Neden dokuz yaşında bir çocuğun planlarına ayak uyduruyorlardı ki?
Subaru koridorda başı çeken küçük kızın ardından bakıyor, bunu önleyememenin rahatsızlığını taşıyordu.
—Anne-Rose Milord.
Roswaal önderliğindeki Mathers hanesinin bir dalından gelen kız, Roswaal ile pek çok ayırt edici özelliği paylaşıyordu. Dikkat çekici deniz mavisi saçları ve mavi gözleri gibi.
Saçları örgülü topuz şeklindeydi ama Subaru o saç stiline tam olarak ne dendiğini bilmediği için kıza aklından Örgülü Loli olarak sesleniyordu.
Kızın dokuz yaşına uymayan keskin bir zekâsı vardı. Akıllılığı ve nüktedanlığı Roswaal’ın akrabası olduğunu gösteriyordu ama Roswaal’ı en çok anımsatan yönü,
Anne: “Emily, elimi tutmakla ilgilenir misin?”
Emilia: “Ha? Oh, tabii Anne.”
Anne: “Öyleyse lütfedeyim. Ayrıca, Emily. Sana sarılmama izin verir misin?”
Emilia: “Ha? Oh, tabii Anne.”
Anne: “Öyleyse lütfedeyim. Ayrıca, Emily. Beni kollarında taşımayı—”
Subaru: “Yeter.”
Subaru el ele tutuşup sarılıp kucaklanmaya çalışan Anne-Rose’u Emilia’dan uzaklaştırdı. Emilia’nın gözleri irileşti. Anne-Rose ise hiç aldırış etmedi, sonra da abartılı bir şekilde Subaru’nun omzunda dokunduğu noktayı eliyle fiskeledi.
Anne: “Bir başkasına dokunmayı arzularken insanları ayırmak çok kaba bir hareket, Subaru.”
Subaru: “Bu istatistiğe nerden ulaştın? Bu anketin Milord mülkündeki tek katılımcısı benmişim gibi görünüyor.”
Anne: “Bir çocuğun sevecen haylazlıklarını görmezden gelemiyorsan limitin boyunla sınırlı olmalı, Subaru.”
Subaru: “Sadece çocuksu haylazlıklar olsaydı çenemi kapalı tutmayı bilirdim!”
Anne-Rose soğukkanlı bir şekilde eylemlerini haklı çıkarmaya çalışıyordu. Ama bu sözlere rağmen hala her fırsatta Emilia’nın elini tutmaya çalışıyordu, bu yüzden Subaru’nun dikkatsiz davranması mümkün değildi.
Anne-Rose Roswaal’la akrabaydı, dokuz yaşın ötesinde bir dehaydı.
Ve mizacı gereği—her nedense Emilia’yı haddinden fazla seviyordu.
Grubun köşke gelip kendilerini tanıttığı günden bu yana Anne-Rose Emilia’ya aşırı bir bağlılık göstermişti. Emilia saflığından ötürü bunu sevimli bir sevgi gösterisi olarak algılayabilirdi ama Subaru bu işe farklı bakıyordu.
Sonuçta kız Roswaal’ın akrabasıydı. Roswaal’ın Yarı İnsan Hayranlığı Echidna Hayranlığı tarafından bastırılmış olsa da akrabası için aynı şey geçerli olmayabilirdi.
Milord hanesi hizmetçilerinin çoğu yarı insandı. Her biri Roswaal’ın zulüm gören arazilerden topladığı ve onun iradesi doğrultusunda Milord hanesine sığınan kişilerdi.
Anne-Rose da bu çevrede doğup büyümüş biri olarak yarı insanların varlığına alışkındı. Bu yüzden yarı elf Emilia’ya karşı bir önyargısı yoktu, arkadaş canlısı tavrıysa abartılıydı.
Basitçe ifade etmek gerekirse Subaru, Anne-Rose’un Emilia’yı çalmasını engellemeye çalışıyordu.
Ve Anne-Rose da Subaru’nun Emilia’yı tekelleştirmesini engellemeye çalışıyordu.
Bu da onları Emilia’nın ilgisi konusunda rakip kılıyordu.
