Cilt 4 Son Söz 1 [ Teker Teker Uzlaşıyorlar ]

avatar
7671 3

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 4 Son Söz 1 [ Teker Teker Uzlaşıyorlar ]


Çevirmen : Clumsy 

 

Subaru: “—Veeeeee bittiii!”

 

Subaru önündeki kar yığınının üzerine iki çalı ekledi ve alnındaki terleri sildi.

 

Bir saatte tamamlanmış amatör bir işti ama yine de sonuçtan etkilenmemek elinde değildi.

 

Gözlemcilerden de hayranlık mırıltıları yükseliyordu.

 

Subaru: “Evet, bu konuda yetenekli olmalıyım. Eğer yiyecek parası bulmakta sıkıntı çekersek kar yağdırır ve saygın bir kar sanatçısı oluruz.”

 

Emilia: “Şapşallığı kes. Sana bunun için kar yağdırarak yardım edecek değilim… Ama gerçekten çoook güzel görünüyor.”

 

Subaru’nun üretimini inceleyen Emilia, taş basamaklarda oturarak ağzından çıkan beyaz bir dumanla bu sözleri söylemişti.

 

Ametist gözlerinde Subaru’nun kardan adamı yansıyordu—ama buna ‘kardan adam’ demek tam olarak doğru olmazdı, belki de ‘kar heykeli’ demek daha uygun olurdu.

 

Sığınakta kalan karlardan yaklaşık 20 adet Puck heykeli yapmıştı. Peki onu bu kadar çok heykel yapmaya iten şey neydi? Sorarsanız verebileceği tek cevap şu olurdu: bolca romantizm.

 

Ama bu heykeller Emilia’yı ve Sığınak halkını mutlu ediyordu, yani bu sığ mantık iş görmüştü.

 

???: “Öyle olmak için çabalamadığından eminim ama gerçekten bir aptalsın, Barusu.”

 

Başka biri, Subaru’yu sert bir şekilde aşağılamıştı.

 

Konuşan kişi başı Emilia’nın kucağına yaslı şekilde merdivenlerde oturan bir kızdı. Alışıldık hizmetçi üniformasından kurtulmuştu, basit, beyaz bir kıyafet içerisindeydi.

 

Yaşamla ölüm arasında gidip geldiği sırada kıyafetleri yanmıştı. Suratı normalden daha solgun görünüyor olsa da bu ne ses tonunu ne de sesindeki zehri etkilemişti. Yani her şey yolundaydı.

 

Subaru: “İkiniz bana aptal demek için çeteleşmişsiniz… Tüm bunlar için bayağı uğraşmışken bana biraz daha kibar davranamaz mısınız? Birazcık takdir hoşuma giderdi.”

 

Emilia: “Mm, haklısın. Çooook teşekkürler, Subaru. Ama sen uzaktayken işleri yürüten de bendim, yani ben de takdir isterim.”

 

Subaru: “Neler söylemeye başladın, Emilia-tan...”

 

Aslında Emilia Subaru’nun yokluğunda Sığınağı koruduğu için sahiden de takdir edilmeyi hak ediyordu. Emilia onlara mezarda kalmaları talimatını vermemiş olsaydı halkın Tavşandan kaçıp kaçamayacağı muammaydı. Ve Emilia Yargılamaları halletmiş olmasaydı saklanabilecekleri bir yer olmayacaktı.  

 

Subaru’nun mezarı saklanma alanı olarak düşünüp düşünemeyeceği de belirsizdi. Çünkü o kar gelmeden önce kaçma konusuna takmış durumdaydı.

 

Subaru: “Ehh, Arlam grubunun gelip motivasyonunu yükseltmesine mutlu bir hata diyebiliriz, Emilia-tan… Gerçekten teşekkürler.”

 

Önceki meseleler de dahil olmak üzere tüm bu olaylara çok fazla risk dahil olduğu doğruydu. Subaru bunu tek başına başaramamış, en zor kısımları üstlenme kararı almış olsa da daima başkaları tarafından kurtarılmak zorunda kalmıştı.

 

Emilia: “Ama tabii ki şöyle de bir şey var. Benim için her şeyi yaparsan, Subaru, burada ne yaptığımı bile bilemez hale gelirim. Yeterince gayret ettin, artık birazcık dinlenmende sakınca yok.”

 

Subaru: “Yo, olmayan beynim ve kas gücümle insanlara yardım etmek isteyince elimden yalnızca bir aptal gibi koşturmak geliyor.”

 

Emilia: “Ama bu değişecek, değil mi?”

 

Dalga geçercesine böyle söyleyen Emilia kahkahasını bastırarak Ram’ın saçlarını okşadı. Bunu anında anlayan Subaru da parmağını burnunun altına sürterek “hııı” yanıtını verdi.

 

Pek çok hata yapmış, sürekli başkaları tarafından kurtarılmış ama ihtiyacı olan her şeyi kurtarmayı başarmıştı. Ve bir daha bu meseleler üzerine ıstırap çekmeyecekti.

 

Artık başkalarına bel bağlama konusunda tereddüt etmeyecek, kendi çabaları konusunda cimri davranmayacaktı ve ihtiyaç duyduğunda kendisine güzel bir tekme atacak kişilere sahipti.

 

Subaru: “—”

 

Kafasını kaldıran Subaru, bakışlarını mezarın önündeki açıklıktan uzaklaştırdı.

 

Basamaklardaki Emilia’yı aşan bakışları mezarın ağzına dek ilerledi. Yargılama mekanizmasından yoksun kalan mekânda iki kişi mevcuttu.

 

Acaba ne konuşuyorlardı? Bu Subaru’nun zihnini kurcalıyordu ama-

 

Subaru: “Ehh, ben bile onları rahatsız etmeyecek nezakete sahibim.”

 

Konuşmak için çokça fırsatları olacaktı ancak bekleyememişlerdi.

 

E haliyle. Tartışacak dağlar kadar şeyleri vardı.

 

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※

 

Bir kız ve bir adam, şeffaf bir tabutun iki yanından birbirine bakmaktaydı.

