyordu. Tamamıyla kendisine ait olmadığı kesindi ve onu salabildiği takdirde Büyük Tavşanı imha edecekti.

 

Karşılığında canını riske atacaktı. İş o raddeye gelirse bunu yapmaya hazırdı.  

 

Emilia: “Subaru...”

 

Çarpışmakta olan Subaru’nun ismini mırıldandı.

 

O Tavşanın saldırısını önceden biliyor ve plansız dövüşüyor gibi görünmüyordu. Yasaklı Kütüphaneden Beatrice’i getirmiş, ona canlılık katmıştı.

 

O gülümsemeyi söndürecek hiçbir şey yapmazdı.

 

Ve Emilia bu yüzden Natsuki Subaru’ya inanıyordu.

 

Her şeyi sonlandırabilecek kapasitede beyaz bir büyü, kalbindeki varlığını ilan ediyordu. Onu bastırıyordu, henüz vakti gelmemişti.

 

—Subaru’nun sözüne güveniyordu.

 

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※

 

Subaru için büyü kullanımı daima ruhunu tüketmekle eşdeğer olmuştu.

 

Başlarda tam da Puck ve Roswaal’ın ifade ettiği gibiydi, bir büyücü olarak en ufak bir yeteneğe sahip değildi. Shamac’ı ilk kullanışında kendini tutamayıp manasını tüketişi ve kalakalışı çok kötüydü.

 

Sonra Bocco Meyvesi gelmişti. Düellosu esnasında yasak olmasına rağmen büyü kullanmış, en nihayetinde geçidini bozulacak kadar kötüye kullanmıştı.

 

Büyücü olma konusunda en ufak bir umudu yoktu.

 

Büyü sayesinde defalarca kurtulmuş ama bunu halihazırda hassas olan özünü yontup tüketişi gibi görmüştü. Bozulmasının kaçınılmaz olduğu fikrindeydi.

 

Ve bu yüzden şu anda yaptığı şeyi, yani inanılmaz bir büyüyü ardı ardına kullanışını ancak rüyasında görebilir, bunun imkânsız olduğunu düşünürdü.

 

Subaru: “Hey, Beatrice! Gerçekten onları bu şekilde patlatıp durmaya devam mı edeceğiz!?”

 

Büyük Tavşan Subaru ve Beatrice tarafından yenildikçe tekrar türüyordu. Tavşanlar ölü yoldaşlarını yiyor, sayıları düzenli olarak artıyordu. Çoğalışlarıyla enerjileri azalıyor, sayı arttıkça her tavşan daha güçsüz oluyordu.

 

Bu düşük umutlarını bir nebze arttırıyordu, yeterli vakitleri olduğu takdirde tavşanlar eninde sonunda çoğalacak enerjiden yoksun kalabilirdi. Ama-

 

Beatrice: “Çoğalışlarının limiti yok, doğrusu. Böyle yaratıldılar, sanırım. Yıkımın eşiğine gelseler bile yok olmayacaklar. Hepsini tek seferde yok etmediğin sürece işe yaramaz.”

 

Subaru: “Peki ne yapacağız? Bir fikrin var mı?”

 

Beatrice: “Subaru, her şey için tatlı Betty’e bel bağlamaya mı çalışıyorsun, sanırım?”

 

Bir kristal patlamasının doğurduğu açıklıkla dağılan tavşanların sayısı parçacıklar sayesinde azaldı. Beatrice bunu görerek Subaru’nun kolunu çekiştirdi ve havada sıçradı. Zor olmasına rağmen çekiştirişi de sıçrayışı da rahatlıkla başarmıştı.

 

Beatrice havada yürüyor, tavşanların dişlerinden kaçınarak dans ediyor, kristal tuzağının boşlukları arasında ilerliyordu. Abartılı elbisesinde tek bir damla kan dahi olmayışı bu mücadelede en ufak bir acı veya zorluk çekmediğinin göstergesiydi.

 

Beatrice: “Harekete geçiyoruz, doğrusu.”

 

Subaru: “Tamam.”

 

Bu sözle birlikte uzay büküldü ve ikili kısa menzilli bir ışınlanma gerçekleştirdi.

 

Kapı Geçişini andırmayan bir şekilde uzayı aşarak tavşan sürüsünün arkasında tekrar belirmişlerdi. Yaratıklar koklansa da Subaru ve Beatrice’i bulamıyordu, açıklıkta kalakalmışlardı.