Gerçi,
Emilia: “Hadi ama Subaru. Seni infiale uğratan nedir bilmiyorum ancak Anne’e bu şekilde kızamazsın, o daha çok küçük. Çocukluk ediyorsun.”
Subaru: “Artık kim infiale uğratmak diyor ki?... Yo yani -onu boş ver de- bak Emilia-tan. Basitçe ifade etmek gerekirse Anne-Rose’un bakışları daha çocuk diye görmezden gelebileceğin türde değil ve...”
Emilia: “Bahane istemiyorum! Çok üzgünüm, Anne. Sanırım Subaru hala bir başkasının köşkünde olduğu için rahatsız.”
Subaru: “...ve sen tanımadığım yataklarda yatamıyormuşum gibi davransan da sözlerim geçerli!”
Subaru ve Emilia Anne-Rose konusunda farklı duruşlara sahipti, bu yüzden onunla ilgili hisleri mevzu bahis olduğunda meyve vermeyen bir tartışma başlıyordu.
Emilia neden Anne-Rose’un bakışlarının ne kadar tiksindirici olduğunu göremiyordu ki?
Subaru: “Bahse varım bu sadece Emilia-tan’a ilgi besleyen kişilerin bir başkası da aynı şeyi yaptığında görebildiği şeylerdendir, evet evet, kesinlikle öyle!”
Anne: “Emily. Subaru az önce sana şehvet duyduğunu itiraf etti. Ne kadar uygunsuz.”
Subaru: “Asıl uygunsuz olan senin kelime seçimin! Sen nasıl sadece dokuz yaşında olabilirsin!?”
Beatrice yalnızca yüzeysel olarak saldırgan davransa da Anne-Rose saldırganlığında samimiydi. Subaru bu ‘uygunsuz’ yorumunu Beatrice’in ağzından çıktığı takdirde basit bir sertlik olarak algılayıp duymazdan gelebilirdi ama Anne-Rose söyleyince gerçek bir hakaret gibi gelmişti.
Emilia: “Siz neden anlaşamıyorsunuz ki? Çoook kafa karıştırıcı...”
Subaru: “Çünkü ikimiz de seni...”
Emilia: “İkiniz de ne?”
Subaru: “—Mhn, nh.”
Emilia kafasını eğmiş, Subaru cümlenin devamını getirememişti.
Ona olan ilgisini defalarca dile getirmişti ama bunu başkalarının yanında yapmak ucuz kaçardı. Ayrıca anın rehavetine kapılıp istemsizce söylemesi de hem ucuz kaçar hem de utanç verirdi.
Anne-Rose gözünün önünde galip bir havayla gülümsüyordu.
Anne: “Öyleyse kendimi Subaru’yla daha fazla alay etmekten alacağım. Hadi konuşmaya varmış olduğumuz odamda devam edelim.”
Dedi Anne-Rose, saf Emilia ve kırmızı suratlı Subaru’ya.
Subaru ansızın tüm koridoru aşıp fazlasıyla şaşaalı bir odanın önüne gelmiş olduklarını fark etti. Belli ki Emilia daha önce defalarca davet edilmiş olsa da Subaru’nun buraya ilk gelişiydi.
Anne-Rose Emilia'nın elini tutarak onu odasına sokmak için rahatlıkla hamle etti. Fakat Subaru araya girerek bu işe bir dur dedi.
Subaru: “Bir dakika. 'Anne-Rose'un odası’ çok şüpheli bir kelime dizisi, o yüzden önce ben gireceğim.”
Anne: “—Huu. Peki, devam et. Ne istersen yapmakta özgürsün.”
Anne-Rose başta hoşnutsuz görünse de Subaru’ya bir iç çekerek teslim olmuştu. Subaru da elini kapının kulpuna yerleştirdi ve hafiften gergin şekilde odaya girdi. Orada,
Clind: “Ben de sizi bekliyordum, Natsuki-sama. Çay ve bisküviler hazır. Lütfen kendinize oturacak bir yer bulup rahatlayın. Toplantı.”
Clind Subaru’yu resmi bir eğilişle karşılamıştı.