 

Kız: “Anne...”

 

Diye mırıldanan kız kristal tabuttaki kadına bakıyordu.

 

Kız süzülüyor gibiydi, ayakları yere değmiyordu. Bunun sebebi kısmen savaşın kalan etkisiydi, kısmen de eski mekânından ayrılmanın verdiği kayıp ve özgürlük hislerinin birleşimiyle önündeki gerçekdışı manzaraydı.

 

Annesini bir daha görebileceğini hiç düşünmemişti.

 

Tabuttaki kadın—cadı Echidna—Beatrice’in hatıralarından farksızdı. Uzun, beyaz, güzel saçları ve zeki ama narin görünümü. Bu görünüm Beatrice’e gülümsediği anları -nadir de olsa- canlı bir şekilde hatırlatıyordu.

 

Beatrice: “Betty... sözünü tutamadı, sanırım. Üzgünüm.”

 

Beatrice tabutu okşayarak dört yüz yıl sonraki buluşmalarını bir özürle başlatmıştı.

 

Echidna ayrılıklarından önce ona bilgi arşivini O Kişiye aktarması talimatını vermişti. Kütüphaneyi dolduracak çoklukta kitabı ve geleceği gösteren incili ona emanet etmişti.

 

Beatrice artık ikisine de sahip değildi.

 

Echidna’nın Beatrice için arzuladığı geleceği gösteren incil de ardında bıraktığı bilgiler de küle dönerek dünyadan ayrılmıştı.

 

Beatrice: “Betty O Kişiyle tanışmadı bile... ve kitaplar da yandı, doğrusu. Özür dilemem gereken çok fazla şey yaptım, sanırım.”

 

Korkunç bir kızım diye düşünüyordu.

 

Koskoca dört yüz yılda annesinin tek bir talebini bile yerine getiremeyen aptal bir kızdı. Şimdi yüzleşemediği annesiyle buluşmuşken çokça özür sıralamalıydı ama—

 

???: “...Oooooooldukça tazelenmiş görünüyorsun.”

 

Düşüncelerini rahatlıkla çözmüş olan adam, karşısından bu şekilde mırıldandı.

 

Kafasını kaldıran Beatrice, uzun saçlı ve zayıf, solgun gülümsemeli adama göz gezdirdi. Yani Roswaal’a. Tanıdık bir yüz olmalıydı ama karşısında canının sıkılışının önüne geçemiyordu.

 

Bu yabancılık belki Beatrice ile tanıştı tanışalı hedeflerinin peşinden delice koşan gözlerindeki belirsizlikten—ve palyaço makyajının olmayışından ötürü yüzünün açığa çıkışındandı.

 

Beatrice: “Doğrusu tazelenmiş görünme konusunda benden üstünsün, Roswaal. Benim karşıma makyajsız çıkarak atalarının talimatlarını ihlal ediyorsun, sanırım.”

 

Roswaal: “Palyaço makyajı benim için bir çeşit savaş boyasıydı, aaaaaaanlarsın ya. Onu yapmak bir maske takmak gibi, diğerleriyle ruhani bir bağ kurmamı sağlıyordu. Ama faaaaaaark ettiğim bir şey oldu.”

 

Beatrice: “Neymiş o?”

 

Roswaal: “Makyajım olsa da olmasa da tam biiiiiiiiir palyaçoyum. Yani makyajı ihmal edip etmememin ne anlamı var ki?”

 

Beatrice: “Anlıyorum, doğrusu.”

 

Beatrice, şakacı bir şekilde omuz silken Roswaal’a başıyla onay verdi. Ve saçlarıyla oynadığı kısa süreli bir sessizliğin ardından,

 

Beatrice: “Şimdi,”

 

Beatrice: “Anneme söyleyeceğin şeyler olmalı, sanırım. Onunla tekrar buluşmak senin… senin ailenin en derin arzusuydu, doğrusu.”

 

Roswaal hiçbir şey söylemedi.

 

Beatrice: “Sen Annemi doğrudan tanıyan atandan sonra gelen onuncu Roswaal olabilirsin, sanırım. Mathers ailesi lordları nesillerdir kısa ömürler sürüyor, bu yüzden Kütüphanenin ziyaretçileri düzenli olarak değişiyordu, doğrusu… Ama sen çocukluğundan beri farklıydın, sanırım.”

 

Beatrice Mathers Ailesi tarihiyle derinden ilişkili olmasa da sürecin işleyişini takip etmişti.

 

İlk Roswaal Echidna’nın tek öğrencisiydi. Büyücü Hector ile yaptığı mücadelede hemen hemen tüm büyü gücünü yitirmiş olsa da Echidna’nın öğrencisi olmaktan vazgeçmemişti.

 

Echidna’nın ölümünden sonra bile Kütüphaneyi sık sık ziyaret etmiş, sersem haldeki Beatrice’i hiçe sayarak takıntılı bir şekilde bir şeyi arayıp durmuş ve muhtemelen o şeyi ölmeden önce alt nesline devretmişti.

 

O günden bu yana tüm Roswaal nesli atalarının sınırında büyü kapasitesine sahip olmuş ve Mathers ailesi genişleyip durmuştu.

 

Sıradaysa şu anki Roswaal vardı. Yani Beatrice’in önündeki adam.

 

Bu Roswaal şu ana kadarki Roswaallar arasında en üstün yetenekli olandı. Öyle bir dehaydı ki Beatrice bile karşısında içten içe ürperiyordu.

 

Onun gücü, Echidna’nın şahsen seçtiği atasını gölgede bırakıyordu ve dünyanın en güçlü büyücülerinden biri olarak istediği her şeyi elde edebilirdi.

 

Beatrice: “Onca yeteneğin vardı ama yine de Mathers lanetinden kaçamadın, doğrusu. Ailen ölü Annemle yeniden buluşma düşüncesiyle büyülendi, inatla yürüdüğün yol acımasızdı… Seninle empati yapabiliyorum, sanırım.”