 

Beatrice: “Solu sen al, sanırım.”

 

Subaru: “Sağ tamamen senindir.”

 

Görselleştir. Beatrice'in büyüsü Subaru’un hayaline tepki verdi, dünyayı manipüle etti ve dönüşümü gerçekleştirdi.

 

Kesinlikle Beatrice’ten faydalandığını düşünüyor ama bu yüzden en ufak bir şekilde işini savsaklamıyordu.

 

Yin Meenya’sının mor kristalleri Subaru’nun görselleştirişiyle birlikte şekilleniyordu.

 

Subaru, delici güçlerini arttırmak adına sarmallar oluşturuyor, ardından onları hep birlikte gönderiyordu. Elleri kristallere hiç dokunmuyor ama kristaller iradesi doğrultusunda ilerliyordu.

 

Bu, zihinsel bir yayı gerip cismani oklar atmak gibiydi.

 

Kristaller havayı delip geçiyor, savunmasız tavşanlara doğrudan ulaşarak bir sürüyü patlatıyordu.

 

Beatrice'in yıkımı da sağdaki uca aynı şeyi yapıyor, hepsini dağıtıyordu.

 

Havadaki çatlaklar tavşanları yutuyor, birkaç yüzünü bir çerçeve misali kapalı bir alanda mühürlüyordu. Tavşanlar camın ötesinden atlıyor, Beatrice o dikkatsiz sürüye kristal mızraklar gönderiyordu—böylece o düzlemsel dünya parçalanıyor, içindeki tavşanların sonu geliyordu.

 

Bu komplike büyücülük karşısında hayrete düşen Subaru’nun nefesi kesilmişti.

 

Subaru bir aptal gibi Meenya’yı tekrarlayıp dururken Beatrice Büyük Tavşanı imha etmek için yin büyüsünün yepyeni kombinasyonlarını sergiliyordu.

 

Elindeki her kartı Subaru’ya gösteriyor gibiydi. Veya kendine yeteneklerini hatırlatır gibi.

 

Beatrice: “Zamanı geldi sayılır, doğrusu.”

 

Subaru: “Hm?”

 

Büyük Tavşanın sayısı azalıyor ama bir an sonra kaybını tamamen geri getiriyordu.

 

Buna tanık olan Subaru yine aynı tuhaflık hissine kapılmıştı. Buna bir de Beatrice’in mırıldanışı eklenince konuşma konusunda bir dürtüye kapıldı.

 

Subaru: “Beatrice. Kaybettikleri sayıyı aynen yeniliyorlar… ama asla orijinal miktarlarını aşmıyorlar gibi gelmiyor mu?”

 

Bin tavşan olduğunu varsayarsak Subaru yüz tanesini mağlup ettiğinde yerine yüz tane daha geliyordu. İki yüz tane yenerse iki yüz tane geliyordu. Yani kaç tane öldürülürse öldürülsün başlangıç sayısının altına düşülmüyordu.

 

Fakat Subaru o sayının üzerine çıktıklarını da hiç görmemişti.

 

Beatrice Subaru’ya başıyla onay verdi.

 

Beatrice: “Artışları limitsiz olabilir ama muhtemelen ulaşabilecekleri sayının bir limiti var. Yani o sayının ötesine geçemezler, sanırım.”

 

Subaru: “Öyleyse o limiti tek seferde sonlandırabilirsek...”

 

Beatrice: “Teorik olarak sonları gelecektir… Ama bunun da kendi güçlükleri var, doğrusu.”

 

Subaru bu işte bir umut görmüş fakat Beatrice karmaşık bir ifadeye bürünmüştü.

 

Ehh, tabii ki öyle olacaktı. Burada göz alabildiğince tavşan vardı. Görünür her şeyi yakabilecek bir büyüleri olsaydı belki Tavşanı yok edebilirlerdi ama bir saniyede hepsini yakmak için ne kadar güç gerekliydi?

 

Bu, koca bir alayı bombalamaya benzeyen şiddetli bir plandı. Bir tanesi kurtulursa bile çoğalma anında başlardı. Risk çok fazlaydı.

 

Subaru: “Öyleyse... peki. Tamamdır.”

 

Beatrice: “Bir şey düşündün sanırım?”