Sersemlemiş bir şekilde kalakalan Subaru ise göz ucuyla arkasına bakarak Anne-Rose’un en ufak bir şaşkınlık taşımadığını fark etti.
Emilia: “Ha, Clind-san? Ama ben senin Beatrice ve Petra’yla bir şeyler yemek için ayrıldığını sanıyordum?”
Clind: “Öyle yapmıştım, Emilia-sama. Ama Ev Sahibesi aklına odasında bir çay partisi vermeyi koyduğu için hazırlıkları yerine getirdim. Aciliyet.”
Emilia: “Haklısın, Anne öyle bir şeyler söylemişti.”
Clind: “Evet, Ev Sahibesi beni düşünmüştü. Anlayışlılık.”
Emilia donakalan Subaru’nun arkasından kafasını uzatarak Clind’le konuşuyordu. Ama konuşmaları pek de uyuşmuyordu.
Clind ‘benden bunu istemişti’ demek yerine ‘beni düşünmüştü’ demişti.
Anne: “Clind’in acayipliklerini çözmeye çalışırsanız delirirsiniz. Kabullenip geçmek akıl sağlığınız için daha iyi.”
Clind: “Daima emirlerin bir adım ötesinde olma konusunda temkinliyimdir. Amaç.”
‘Temkinliliğin bununla ne alakası var’… Subaru’nun aklından geçen cümle buydu. Fakat Anne-Rose ve Emilia buna takılmamış, yerlerine yerleşmişti. Subaru da içinden kafasını sallasa da çay partisine dahil oldu.
Anne: “Clind çayı hazırladığına göre konuşmamıza devam edebiliriz.”
Clind: “Frederica ve Garfiel-sama'nın ilişkisini ilerletme temalı konuşma. Arabuluculuk.”
Subaru: “Clind-san, sen de aslında birkaç tane olan o çıraklardan biri misin?”
Clind: “O pozisyon Lewes-sama tarafından çoktan dolduruldu. Yeniden ele alma.”
Clind konuşmadaki varlığının bir engel teşkil edeceğini düşünmüş gibiydi. Bu yüzden herkes için çay ve bisküvileri ayarladıktan sonra odanın köşesine çekilerek bir heykel gibi dikilmeye başladı.
Bakışları Anne-Rose’a kilitlenmişti ama buna çoktandır alışkın olan kız, onu görmezden geliyordu.
Anne: “Şimdi, Clind’in değerlendirmesi doğruydu, ikimizin aklında da Frederica ve Garfiel’in ilişkisini çabucak onarmak var… bu yerinde bir düşünce mi?”
Emilia: “Evet, öyle. Bir şeyler yapmak için beynimizi zorluyoruz ama şu ana kadar harika bir fikir bulabilmiş değiliz. Gerçek bir velvele oldu.”
Anne: “Stres yaptığında çok tatlı oluyorsun, Emily. —Yani meseleyi tartışmak için köşkte turladınız ve kendinizi bir çıkmazda bulunca da bana geldiniz.”
Subaru: “Art niyetini bilinçaltımıza işlemeyi bırak.”
Lakayt Anne-Rose, Subaru’nun soktuğu laftan hiçbir şekilde etkilenmemişti.
Öyle ya da böyle, Subaru ve Emilia’nın bulunduğu durumu anlamış gibi görünüyordu, bu da onları açıklama zahmetinden kurtarmıştı.
Subaru: “O değil de sen de mi onları barıştırmak istiyorsun? Sebep ne ki? Geri kalan herkes bu olayı zamana bırakmamızda ısrarcıydı.”
Anne: “Belki onlara kıyasla teslim olmaya daha az meyilli ve beklemeye daha az alışkın olduğum içindir? Konuştuğun kişilerin büyük oranda öyle olduklarını belirtmeliyim.”
Subaru: “Dobrasın değil mi... Yo ama biz Otto’ya da danıştık.”
Anne: “Öyleyse listeme başarı nedir bilmeyenleri de eklemeliyim.”
Subaru: “Çok sert!”
Otto’nun henüz sadece bir haftadır tanışıyor olmalarına rağmen Anne-Rose’a bu izlenimi vermiş olması ne kadar da üzücüydü…
Ama Subaru, buna karşı çıkamayacağı için çenesini tutsa iyi ederdi.
Anne: “Bu meselenin zamanla çözüleceğini inkâr edemem. Aralarına giren on yıllık bir ayrılık var… onlara bir on yıl daha verirsek çözüleceği kesin. Ama bu haddinden fazla uzun. Neden Annemle Babamın en son öpüştükleri günden bu yana olduğu gibi on yıl bekleyelim ki!”
Subaru: “gggggggn?”
Son derece olgun bir konuşmayı bir anda çocuksu bir sonla taçlandırmıştı.
Subaru homurdanıyor, bu ani değişime ayak uyduramıyordu ve Clind’i susması için parmağını dudaklarına götürmek zorunda bırakmıştı.
Subaru durumu tam olarak kavrayamamış olsa da belki de kızın bu konudaki bilgisi sahiden dokuz yaşa uygundu. Gerçi bu konuyu derinlemesine irdelemese de olurdu, malum yanı başındaki Emilia da birebir aynı yanlış anlaşılmaya düşmüştü.
Anne: “O tuhaf homurdanmayı açıklamak ister misin, Subaru?”
Subaru: “Hiç. Sadece boğazıma balgam ve ümitsizlik takıldı.”
Anne: “Anlıyorum. Ergenliğin getirdiği sıkıntılar... her neyse, onları bir on yıl daha bekletmeye niyetim yok.”
Emilia: “Biz de aynı şeyi düşünüyoruz. Ama herhangi bir fikrin var mı, Anne?”
Anne: “Sen bu konuda ne düşünüyorsun, Emily?”
Soruya soruyla cevap vermiş olsa da Emilia sevimli kaşlarını çatmış ve parmağını dudaklarına götürmüştü.
Emilia: “Hımmm...”
Emilia: “Bence barışmak istiyorlar. Garfiel’in konuşabilsinler diye zaman yaratmaya çalıştığını hissediyorum. Ve Frederica da rahatsız olmasına rağmen konuşmak istiyor diye düşünüyorum.”
Anne: “Anlıyorum. Ve bu yüzden?”
Emilia: “Ve bu yüzden onları bir odaya kilitlesek işleri kolaylaştırır mıyız diye merak ediyordum.”
Subaru: “Barbarca planında ısrarcısın ha, Emilia-tan!?”
Subaru’nun daha iyi bir fikri olmasa da bunu Emilia’nın ağzından duymak şok ediciydi. Ve bu fikri uygun bulsa da aklında bazı sorular vardı. Özellikle,
Subaru: “Yani onları bir odaya atabiliriz ama o ikisinin güçlerini birleştirerek çıkamayacağı bir oda yok. Bizim yüzümüzden köşkün yarısının yok edilmemesini tercih ederim. Bu yüzden yıkık bir köşk yerine birlikte takılabilecekleri bir haftadan faydalansak ya, acelemiz ne?”
Emilia: “Öyleyse ne yapmalıyız, Subaru? Onları kilitlemek için buzdan bir oda mı yapsam?”
Subaru: “Aile sevgilerini diriltmek için böyle ekstrem şartlar yaratmamız gerektiğini sanmıyorum, hayır! Mesela, şey! Onları birebir aynı hedefi paylaşacakları şekilde bir odaya soksak ya!”
Emilia: “Aynı hedef mi...?”
Emilia aklı karışık şekilde kafasını kaldırmıştı.
Subaru onu suç teşkil eden fikirlerden uzaklaştırmayı başarmıştı ama teklifinin pek ileri gittiği de yoktu.
Onlara ortak bir hedef verme fikrini üretmiş olsa da o hedefin ne olabileceği hakkında hiçbir fikri yoktu. Yalnızca birlikte alt edebilecekleri bir canavarı falan mı yenselerdi acaba?
Ama tam olarak bu şartlara uygun bir canavarı nereden bulacaklardı ki?
Anne: “Doğrusu Subaru'yla tamı tamına aynı fikirdeyim.”
Subaru: “Ha? Cyclopes ve Chimeras’ı nereden kiralayabileceğimizi biliyor musun?”
Anne: “Boş versene.”
Anne-Rose Subaru’ya küçümseyici bir bakış atmış, Subaru da dilini çıkartarak özür dilemişti.
Dokuz yaşındaki kız iç çekerken Emilia’nın yanakları kızarmakta, gözleri beklentiyle parlamaktaydı.
Anne: “Bir hedefi paylaşmaları konusunda aynı düşüncedeyiz. Ama onlarla ilgili bilgilerimiz farklı olduğu için üretebileceğimiz fikirler de farklılaşıyor, Emily.”
Emilia: “Onlar hakkında bildiklerimiz mi?”
Anne: “Siz Frederica’dan ziyade Garfiel’i tanıyorsunuz. Bense Frederica’yı sekiz yılı aşkın süredir tanıyorum. O dişli surat kendimi bildim bileli etrafımdaydı.”
Subaru Anne-Rose’un ne söylemeye çalıştığını az çok anlamıştı.
O Frederica ile ilişkisi sayesinde Subaru’nun işaret edemediği boşluğu dolduracak bilgiyi temin edebilecekti—yani Frederica ve Garfiel’i ortak bir amaca itebilecek ortak noktaları bulacaklardı.
Subaru: “Bunun işe yarayacağına emin misin?”
Anne: “Yardım alabilirsem, evet. Şimdi, Frederica sorun teşkil etmiyor ama Garfiel edebilir.”
Subaru: “Edebilir mi?”
Anne: “Eğer Garfiel'in kişiliği şu bir haftadır gözlemlediğim gibiyse o zaman sorun çıkmayacaktır.”
Subaru Anne-Rose’un Garfiel’in tavırlarına ne derece dikkat ettiğini bilmiyordu ama onun gördüğü kadarıyla Garfiel buraya geldiğinden beri her zamanki tavrından ödün vermemişti.
Tabii Sığınaktaki kadar anlamsızca inatçılık etmiyor veya on dört yaş saflığını gizlemeye çalışmıyordu. O kadarını garanti edebilirdi.
Subaru: “Garfiel tamamıyla içten davranıyor, yani o açıdan sorun yok.”
Anne: “Harika. Sırada yardım alma meselesi var… belki Lewes-san’dan yardım alabiliriz, sonuçta onlar bir aile.”
Subaru: “Lewes-san mı?”
Onlara en yakın kişileri sıralayacaksanız listenin ilk sırasındaki isim Lewes olurdu.
Ama Lewes bu işi pek de destekliyor gibi görünmüyordu, bundan keyif alıp almayacağı da muammaydı. Yine de Anne-Rose aksini düşünüyordu ve uşağına işaret etmişti.
Anne: “Clind.”
Clind: “Bu akşamki yemek hazırlıklarını iki saatliğine geciktirip mutfağı kullanabiliriz. Teklif.”
Anne: “Anlıyorum. Çok iyi. Bu akşamki yemekle ilgilenenleri bilgilendir.”
Clind: “Emriniz olur, hemen hallediyorum. Acele.”
Clind bu kısa etkileşimin ardından hızlıca odayı terk etti. Anne-Rose ise Subaru ve Emilia’nın şaşkın bakışları altında çayından bir yudum alarak gülümsedi.
Anne: “Şimdi bu meselenin çabucak halloluşunu izleyelim. Geriye ilgilenilecek diğer meseleler kalsın.”
Diyerek de Subaru ve Emilia’nın kafasını daha da karıştırdı.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Garfiel mutfağa adımını atıp o yabancı bedeni görür görmez tuzağa düştüğünü anlamıştı.
Garfiel: “...Lanet olasıca herkes de bu işe lanet olasıca bi şekilde dahil olmuş.”
Tüm lanetlerine rağmen suratında bir gülümseme belirmişti.
Garfiel'in burnu özeldi. Koku duyusu öylesine güçlüydü ki ortalama bir adamla hiçbir şekilde kıyaslanamazdı ve kokuyu daha odaya girmeden önce almıştı.
Buna rağmen habersizmiş gibi davranma sebebiyse inatçılığının son zerresi, belki de erkeklik gururuydu.
???: “Garf?”
Garfiel kafasını kaşırken kadın arkasına baktı ve yabancı bir sesle seslendi.
Garfiel uzun, ışıl ışıl sarı saçlı bir kadının önünde durmuştu. Kadın ondan daha uzun ve oldukça yapılıydı. Ağzını dolduran keskin dişlere bir de güçlü hatları eklenince vahşi ve şiddetli bir hava kazanmıştı.
Narin sesi ve gözlerindeki şefkatli ışıltı olmasa insanlar onun hakkında tamamen yanlış bir izlenim edinebilirdi.
Frederica Baumann. İnsanlara kendisini öyle tanıtıyordu, hiç değilse Garfiel Tinzel öyle duymuştu. Tinzel annelerinin soyadıydı, Baumann ise Frederica’nın babasının.
Garfiel Frederica’nın neden babasının soyadını kullanmakta ısrarcı olduğunu bilmiyor ve bunu düşünmemeyi tercih ediyordu.
Bu buluşmayı ayarlayanların bu karmaşık hisleri hesaba kattığından yana şüpheliydi. Belki de Garfiel her şeyi abartıyordu ve dışarıdan bakanların gözünde pek de büyük bir mesele yoktu.
Garfiel: “Seni çok sık göremiyodum, Abla.”
Frederica: “Ben de aynı şeyi söyleyebilirim. Kendini burada bulmuşsun ama… akşam yemeği henüz hazır değil, araklayabileceğin bir şey bulamayacaksın.”
Garfiel: “Buraya yemek için gelmedim. Bana lanet olasıca bi çocukmuşum gibi davranma.”
Frederica: “Ama çocuk muamelesi görünce bağırmak da çocuksuluk değil mi? Ve hala şımartılmak isteyecek kadar genç olduğundan şüpheleniyorum, Garf.”
Garfiel: “Hiç de bile, on dört yaşındayım, o zorlukları aştım ben. Kimmiş lanet olasıca bebek!?”
Rahatsız olan Garfiel bağıra bağıra tepkisini koymuştu. Frederica ise bu aşırı tepki karşısında kafasını sallayarak bakışlarını önüne çevirdi—ve mutfağa baktı.
Frederica: “Şu anda bir işle meşgulüm. Garf, tüm vaktimi seni rahatlatmaya adayamam.”
Garfiel: “Ben de harika zamanımı ortalıkta boş boş gezmeye harciycak diilim. Ve buraya vakit öldürmeye de gelmedim… Sanırım seninle aynı sebepten ötürü burdayım, Abla.”
Frederica: “Aynı sebep mi?”
Garfiel: “Belli ki senden de birileri bi şeyler istemiş.”
Bu sözler Frederica’nın olayı çözmesine yetmişti.
Frederica: “Demek öyle.”
Diye mırıldandı anlayışlı bir şekilde.
Frederica: “Bir tuhaf gelmişti zaten. Anne-Rose-sama durduk yere benim etli turtalarımdan yemezse öleceğini söylemişti.”
Garfiel: “Bu boktan tuzağa nası düştün ki, Abla!”
Frederica: “Onlar... yo, Büyükanne seni ne söyleyerek buraya getirdi?”
Garfiel: “Benim harika etli turtalarımdan yemezse daha da bunayacakmış.”
Frederica: “Ben de senin bu cümleye nasıl kandığını merak ettim doğrusu.”
Garfiel’in ağzı kapanmıştı. Şimdi ablasından duyunca bu cümleyi sorgulamıştı ama işittiği zaman gerçekten endişelenmişti, yapacak bir şey yoktu.
Garfiel: “Ehh, belki de sen ona bakmayı bıraktıın için anlayamamış olabilirsin. Daha yeni yemek yemişken akşam yemeği hazır mı diye sorması hiç normal diildi. Tabii ki sıçtıımın endişesine kapılcaktım.”
Aslında üzücü bir yanlış anlaşılma söz konusuydu, çünkü Lewes karakterleri dönüşümlü olarak geliyordu ve yeni Lewes yemeğin gerçekleşip gerçekleşmediği gibi ayrıntılı hatıralara sahip değildi. Ama bunu ne Garfiel fark edecekti ne de Frederica.
İki kardeş de Lewes’in akıl sağlığı konusunda endişeliydi.
Fakat Garfiel'in sözleri Frederica’ya farklı bir açıdan dokunmuştu. Çünkü kasten olmasa da ablasını on yıllık yokluğu meselesinden vurmuştu.
Frederica: “...Haklısın. O on yıl içerisinde bir kez olsun Sığınağa dönmedim. Ve Sığınağı o süreçte koruyan sen oldun… Orada olanları veya Büyükannenin yaşadıklarını biliyormuş gibi konuşmaya hakkım yok.”
Garfiel: “Yo ben... ben onu kast etmemiştim. Ben sadece...”
Frederica: “—”
Frederica yeniden arkasına dönerek Garfiel’i kendisiyle yüzleşmeye zorladı. Suratı hala yabancılığını koruyordu.
Tam on yıl olmuştu. O süre içerisinde Garfiel’in zihnindeki abla imgesi on yıl öncekiyle aynı kalmıştı.
Yeniden buluşmuş olmalarına ve birlikte geçirdikleri zamana rağmen onun şu anki halini kabullenmekte zorlanıyordu.
Ve aynı şey Frederica için de geçerliydi. O da aynı kaygıyı taşıyor olsa gerekti.
Ancak bu Garfiel’i rahatsız ediyordu. Neden ablasının kaygısı da kendisininki gibi yoğun dalgalanmalar taşıyordu?
Ona böyle hissettiren şey neydi?
Garfiel: “...Oh.”
Ablasının bakışlarını üzerinde taşıyan Garfiel iç çekti.
Yanıt kalbinde belirmişti.
Anlamıştı.
Lanet olsun, anlamıştı. Frederica’nın gözlerinden yansıyan duyguyu gayet iyi biliyordu.
Bu Lewes’in de Sığınaktayken sık sık attığı bir bakıştı. Garfiel’in sudaki yansımasında, kendi suratında da gördüğü bir bakıştı.
Bu hüzündü. Özürle karışık bir hüzün.
Garfiel: “Tabii ki öyle olcak.”
Garfiel on yıl önceki olayların çözüme kavuştuğunu varsaymıştı.
Daha çocukken ettiği vedayı mezardayken anımsamıştı. Şimdiyse annesinin onları terk ederken ne hissettiğini anlıyordu ve Garfiel için mesele çözümlenmişti.
Frederica için de aynı şekilde çözümlendiğini düşünmüştü.
Ama öyle olmamıştı.
Mezarda olanlar yalnızca Garfiel’i etkilemişti.
Garfiel ablasına yönelik hislerini de annesinin sevgisini de anlamıştı. Tabii uzakta olduğu için bunu ablasına söyleyememişti.
Ve Frederica Garfiel’e on yıl önce olanları çözüme kavuşturamamış şekilde, ne söyleyeceğini bilemez halde bakıyordu.
Kendisi olgunlaşmış olsa da bakışları on yıl öncekinin tıpatıp aynısıydı.
Garfiel: “Abla.”
Frederica: “—!”
Garfiel: “Hiçbi şey söylemediim için üzgünüm. Ama sorun diil. Annemle ve seninle ilgili şeyleri biliyorum.”
Frederica: “Garf...”
Frederica'nın gözleri yaşarmış, şiddetli duygularla dolmuştu.
Ne söyleyecekti? Güzel konuşma becerisi olmayışına öfkelenen Garfiel, hislerini doğru dürüst ifade edebileceği kelimeleri arıyordu.
Kafasını yokluyor, okuduğu tüm kitapları aklından geçirerek söylemesi gereken sözcükleri seçiyordu.
Garfiel: “Sığınaktan neden ayrıldııını ve sonrasında neden geri dönmediini anlıyorum... aslında anlıyorum diyemem ama anlamaya çalşııyorum. Bu yüzden… şey, bilirsin ya…”
Frederica: “Sen... Annemi affetmeye hazır mısın?”
Garfiel: “—Affedecek ne var ki?”
Garfiel'in dudakları bir gülümsemeyle rahatlamış ve Frederica’ya kafasını sallayarak cevabını vermişti.
Aynen öyle. Affedecek ne vardı ki?
Garfiel’in bunca zaman kalbinde sakladığı sevgi de nefret de yanlış bir hedefe yönelikti. Gerçeği bilmiyordu, kendi hislerinin bile farkında değildi, algılayamadığı bir karanlığa öfkesini saçıp duruyordu—bu bir öfke nöbetinden fazlası değildi.
Ama şimdi gerçeği öğrenmişti ve geri kalan hiçbir şeyin önemi yoktu.
Bağışlanacak veya darılmasını gerektirecek bir şey söz konusu değildi.
Garfiel: “Annemin beni... bizi sevdiğini biliyorum.”
Frederica: “—”
Garfiel: “Yeni beni olanlardan uzaklaştırmaya çalışmana gerek yok. Harika benliğimle hiçbi alakaları yok. Peki biraz daha az boktan meseleleri konuşmaya ne dersin, Abla?”
Konuşma şekli yeniden normale dönen Garfiel kızaran burnunu ovuşturdu. Frederica ise uzun, derince bir iç çekti ve gözlerindeki yaşları sildi.
Frederica: “Garf... gerçekten büyümüşsün.”
Garfiel: “Sıçtıımın alayı! Sana kıyasla lanet olasıca zerre kadar bile büyümedim! Sana ne bok oldu böyle! Nasıl böyle ökü—ghhhah!?”
Frederica: “Aile olabiliriz ama bu sana kadınlara böyle şeyler söyleme hakkı vermez, Garf, seni aptal.”
Frederica kardeşini bacağından yakalayıp yere yapıştırmış ve Garfiel’in kafasının arkası zemine çarpmıştı.
Tavana bakan Garfiel’in başı dönüyor, Frederica ise ona yukarıdan bakıyordu. Ardından yüzü yeniden gülümsemeye çevrildi.
Frederica: “Hadi kalk bakalım.”
Garfiel: “Beni lanet olasıca tersyüz edip yere yapıştıran sendin.”
Garfiel kendisine uzatılan eli tuttu ve ayağa kalktı.
Sonra da üzerini hafifçe silkeleyerek göz ucuyla Frederica’nın kullandığı tezgâha baktı.
Garfiel: “Ee? Etli turta konusunda hangi noktaya geldin, Abla?”
Frederica: “Malzemeleri toparladım, kesmeyeyse daha yeni başlamıştım. Gerçi yapılışını anımsıyor olman beni biraz etkiledi, zamanında sadece yemeyi bilirdin.”
Garfiel: “Çünkü mızmızın biri o gittikten sonra yapabileyim diye tarifi arkasında bırakmış. Tamamdır, harika benliğim hamuru yoğurcak.”
Frederica: “Öyleyse ben de doğrama işlerini yapayım.”
Garfiel malzemelerin önünde durarak kafasına bir havlu geçirdi, hazırlandı. Frederica da onun ihtiyaç duyacağı şeyleri çıkartarak rahat bir tavırla önüne koydu.
Böylece kardeşler önlerinde on yıllık bir süre daha olmadan birlikte çalışmaya, bir aile olarak işlerini rahatlıkla görmeye başlamıştı.
#Sonunda 'Garfiel-Frederica operasyonu' başarıyla tamamlandı. Yalnız beş bölüm boyunca düşünüp taşınıp sadece turta yapmaya göndererek meseleyi çözmeleri de bir harikaydı. Bu bölümler geride bıraktığımız ve bizi bekleyen onca olay düşünülünce önemsiz geliyor ama işlerin nasıl yoluna girdiğini görmek ve yeni karakterleri olay örgüsü içerisinde tanımak için atlamamak lazım diye düşünüyorum. Böylece yalnızca iki ara bölümümüz kaldı. O bölümler daha da uzun ama yine bölmeden çevirmeyi düşünüyorum. Hadi sıradaki bölümde tekrar görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..