 

Roswaal: “Öyle mi? İkimizin ne farkı var ki? Sen de ölü annenin sözlerine bağlı şekilde dört yüz yıl geçirdin. Tıpatıp aynı şey. Aslında benim ailem nesillerce değişirken sen kimsenin empati yapamayacağı şekilde dört yüz yılını ıssızlıkla geçirdin. Biz hedefimize ulaşmamız için yapmamız gerekeni yaptık. Sense yalnızca durduğun yerde çile çektin.”

 

Diyen Roswaal’ın sözleri Beatrice’inkilerden de sertti.

 

Neticede ikisi de kötü, diye düşünüyordu Beatrice.

 

Roswaal'ın ailesi kısacık ömürlerinde aynı hisleri taşımış, tek bir amaç uğruna mücadele etmişti.

 

Beatrice ise ölümsüz hayatını boş bir kafese tıkılıp kalarak geçirmiş, sözünü yerine getireceği günü beklemişti.

 

Objektif bir göz, ikisini de eşit oranda aptal palyaçolar olarak görebilirdi.

 

İkili birbirine sessizce bakmaktaydı.

 

Ancak sessizlikleri Roswaal’ın bakışlarını kaçırışıyla sona erdi.

 

Roswaal: “Bu sıkıcı bir tartışma. İki aptal olarak birbirimizin aptallıklarıyla dalga geçmeyi sürdürürsek boş komedi sınırlarını aşmaya başlarız.”

 

Beatrice: “...Bu konuda haklısın, doğrusu.”

 

Roswaal: “Sana bir şey sormamda sakınca var mı?”

 

Diyen Roswaal parmağını kaldırdı. Beatrice ise onu reddetmeyerek sessizce bakmayı sürdürdü. Roswaal’ın gözleri tabutunda uyuyan Echidna’nın üzerindeydi.

 

Roswaal: “Subaru-kun senin O Kişin olmayı başardı mı?”

 

‘O Kişi’ kelimeleri Beatrice’in nefesini tutmasına yol açmıştı. Bu konuyu Roswaal ile doğrudan hiç konuşmamıştı. Ama onun bu konuyu kendi bilgisi dışında farklı kaynaklardan öğrenmesini garip bulmuş da değildi.

 

Zaten düşününce şu ana dek Kütüphaneyi ziyaret edenlerin hepsi önceki nesillerin Roswaalları tarafından getirilmişti. Roswaallar olayı bu kişilerden işitip rahatlıkla kendi nesillerine iletmiş olabilirdi.

 

Ve Subaru’nun bile Roswaal tarafından getirildiğini söyleyebilirdiniz.

 

—Tabii Subaru bunu kabul edecek değildi.

 

Roswaal: “...Neden gülüyorsun?”

 

Beatrice: “—Ah. Pardon, sanırım. Sana gülmüyorum, doğrusu. Sadece aklıma komik bir şey geldi, sanırım.”

 

Siyah saçlı gencin ne söyleyeceğini tam bir isabetle tahmin edebilmek Beatrice’i eğlendirmişti. O fazla dobra biriydi. Beatrice de bu konuyu daha fazla düşünmek istemiyordu.

 

Ne olursa olsun kafasını salladı.

 

Beatrice: “O... Subaru benim O Kişim olmaya layık değil, doğrusu.”

 

Roswaal: “...Hmm.”

 

Beatrice: “Subaru Annemin bilgi arşivini miras almaya uzaktan yakından layık değil, sanırım. Kendisini o bilgilerle eğitmek de bilgileri amaçları uğruna kullanmak da umurunda değil, bunu yapacak temele de sahip değil, doğrusu. Ve aptal görünüyor, dayanıksız, büyü konusunda işe yaramaz, bacakları da kısa, sanırım. O hiçbir konuda Betty’nin beklediği O Kişi değil.”

 

Roswaal: “Bu kuuuuuuulağa ooooooooldukça acımasız bir yorum gibi geliyor.”

 

Beatrice: “Aynen öyle, sanırım, Betty acımasız, doğrusu. Ve bu yüzden dört yüz yıl boyunca ayağıma gelen her fırsatı teptim… Onların O Kişi olmasını reddettim, doğrusu.”

 

Beatrice şimdi düşününce kendisini Kütüphaneden çıkartmaya gelenlere yönelik bir suçluluk duyuyordu. Hepsi Beatrice’i kendi çıkarları uğruna çıkartmayı düşünmüş değildi. Bazıları ona nazik davranmıştı.

 

Ama Beatrice kendisine uzatılan her eli itmişti.

 

Beatrice: “O Kişiyi seçmiş olmam gerektiğini biliyorum, sanırım. Bana seslenen herkesle tek tek yüzleşmeli ve yanıtımı bulmalıydım, doğrusu. Kütüphaneyi, Echidna’nın bilgisini miras almayı hak eden birini seçmem gerekiyordu… bu gerçekleşmeliydi, sanırım.”

 

Roswaal: “Ama seçtiğin kişi O Kişi olmaya layık olmayan Subaru-kun oldu?”

 

Beatrice: “Evet, doğrusu. Mesele değil, sanırım. Betty'nin seçimi Subaru, doğrusu. O Kişi değil. Ben Subaru’yu seçtim, sanırım.”

 

Beatrice Roswaal’ın nefesinin kesildiğini ve gözlerinin irileştiğini görebiliyordu.

 

Kendisini Echidna’ya ne kadar adadığı düşünülünce onun için kabullenmesi zor bir yanıt olmalıydı.

 

Beatrice de kısacık bir süre öncesine kadar onunla tıpatıp aynı konumdaydı. Roswaal’ın canının ne kadar acıdığını anlayabiliyordu.

 

Ve anladığı için de daha detaylı bir açıklama yapmak zorundaydı.

 

Beatrice: “Subaru ona O Kişi olması için yalvardığımda bana güldü, doğrusu. Bana beni hiç görmediğim birinden daha mutlu edebileceği konusunda böbürlendi, sanırım.”

 

Roswaal: “Söylemek için... ne kadar da kibirli bir şey.”