 

Subaru: “Yine tamamıyla başkalarına bel bağlıyorum ama evet.”

 

Subaru cadı yaratığının çoğalışını izleyerek Beatrice’in kulağına fısıldadı.

 

Beatrice ise bakışlarını düşünceli bir şekilde eğdi ve başıyla onay verdi.

 

Beatrice: “Ben de aynı şeyi düşünüyordum, doğrusu. Ama bunu yapmak için...”

 

Subaru: “Bir engel olduğunu biliyorum. Fakat! Yanlış bir fikre kapılmasan iyi edersin, Beatrice!”

 

Beatrice: “—?”

 

Subaru: “Problemi tek başımıza çözmek zorunda değiliz, değil mi?”

 

Bu cümle karşısında Beatrice'in gözleri irileşti. Ve sessizce iç çektikten sonra Subaru’ya doğru eğilerek alnını göğsüne yerleştirdi.

 

Beatrice: “Sahiden, Subaru... sıra dışı çözümler sunuyorsun, doğrusu.”

 

Subaru: “Asla sıkılmayacağın heyecan verici tazelikte ve yenilikte bir kontrat sahibi olacağıma söz veriyorum.”

 

Subaru ona başparmağını kaldırmıştı, dişleri ışıl ışıldı. Beatrice de yüzü göğsüne gömülü halde buruk bir şekilde gülümsedikten sonra kafasını kaldırdı.

 

Beatrice: “İyi sanırım, hadi yapalım doğrusu. Ama Betty’nin bile bu işin altından kalkmak için zamana ihtiyacı var, sanırım. Bakalım bu süreci iyi idare edebilecek misin, doğrusu.”

 

Subaru: “Rahat, güvenli bir teknede keyif yaptığını düşünmen yeterli. Ben öyle yapıyorum.”

 

Beatrice: “Ayaklarını suda çırpan kim olacak, göreceğiz sanırım.”

 

Beatrice kendisini Subaru’nun göğsünden itti.

 

Bir nefes aldı, gözlerini kapattı ve büyüsünü canlandırmaya odaklandı.

 

Bunu gören Subaru da kendisini hazırlayarak karı tekmeledi.

 

Cadı yaratığının dişleri takırdıyor, Subaru’yu yakalama umuduyla koşuyordu. Siluetler Subaru’nun bacaklarına çullanıyordu. Ancak çok yavaşlardı. Büyük Tavşan iki günlük kasaplığın ardından zayıflamış görünüyordu.

 

Subaru: “Çekilin yoldan! Hadisenize! Şu anda sizinle uğraşacak vaktim yok!”

 

Subaru dişlerden kaçınıyor, tavşanları tekmeliyordu.

 

Bir yandan da büyüsünü yapıyor, kristal mızraklarla yolu açıyor, kollarındaki Beatrice ile mezara doğru koşturuyordu.

 

Emilia: “Ha, Subaru, ne oluyor!?”

 

Subaru’nun dönüşüne tanık olan Emilia şaşırmış görünüyordu.

 

Subaru Emilia’nın önüne ulaşarak Beatrice’i indirdi ve gözleri kapalı halde karlı zemine bıraktığı kızın kafasını okşadı.

 

Subaru: “Üzgünüm, Emilia-tan! Tek başımıza halletmekte biraz zorlandık!”

 

Emilia: “Ya-yani b-bu iyi ama… ne yapacağız? Tamamdır, en iyisi ben—”

 

Subaru: “Yo, tavşanı nasıl yeneceğimizle ilgili bir fikrimiz var. Öldürücü hamle için intihar bombacılığı yapmana gerek yok. Öyle bir hamle yapma. Bu bizim şu ana kadarki tüm çabalarımızı boşa çıkarır.”

 

Emilia nefesini tutmuş şekilde, dikkatle Subaru’nun suratına bakmaktaydı.

 

Cidden anlamayacağını mı düşünmüştü? Sahiden düşünmüştü, değil mi…

 

Tabii ki böyle bir durumda köşeye sıkışırsa sonlandırıcı darbe için kendine zarar vermeyi düşünecekti. Ne inanılmaz bir kızdı!

 

'Diğerlerini kurtarmak için kendime zarar vermemde sakınca yok.’ Kes artık.

 

Subaru: “En iyi sonuç herkesin güvende olması ve kurtulmasıdır herhalde.”

 

Emilia: “...Subaru.”

 

Subaru: “O yüzden Emilia-tan, senden çılgınca bir talebim olacak. Eğer sana uygun gelmezse üzerinde biraz daha düşünürüm ama uygun gelirse elinden gelenin en iyisini yapmanı isterim. —Bu işin üstesinden hep birlikte gelelim.”

 

Emilia: “—”

 

Emilia Subaru’nun ifadesi karşısında bir hisse kapılmışçasına elini göğsüne götürdü ve gözlerini birkaç kez kırpıştırdı.

 

Subaru, kristal mızraklarını çağırıp arkalarındaki cadı yaratığı sürüsünü oyalayarak Emilia’nın karar vermesi için zaman kazandı. Ve bu kararı vermesi hiç de uzun sürmedi.

 

Emilia: “Tamamdır. Hadi yapalım, Subaru. Her şeye hazırlıklıyım.”

 

Diyen Emilia’nın bakışları kararlı, duruşu netti.

 

Subaru yumruklarını sıktı ve o kararlı bakışlara karşılık verdi.

 

Subaru: “İşte ruh budur. Hadi başlıyoruz!”

 

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※

 

Subaru iki yanından gelen inanılmaz büyü yoğunluğu karşısında kendisini harika hissediyordu.

 

Emilia solunda, Beatrice sağındaydı.

 

İkisi de birer elini tutuyordu, böylece üçü birbirine bağlanmıştı.

 

Bunu yapmalarının pek anlamı yoktu. Sebep yalnızca Subaru’yu motive etmekti.

 

Savaşta motivasyon demek moral demekti. Ve yüksek moral savaşın gidişatı konusunda esastı.

 

Subaru: “Görselleştir, görselleştir, görselleştir!”

 

Subaru tehlikeli, güçlü, büyülü bir saldırıyı görselleştiriyordu.

 

Yaklaşmakta olan tavşanlar karşısında keskin uçlu ametist rengi mızraklar ve gülleler doğuruyordu. Elinden geldiğince sıkı mücadele veriyor, ardı ardına saldırılarla kendisine veya mezara yaklaşan tavşanları durduruyordu.

 

Subaru bu büyüler için kendi manasını kullanmıyordu. Bu yüzden hiçbir kısıtlamadan mustarip değildi demek—tam bir yanlış anlaşılma olurdu.

 

Gerekli manayı Beatrice’ten alıyordu ama büyüyü ayarlayan kendisiydi. Mızrakların gücünü, açılarını, miktarını görselleştiren, onları maddeleştirip ateşleyen ve sıradaki hamleye geçen Subaru’ydu.

 

 

Tabii gerçek bir büyücü olsaydı bedensel bitkinliği daha da yoğun olurdu. Onların yoğun sorumluluğu ve işgücünü hayal dahi edemezdi. Bu konudaki beceriksizliğini kabullenmiş durumdaydı.

 

Mızraklar zeminle buluşuyor, şok dalgaları ve patlamalar protesto halindeki tavşanları sağa sola uçuruyordu. Dişlerinin takırdayışına eşlik eden kar fırtınasının uluyuşu kulağa cehennem çarkları veya o etkide bir şey gibi geliyordu.

 

Çarklar Subaru’nun takımını giyotine giderek daha da yaklaştırıyordu.

 

Subaru: “Meenya! Meenya! Ah, lanet olsun! Bu büyüden gına geldi!”

 

Telaffuz edemediği bu büyü yüzünden homurdanan Subaru, hücumdaki Tavşanları hedef almıştı. Büyülü kristalleri ateşliyordu, baştaki tavşanın kafası—hasar almadan mızrak önündeki zemine düşmüş, şok dalgaları tavşanı sürünün kalanına doğru geriletmişti.

 

Plan ilk aşamasındaydı.

 

Subaru mızraklarıyla sürüyü kontrol ediyor ama öldürmüyordu. Sayı limitine zarar vermekten, tavşanların sonu gelmeyecek şekilde yenilenip durmasından kaçınıyordu.

 

Büyük Tavşanın limitini tavanda tutuyordu. Gerçi,

 

Subaru: “Mananın kokusuna çekiliyorsanız ilginizi bizden uzaklaştırmanıza imkân yok demektir.”

 

Neticede orada eşi benzeri görülmemiş çoklukta mana barındıran iki kişi vardı. Ve ikisi de güzel kızlardı. Subaru’nun iki elinde iki çiçek duruyordu. Şu anda onu kim olsa kıskanırdı.

 

Subaru: “Görselleştir, görselleştir, görselleştir... hadisenize, kıskanmanız lazım! Yaklaşmak istemez misiniz!”

 

Diye mırıldanan Subaru yaratıkla dalga geçmeyi de ihmal etmiyordu.

 

Sebep kısmen düşmanı gaza getirmek olsa da daha ziyade kendisini cesaretlendirmekti. Sıra dışı bir durumu sıradan bir durummuş gibi yansıtırsa devam edecek gücü bulabilirdi.

 

Bunu yapmazsa dizlerinin titremeyeceğini garanti edemezdi. İki elinde de ılıklığı hissediyordu. Avuçlarında bu dokunuşlar varken acınası yanını gösteremeyeceği kesindi.

 

Subaru: “Görselleştir, görselleştir, görselleştir...!”

 

Diye ardı ardına mırıldanarak gözlerini kısıyordu.

 

Tavşan sürüsüyse ilerlemeyi sürdürüyordu; Subaru’nun onları tutabileceği sürenin bir sınırı vardı. Fakat hazırlıklar henüz tamamlanmamıştı.

 

Ne Emilia'nınki ne Beatrice’inki ne de Subaru’nunki tamamdı.

 

Emilia: “...Subaru.”

 

Birinin elini sıktığını hissetti ve kafasını çevirdiğinde Emilia’nın hafiften açılan gözleriyle kendisine bakmakta olduğunu gördü.

 

Hazırlığı tamam mıydı yani? Gülümseyerek Subaru’nun sinyalini beklemeye başlamıştı.

 

Subaru: “—hk”

 

Emilia’nın bakışlarıyla gaza gelen Subaru kanlı gözlerini iyice kıstı.

 

Kar fırtınasının doğurduğu perde kalındı, görmeye çalıştığı yerler giderek daha da gizleniyordu. Fakat beyaz formlarının kıvranışlarını görmek, cadı yaratıklarıyla kar tanelerini birbirinden ayırt etmesini sağlıyordu.

 

—Birazcık daha, azıcık daha, az kaldı, az, az, az!

 

Subaru dişlerini sıkmıştı. Doğru anı bekliyordu.

 

Önünü, yanları, hepsini kontrol etti ve her şeyin doğruluğundan emin olduktan sonra gözlerini tamamen açtı.

 

Subaru: “Şimdi, Emilia! Safları takip et!!”

 

Diye bağırarak Emilia’nın elini sıktı.

 

Emilia'nın ametist gözleri Subaru’nun çektiği hatlara odaklandı.

 

Subaru mızraklarıyla Tavşanı kontrol altında tutarken bir yandan da toprağa manasıyla hatlar çizmişti. Tabii şekilsiz manayla toprağı etkilemek bir hayli zor olmuştu.

 

Fakat insanların yeteneksiz dediği Subaru, sıradan insanları fazlasıyla aşmıştı.

 

Toplamda dört hat çekmişti.

 

Dört uzun hatla tavşanları bir kare içerisine almıştı.

 

Hatlar Emilia’ya nereyi hedef alacağını söyleyecekti.

 

Emilia: “Mükemmel, Subaru! Çoook harika bir iş çıkarmışsın!”

 

Bu güzel ayarlama karşısında keyiflenen Emilia normalde asla söylemeyeceği şeyler söylüyordu.

 

Ardından hala Subaru’nun elini tutmakta olan sağ elini kaldırdı, yarı donuk haldeki sol elini üzerine yerleştirdi. Ve büyüsünü yaptı.

 

Emilia: “—Al Huma!!”

 

Çoklu büyü akımları eşliğinde dünya Emilia’nın kantosuna uyarak şekillenmeye başlamıştı.

 

Emilia ve Subaru’nun birleşen ellerinden mana akın ediyor, toprağı delip geçiyor ve Subaru’nun mana hatlarıyla birleşiyordu.

 

—Altlarındaki toprağın sesleri eşliğinde inanılmaz bir şey meydana geliyordu.

 

Subaru: “Vuaa...”

 

Diyen Subaru, hayrete düşmüş bir şekilde olanları izliyordu.

 

Ehh, tabii ki öyle yapacaktı. Bu manzaraya tanık olan herkes aynı tepkiyi verirdi.

 

Emilia'nın büyüsü Subaru’nun çektiği hatları takip ettikçe—karenin içerisindeki kar yığınları havaya kalkıyordu.

 

Kutudaki tüm tavşanlarsa o kar platformunun üzerinde kalmıştı. Fakat altlarındaki zeminin havalandığının farkında değillerdi.

 

Platform, sınırlı bir alan olmasına rağmen yine de yirmiye yirmi metre kadardı.

 

Onca tavşanın sıkış tepiş bir halde platformda titriyor olması, ‘büyünün’ mucizevi doğasının güzel bir yansımasıydı.

 

Subaru: “Emilia!”

 

Emilia: “Tamamdır! Gitmelerine izin vermiyorum!”

 

Ama tavşanlar orada durmaya devam ettikleri takdirde platformdan atlayabilirlerdi.

 

Yani kaçmalarını engellemek için yapılması gereken bir şey daha vardı.

 

Emilia birleştirdiği ellerini kaldırdı—ve aşağı doğru savurdu.

 

Süzülen kar alanı gümbürdedi. Tavşanın böyle bir şeyi beklemediği kesindi.

 

Bir kükreme ve dondurucu bir rüzgâr patlaması.

 

Bu etkiyle yıkanan Subaru ve diğerlerinin gözleri sonuçları görebilmek adına platforma kilitlenmişti.

 

—Rüzgâr durduğu anda karla kaplı alan diklemesine kapatıldı.

 

Emilia’nın süzülen platformunun sol ve sağ uçları katlanarak merkezle birleşmişti.

 

Zemin bir kitap gibi kapanmış, Tavşan kaçma şansı kalmadan içeride mühürlenmişti.

 

Subaru aceleyle platformun çevresini gözden geçirdi. Atladıkları sayı—sıfırdı. Hareket—yoktu.

 

Tüm tavşanlar sıra dışı küçüklükte bir alanda kapana kısılmıştı. Böylece,

 

Subaru: “Büyük adım sende, Beatrice!”

 

Diyen Subaru, ikinci adımın da tamamlandığını haber verdi. Ardından bunu işiten ve bunca zamandır sessizce kantosunu gerçekleştiriyor olan Beatrice’in gözleri açıldı.

 

Karşısındaki manzara karşısında sessiz bir kahkaha attı.

 

Şaşırmış falan değildi. Suratından taşan güven dolu bir gülümsemeyle,

 

Beatrice: “İşte yinin zirvesi. —Al Shamac.”

 

Ve kantoyu mırıldandığı saniyede dünya gölgelere boğuldu.

 

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※

 

—Bir an için baş dönmesi gibi bir şeyle tartaklandı.

 

Fakat sahiden de yalnızca bir an sürmüştü.

 

Baş dönmesi durdu ve ayağında bir şok etkisi hissetti. Ardından bedenindeki esaret kalktı. Kürkündeki karları atmak için güzelce silkindi.

 

Havayı kokladı, etrafına baktı.

 

Gözleri, burnu, kulakları, hepsi avını elde etme öncelikliydi. Kırmızı gözleri hoş kokulu oyununun arayışıyla çevriliyordu.

 

Hiçbir şey. Daha bir saniye önce önünde midesini acı verici bir şekilde kıvrandıran leziz bir av vardı. Hassas teni ve tatlı kanıyla açlığını bir an olsun yatıştırabilecek o şeyin az önce orada olduğu kesindi.

 

Ama burnu hiçbir şeyi koklamıyordu. Gözleri hiçbir şeyi görmüyordu. Kulakları hiçbir şeyi işitmiyordu.

 

Avı gitmişti. Etrafına baktı. Görünürde hiçbir şey yoktu.

 

Açlığın yerini çabucak hayal kırıklığı aldı. Dikkatini açlığından uzaklaştırmak için çiğneme dürtüsüyle yanındaki beyaz kitleyi ısırmaya karar verdi.

 

Dişlerini geçirdi, etini parçaladı, iç organlarını çıkararak kanını şapırdata şapırdata tüketti. Kalbinin içeriğini bir güzel çiğnedi, yuttu ve etrafındaki yemeklerin çoğalmadığını fark etti. Artık daha az av vardı.

 

Tehlikedeymiş gibi gelmemişti ama hayatta kalma içgüdüsü doğrultusunda etrafındakileri çılgınca tüketmekte olan diğer bir beyaz kitlenin kafasını kopardı. Onu parçalara ayırdı ve yuttu.

 

Ve bu durum tekrar etti. Sonra yine tekrar etti. Sonu gelmeyen bir açlıkla en yakınındaki ava gitti, sonra onun yanındakine, sonra onun yanındakine, sonra onun yanındakine, sonra onun yanındakine—

 

En nihayetinde her şeyi tüketti ve geriye yalnızca o kaldı.

 

Yerdeki kanları yaladı, geriye en ufak bir et parçası veya kanlı çim bırakmadı. Yemeğin sonunu da dikkatlice temizledikten sonra gerçek anlamda yalnızdı.

 

Ama karnındaki ete rağmen bedeninin çok daha ötesinde bir açlığa sahipti.

 

Çığlık attı, dişlerini birbirine vurdurdu, delirmeye yakındı. Sonu gelmeyen bir açlık, tatmin edilemeyen bir boşluk. Ne kadar yerse yesin bitmeyen delirtici bir eksiklik.

 

Anne de bunu hissetmiş olmalıydı.

 

Bir an için açlığın hüküm sürdüğü zihninden gizemli bir düşünce geçti.

 

Belli belirsiz bir duyguydu, dile dökülecek gelişmişlikte bir şey değildi. Ve en sonunda o da delirtici açlığın karşısında silindi.

 

Yaratık titriyordu, şiddetle titriyordu. İç organlarının kaynadığını hissediyor, bilinçsizce yeni bir varlık doğuruyordu.

 

İşte o anda yürümeyi bile unutmuş yeni, beyaz bir kitle sırt üstü yere düştü.

 

Organlarının her biri bu şeyin avıydı ve o sendeleyen kitleyi hiç tereddütsüz ısırdı.

 

Onu çığlık atmasına dahi izin vermeden tüketti. Buna rağmen açlığı hala kendisine işkence ediyordu. Ve tüm bu ıstıraplı mücadeleden sonra dünyaya yeni bir yaratık daha geldi. Ve bu tekrar etti, tekrar etti, etti, etti, etti, etti.

 

Artık yalnızdı. Dünyada başka hiçbir şey yoktu. Binalar vardı, ormanlar vardı, toprak vardı, hava vardı, rüzgar vardı ama av yoktu. Yalnızdı.

 

Ve yemeye devam etti.

 

En sonunda O bile bir başka mide tarafından tüketildi ve yok oldu.

 

Yeni ‘yalnız’ da artık var olmayana dek aynı şeyi tekrar etti de etti. Dünya değişti.  

 

—Bastırılamaz açlıksa asla bastırılamadı.

 

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※

 

İnanılmaz gölgenin ani varlığı Subaru’nun nefesini tutmasına yol açmıştı.

 

Subaru: “—”

 

Beatrice’in kantosuyla yarattığı siyah küre Emilia’nın mühürlediği Tavşanı kapana kıstırmış, ardından giderek ufalmış ve en nihayetinde bir bilye kadar ufalan şey sessizce yitip gitmişti.

 

Bu başarının ardındaki teoriyi bilmeyen Subaru bile anlamını çözmüştü.

 

Shamac büyülerinin en kudretlisi olan Al Shamac, uzayı etkilemişti.

 

Büyü Tavşanı ve karlı alanı yutmuş, ardından başka bir boyuta taşımıştı.

 

Artık yenilenişlerinin de çoğalışlarının da bir anlamı kalmamıştı.

 

Büyük Tavşan, başka bir dünyanın meselesi halini almıştı.

 

Subaru: “Onları... Yasaklı Kütüphane gibi izole bir yere göndermeni istediğimi biliyorum ama...”

 

Beatrice: “Hoşnutsuzluk mu duyuyorum, sanırım?”

 

Subaru'nun sesi bu inanılmaz başarı karşısında titrerken Beatrice onu azarlamıştı. Elleri belindeydi ve Subaru’nun tavrından bir hayli şikayetçi görünüyordu.

 

Emilia: “Gerçekten vauuv...”

 

Tüm bu yaşananlar Emilia’nın gözlerini alabildiğince irileştirmişti.

 

O büyü konusunda Subaru’dan daha bilgiliydi, haliyle onun şaşkınlığı farklı bir düzeydeydi. Muhtemelen kendisini yarı yarıya dondurduktan sonra güçleri yatışmış ve böyle yoğun bir büyü yapabilmişti. Kontrol etmeyi öğrendiği takdirde iyi olacaktı.

 

Etrafına bakan Subaru, Tavşanın ortalıkta olmadığını teyit etti.

 

Ardından arkasına baktı ve mezarın güvende olduğunu da teyit etti. İfadesiz Lewesler mezardan dışarıyı izliyordu. Lewes taklitleri de güvenle oraya varmıştı.

 

Roswaal mezarın girişinin yanındaki duvara yaslanıyordu, Ram kollarındaydı.

 

Ram'ın eli Roswaal’ın yanağına dokunuyor ve Subaru, Roswaal’ın ağladığını görebiliyordu.

 

Subaru: “—”

 

Buna tanık olan Subaru, göğsündeki ağırlığın kalktığını hissetti.

 

Hala konuşmaları gereken pek çok şey vardı. Otto, Garfiel ve diğerleri henüz köşkten dönmemişti. Onların güvende olduğuna inanıyordu ama yine de buluşup konuşmaları gerekliydi. Diğer yandan Emilia’ya sorması gereken bir sürü şey birikmişti.

 

Ama nedense her şey yolundaymış gibi geliyordu.

 

Henüz netleşmeyen çok şey vardı. Ama evet, Roswaal’ın ağladığını ve Ram’ın onu seyrederek usulca gülümsediğini görünce şöyle hissetmişti: hey, her şey yolunda!

 

Emilia: “Subaru, hadi!”

 

Subaru Emilia tarafından dürtülene dek zorlukla nefes almaktaydı.

 

Emilia Subaru’ya gülümsüyor ve arkasındaki alanı işaret ediyordu, yani kollarını bağlamış ve somurtkan şekilde duran Beatrice’i.

 

Beatrice: “Bu kozun birkaç kelimeyi hak ettiğine inanıyordum, doğrusu.”

 

Diyen Beatrice yanaklarını şişirdi. Subaru başını sallayarak karşılık verdi.

 

Ve-

 

Beatrice: “Ah, eep!”

 

Subaru ellerini Beatrice’in kollarının altından geçirdi, kızı kaldırdı.

 

Sevimli bağırışını duymazdan gelerek kucakladı, etrafında döndürmeye başladı.

 

Subaru: “Başardın! Başaracağını biliyordum, seni çok seviyorum, Beako!!”

 

Beatrice: “N—dursana! Du—bırak beni—bırak gideyim, sanırım! Betty iste...”

 

Subaru: “Evet, evet, evet! Çok tatlısın! Beako bir harika! Beako gibisi yok! Aslan Beako!”

 

Subaru övgüsünü göstererek kollarında Beatrice’le döndükçe dönüyordu.

 

Beatrice'in suratı kıpkırmızı kesilmişti, Emilia ise onların bu eğlenceli halini son derece nazik bir bakışla izliyordu.

 

Ruh ve kontrat sahibi ikilisi neşe dolu ifadelerle, enerjik bir şekilde döndü, döndü ve—

 

İkisi birlikte: “Ah!”

 

—ve son anda ayakları yerden kesilerek, mutlu mesut bir şekilde, birlikte yüz üstü kara gömüldü.

 

#Bu bölümü parça parça atmak istemedim, okurken gözleriniz kanamamıştır inşallah 
Ben çevirirken çok duygulandım, Ram'ın Roswaal'ın suratını tutuşu, Roswaal'ın ağlayışı, Subaru'nun her şey yolunda diye düşünüşü, Beatrice'i kollarından tutup döndürüşü, Emilia'nın tatlı bakışları altında kara gömülüşleri falan çok güzeldi. 
Şaka maka Subaru balinadan sonra tavşanın da icabına baktı. Belki kendisi dünyanın en güçlü adamı değil ama doğru insanları doğru yerlerde tutmayı ve Ram'ın da dediği gibi 'doğru zamanlamalı adam' olmayı iyi biliyor.
Bu bölümle birlikte arc4ün tüm ana bölümlerini sonlandırdık. Şimdi kapanış için iki ara bölümümüz daha olacak, ardından minicik bir ek, sonra da arc 4-5 arasındaki bölümler gelecek. İki gün sonra ilk ara bölümümüzde görüşmek üzere :)






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr