—Subaru daha önce de bu salonda bulunmuştu fakat salon şu anda o anımsadığı haline hiç benzemiyordu.
Kırmızı halının etrafı büyük şamdanlarla çevriliydi. Kan kırmızı alevleri odayı daha da resmi bir hale sokuyor, tüm katılımcılarda duruşunu düzeltme isteği doğuruyordu.
Köşkün hemen hemen tüm önemli figürleri duvarların dibine dizilmişti. Yani hikâyenin ana kahramanlarının yanı sıra Milord hanesinden de katılımcılar mevcuttu.
Yalnızca Subaru’yla ilişkili kişileri dahil etmek onu kendi grubu için tekelleştirmek olurdu.
O bile bu etkinliğe daha çok kişinin tanık olması gerektiğini anlıyordu.
Ama tüm Lewes taklitlerini getirmeleri mecbur muydu sahiden?
Lewes ona başını sallıyor, endişelenecek bir şey olmadığını söylüyordu fakat tabii ki daha sonra başının etini yiyecekti.
Subaru kızların yönlendirilmediği sürece zarar vermeyeceğini biliyordu, onu rahatsız eden şeyse yapabilecekleri şeylerin belirsizliğiydi.
Tabii bu gerginliği geri kalan kişiler de paylaşıyor olmalıydı.
Buradaki kişilerin dalga geçilecek pek çok noktası vardı.
Tüm ana karakterler resmi kılıklara bürünmüştü ki bu da çok komikti.
Bu kılığa alışkın duran Roswaal ve Anne-Rose bir kenara atılırsa Otto ve Garfiel kıyafetlerinin içerisinde Subaru’dan bile daha tuhaf görünüyordu. Garfiel’in suratını buruşturuşu ve kalkık yakasından duyduğu rahatsızlık bir yana Otto ne kadar tuhaf göründüğünün farkına varmış bile değildi.
Frederica ve Clind’in dahil olduğu hizmetkarlar da resmi kıyafetler giyinmişti. Subaru’nun Ram’la ilgili bazı sakıncaları vardı, çünkü gayet mantıklıymış gibi hizmetçi üniformasıyla katılmıştı. Ama onun yanındaki kişiyi görmek Subaru’nun nefesini kesmişti.
Sandalyeye oturulmuş mavi saçlı bir kız.
Gözleri kapalıydı. Doğal olarak. Hala uykudaydı. Ram onu buraya getirmiş ve seremoniye katılmasını sağlamıştı. Ram’ın yapmacık gülümsemesi bu teklifi yapan kişinin o olduğunu belli ediyordu.
Gözlerini birazcık daha kaydıran Subaru, güzelce giyinmiş ve gururlu bir şekilde kendisine bakmakta olan Petra’yı gördü.
İhtişamını sergileyen elbisesiyle Anne-Rose ve Beatrice’e rakip olacak derecede ışıldıyordu. Basit bir köylü kızı olması lazımken bu duruşunu nasıl açıklayabilirdiniz?
Beatrice ise her zamanki kılığındaydı ama Subaru’ya dönük suratında naif bir ifade vardı. Kızarmış yanakları ona giyinme odasındaki etkileşimlerini anımsatıyor ve Subaru’yu utandırıyordu.
Ve Subaru’nun tam önünde—
“—”
—Gümüş saçlı bir kız bekliyordu.
Seremoni kıyafetleri içerisindeki Emilia, Subaru’yu yepyeni bir harikuladelikle büyülemişti.
Gümüş saçları ay ışığı misali parıldıyor, ametist gözleri mücevherler misali ışıldıyordu. Kışkırtıcı güzellikteydi ve dudaklarını büzmüş durumdaydı, belli ki seremoni konusunda gergindi.
Kıyafeti Subaru’nun Emilia’nın saflığı konusundaki izlenimini kuvvetlendirmiş, rahibe elbisesini andıran, altın kenarlı cüppesiyle bu ritüelin ciddiyeti ve asaleti keskin bir şekilde belli edilmişti.
Subaru onu gördüğü anda kafasındaki her şey susmuştu.
Son çalkantılı duyguları da dağılmış, zihninde kalan tek şey Emilia olmuştu.
Asla ama asla bu seremoniyle de izleyen insanlarla da dalga geçmeyecekti.
Ne yapmalıydı? Kime bakmalıydı? Nereye oturmalıydı?
Kimsenin cevap vermesine gerek yoktu. Biliyordu.
“—”
Hiç kimse talimat vermeden bir adım öne çıktı.
Halıdaki adımlarından hiçbir ses çıkmıyordu. Kalçasındaki şövalye kılıcının ağırlığını unutmuş, tutkusuna odaklanmış ama dingin bir deniz sakinliğiyle Emilia’ya yaklaşmıştı.
Kalbi kendisine çevrili gözlerin doğurduğu fırtınaya rağmen sarsılmazdı.
O anda onun kalbini dalgalandıran tek şey Emilia’ydı.
Ona yaklaştı, dokunabilecek kadar ilerledi.
Emilia bir kürsüdeydi, göz kamaştırıcı güzellikte yanakları kaskatıydı. Subaru önünde diz çöktü.
Dizini yere koyarak başını eğdi.
Garfiel’in ona anlattığı tüm seremoni gelenekleri bedeni tarafından yerine getiriliyordu. Emilia’nın yoğun bakışları ona dikilmişken kendi gözleri kapalıydı.
Neredeyse nefes almayı unutacağı bir atmosferdi. Teninde yükselen hoş bir stresle kafasını kaldırdı ve kılıcı belinden çıkarttı.
O önemli kılıcı saygılı bir şekilde kaldırdı, kınından çıkartarak göğsünün önüne getirdi.
Mum ışıkları çeliğin üzerinde titreşiyor, Subaru ve Emilia’nın gözleri de aynı ışıltıyı taşıyordu.
“—”
Kınından çıkan kılıcın güzelliği gözlerinde yansıyan Subaru, kılıcı Emilia’ya sundu.
Kılıcın önüne gelişini gören Emilia’nın dudakları bir duygunun esiri olarak titremekteydi.
Ama ağzından dökülecek sözlerin kontrolünü anında ele aldı ve kendisini o duygu tufanına kapılmaktan kurtardı.
Solgun parmakları kılıca dokundu. O ağır şeyi yavaşça kaldırdı ve ucunu tavana doğrulttu.
Kılıcı kaldırırken çok güzel görünüyordu. Subaru bu manzaraya tanık olma arzusunu bastırarak kafasını eğdi ve gözlerini tekrar kapattı.
Emilia’ya sunulan şeyler kılıç ile şövalyenin gururu, varlığı ve boynuydu.
“—”
Canını Efendisine adayan bir Şövalye.
Subaru'nun duruşu yeminini yansıtıyor, Emilia’nın dudaklarını ve gözlerini dalgalandırıyordu. Lakin tereddüdü kısacık bir an sürdü. Dudaklarını büzdü ve bakışlarını en ufak bir kararsızlık taşımayacak şekilde odakladı.
Kılıcın ucu Subaru’nun sol omzuna doğru alçaldı.
Düz kısmı omzuna yaslanırken ağırlığı neredeyse Subaru’nun bağırmasına yol açacaktı. Üzerindeki baskıysa fiziksel değil, zihinseldi.
Belki de bu, her şövalyenin taşıması gereken ‘onur’ denilen hissiyattı.
Tam da o an itibariyle Natsuki Subaru bunu anlamıştı.
Kılıcın ucu sağ omzuna doğru harekete geçti.
Birebir aynı ağırlığı hissetti ama bu defa kılıcın soğukluğu onunla kaldı.
Tabii ki öyle olacaktı. Seremoninin en önemli anı başlıyordu.
“—”
“—”
Salona sessizlik çöktü.
Yo. Salon başından beri sessizdi. Şu ana kadarki sessizlik garip bir tansiyona, hararetli ve yoğun bir şekle bürünmüştü.
Ama şu anki sessizlik yeni bir alev taşıyordu.
Tansiyon yoktu, enerji yoktu, bu sessizlik meşruydu.
Eşit bir sessizlik Emilia’nın, Subaru’nun ve tüm katılımcıların kalbine çökmüştü.
Bunu dağıtma hakkı olan tek bir kişi vardı.
“—Işıltılı dünyayı gözleyen güneşe, alemi uykusunda izleyen yıldızlara. Rüzgarlara, sulara, toprağa, ışığa, her şeyde var olan ruhlara.”
Sessizlik dağılmıştı.
Emilia'nın dudaklarından seremoni ayini dökülmekteydi.
“—Seni karşılayan, büyüten, sana sunulan yüce dünyaya.”
Tir tir titriyordu. Subaru’un içi tir tir titriyordu.
Dişleri yerinde, sabit şekilde durabilecek gibi gelmiyordu. Kalbi neyin zorluğunu çekiyordu?
Zihnindeki karmaşayı sorgulamak bile canını sıkıyordu.
Şu anda tek isteği o seste boğulmaktı.
“—Seni destekleyen, oluşturduğun, büyüttüğün onura.”
Üzerindeki bakışların sıcaklığını hissediyordu.
İçinde harlanan tutku, yanmaya hazırdı.
Kalbi delice, çılgınlar gibi çarpıyor, soruyu bekliyordu.
“—Seni izleyen her şeye, seni yetiştiren dünyaya, seni destekleyen onura gölge düşürmesin, izlediğin yol. Korku olmaksızın, endişe olmaksızın, şüphe olmaksızın kalbindeki gibi ol.”
Ayin sona ermişti.
Soru geliyordu.
Bu soru seremoniyi sonlandıracaktı. Subaru bile bu sorunun yanıtını bilmiyordu.
Fakat-
“—Daima güçlü olan iradenle ve seni kuşatan her şeyle, bundan böyle beni koruyacağına yemin eder misin?”
—Kalbi Emilia’nın sorusunu nasıl yanıtlayacağını biliyordu.
“Güneş, yıldızlar, dünya, onurum—ve-”
Ayinde sıralı olan her şeye tek tek minnettarlığını ve kararlılığını ilan edecekti.
Yeminini etmeden önce teşekkür etmesi gereken kişileri düşündü.
Ve dudaklarından doğal olarak şu kelimeler döküldü:
“—Annem ile babam üzerine yemin ederim.”
“—”
“Seni koruyacağım. Arzularının farkına varacağım. —Benim adım Natsuki Subaru.”
Kafasını kaldırdı.
Kılıç sağ yanındaydı. Fakat ışıltısı gözlerine yetişemiyordu.
Şu anda gördüğü tek şey kendisine bakan bir çift ametist gözdü.
“Emilia. Ben senin şövalyenim.”
“—Mm.”
Bu sözleri söyledi ve yanıtını aldı.
Emilia'nın gözleri birçok duyguyla dolup taşıyordu.
Ama herhangi birinin dışa vurmasını engellemeyi başararak kılıcı Subaru’nun omzundan kaldırdı.
Hizasını düzelttiği kılıcı yeniden Subaru’ya sundu.
O da iki eliyle saygılı bir şekilde kabul ettiği kılıcı kınına yerleştirdi.
Ardından hala diz çöker halde kalçasına yerleştirerek Emilia’ya baktı.
Emilia’nın hafifçe başıyla onay verdiğini görerek ayağa kalktı.
Ve o noktada,
“Ayrıca Emilia-tan, o kıyafetin içerisinde mega seksi-tatlı görünüyorsun.”
“Seni şapşal.”
—Seremoninin tüm ciddiyeti bozulurken kıpkırmızı suratlı Emilia, dilini çıkartarak karşılık verdi.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Ziyafet masasına pek çok yemek yerleştirilmişti.
Sosyal duruş ve sınıf farkı gözetmeksizin herkes birbiriyle sohbet ediyor, bir çeşit toplantı gerçekleşiyordu.
Subaru: “Ben ömrümdeki en stresli şeylerden birini yaşayayım bir de size bakın, nasıl da eğleniyorsunuz.”
Dışarıdaki terasta gece rüzgarlarıyla yıkanarak içeridekileri izliyordu.
Yanında sofradan alınmış dolu bir tabak ve bir içecek duruyordu fakat içindeki şişkinlik henüz geçmemişti.
Boğazına herhangi bir yemek veya içecek sokmakta zorlanıyordu.
Boynundan yukarıdaki sıcaklığın bir yere gittiği yoktu.
Midesi ona aç olduğunu söylese de göğsü herhangi bir şeyin geçemeyeceği kadar doluydu.
Subaru: “—”
Göz ucuyla salonun başında, elbisesiyle dans etmekte olan Petra’yı gördü. Arlam Köyündeki festivallerde yaptıkları türde bir danstı ama Petra’nın maharetli şekilde başı çekişiyle bir asilin köşküne uygun hale gelmişti.
Utangaç Beatrice’i de yanına çekmiş, bayağı bir dansa zorlamıştı. Beatrice çaresizce kayıtsız ve ifadesiz görünmeye çalışıyor olsa da Subaru, kulaklarının ve burnunun tutamadığı şekilde titrediğini görebiliyordu.
Her zamanki gibi çaresiz Beatrice’i bu işe Petra sürüklemişti.
Subaru yanakları gevşeyerek içeceğini eline aldı. Hiç değilse dilini ıslatacak kadar toparlanmayı başarmıştı. Gerçi henüz Garfiel ve Frederica’nın turtasına uzanmaya hazır değildi.
???: “—Demek buradasın, Subaru.”
Subaru tırabzana eğilmiş şekilde göğe bakarken bir ses işitti. Başını eğerek bir ay perisiyle karşılaştı, güzelliği ayın ışıklarıyla daha da şahlanmıştı.
Subaru: “Yo, Emilia-tan’mış. Bir melek sanmıştım.”
Emilia: “Yine tuhaf şeyler söylüyorsun. Sarhoş musun?”
Subaru: “Hala reşit değilim, o yüzden içki içmiyorum. Bir şeyden sarhoş olduysam o da atmosfer ve kendi egomdur.”
Emilia: “Hmm, demek sahiden de sarhoşmuşsun.”
Emilia kıkırdarken Subaru bu cümle karşısında kaşlarını çatmak zorunda kalmıştı.
Derli toplu elbisesinin altından Emilia'nın soluk teni görünüyordu—boynu ve yanaklarındaki kızarıklık Subaru’nun şu anki haline katılmasını sağlıyordu.
Subaru: “Bu da neyin nesi, Emilia-tan. Asıl sen içiyor gibi görünürken bana sarhoş musun diye soruyorsun.”
Emilia: “İçmedim. Bana birazcık meyve kokteyli verdiler. Ben asla alkol alıp komikleşmem.”
Subaru: “Dostum, çok tatlısın.”
Emilia seremonideki ciddiyetini tamamen unutarak suratını asmıştı.
Yani Subaru’nun karşısında tamamen normal, sevimli bir kız duruyordu.
Emilia: “Ee, Subaru. Burada tek başına ne yapıyorsun?”
Subaru: “Söyledim ya. Atmosferden ve egomdan sarhoş oldum.”
Anlamsız bir cevap olsa da tamamen isabetsiz de sayılmazdı.
Tek başına geceye karışıp dışa vuramadığın bir şekilde canının sıkılmasına başka ne diyebilirdiniz ki?
Mevzu hislerini insanlara öyle rahatlıkla açamaması değildi.
Emilia: “Pişman mısın...?”
Subaru: “Kesinlikle hayır. Bir daha duymayayım, Emilia.”
Emilia: “Mm, özür dilerim. Üzgünüm. Ama aynı zamanda da mutluyum.”
Yanakları alkolden ötürü kızarmış olan Emilia, Subaru’ya bir adım yaklaştı.
Onun yanındaki tırabzana yaslandı. Omuzları birbirine değecek kadar yakınlardı ve bu yakınlık Subaru’nun bedenini iyice ısıtmıştı.
Emilia: “Subaru. Töreni bir anda ortaya çıkardığım için özür dilerim. Ben bunca zamandır hazırdım, senin de bildiğini düşünmüştüm.”
Subaru: “Yo, muhtemelen fark etmeyerek aptallık ettim. Şimdi düşündüm de bana pratik yapıp yapmadığımı sormuştun ama ben her defasında saçma sapan yanıtlarla başımdan savmıştım.”
Emilia Subaru’nun bildiğini varsaymış ve ara ara ne kadar ilerlediğini sorgulamıştı.
Subaru ise asla fark edememiş, bu sohbeti her açılışında ciddiyetsizlikle kapatmış, Emilia’nın ne söylemeye çalıştığını hiç anlamamış, kendisini başka şeylere adamıştı.
Her halükârda tüm bu tören işi,
Subaru: “Roswaal'ın hatası. Aslında son zamanlarda olan her şey onun hatası. Beni aşağılamaya mı çalışıyor? Bu sefer cidden aşırıya kaçtı.”
Emilia: “Ben Roswaal’ın hep böyle olduğunu düşünür gibiyim… ama evet, seni eskisinden de daha çok kışkırtıyor gibi. Belki de ilgini çekmeye çalışıyordur.”
Subaru: “Bu korkunç, Emilia-tan.”
Subaru'nun ilgisi yalnızca Roswaal’ı daha da umutsuz bir insana çevirirdi, o yüzden çekmeseydi daha iyiydi.
Subaru şaşırtıcı derecede olağan bu fikir karşısında suratını ekşitirken Emilia gülerek elini salladı.
Emilia: “Sadece şaka yapıyordum. Roswaal’ın komplosunu öğrenişimizden sonra nasıl davranacağını bildiğini sanmıyorum. Eminim kısa bir sürede eskisi gibi davranmaya dönecektir.”
Subaru: “’Eskisi gibi davranmaya’ dönerse hiçbir şey öğrenmemiş gibi olur ama… neyse, değişip ona nasıl karşılık vereceğimizi bilemeyeceğimiz hale gelmesinden iyidir.”
Gönülsüz bir karar gibi görünse de Subaru şimdilik bunu kabullenecekti.
Konuşmanın bu kısmının sonlanışıyla birlikte Emilia bardağından bir yudum aldı. Bardak başından beri yanındaydı ve Subaru tahminlerinde haklıysa içindeki meyve kokteyli alkollü olmalıydı.
Emilia giderek daha da sarhoş oluyor ve bu Subaru’yu hem korkutuyor hem de ilgisini çekiyordu.
Emilia: “Söylesene, Subaru.”
Subaru: “Hm, ne? Alkolün ısısı vurdu da soyunma vakti mi geldi? Burada yapmasan daha iyi olur. Tamamdır, hadi gidip başka bir yer bulalım. Bize müsaade.”
Emilia: “Üzgünüm. Ne söylediğini tam olarak anlayamadım. Yo, burada kalıyoruz.”
Emilia Subaru’ya hafiften ters bir bakış attı. Bu da onun yerinde büzüşüp başını eğmesine yol açtı, bu noktada Emilia çenesini salondaki açık büfeye doğru çevirdi.
Emilia: “Eğleniyor gibi görünüyorlar.”
Subaru: “Eeehh öyle. Burası bir asil köşkü ama hizmetliler bile hoş karşılanıyor, bu da gerçekten samimi hissettiriyor. Düşük-orta seviye mensubu biri olarak ideal olanın bu olduğunu söyleyebilirim.”
Emilia: “Mm, katılıyorum. Bence çook harika.”
Subaru Emilia’nın ametist gözlerindeki ilgi ve arzuyu fark etmişti.
Subaru ve Emilia aynı resme tanık oluyor olmayabilirdi. Emilia’nın herhangi bir sınıf veya ırk ayrımı gözetmeyen barışçıl bir manzara gördüğü kesindi.
Subaru ise bunları yalnızca yüzeysel olarak algılıyordu. Bakış açıları tamamıyla farklıydı.
Aynı şeyi görüyor ama farklı şekilde düşünüyorlardı.
Ve Subaru’ya göre farklılıklar iyiydi.
Emilia: “Ne oldu, Subaru? Çoook huzurlu görünüyorsun.”
Subaru: “Öyle mi... Belki de sadece burada olup seninle aynı şeyleri gördüğüm içindir, Emilia-tan.”
Emilia: “Gerçekten mi? Öyleyse ben de o şeyleri benimle aynı şekilde gördüğün için mutluyum.”
Subaru: “Bilmiyorum. Öyle görmüyor olabilirim. Ama bence farklı olmamızda bir sakınca yok.”
Emilia Subaru’ya baktı. Subaru bu bakışları fark etse de önüne bakmayı sürdürdü ve yanakları hafif bir gülümsemeyle rahatladı.
Emilia da onun gülümsediğini fark edip başını salladı.
Tam da ortak bir anlayışa erişeceklerken,
Subaru: “Oh, lanet olasıca Otto. Abartıyor, likörünü tutabileceğinden bile emin değilim.”
Garfiel salonun ortasında Otto’ya pahalı görünümlü bir bardak alkolü kafasına dikmesi için meydan okuyordu. Otto da gözlemcilerin alkışını almak için bir güzel kafasına diktiği bardağı pat diye masaya geri bıraktı.
Ama suratı önce kıpkırmızı kesildi, sonra da ölü solgunluğuna ulaştı. Bu dönüşümün ardından da Garfiel tarafından sırtlanarak koştur koştur salondan çıkartıldı.
Subaru: “Herhalde tuvalete gidiyorlar.”
Emilia: “Otto-kun iyi olacak mı? Umm, ormanda zehirli mantar yiyen köpeklere benziyor gibiydi…”
Subaru: “Yetişkinliğe ulaşıp limitine dek sarhoş olursan seni nelerin beklediğini bilmen lazım, Emilia-tan.”
Emilia: “Öyle mi oluyor?”
Subaru: “Yo, yani ben bilmiyorum.”
Subaru reşit değildi.
Ve Otto’nun içtiği likörün ne kadar pahalı olduğuna bakılırsa belki de onu geri çıkaracaktı? Subaru o büfede ucuz veya seri üretim bir şey olacağından şüpheliydi.
Roswaal’a bir bakış attı. Algıları sağlam olan Roswaal da hemen o bakışı yakalayarak Subaru’ya doğru bardağını kaldırdı. Palyaço makyajlı Roswaal, Otto’yu mağlup eden alkolü rahatlıkla içebiliyordu.
Ya haysiyeti galip geliyordu ya da liköre alışkındı.
Emilia: “...Subaru. Sana söylemek istediğim bir şey var.”
Subaru: “Ne tesadüf. Benim de sana söylemek istediğim bir şey vardı.”
Emilia aralarında doğan sessizliği bozarak yalnızca Subaru’nun duyabileceği şekilde fısıltıyla bir şeyler söyledi. Subaru da hala tırabzana yaslı şekilde başını sallayıp onay vererek duruşunu düzeltti.
Emilia yüzünü ona döndü, aralarında yalnızca soluk alacak kadar mesafe vardı. Subaru refleks olarak geri çekilse de-
Emilia: “Kaçma.”
Emilia'nın eli onu yakalayarak geri çekilişini engelledi.
Ve Subaru’nun yarım adımı onları daha da yaklaştırdı. Tökezleyen Subaru Emilia’nın alnına çarptı.
Aceleyle geri çekilmeyi denese de Emilia’nın kıyafetini kavrayışı bunu engelliyordu.
Subaru: “E-Emilia-tan? Bu durumdan memnunum ama konuşma için birazcık fazla gergin bir ortam olmadı mı...”
Emilia: “Ben de gerginim. İlk defa biriyle bu kadar önemli bir konuşma yapıyorum. Yani eşitiz.”
Subaru: “Y-yo bence ben daha öndeyim...”
Çaresizce gülümseyip sıyrılmak istiyor ama Emilia gitmesine izin vermiyordu.
Emilia sıcak davranırken Subaru hiç değilse kendi stresini azaltmaya ve Emilia’yı tuhaf bir şekilde salondan gizlemeye çalışıyordu.
Bu dairesel duruşlarından sarılıyor gibi göründükleri barizdi. Subaru hiç değilse birazcık daha kayarsa elleri tırabzanda yıldızlı göğe bakıyor ve şiirsel davranıyor gibi görünebilirdi.
Subaru: “Tamamdır, endişelerin icabına bakıldı, şimdi istediğini söyleyebilirsin.”
Emilia: “...Tamamdır, ben ve Bay Şövalyem arasında bir konuşma başlıyor. Konumuz Roswaal’ın beni Kraliyet Seçimine katılmaya nasıl davet ettiği.”
Subaru: “—”
Emilia daha önce bu konuyu Subaru’ya hiç açmamıştı.
Ve bunun Yargılamayla, mütemadiyen onun tarafından cesaretinin kırılışıyla alakası olmalıydı.
Subaru nefesini tutarak bakışlarını Emilia’ya çevirdi.
Bakışları buluştu. Emilia’nın gözlerinde yansımasını gören Subaru kararlılıkla başını salladı.
Emilia: “Elior Ormanı donmadan önce annem ve… diğer elflerle birlikte orada yaşıyordum.”
Bolca mutlu ve kederli anı içeren bir hikayeydi.
Emilia bu hikâyeyi duraksamalar ve hıçkırıklarla birlikte, tüm içtenliğiyle Subaru’ya anlattı.
Emilia ebeveynlerini tanımıyordu. Fortuna Emilia’yı onların yerine de sevmişti. Köylüler gidecek hiçbir yerleri yokken onları nazik bir şekilde kabul etmişti. Ve bir de Cadı Tarikatı denen, köye gizlice yardım eden bir organizasyonla Juice isimli bir karakter söz konusuydu.
Sınırlı bir dünyaydı ama Emilia o dünyada sevgi ve nezakete boğulmuştu.
Ve her şey Elior Ormanının donduğu gün mahvolmuştu.
Cadı Tarikatı, Pandora isimli cadı ve Kardinalin belirişiyle gaddarca davranmıştı. Cadı yaratığı siyah yılanın gelişi, Fortuna ve Juice’in trajedileri yaşanmış, Emilia annesine verdiği sözü tutarak hem onu hem de köyü yitirmişti. Sonra da buzdaki uzun süreli bir uykudan uyandığında tanıştığı Puck gelmişti.
Emilia: “Puck oldum olası beni beklediğini, beni aradığını söylemişti. Sonra da yapacağını söylediği gibi benimle kaldı, beni korudu. Şimdi bile o büyü taşının içerisinde uyandırılmayı bekliyor… Bunu hissedebiliyorum.”
Subaru: “Ama onunla konuşamıyorsun, değil mi?”
Emilia: “Hala uykuda. Ama benimle bir kontrat oluşturmayı reddetmiyor. Bu büyü taşının uyanık olduğu takdirde onun çapası görevini görebileceğini sanmıyorum. Daha üstün seviye, renksiz bir büyü taşı olmalı. Eğer öyle bir taş ve onu tetikleyecek bir şey bulabilirsem… geri döneceğini biliyorum.”
Emilia’nın boynunda mavi büyü taşından bir kolye takılıydı.
O taş, Lewes Meyer’in mühürlü olduğu devasa taştan bir parçaydı. Puck’ı barındırmak için yeterli değildi ve uykudaki ruh, dış dünyayla iletişim kuramıyordu.
Garfiel mücadelesi esnasında ettiği yardım gerçekten de onun son katkısıydı.
Subaru: “Puck ile ilgili kısmı anladım. Peki ya Kraliyet Seçimi?”
Emilia: “Ben ve Puck vaktimizin tamamını donmuş ormanda geçirdik. Bazen yakınlardaki şehirlere de giderdim ama pek hoş karşılanmazdım.”
Subaru, Emilia’nın ‘pek hoş karşılanmamadan’ kastının nasıl bir yabancılaştırma olduğunu hayal dahi edemiyordu. Ve Emilia’nın böyle bir şey beklediği de şüpheliydi.
Emilia: “Sonra Roswaal geldi... Sanırım henüz bir yıl bile olmadı. Ama öylesine ani olmuştu ki beni de Puck’ı da çoook şaşırtmıştı.”
Subaru: “Ehh, palyaço makyajlı bir herif pat diye ortaya çıksa ben de şok olurdum.”
Emilia: “Haklısın ama bizi şok eden şey erişelemeyen ormanda belirişiydi. Ben köyden dönüş yolundaydım ve o da orada öylece beni bekliyordu. Ve her zamanki gibi ‘hoooooooooş geldin’ diyerek aptalı oynuyordu...”
Subaru: “Şey...”
Bunun şaşırtıcı olduğu kesindi.
Roswaal’ın fenalığını yorumlamak için çok geçti ama Subaru, Emilia ve Puck’ın o zaman yaşadığı şoku hayal edebiliyordu.
Emilia: “Puck çok öfkelendi... akşama kadar Roswaal’la dövüştü. Şimdi düşünüyorum da Roswaal’ı dondurmaması iyi olmuş.”
Subaru: “Gülümsemeni çok tatlı buluyorum ama bu gerçekten gülünecek bir şey değil.”
Emilia: “Galiba öyle. Her neyse, Puck ve Roswaal dövüşürken birbirlerine isteklerini söylediler ve bir tartışma başlatmayı başardılar...”
Subaru: “Ve Roswaal ormandaki buzu eritmeyi teklif ederek seni cezbetti.”
Emilia'nın gözleri irileşti. Subaru ise bu tepki karşısında buruk bir şekilde gülümsedi.
Subaru: “Hikâyenin nasıl gittiğine bakılırsa bu kadarı belliydi. Ve daha önce bu satırların bir kısmını işitmiştim. Ama bilirsin...”
Emilia’nın farkındalığında o günden bu yana bir değişim olmuştu.
Daha önce Elior Ormanını dondurma kapasitesinde olmadığını söylemişti. Puck’ın yardımıyla bile bu işi yapamayacağını düşünüyordu.
Fakat-
Subaru: “Madem ormanı donduran sendin, buzları neden çözemeyesin?”
Emilia: “...Mm, bunu ben de düşündüm. Ama yapabileceğimden şüpheliyim.”
Subaru: “Neden?”
Emilia: “Hatıralarımdaki o güce erişemem.”
Tedirgin ama kendinden emin bir yorumdu. Subaru kaşlarını çattı.
‘Hatıralarımdaki güç’. Emilia’nın sözleri isabetliyse insan bilgisinin dışında bir güç söz konusu demekti. Cadı Pandora bile Emilia’nın saldırısında bir açık bulamamıştı.
Öyleyse Emilia neden şimdi o güce sahip olamıyordu?
Subaru: “Ama Büyük Tavşanla biraz olsun geri çekilmeden dövüştün.”
Emilia: “Artık büyü yapmak için Puck’a veya ufak ruhlara ihtiyaç duymuyorum. Ama hepsi bu. Buna rağmen o gücü çıkartacak kapasitede değilim.”
Subaru: “—”
Kendi güçsüzlüğünün acısını taşıyan Emilia yumruğunu sıkarak başını güçsüz bir şekilde salladı.
Yetersizliğinden utandığını gösteren ifadesi Subaru’nun da utanç duymasına yol açmıştı.
Emilia onca insan arasında kendine öfkeliydi. Subaru bunu biliyordu, o yüzden onu eleştirebilecek pozisyonda değildi.
Ve zaten onun güçlü olmasını istiyor da değildi.
Subaru: “TAMAMDIR, daha fazla kendini suçlamak yok. Konumuza dönelim. Buzu eritemeyeceğin konusunda hemfikiriz… peki Roswaal bunu nasıl yapmayı planlıyor?”
Emilia: “...”
Subaru: “Sen yapamıyorsun, Puck da yapamıyor, öyleyse Roswaal da yapamıyor olmalı. Harika bir büyücü olabilir ama senden on veya yirmi kat güçlü olamaz. Öyleyse nasıl olacak?”
Emilia: “Roswaal buzu kendi eritecek değil. Ama eritebilecek bir şey biliyor… ve tek yaptığı bana bunu söylemek oldu.”
Subaru: “Buzu eritebilecek bir şey mi?”
Buzul Cadısının bir ruhla, hatta bir de nihai büyü gücüyle birlikte bile çözemediği buzları çözecek bir şey. Neyin nesi olabilirdi ki?
Emilia: “Ejderhanın kanı.”
Subaru: “—”
Emilia: “Ejderhanın arazilere bolca ekin bahşedebilecek ve alışılmışın dışında toprakları onaran kanı. Onun ormandaki buzu kesinlikle çözeceğini söyledi.”
Subaru: “Emilia, ama bunun anlamı...”
Ejderhayı öldürmekti. Değil mi?
Kendi ormanının hatırına, oldum olası Lugnica Krallığını korumuş olan Ejderhayı feda mı edecekti?
Bir an için zihninde inanılmaz bir soru belirmişti. Fakat-
Emilia: “Hayır, Subaru. Sadece bir damla kana ihtiyacım var. Ve Ejderhanın kanı daha önce de Lugnica’da bir kıtlık esnasında toprağı canlandırmak için kullanılmış. Bir tarih kitabında okudum, yani gerçek olduğu kesin.”
Subaru: “Ne, öyleyse... yo, bu beni bir an için cidden deliye döndürdü. Ejderhayı öldürmek gibi bir şey yapacak olsaydık...”
Bu ejderhanın gücüyle mühürlenen Cadıyı serbest bırakmak olmaz mıydı?
Subaru: “—”
Subaru’nun göğsü sıkışmış, nefes almayı unutmuştu.
Echidna’nın çay partisinde tanıştığı cadılar. Ve son anda ona veda eden Kıskançlık Cadısı. Subaru onu unutmamıştı.
Vedasının son anındaki kararlılığını asla unutmayacaktı.
Ama o, serbest bırakılmamalıydı.
O, dünyaya salınmamalıydı.
İçgüdüleri öyle söylüyordu.
Emilia: “Lugnica krallığı bana Ejderhayla konuşup anlaşma şansı tanıyacak. Ve Kutsal Ejderha Volcanica’nın kanından birkaç damla o günlerden bu yana sarayda tutuluyor. Hükümdar olduğumda o gücü kullanmak istiyorum.”
Subaru: “Yani katılma sebebin bu...”
Emilia: “... Sana daha önce de söylemiştim. Katılma sebebim çoook bencilce. İşte bencilce sebebim de bu.”
Sözlerinde bir gülümseyiş sezebiliyordu. Ama tedirgin bir gülümsemeydi.
Ve titreşen gözlerinde bir stresle kendisine bakıyordu.
Subaru’nun söyleyeceği sözlerden ve kararlılığı karşısında düşüneceği şeylerden korkuyordu.
Subaru: “Endişelenme, Emilia-tan. Böyle bir şey yüzünden hayal kırıklığına uğrayacak değilim.”
Emilia: “...Subaru.”
Subaru: “Bencilce olduğunu söylüyorsun ama kendi kazancının peşinde değilsin ki. Kurtarmak istediğin kişileri nasıl kurtaracağını öğrenmiş ve hırsızlık gibi bir şeyle ellerini kirletmek yerine meşru bir yöntem kullanmaya karar vermişsin. Bunun eleştirilecek hiçbir yanı yok.”
Subaru rahatlatıcı bir gülümseme sundu. Ama Emilia'nın ifadesi aynı gerginlikteydi.
Subaru biliyordu. Emilia’nın duymak istediği şeyin bu olmadığını biliyordu.
Ona aslında arzuladığı şeye daha yakın bir yanıt verecekse o zaman,
Subaru: “Senin amacının diğer adaylarınkinden daha değersiz olduğunu düşündüğün için mi geri çekiliyorsun?”
Emilia: “—hk”
Subaru: “Karşı tarafı bir düşün. Crusch-san harika bir hedefi olan harika bir insan evet. Ama Anastasia-san ve Priscilla’yı düşün. Onların amaçları hiçbir şekilde takdire şayan değil.”
Açgözlülük ve ego. Onları motive eden şey buydu.
Subaru orada olup işitememişti ama Felt’in seçime katılmak için sunduğu saygıdeğer sebep ne olabilirdi ki?
Emilia'nın insanları kurtarma arzusu hiçbir şekilde değersiz değildi.
Subaru: “Ve başta ne istemiş olursan ol, artık bir şeyler değişti, değil mi?”
Emilia: “...Nerden anladın?”
Subaru: “Çünkü içerideki insanlara bakarken çok huzurluydun.”
Milord ziyafet salonunda insanlar ve yarı insanlar, asiller ve hizmetliler hiçbir sınıf veya ırk ayrımı gözetmeksizin iletişim kuruyordu.
Subaru buna ideal demiş, Emilia ise özlemle bakmıştı.
Subaru Emilia’nın kalbinde yanan ateşi gayet iyi anlıyordu.
Subaru: “Hedefin bunu tekrar görmekse sana yardım edeceğim. Bunun harika olduğuna katılıyorum. Hiç kimse senin çabanın ardındaki sebeplere bir ekleme yapmana karışamaz.”
Emilia: “Bana... gerçekten yardım edecek misin?”
Subaru: “Sana az önce yemin etmedim mi? Endişelenmeyi bırak, bundan sonra ilk önce bana bel bağlamanı istiyorum. Yardım istediğinde yardım edeceğim ve emin olmadığında problemleri birlikte çözeceğiz.”
Emilia: “—”
Emilia nefesini tuttu, gözleri titreşiyordu.
Ne söyleyecekti? Titrek dudakları hislerini tam olarak dışa vuramıyordu.
Emilia: “—Mm.”
O yüzden yalnızca bu şekilde mırıldanmakla yetindi.
Ve gülümsedi.
—Tek istediğim de buydu, diye düşündü Subaru.
Subaru: “Tamamdır, tüm şüphelerim silindi.”
Böylece bardağında kalan içeceği yudumladı ve adamakıllı soğumuş etli turtayı alarak ağzına attı, çiğnedi.
Soğukluk tadını etkilememişti, turta ağızda eriyip gidiyordu. Sahiden de Garfiel’in böbürlenmesini hak eden bir başyapıttı.
Emilia: “Subaru, bu kadar hızlı yersen boğulacaksın.”
Subaru: “Beni beslersen her lokmasını tüketirim.”
Emilia: “Bunu daha önce de sen bitkinken yapmışım gibi geliyor...”
Subaru bu cümle karşısında buruk bir şekilde gülümsedi ve Emilia’yı elinden tutarak salona doğru çekti.
Emilia da gökyüzüne son bir bakış attıktan sonra ona izin vererek onunla birlikte salona girdi.
Parti hala devam ediyordu ve yıldız konukların dönüşüyle iyice ısınmıştı.
Sarhoş Otto’yu geri getiren Garfiel, Frederica ve Ram’ın sinsi saldırısı karşısında gözü kararırken alkol içirme çabalarını yalanlıyordu.
Petra ve Beatrice'in uyumsuz dansı zirveye ulaşmıştı. Petra’nın alnından terler damlıyordu, Beatrice de benzer bir efor sergilemekte kararlıydı.
Anne-Rose Subaru’nun Emilia ile birlikte dönüşü karşısında memnuniyetsizleşmişti ve Clind, efendisinin şişirdiği yanakları dürterek onu iyice öfkelendirmekteydi.
Lewes ve Roswaal ikilisiyse onardıkları ilişkilerine kadeh kaldırarak yan yana dikiliyor, kadehlerini yudumluyordu.
Subaru: “Bu harika, Emilia-tan.”
Emilia: “Evet. Tamı tamına görmek istediğim şey. Bunu daima hatırlayacağım.”
Öyleyse hadi daima hatırlayacağımız bir gece geçirelim…
Böylece Emilia ve Subaru iki kıza katılarak odanın en göze çarpan noktasında dans etmeye başlamıştı.
Tek bir adımı dahi bildikleri yoktu ama kendi kendilerine eğleniyorlardı.
Şövalye ve Cadı —yeni efendi ve hizmetkarı— kafa karışıklığı ve gülümsemelerle birlikte saçma sapan bir dans başlatmıştı.
#Çok güzel bir bölümdü, okurken de düzenlerken de çok keyif aldım. Bu serinin şöyle bu bölümün ilk kısmındaki gibi betimlemeli, adım adım anlatmalı kısımlarını ve karakterlerin düşüncelerini yansıtışını çok seviyorum. Gerçekten karakterler hayatımın bir parçası gibi...
Bu arada şövalyelik töreni tamamlandı, herkes mutlu, beklenen ve istenen bir barış, eşitlik sahnesi söz konusu. Emilia'nın seçime girme sebebini ve buzu çözme konusundaki beklentisini de öğrendik. 'Saçma sapan' bir dansla da ara bölümlerimizi tamamladık.
İki hafta kadar bir mola vereceğim, 2 kasımda bir haber bekliyorum, o habere göre bir an önce başlayabilir ya da birazcık daha erteleyebilirim.
Şimdi gelelim esas soruya. Dönüşümü arc5le mi yapayım, yoksa önce iflerden çevirmemi ister misiniz? Ve isterseniz hangi if? Lütfen herkes fikrini belirtsin ki çoğunluğa göre hareket edebileyim. Vereceğiniz yanıtlar için takipte olacağım. Tekrar görüşmek üzere arkadaşlar :)
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..