 

Beatrice: “Bu zorlama hoşuma gitmedi diyemem, doğrusu.”

 

Onu kibar bir konuşmayla etkilemeye çalışmak yerine yapması gerekenleri söylemiş, Echidna’nın bilgilerini nasıl kullanacağını netleştirerek tamamen samimi davranmıştı.

 

Roswaal: “Ama Subaru-kun ne vaaz verirse versin seni ilk sıraya koymayacak. Ona baktığında bile anlaşılıyor… bunu sen de fark etmiş olmalısın.”

 

Beatrice: “Anlamış görünmüyorsun, sanırım, Roswaal.”

 

Roswaal: “Neyi anlamamışım?”

 

Beatrice: “Betty Kütüphaneden Subaru’nun bir numarası olduğu için ayrılmadı, doğrusu. Kütüphaneden ayrıldım çünkü Subaru’nun benim bir numaram olmasını istiyorum, sanırım.”

 

Beni seç, demişti Subaru.

 

Sensiz çok yalnız kalırım, demişti Subaru.

 

İkna edici bir gevezelik, diye düşünmüştü Beatrice.

 

Hoş bir saçmalık, diye düşünmüştü Beatrice.

 

Ama Beatrice'e dokunmuştu. İçinde yankılanmıştı. Dört yüz yıldır bir yere tıkılıp kalan kalbini ele geçirmiş ve sarsmıştı.

 

Şimdi o eli tutup Kütüphaneden ayrılır ayrılmaz hissettiği özgürlüğü tanıyordu ve ağlamaya ramak kalmışken kalbini durduramıyordu.

 

Beatrice: “Annemin verdiği görevi bırakmak beni Annemin ruhu karşısında düşürebilir ama umurumda değil, doğrusu. Betty Natsuki Subaru’nun ruhuyla kontrat içerisinde, sanırım. Pişmanlığım ve utancım… geride kaldı, doğrusu.”

 

Roswaal bunu bir ihanet olarak görebilirdi.

 

O da dört yüz yıldır Echidna’nın laneti altındaydı ve belki de Beatrice’in ilk kaçan kişi olması Roswaal’a bir ihanetti. Beatrice rolünü yerine getirerek değil, o rolü terk ederek kaçmıştı.

 

Annesi veya Roswaal’la yüzleşecekse bunu makul kılmalıydı.

 

Beatrice: “—”

 

Kalbi çoktan kararlılığa erişmişti. Uzatılan eli çoktan tutmuştu.

 

Beatrice asla solmayacak canlılıkta bir hayat yaşayacaktı. Öyle yoğun olacaktı ki kaç yıl geçerse geçsin önemini asla unutmayacaktı.

 

Bu yüzden sessizliğini koruyarak Roswaal’ın yanıtını bekliyordu.

 

Roswaal: “Kendini hazırlamana gerek yok. Ben Cadı Echidna’nın temsilcisi değilim. Ne olursa olsun yanıtına müdahale etmeye hakkım yok. Ne dilersen yapabilirsin.”

 

Beatrice: “Roswaal...”

 

Roswaal: “Ve Echidna’nın emirlerini bir kenara atmamış olsan dahi asla yerine getiremezdin. Çünkü kendi arzularıma öncelik vererek seni feda edecektim. İhanetten bahsedeceksek bu da hatırı sayılır bir ihanet olarak yerini alır.”

 

Beatrice: “—”

 

Roswaal, köşkte olanlar konusundaki hatasını pişman bir şekilde kabullenmişti.

 

Beatrice’in de Kütüphanede fark etmiş olduğu üzere Roswaal, Beatrice’in canını almak için bir kumpas kurmuştu. Beatrice bunun mantığını incile dayandırmıştı. Ama tüm bunların bağlantısını kurabilmiş değildi.

 

Beatrice: “Roswaal. İnciline ne oldu, sanırım?”

 

Roswaal: “... Yanarak yok oldu. Efendisine meeeeeydan okuyan hayırsız bir hizmetçi sağ olsun. Artık gelecek kül oldu. Ve belki geri kalan heeeeeer şey de.”

 

Beatrice: “Her şey boş ve gelecek belli belirsiz olabilir... ama sen büyük oranda tazelenmiş görünüyorsun, doğrusu.”

 

Roswaal: “—Öyle miyim acaaaaaba.”

 

Roswaal Beatrice’in önceki konuşmalarındaki mükemmel bir taklidi şeklinde bakışlarını eğdi. Ve dokunulamaz parmak uçlarına doğru Echidna’nın tabutuna uzandı.

 

Roswaal: “Aradığım yanıta ulaşan mutlak rotayı yitirdiğim için mutsuzum ve korkuyorum… Ama belki de daha önce hiç okumadığım bir hikâyeyi okuduğum için mutluyumdur. Gerçi dört yüz yıldan fazladır böyle bir şey hissetmediğim için emin olamıyorum.”

 

Beatrice: “...?”

 

Beatrice kaşlarını çattı. Bu ifadede bir terslik vardı.

 

Onun kafa karışıklığını görmekse Roswaal’ı hafifçe gülümsetti.

 

Roswaal: “Yeterince konuşmadık.”

 

Dedi farkındalıkla.

 

Roswaal: “Bunu bizim kontrolümüzün dışındaydı diyeeeeee baştan savamazsın. Başta körü körüne katı olmak gerekiyordu fakat sonrasında vaktimiz oldu. Aynı köşkte çok fazla vakit geçirdik. Ve buna rağmen, aynı şeyleri görmüş olmamıza rağmen senden kaçındım, o konuda konuşmaktan korkuyor gibiydim.”

 

Beatrice: “Roswaal, ne söylemeye çalışıyorsun, sanırım?”

 

Roswaal: “Diyorum ki… son dört yüz yılı Öğretmenin laboratuvarında olduğu gibi birlikte geçirebilirdik.”

 

Beatrice: “Öğretm—!?”

 

Roswaal’ın sessiz cümlelerinde eski, tanıdık bir kelimeyi işitmek Beatrice’in nefesini kesmişti.

 

Titrek bir nefesle bu imayı sindirerek,

 

Beatrice: “İmkânsız, yoksa sen... Roswaal mısın?”

 

Roswaal: “Ben hep Roswaal’dım?”

 

Beatrice: “Yo! Öyle değil... ne kast ettiğimi anlamış olmalısın, sanırım!”

 

Roswaal: “Yalnızca şaka yapıyordum. Ve evet, haklısın. Ben—benim, Beatrice. Roswaal.”

 

Beatrice o saniyede iki Roswaal’ı görmüştü.

 

Uzun, mavi saçlı bir adam ve aynı renk saçlı genç bir adam. Echidna’ya tapan, onun peşine her yere sürüklenen genç.

 

Beatrice: “Ama öyleyse... Roswaal, bu... nasıl!?”

 

Roswaal: “Öğretmenin ölümsüzlük arayışındaki teorilerinden birini kullanıyorum, ruh kopyalamayı. Bu Sığınaktaki en risksiz deneylerden birini üstlendim ve kendi üzerimde test ettim.”

 

Beatrice: “Ruh kopyalama... bilincini ve anılarını boş bir bedene aktarıp sübjektif bir ölümsüzlük elde etme deneyi… ama o deney ruhların bağlı kalamayışıyla başarısızlığa uğramıştı, doğrusu!”

 

Roswaal: “Kopyalanan ruhlar boş bedenlere bağlı kalma konusunda çok başarısız. Bir aksaklık vardı ama... Söz konusu ruh ile beden arasındaki aşinalık problemi olunca aşinalığı arttırarak bu problemin üstesinden gelmeyi başardım.”

 

Araştırma, ruh ve bedenin aşinalığına bağlı probleme bağlı olarak başarısızlığa uğramıştı.

 

Lewes Meyer Sığınağın özü olduktan sonra Echidna’nın bilgiye olan delice susuzluğu, onu kristalize haldeki Lewes’i farklı deneylerde kullanma düşüncesine itmişti.

 

Ama Lewes taklitleri yabancı ruhları kabul etme kapasitesinden yoksundu ve deney başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Roswaal ise kapla ruhu birleştirme konusunda elinden gelenin en iyisini yaptığını söylüyordu. Bunun üzerine kafa yoran Beatrice en sonunda Roswaal’ın buradaki varlığının gerçek anlamını çözmüştü.

 

—Ruhunu kendisine yakın varlıklar olan alt nesillerine aktararak hedefine ulaşma yolunu durmaksızın genişletmişti.

 

Roswaal: “Bana merhametsiz diyecek misin, Beatrice?”

 

Beatrice hiçbir şey söylemedi.

 

Roswaal: “Tek arzusu Öğretmeniyle buluşmak olan, habersiz evlatlarını acımasızca boş bedenler olarak adayan bana merhametsiz diyecek misin?”

 

Roswaal'ın sözleri Beatrice’e bir bıçak gibi saplanmaktaydı.

 

Ama Roswaal’ın bakışları öylesine sakindi ki Beatrice tarafından azarlanmayı beklermiş gibi duruyordu.

 

Öyleyse Roswaal da mı hükmüyle yüzleşmek istiyordu? Aynı Echidna ile olan kontratını bir kenara attığını söyleyen Beatrice gibi miydi?  

 

Roswaal, Echidna’yı tanıyan Beatrice’ten eylemlerinin ahlaklı olup olmadığını öğrenmek istiyordu. Dört yüz yıllık takıntısını, başkalarına yalnızca rahatsızlık veren sarsılmaz ve karşılıksız aşkını sorguluyordu.

 

Beatrice: “...Bu konuda bir şey söylemek bana düşmez, doğrusu. Kulağa nasıl geldiğini biliyorum ama Betty’nin senin neslinle ilişkisi sığdı, sanırım. Gerçi şimdi düşünüyorum da hepsi senmişsin, doğrusu. Bu yüzden kendini rızaları dışında evlatlarında bulmandan rahatsızlık duymuyorum, sanırım. Bu konuda en fazla ehh diyebilirim doğrusu.”

 

Roswaal: “Ehh, ha. Çoooook sert.”

 

Beatrice: “Ama tek fikrim bu, sanırım. Aslında dört yüz yıl önceden kalma bir dostumun hala yaşıyor olması beni mutlu etti, doğrusu.”

 

Roswaal: “... Anlıyorum.”

 

Roswaal gözlerini kapattı. Aradığı yanıt bu olmayabilirdi ama Beatrice’in umurunda değildi.

 

O duygularını dürüstçe iletmişti. Kütüphaneden ayrılırken eriştiği kararlılık buydu. Ve şimdi,

 

Beatrice: “Roswaal. Bir müddet eğil, lütfen.”

 

Roswaal: “Eğileyim mi? Burada mı?”

 

Roswaal Beatrice’in işaret ettiği yere baktı ve Beatrice kafasıyla onay verirken irileşen gözlerle itaatkâr bir şekilde eğildi.

 

Beatrice ise Roswaal’ın eğilişini izledikten sonra sağ ayakkabısını çıkarttı. Sağ elinde sıkıca tuttu ve-

 

Beatrice: “Gıkını çıkartma, doğrusu.”

 

Roswaal: “—Ghah!?”

 

Roswaal'ın boyu tam da Beatrice’in ayakkabısını suratına yiyecek dereceye inmişti.

 

Odada yankılanan tatmin edici bir sesle birlikte suratının ortasına ayakkabıyı yiyen Roswaal elini kızarmış yanağına götürdü, gözleri dönüyordu.

 

Beatrice onun kafa karışıklığı esnasında ayakkabısını tekrar giydi.

 

Beatrice: “Gönlü zengin biri olduğum için seni bağışlamam adına bu yeterli olacak, sanırım… Sonuçlardan bahsetmenin sonucu, doğrusu. Subaru da seni bağışlayacak, bu yüzden şimdilik seni bırakıyorum, sanırım.”

 

Roswaal: “...Ve sanırım bu her şeyin ölümsüz sonlanışından sonraki taraflı konuşmanız.”

 

Beatrice: “Öyle, doğrusu. Ayrıca Subaru tüm ölümleri önlemek adına onca şey yaptığı için harika biri. Ondan ders almalısın, sanırım.”

 

Roswaal: “—. Ha, hahaha! Saaaaaaaaaaaahiden mi! Ondan ders almalıyım! Ahaha! Tanrım... ahh, bu, çooooooooook komik değil mi?”

 

Roswaal elleri belinde olan Beatrice mükemmel bir şaka yapmışçasına gülüyordu. Kendisini kahkahalara boğulmaktan alıkoyamıyordu, kafasını duvara yaslamıştı. Ardından kafasının tersini duvara birkaç kez daha geçirerek uzunca bir iç çekti.

 

Roswaal: “Pardon. —Ama yanlış bir şey yapmışım gibi gelmiyor. Hiç değilse bu kadarını söyleyeyim.”

 

Beatrice: “Neyse ne, sanırım. Özür dileyeceksen başkalarından dile, doğrusu.”

 

Roswaal Beatrice’in kısa ve öz ifadesine başıyla onaylayarak karşılık verdi.

 

Ardından hala yerde çökük halde tabuta baktı.

 

Ve-

 

Roswaal: “Beatrice. Bundan sonra konuşacaklarımız aramızda kalacak.”

 

Beatrice: “—”

 

Roswaal'ın alçalttığı sesi Beatrice’in gözlerinin kısılmasına yol açmıştı.

 

Beatrice kollarını önünde bağlayarak bakalım ne diyeceksin dercesine çenesini kaldırdı. Roswaal ise ellerini tabuta yaslayıp ayaklanarak bakışlarını Echidna’ya çevirdi.

 

Ve örtüşmeyen gözlerinde delice bir tutkuyla şöyle dedi:

 

Roswaal: “—Öğretmeni gerçek anlamda bir kez daha görmemiz mümkün olsaydı bu konuda bana yardım eder miydin?”

 

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※

 

Subaru: “Dostum, cidden dışarı çıkmıyorlar. Konuşacakları çok şey olduğunu biliyorum ama bu kadar çok muymuş sahiden?”

 

Sabırsızlanan Subaru açıklıkta beklerken somurtuyordu.

 

On kardan adam daha yapmıştı. Artık farklı ifadeler taşıyarak Emilia ve Sığınak halkını afallatan otuz Puck heykeli vardı.

 

Ve kıskanılası bir şekilde çoktandır Emilia’nın kucağını rehin almış olan Ram hatırı sayılır ölçüde toparlanmış, taş basamaklara rahatlıkla yaslanır hale gelmişti. Ancak mezara kayan bakışlarından içeride olanlara yönelik bir endişe taşıdığı anlaşılıyordu.

 

Beatrice’in gözü açılmış, Roswaal geri adım atmıştı.

 

Subaru’nun şiddetli bir şey yaşanacağına yönelik şüphesi yoktu ama Ram’ın endişesini anlayabiliyordu. Roswaal’ın sakinleşip sakinleşmediğini kendi ağzından işitmemişlerdi.

 

Ama iyi olmadığını varsayıyorlardı.

 

Subaru: “Ehh, bu işi Beako’ya bırakacağız.”

 

Beatrice Roswaal’ı Ram’dan da uzun süredir tanıyordu. Ve Beatrice, onlara mezardaki kadın cesedinin Echidna’ya ait olduğunu söylemişti.

 

Bunu cesedin önünde yapacaklarsa baş başa konuşmaları daha iyi olurdu. Subaru, Echidna’nın cesediyle ilgili ne yapılacağı konusuna sonradan dahil olabilirdi. Dert değildi.

 

Subaru: “Hem geleceğimizle ilgili konuşmayı Garfiel ve diğerleri geldikten sonraya bırakmamız daha rahat olur.”

 

Köşkten güvenle kaçabildiyseler doğruca Sığınağa gelecekler demekti. Subaru Arlam Köyü erkeklerinden de vagonları geri götürmelerini istemişti. Yani herkesin en geç yarın gece buluşmuş olması gerekiyordu.

 

Sığınağı örten karla ilgilenmeleri ve hasar tespiti yapmaları gerekliydi. Bunun ne kadar uzun süreceği düşünülünce de bu boş zamanı kullanmaları hayırlarına olurdu. Sinirlerine de iyi gelirdi.

 

Subaru kardan adam yapmaya odaklanarak duygusal olarak az çok sakinleşmeyi başarmıştı. Roswaal’la barışçıl bir konuşma sürdürebilecek olmalıydı.

 

Evet sürdürebilirdi. Hı hı, yapabilirdi. Yapabileceğini düşünmeyi tercih ediyordu.

 

Emilia: “İyi iş, Subaru... Neden kollarını savurup duruyorsun?”

 

Subaru: “Ah, şey, hiiiç. O şerefsizin suratına yumruğumu geçirmek için boks pratiği yapıyor falan değilim! Muhtemelen ilk önce o beni indirir!”

 

Emilia: “Gerçekten mi?”

 

Diyen Emilia kafasını kaldırmıştı, aklı karışmış görünüyordu. Ardından neşeli bir şekilde kar heykeli sürüsüne baktı.

 

Emilia: “Dağlar kadar Puck olmuş. Eminim bunu gördüğüne sevinirdi.”

 

Subaru: “Sevinir miydi? ‘Ama bence ben bundan daha tatlıyım’ diye şikâyet edişini aklımda canlandırabiliyorum.”

 

Emilia: “Oh, kulağa sahiden onun lafıymış gibi geldi. Puck... ah, şu anda uyuyor.”

 

Diye mırıldanan Emilia göğüs cebinden mavi bir kristal çıkarttı.

 

Mücevher koyu mavi bir ışıltı taşıyor, kardaki güneş ışıklarını yansıtıyordu.

 

Emilia ile kontratı sonlanan Puck, kristalin içerisinde mühürlüydü.

 

Subaru: “Ama onu eskisi gibi çağıramayacaksın.”

 

Emilia: “Evet, yapamayacağım. Bu kristal Puck kadar güçlü bir ruhu mühürlü tutacak kadar saf değil. Kristal çatlamasın diye aktif kalmıyor ama… ona dokunabileceğimi ya da onunla konuşabileceğimi sanmıyorum...”

 

Subaru: “Daha iyi bir mücevher almak lazım. Eski yeşil mücevheri gibi bir şeyler.”

 

Emilia’nın boynunda asılı duran ve Puck ile kontratlarının sonlanışının ardından parçalara ayrılan kristal kolyenin oldukça nadir bir taş olduğu ortaya çıkmıştı.

 

Puck kontratlarının başlangıcında o taşa sahip olduğu için Emilia bile o taşın nereden geldiğini bilmiyordu.

 

Emilia: “Bir gün kesinlikle güzel bir mücevher bulacak ve Puck’ı geri getireceğim. O gün geldiğinde... onunla konuşmak istediğim çok şey var. Benden gizlediği ve benim keşfettiğim şeyler…”

 

Emilia mücevheri sevgiyle okşuyordu, ametist gözleri kararlılık doluydu.

 

Öyle çarpıcı güzellikteydi ki Subaru nefesini tutmak zorunda kalmıştı. Bunu fark ederek Subaru’ya kısaca bir göz atan Emilia sorgulayıcı bir şekilde homurdandı. Subaru ise burnunu ovuşturdu.

 

Subaru: “Emm, yo, şey... Emilia-tan, sen değiştin. Yani oldum olası sevimliydin ama şimdi güçlü de görünüyorsun.”

 

Emilia: “Öyleysem bu senin ve diğerlerinin sayesinde. Sürekli başkalarına bel bağlıyordum. Kısa zamanda bunun karşılığını verebilmek istiyorum.”

 

Subaru: “Sürekli bir şeyler alma konusunda durumumuz aynı.”

 

Subaru da Emilia da kendi güçsüzlüklerini net bir şekilde hissediyordu.

 

Ama bu, birbirlerinin yaralarını kapatacakları anlamına gelmiyordu. Subaru Emilia’dan bu izlenimi almış ve hem cesaretlenmiş hem de dışlanmış hissetmişti.

 

En sonunda onu destekleyecek özgüvene ve güce bir miktar kavuşmuşken Emilia ona ihtiyaç duymayacak kadar öne geçmişti.

 

Onu sonsuza dek kovalayabilir ve ona asla yetişemeyebilirdi.

 

Emilia: “Bu arada, Subaru... şey, umm.”

 

Subaru: “Mhm?”

 

Emilia: “Mezarda çok vakit geçirdiler... Mhm, kesinlikle çok.”

 

Subaru duygusal düşüncelere dalmışken Emilia ona tuhaf bir şekilde seslenmiş, ardından aynı noktada oturarak bakışlarını mezara çevirmişti.

 

Ama suratı yavaşça renk değiştiriyordu. Yanakları kızarmış, sivri uçlu kulaklarının aldığı yoğun renk Subaru’yu panikletmişti.

 

Subaru: “E-Emilia-tan!? Suratın kıpkırmızı kesildi, iyi misin!?”

 

Emilia: “Be-ben iyiyim. Kesinlikle kendimdeyim. Şimdi şey, umm, seninle belli bir konuda tartışmak isterim.”

 

Subaru: “Ta-tabii ki uygundur.”

 

Nedense Emilia’nın resmi konuşuşu karşısında Subaru da kendisini aynı şeyi yaparken bulmuştu.

 

Emilia etrafa bir göz gezdirip yakınlarda kimsenin olmadığını teyit ettikten sonra kırmızı suratını Subaru’ya çevirdi. Daha da net olmak gerekirse, Subaru’nun ağzına…

 

Emilia: “Şey, umm... Subaru, yani sen, sen beni… sevdiğini söyledin, değil mi?”

 

Subaru: “Emm, umm, evet. Söyledim. Seni seviyorum.”

 

Emilia: “—. Şey, bu, emm, beni, çook, çoook mutlu ediyor, ama...”

 

Emilia’nın cümlesinin sonlanışı Subaru’nun kötü bir hisse kapılmasına yol açmıştı.

 

“Beni mutlu ediyor ama...” demişti. Subaru’nun bundan sonra gelebileceğini düşündüğü tek bir cümle vardı, o da sadece arkadaş kalalım idi.

 

Subaru: “Bundan bahsetmiştim, beni fark etmeni beklediğimi ve fark edebilesin diye elimden geleni yaptığımı söylemiştim.”

 

Emilia: “Ben... bu beni çok mutlu ediyor. Ama bana bunları söylesen de ben, birini bu şekilde sevmenin ne anlama geldiğini bilmiyorum.”

 

Subaru hiçbir şey söylemedi.

 

Emilia: “Vagonda da öyleydi, mezarda da. Bana beni sevdiğini söylüyorsun ama benim sana söyleyebileceğim bir şey yok. Çoook kötüyüm biliyorum...”

 

Emilia'nın cümlesini usulca bitirişini işiten Subaru elini rahatlamış bir şekilde göğsüne koydu.

 

Demek ki Emilia’nın yanıtı hala bekleme modundaydı. Hiçbir değişiklik yoktu ve bu da iyiydi.

 

Subaru'nun tekrarlanan ve inatçı aşk itirafları Emilia’yı rahatsız etmediği sürece sıkıntı yoktu.

 

Subaru Emilia’ya elini uzatmaktan vazgeçmeyecek, bunu ihtiyacı olduğu düzeyde sürdürecekti.

 

Subaru ve Emilia’nın birbirlerinin hislerine yönelik anlayışlarıyla ilgili ufak bir fark vardı. Fakat bu, Emilia’nın bir sonraki cümlesinin yanında tamamen anlamsız kalacaktı.

 

Emilia: “Ama! Sanırım karnımdaki bebekle ilgili gerçekten konuşmamız gerekiyor!”

 

Subaru: “—”

 

—.

 

————.

 

————————.

 

Subaru: “Pardon?”

 

Emilia: “Kız mı erkek mi bilmiyorum ama her halükârda onu sevgiye boğmamız lazım! Ancak bana nasıl sevgi gösterileceği hiç öğretilmedi, bu yüzden ne yapacağımı bilmiyorum… Senin bu şeyler için bir babayla konuşman gerekiyor.”

 

Subaru: “Yo, yo, yo, yo, yo... dur bir dakika, dur, dur...”

 

Subaru'nun zihni Emilia’nın hızlı konuşuşuna ayak uyduramıyordu.

 

Adeta nefes nefese konuşuyordu ve Subaru, onun ne kadar heyecanlı olduğunu görebiliyordu. İki insanın bu şekilde adam akıllı bir sohbet gerçekleştirebilmesine imkân yoktu.

 

Subaru: “Emilia-tan, derin nefesler al ve bir saniye için sakinleş. Bak ben yapıyorum, şu anda sakinleşmek için derin nefesler alıyorum. Oh hey, şurada da biraz kar kalmış.”

 

Subaru eğildi, bir avuç dolusu kar aldı ve fiziksel olarak sakinleşmek adına suratına yapıştırdı. Emilia’nın derin nefesler alışını işitiyor, bir yandan da kendini mantıklı düşünmeye zorluyordu.

 

Emilia'nın karnındaki bebek. Emilia anne ve Subaru baba. Anlamıyordu. Henüz yaşı gelmemişti.

 

Subaru: “Emilia-tan. Bebek derken bildiğimiz bebekten bahsediyorsun, değil mi?”

 

Emilia: “A-aynen öyle. Kraliyet Seçimiyle birlikte yürütmenin zor olacağını biliyorum ama… bu bebeğin hatası değil ve onun mutlu olacağından emin olmamız gerekiyor! Bebeğin ihtiyaç duyduğu kişilerden sevgi görmesini istiyorum.”

 

Emilia'nın kararlılığı asil ve güzeldi.

 

Ama söylediği sözler hiçbir şey ifade etmiyordu. Subaru Emilia ile o tarz bir şey yapmamıştı. Yani Emilia bir başkasıyla birlikte—yo, bunu düşünmemeyi tercih ederdi.

 

Subaru: “Emilia-tan... bebekleri leylekler getirmiyor ya da lahana gibi topraktan çıkmıyorlar, biliyorsun değil mi?”

 

Emilia: “Ama bir kızla bir erkek öpüşünce bebek oluyor.”

 

Subaru: “—”

 

Sersemlemişti.

 

Cehaleti ve bu düşüncesinin verdiği sevimlilik karşısında sersemlemişti.

 

Emilia: “Subaru? Sorun ne? Hey, Subaru!”

 

Emilia Subaru’nun ismini söylerken hiçbir şeyi anlamış gibi görünmüyordu.

 

Annelik farkındalığıyla ifadesi daha da güçlenmiş gibiydi.

 

Belki de Emilia’nın Subaru’ya daha güçlü görünmesinin sebebi buydu. Yani belki de bu yanlış anlaşılmayı düzeltmemesi gerekliydi.

 

—Yo. Düzeltmeliydi. Böyle şeyleri düşünme zamanı değildi. Emilia bu şekilde devam ederse her şey onun sahte hamileliğine uygun şekilde ilerlerdi. Karnının her gün büyüdüğünü hayal eder ve onunla konuşurdu. Bu sevimli olurdu ama kendince problemler de doğururdu tabii ki.

 

Emilia: “Subaru, acaba, beni öptüğüne pişman mısın...?”

 

Subaru: “Ah yo, aslında seni sonsuza dek öpmeyi arzuluyorum!?”

 

Emilia: “S-sen şu anda...”

 

Subaru bu refleks halinde çıkan yanıttan pişman olmuştu, çünkü konuşma iyice yanlış anlaşılır noktalara gidiyordu.

 

Emilia’ya sonsuza dek bebek yapmayı arzuladığını söylemişti. Ehh, bunu arzuluyordu da ama şimdi değil. Öncelikle Emilia’nın doğru düzgün eğitilmesi gerekliydi.

 

Fakat bunu yapan kişi nasıl Subaru olabilirdi ki?

 

Subaru: “La-lanet olsun sana, Puck!”

 

Subaru kristalde derin bir uykuda olan kedi ruhuna lanetler okudu.

 

Kedinin patisi kafasında, dili dışarıda bir şekilde ‘Tüüüüh’ dediğini hayal edebiliyor gibiydi.

 

—Ve Subaru, tüm bu çelişkilerinden sonra, çocukları için isim seçmeye başlamış olan Emilia’ya durumu açıklatmak adına Ram veya Frederica’dan yardım alabileceğini fark edebildi.

 

#Yine çok güzel bir bölümdü. Beatrice'in Roswaal'ın suratına ayakkabıyı geçirdiği sahnede içimin yağları eridi, hepimizin yerine güzel bir darbe indirmiş oldu. Subaru'yu seçtim, onun benim bir numaram olmasını istiyorum dediği noktalar da çok güzeldi. 
Roswaal'ın hala 400 yıl önceki o Roswaal olduğunu da tahmin ediyordum, tahminim onaylanmış oldu. Bir de öğretmeni yeniden 'gerçek anlamda' görme konusu açıldı ama bu konuda henüz bilgimiz olmayacak gibi görünüyor.
Son olarak Emilia ve bebek mevzusu... Spoiler vermeyi seven arkadaşlarımız sağ olsun böyle bir şey olacağını biliyordum ama yine de canlı canlı okumak çok eğlenceliydi. Aah Emilia ahh 
Tek seferde çeviremeyeceğim uzunlukta bir son sözümüz daha kaldı, onu da bu hafta sonlanmadan çevirip atmak ve artık arc4ü bitirip arc 4-5 arasındaki ara bölümlere geçmek niyetindeyim. Ama net bir gün veremeyeceğim, takipte kalın arkadaşlar. Görüşmek üzere :)






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr