Subaru Julius’la yaptığı hem önemli hem de önemsiz denilebilecek sohbeti sonlandırıp Emilia ve Beatrice’le birlikte Denizkızı Konağından ayrılmıştı.
Emilia: “Avluda Julius’la ilk defa arkadaşça sohbet ediyordun. Ne hakkında konuşuyordunuz?”
Subaru: “Öncelikle o herife arkadaşça davrandığımı düşünmen bir hataydı. Ama sence ne hakkında konuşuyor olabilirdik?”
Emilia: “‘Bir dahakine nerede oynayalım?’ gibi bir şeyler.”
Subaru: “Okul arkadaşı falan mıyız biz!?”
Emilia’nın ilişkileri hakkındaki genel kanısı doğru olsa, Julius ve Subaru’nun aynı okula gittiği varsayılsa bile bambaşka sosyal gruplarda olurlardı. Okullarda da toplum gibi hiyerarşi işlerdi.
Bir bağlamda evrensel olarak da sınıflar arasındaki ayrım gibi bir şey mevcut değil miydi?
Subaru: “Bu dünyada da diğer dünyada da zorluklar aynı…”
Emilia: “Hey, hey, ne hakkında konuştunuz?”
Subaru: “Son zamanlarda yaşanan düşmanca olayları sorma konusunda tedirgindim. Tam olarak ne oldu? Öncesinde neler olmuştu? Bundan sonra neler olacak? Bu tarz konular.”
Emilia: “Bunlar arkadaşlık belirtileri değil mi?”
Emilia başını eğerek bu soruyu sormuş, Subaru ise iç çekerek karşılık vermişti.
Belki yalnızca konuşmalarının sonundaki önemsiz sözlere bakarsanız göze arkadaş gibi görünebilirlerdi. Ama kendisi ve Julius için böyle bir şey mümkün değildi. Julius bir arkadaş değildi, son derece can sıkıcı bir şeydi.
Tam olarak ne olduğunu söylemek imkânsız olsa da,
Subaru: “Arkadaşım olmadığı kesin. Bu konuda hiç şüphe yok.”
Emilia: “Hadi ama…”
Emilia tek kelime etmeksizin iç çeken Beatrice’e dönmüş ve Subaru, bu ikilinin aynı görüşte olmasından birazcık rahatsız olmuştu.
Her halükârda Julius’la avluda gerçekleştirdiği konuşma Reinhardt, Wilhelm ve onların Heinkel Astrea’yla ilişkisiyle alakalıydı.
Dolayısıyla konuşmalarının gerçek içeriğini Emilia’ya anlatsaydı kendisini çok suçlu hissederdi.
Astrea ailesinin özel meselelerini ifşa etmenin doğurduğu tereddüt bir yana, Emilia’yı gereksiz yere strese sokmak istemezdi.
Sonuçta elden bir şey gelmeyen, sıkıntılı bir durumdu.
Astrea ailesinin tarihi, yabancıların kolay kolay ele alabileceği bir şey değildi.
Bu tarihin bir parçası olan Julius, Subaru’nun endişelerini anlayarak ona her şeyi anlatmıştı.
—Ve bu yüzden Subaru hala midesinde bir bulantı hissediyordu.
Emilia: “Ee, Subaru. Böyle bir yürüyüş yapmak hoşuma gitse de ne planladığını sorabilir miyim?”
Subaru: “——”
Subaru içindeki stresle boğuşurken Emilia, ansızın gülümseyerek bu soruyu yöneltmişti.
Gafil avlanan Subaru bir an için ne diyeceğini bilemedi. Sonra da aceleyle gözlerini kırpıştırarak omuz silkti.
Subaru: “Bunu duymak ağır geldi, Emilia-tan. Yalnızca Emilia-tan’la birlikte güzeller güzeli Su Kapısı Şehrini dolaşmak istemiştim. En fazla seni bir havuza fazla yaklaştırma ve sırılsıklam görünüşünü takdir etme cazibesine kapılabilirim.”
Emilia: “Huu~, Subaru, hala böyle şeyler söylüyorsun. Gerçekten inatçı birisin. Ben bile esas niyetinin böyle önemsiz bir şey olmadığını biliyorum.”
Beatrice: “……”
Emilia somurtkan yanaklarını şişirirken Subaru huzursuz bir şekilde elini alnına götürdü. Sonra da yardım arzusuyla Beatrice’e döndü fakat Emilia’yla Subaru’nun arasında yürümekte olan genç kız da Emilia’yla aynı surat ifadesine sahipti.
Hiçbir desteği olmayan Subaru hızlıca ellerini kaldırarak teslim oldu.
Subaru: “Peki, teslim oluyorum. Üzgünüm. Emilia-tan’a su sıçratmayacağım.”
Emilia: “Su-ba-ru.”
İsmi öfkeyle seslenilen Subaru, kaldırdığı ellerini indirerek bu sefer gerçekten teslim oldu.
Emilia: “Subaru, seni edepsiz.”
Subaru: “Beni iyi tanıyorsun, Emilia-tan. Gerçi akıl hocan olarak bu yüzden ödüllendirilmem lazım ama… tamam, tamam, artık ciddileşiyorum.”
Emilia: “Hadi ama.”
Subaru’nun, sana vurmak üzereyim dercesine elini kaldıran Emilia’ya tek cevabı gülümsemek oldu.
Subaru: “Bir şey saklamaya çalışmıyordum, yalnızca seni birazcık şaşırtmak istemiştim. Şu anda Pristella’nın şehir parkına gidiyoruz, yani geçen gün beklenmedik şekilde Şarkıcıyla karşılaştığım yere.”
Emilia: “Vaay Şarkıcı-san, ha? Umm, öyleyse, bugün de mi orada olacak?”
Subaru: “Işıldayan gözlerin bir harika. Evet, ünlü Şarkıcı’nın iletişim bilgilerine sahibim. Otto’nun pazarlık yeteneğine güvensem de kötü şansının bize bu fırsatı kaçırtma ihtimaline de güveniyorum. Yani bu bir güvence olacak.”
Emilia: “Anlıyorum. Şarkıcı-san’la aramız iyi olursa Kiritaka-san’dan şahsi bir iyilik olarak taşı bize vermesini isteyebilir.”
Subaru: “Aynen öyle. Aferin.”
Subaru kollarını bir halka şeklinde başının üzerine kaldırmıştı. Emilia sahiden çok masumdu.
Sürecin Emilia’nın söylediği gibi basit ve doğrudan olması biraz zor olsa da bu hatayı dile getirmeye gerek yoktu.
Emilia saflıkla Liliana’yla iyi anlaşmayı iple çekebilir, Subaru’ysa diğer meseleleri gizlice halledebilirdi.
Subaru: “Emilia-tan ve Liliana gibi iki karakterin kimyalarının tutacağını düşünmeden edemiyorum…”
Emilia: “Kimyaların tutması mı?”
Subaru: “Görünüşe bakılırsa Emilia-tan ve Liliana iyi anlaşacak diyorum.”
Emilia: “Öyle mi? Haha, umarım.”
Subaru, bu görüşmeyi iple çeken Emilia’ya karşı birazcık mahcup olsa da Liliana’yla görüşebilme ihtimali yüzünden şimdiden yorulmuştu.
Hem onunla parkta karşılaşarak amaçladıklarını elde etme umudu taşıyor hem de onu bir daha görmek zorunda kalkmamak için dua ediyordu.
Tabii ki kız orada olmazsa bu öğleden sonra, Emilia’yla geçirdiği bir randevudan ibaret olacaktı— ve bundan kaçınmak istese de hoşuna gittiğini de inkar edemezdi.
Subaru: “Emilia-tan, benimle deniz turuna çıkmak ister misin? Bence eğlenceli olur, bağlarımızı da güçlendirir.”
Emilia: “Deniz turunun ne olduğundan emin değilim ama bunu yaptığımız takdirde Subaru’yu deniz tutacaktır diye düşünüyorum. Bu da seni yoracaktır, bu yüzden yapmasak daha iyi.”
Beatrice: “Parkın burnumuzun ucunda olması da başka bir mesele, doğrusu. Şimdi pes etme vakti değil, sanırım.”
Beatrice mutsuz Subaru’yu bileğinden kavramış ve yürümeye devam etmesi için çekiştirmeye başlamıştı.
Böylece herhangi bir tereddüt olmaksızın hedefe ulaşılmış ve Subaru da parkın girişini görünce direnmeyi kesmişti.
Şehir parkındaki süs havuzu beklenmedik bir manzara sunuyordu ve parkta toplanan kalabalık dünkünden fazlaydı.
Subaru: “Erken geldiğimiz için Liliana’nın gelmeme ihtimaline hazırlıklıydım…”
Fakat burada toplanan kalabalığı görmek bu düşünceyi boş bir endişeden ibaret kılmıştı.
Bugünkü performans eğlenceli geçmişe benziyor, fanatik hayranların toplanışı ve alkışlarının doğurduğu atmosfer parka hükmediyordu.
Subaru: “Alkışlar ve bağırışlar, ha?”
Beatrice: “Bugün düne göre bayağı hareketli, doğrusu.”
Subaru’yla aynı kafa karışıklığını yaşayan Beatrice kafasını yana eğmişti.
Bu sabahki büyülü cihaz Liliana’nın tipik huzurlu şarkı söyleyişini halka ulaştırmış olsa da seyirciyi gerçeklikten bir hayli koparmıştı. Tam da bu sebepten ötürü toplanan kalabalık böyle çılgına dönmüş görünüyordu.
Beklenen duruma beklenmedik bir şeyler karışmıştı.
Emilia: “Herkes eğleniyor gibi görünüyor. Gerçekten Şarkıcı-san olmanın hakkını veriyor.”
Emilia kalabalığı yarıp geçerek güzelce görebilmek istese de Subaru tüm bu olup bitenler konusunda kötü bir hisse kapılmıştı.
Ve toplanan kalabalığın önlerine ilerledikçe pişmanlığın verdiği nahoş his kuvvetleniyordu.
Subaru: “——”
Ancak bu hissi tam olarak dile getiremezdi ve dolayısıyla durmak için bir bahanesi yoktu.
Emilia’nın olanlara bizzat tanık olmayı iple çekişi de başka bir meseleydi. Sonuçta Subaru, beklentiyle ışıldayan o menekşe rengi gözlere ihanet edemezdi.
Kitlelerin fanatizmi çok geçmeden gök gürültüsünü andıran alkışlara çevrilmişti ve Subaru’yla kızlar kalabalığı yarıp ilerlemeye devam ediyordu.
Bu kargaşanın sonuna gelindiğini söylemek mümkündü. Heyecanlı kalabalığın odaklandığı nokta gözler önüne serilmişti.
İşte orada,
Liliana: “Gerçekten harika bir danstı! Bu sıra dışı dansı gördükten sonra kendimi kaybetmeye başladım!”
Priscilla: “Hiç de bile, asıl senin performansın ve şarkıların beni tamamen benden aldı. Tam da olması gerektiği gibiydi. Böyle bir yeteneğe şahit olmayalı bayağı olmuştu.”
Şarkıcı ve kan rengi kılıklı bir kadın, işte böyle konuşuyor ve birbirlerinin ellerini sımsıkı tutuyordu.
Subaru sezgilerinde haklı çıkmıştı.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Bugün, Subaru bir kez daha seyircinin Liliana’nın şarkıları ve dansları karşısında gözyaşı döktüğüne tanık olmuştu.
Dünden farklı bir şey varsa o da Liliana’nın yanında duran ve “dansın çok güçlüydü”, “çok dokunaklı”, “kesinlikle yine geleceğim” gibi iltifatlara maruz kalan Priscilla’nın varlığıydı. Tüm bu iltifatların hedefi olan Priscilla yelpazesini sallamış ve kollarını kocaman açarak karşılık vermişti.
Bu etkileşimden sonraysa seyircilerden geriye yalnızca Subaru, Emilia ve Beatrice kalmıştı. Onların sıkıntı verici başıboşluğunu fark eden Liliana, atkuyrukları sallanarak,
Liliana: “Oh, hey! Natsuki-sama ve Emilia-sama değil mi şunlar! Ve Natsuki-sama’nın küçük kız-sama’sı! Hepiniz burada ne yapıyorsunuz?”
Beatrice: “Bu kız-sama’nın kim olduğunu bilmiyorum, sanırım. Subaru, açıkla bana, doğrusu.”
Subaru: “Neden bu ismi bulan kişinin açıklama yapmasına müsaade etmiyoruz? Al, sana birazcık lezzetli şeker vereyim de uslu dur.”
Beatrice: “Beni böyle mmm… kandıramazsın, sanırım mmm…”
Ağzındaki şekeri emmekle meşgul olan Beatrice’i bir kenara bırakırsak Subaru, iki yandan toplanmış saçları köpek kuyruğu gibi hevesle dönüp duran Liliana’ya dönmüştü. Emilia bir yanıt bekleyerek gözlerini fazlasıyla irileştirmiş olsa da Liliana’nın bu tuhaf tavrı daha yalnızca başlangıçtı.
Subaru: “Daha tek bir gün geçmiş olmasına rağmen işte burada büyük bir performans sergiliyorsun. Yine mi Kiritaka tarafından kovuldun?”
Liliana: “Eeeh! Şey~, haklısın. Sevenim benden çok ciddi bir talepte bulununca ben de itaat ettim. Bu harika bir kadın olduğumu göstermiyor mu? Bence gösteriyor.”
Subaru: “Yani oradan kovulmuşken burada bir performans sergilemenin son derece iyi olacağını düşündün…”
Liliana ince göğsünü düzleştirmiş ve var olmayan bir bıyıkla oynar gibi yapmıştı. Bu sırada yanındaki Priscilla da kollarını dolgun göğüslerinin üzerinde çaprazlamıştı ve Subaru’yu fark edip aşağılayıcı bir şekilde homurdanarak,
Priscilla: “Burada ne yapıyorsun? Cazibeme kapılmış olsan bile gözlerini öylece üzerime dikmen fazlasıyla kaba bir hareket. Güzelliğimi kafasına takan erkekler en fazla tatlı düşlerinin yakıtı olsun diye kokumu içlerine çekmekle yetinebilirler.”
Subaru: “Dansını görmedim ama görseydim bile pek heyecanlanmazdım. Ben Emilia-tan gibi narin tipli kızlardan hoşlanırım, yani çekici bedenin benim üzerimde etkili değil.”
Priscilla: “Benim yerime bir yarı cadıyı seçmen senin için hiçbir şey yapılamayacağını gösteriyor. Tabii ki tuhaf zevkleri kabullenemeyecek kadar sığ fikirli değilim. Ayrıca gerçek güzelliği anlayamıyorsan seni çaresizce bir miyop olarak değerlendirmekten ötesi mümkün olamaz.”
Subaru onunla tartışmaya çalışmayı bile nafile bulmuştu.
Değerleri çok farklıydı. Subaru dünyanın kendi etrafında döndüğüne inanan Priscilla’ya sağduyudan bahsedemezdi.
Her halükârda,
Emilia: “Harika bir dans’, dediniz ya, Priscilla dans mı ediyordu?”
Priscilla: “Kaçırmış olduğun için pişmanım. Dans etmek hafife aldığım bir şey değildir. Yani bu sanatçının şarkısı beni etkileyip harekete geçirdi.”
Priscilla sersemleyen Emilia’ya Liliana’yı işaret etmişti.
Subaru bu yanıttan şok olurken de Liliana ona gözlerini devirdi. Bu sırada baloncuk üflermiş gibi yapan Liliana’yı görmezden gelen Subaru bakışlarını doğruca Priscilla’ya dikerek,
Subaru: “Sen insanlar için dans mı ettin? Hiç beklemezdim.”
Priscilla: “Öyleyse az önceki çılgın ahmak topluluğu nereden çıktı sanıyorsun? Sanatçının şarkısı da büyülüydü fakat benim dansım olmasaydı seyirci uyuşukluk halinde, dinlemekten fazlasını yapamayacak kuklalar şeklinde kalakalırdı. Ben pek düşkün olmasam da bunun da bir eğlence şekli olduğu söylenebilir. Ahmaklar ahmak kalır, cahillerse cahil. Neden hem kendimin hem de onların gününe renk katmayacaktım ki?”
Subaru: “…başka bir deyişle ahmak kalacak olan ahmaklar daha mı mutlu oldu?”
Priscilla: “Ho, sıradan bir vatandaş olduğun belli ama algıda bayağı iyiymişsin.”
Priscilla’nın övgüsüne minnettar kalmak imkansızdı.
Subaru’nun varlığını tamamen unutmuş olduğu gerçeğinin konakta ortaya çıkışına dair en ufak bir belirti göstermiyor oluşundan bahsetmeyeyse gerek dahi yoktu. Subaru’yu onunla arasını iyi tutmaya iten tek şey Emilia’ydı.
Liliana: “Ama, ama, Priscilla-sama ve Emilia-sama. Bir sürü heyecan verici kişi burada toplanmış, bunu gerçekten takdir ediyorum.”
Mevcut uğursuz atmosfere karşı çıkan Liliana bu tepkiyi vermiş, ikili arasındaki rekabeti ele alıp Subaru’nun tuhaflıklarının yerine arabuluculuk rolü üstlenmişti. Belki de tüm o garip ve aklı havada tavırları bir maskeden ibaretti.
Liliana: “Ehehe. Şarkım çok mu güzeldi? Açıkçası bu beni çok utandırıyor. Hehehehe.”
Subaru: “Hayır, gerçek hali buymuş.”
Liliana kendisine yönelik övgüler yüzünden kör olmuş ve utanca kapılmıştı. Bu sırada onu gözünde fazla büyüttüğünü fark eden Subaru omuzlarını hayal kırıklığı içerisinde eğdi. Ve bir anda Priscilla’nın etrafında hiç kimse olmadığını fark etti.
Subaru: “Yalnız mısın? Al yok mu, ya da o lanet olasıca piç ya da tatlı uşak?”
Priscilla: “Schultz’un yürüyüşe çıkmasına izin verdim ama sanırım kayboldu. Çok sıkı çalışsa da elinden hiçbir iş gelmiyor, tatlı bir çocuk işte. Al’ın düzenli dırdırları canımı sıktığı için onu da Schultz’u aramaya gönderdim. Lanet olasıca piçe gelince, ondan emin değilim. Belki de bir tavernada falandır.”
Subaru: “Demek ‘lanet olasıca piç’ konusunda aynı fikirdeymişiz…”
Subaru bu beklenmedik ciddiyetteki yanıt karşısında şaşırmıştı. Heinkel kendi grubu tarafından bile pek hoş karşılanmıyor gibiydi.
Heinkel’in neden böyle muamele gördüğünü gayet iyi anlıyordu ama Priscilla ne demeye böyle birini takımına çağırmıştı ki?
Subaru: “Gerçi kesin ‘Çünkü onu yakınımda tutmak ilgi çekiciydi’ gibi bir şeyler diyecektir…”
Priscilla: “Gayet iyi anlamışsın. Ehh, onu yanımda tutmak için son derece küçük sebeplerim var. Bana yaklaşıp kendilerini pazarlamaya çalışanları beni eğlendirdikleri sürece hoş karşılarım. Ama bir engel oluştururlarsa her an gözden çıkarılabilirler. O adam da en iyi ihtimalle öyle biri.”
Subaru: “Yo, bunu nasıl dile getirsem… o herhangi bir şekilde beklentilerini karşılayabilecek biriymiş gibi görünmüyor.”
Priscilla tam da bu yüzden, beklentileri karşılanmadığı için şiddetli bir öfkeye kapılmış gibiydi. Fakat belki de bu olayı çoktan unutmuştu.
Subaru: “Ama bu durumu tehlikeli bulmuyor musun? Bu noktada Emilia-tan’ın tek başına dışarı çıkmasına hayatta izin vermezdim.”
Priscilla: “Yardımcılarım yanımda değil ve tehlikeye girecek olursam dezavantajlı olurum. Bu düşünce tarzı ancak arkamdan bakmakla yetinebilenlere yakışır.”
Subaru: “Ah, demek öyle?”
Bu Al’ın kabiliyetleri için son derece küçümseyici bir muhakeme olmuştu. Fakat Priscilla’yı iş üstünde gördükten sonra bu bakış açısı anlaşılabilirdi.
Kahvaltıda Priscilla tarafından sergilenen kabiliyet, sıradan insanların kapasitesinin ötesindeydi.
Subaru: “Bu arada, daha önce ben de ağzıma tekmeyi yemiştim.”
Subaru, başkentteki döngülerinin birinde Priscilla’nın canını suratına tekmeyi yiyecek kadar sıkmıştı. Bedeni bir hayli havalanıp tavana çarpmış, sonra da yan odaya iniş yapmıştı.
O keskin acı, çenesinin kırıldığını hissettirmişti.
Subaru: “Yani Al’ı bir kenara atıp Liliana’yı görmeye geldin?”
Priscilla: “Bu şehir manzarası sıkıntımı yatıştırmaya iyi geldi. Başkentteki sınırlı yapıların aksine bu şehirde görülmeye değer pek çok yer var. Ortalığı keşfederken de kulaklarıma hoş bir şarkı nehri ulaştı.”
Liliana: “Evet~, dansı çılgınlık yaratmaya başladığında ne olacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Bazen birileri pervasızca performansıma katılır ve havayı değiştirir. Ama çoğu zaman şarkılarım onları etkiler ve fikirleri değişir.”
Subaru: “Gerçekten hiç de meşhur Şarkıcıdan beklendiği gibi davranmıyorsun…”
Bir şarkıya böylece müdahale edilmesi çok cüretkâr bir hamleydi.
Ve sahiden de Priscilla’nın dansıyla eşlik edişi büyük bir şok etkisi doğurmuştu. Seyircinin bu kadar kendisini kaptırmış olmasıysa dansın da şarkıyla eşdeğer olduğu anlamına geliyordu.
Priscilla: “Sen de benim gibi kalpleri ve zihinleri ele geçirebiliyorsun demek abartı olsa da sesinin bir değer taşıdığı doğru. Şuna ne dersin? Benimle gel. Benim etkimle sen de bir statü sahibi ol ve sana benim köşkümde sahne alma onurunu bahşedeyim.”
Liliana: “——”
Başka bir deyişle Priscilla Liliana’nın şarkısını beğenmiş ve mantıksız bir talepte bulunmuştu. Bu fikir Liliana’yı Priscilla’nın şahsi müzisyeni olacakmış gibi yansıtsa da Priscilla’nın sözlerinin ardında daha karanlık imalar mevcuttu.
Henüz Liliana’ya yansımayan öfkesi onun müziğine yönelik takdiriyle aynı seviyeye ulaşırsa ne yapacaktı? Korkunç bir imaydı.
Bu sırada Liliana yanıtını verdi.
Liliana: “Çok teşekkür ederim! Bayağı neşelendirici bir değerlendirme oldu ve beni gerçekten mutlu etti! Ama! Ama! Ama! Müsaadenle reddedeceğim…”
Ne Priscilla’nın korkunç öfkesinden haberdardı ne de ortamı okumaktan anlıyordu.
Bu korkunç cahillikle Priscilla’nın teklifini şevkle reddetmişti.
Priscilla: “Ho, reddediyorsun. Neden?”
Tabii Priscilla’nın sesi alçalmış, bakışları karanlık bir hal almıştı.
Ürperiyordu. Aralarındaki durumdan tamamen bağımsız olan Subaru, ensesine soğuk bir bıçak sürttüğünü hissediyordu.
Bir cümleyle atmosferin ölümcül bir hal almasına ramak kalmıştı.
Kendi dünyasında, gerginlikten uzak yaşayan Liliana enstrümanına yuva olan kutuyu okşamaktaydı.
Liliana: “Ben Liliana’yım, gezgin bir ozanım. Böyle bir şehirde kalmam istense de er ya da geç rüzgarla savrulmaya dönecek olan bir seyyahım. Arazilerle de insanlarla da bağım olmaz, yeteneğimi böyle sergilerim— bu hayatta kalma tarzına karar vereli çok oldu.”
Priscilla: “Davetimi bu yüzden reddettin yani.”
Liliana: “Annem olsun, onun annesi olsun, onun annesi olsun ailem daima bu yolda yürüdü. Hepimiz maddi ne varsa bir kenara atıp başkalarının kalplerindeki şarkılar olarak yaşamayı seçtik. Kimsenin rüzgârı esir alamayacağı gibi bir şarkı da durdurulamaz. Bu yüzden,”
Priscilla: “——”
Liliana: “Davetinden çok memnun kalsam da müsaadenle reddedeceğim. Sonuçta ben bile şarkılarımın nereye gideceğini bilemiyorum, çünkü aldığım her karar rüzgârın kontrolünde.”
Enstrümanını kaldırıp gururla konuşan Liliana’nın ifadesinde en ufak bir tereddüt yoktu.
Her zamanki kurnaz ifadesi de herkesin sinirlerine dokunmak için bilerek yarattığı atmosferi de dağılmıştı.
O anda yalnızca bir ozandı — hikayelerini şarkılarda barındırmak isteyen Şarkıcıydı.
Liliana’nın yanıtını işiten Priscilla kaldırdığı eliyle bir gözünü kapattı. Diğer gözüyse Liliana’ya kavurucu, kıpkırmızı bakışlar atmaktaydı.
Fakat Liliana’nın sarsılmaz ifadesi karşısında ansızın iç çekerek,
Priscilla: “— Mükemmel. Bu kararlılık da hoşuma gitti. Kabul edeceğim. Kabalık eden taraf benmişim gibi görünüyor.”
Liliana: “Yo, yo, hiç de bile. Çok ama çok üzgünüm.”
Liliana, dudakları bir gülümseme şeklinde gevşemek üzere olan Priscilla’ya içten bir karşılık vermişti.
Ve bu etkileşim Subaru’yu sahiden de serseme çevirmişti. Onun bu donakalmış halini gören Priscilla hoşuna gitmemişçesine kaşlarını çatarak,
Priscilla: “Ne oldu, vatandaş? Canın sıkılmış gibi.”
Subaru: “Gerçekten yalnızca şaşkınım. Seni reddettikten sonra Liliana’yı ikiye ayıracağını düşünmüş ve ürpermeye başlamıştım…”
Priscilla: “Son derece saçma bir endişe.”
Priscilla’nın “hmph” sesi, böyle bir şey olamaz anlamına geliyordu.
Fakat Liliana’nın anlatımından önce onu öldürmeye niyetlendiği şüphesizdi. Ama o bu kararı gerçeğe dönüştüremeden Liliana isabetli sözlerle dengeyi sağlamış, işleri değiştirmişti. Hiç değilse Subaru’nun gördüğü buydu.
Emilia: “Ama ben de birazcık şaşırdım. Çünkü Priscilla-san ‘Her istediğimi alırım’ tarzında biri gibi görünüyordu.”
Subaru’nun kaçınmak için kıvrandığı mayın, beklenmedik bir şekilde Emilia tarafından tetiklenmişti.
Emilia Priscilla’yla ilgili izlenimini öylece, düpedüz dışa vurmuştu. Subaru istemsizce sırtını dikleştirip suratını Priscilla’ya çevirirken o yalnızca gözlerini kapatmakla yetinmiş ve,
Priscilla: “Ne aptalca sözler, yarı cadı. Benim karakterimi yargılamak konusunda gözlerine nasıl böyle bir perde çekilmiş olabilir? Sakin kalacağım kaba hakaretlerin de bir sınırı var.”
Beatrice: “Ne affedilemez bir kız, doğrusu. Başkalarının çaresizlikleriyle eğlenecek vaktin varsa bunu kendine ve kendi tavırlarına da yansıtmalısın, sanırım. Betty bunun iki taraf için de daha anlamlı olacağı düşüncesinde, doğrusu.”
Emilia: “Beatrice…”
Priscilla’nın dur durak bilmeyen alaylarını dinleyen Beatrice, kafası karışan Emilia’nın elini sımsıkı tutmuştu. Bu sırada kaşları kalkan Priscilla, Beatrice’i ilk defa fark etmişçesine bakışlarını çevirdi.
Priscilla: “Ufacık kız böyle şeyler söylemeye cüret ediyor. Benim bağışlayıcılığım yaştan bağımsız. Yanlış tavırları sürdürürsen gençliğin öfkelenmeme engel olmayacak, o yüzden o tavrı hemen değiştirirsen iyi edersin.”
Beatrice: “Burnunu sokmana gerçekten gerek yok, sanırım. Kime ufacık dediğine dikkat et, doğrusu. Betty’nin görünüşüne aldanırsan bedeli büyük olur.”
Priscilla ve Beatrice arasında bir alev harlanmıştı.
Özenli elbiseler içerisindeki iki kız da korkunç derecede öfkeli görünüyordu.
Subaru kazanan tarafın Beatrice olacağından bir an olsun şüphe etmese de kraliyet adaylarının buluşmalarında bu tarz çatışmalar kaçınılmazdı. İlişkilerinin mizacı böyleydi.
Subaru: “Bu kadar inatçı olma, Beako. Priscilla böyle havaidir ve onunla tartışmanın bir anlamı olmaz.”
Beatrice: “Subaru, Betty’i durdurma, doğrusu. Emilia’yı küçümsediği için ona kızmadın mı, sanırım? Bana erkeksi tarafını göster, doğrusu.”
Subaru: “Böyle korkunç şeyler söylemesen olmaz mı!? Hele bir de…”
Subaru, kendisi dışındakilerle nadiren ilgilenen Beatrice’in Emilia adına öfkelenişine çok şaşırmıştı.
Söz konusu kişi olan Emilia bile şaşkındı.
Emilia: “Beatrice, sorun değil, ben iyiyim.”
Beatrice’in elinden kurtulan Emilia kızın kafasına narince dokundu ve bir an için Beatrice’in yüzünde ağlamaklı bir ifade belirdi.
Ama o kısacık andan sonra her zamanki ifadesiyle yeniden Priscilla’ya döndü.
Beatrice: “Bağışlandığın için minnettar ol, sanırım.”
Priscilla: “Esas sen minnettar olmalısın. Sevimli suratına teşekkür et.”
Beatrice de Priscilla da bu cümlelerin ardından hafifçe homurdandı.
Bu hengâme Priscilla’nın Beatrice’in görünüşünü övmesiyle sonlanmış olsa da Beatrice bundan tamamen habersizdi. Her halükârda ‘sevimli olduğun için sana dokunmayacağım’ — tuhaf bir ifadeydi. Subaru bu işi hiç anlayamamıştı.
Subaru: “Gerçekten anlaşılmaz bir kadınsın…”
Priscilla: “Tabii ki. Ayrıca sen bırak beni, herhangi bir kadını anlayabileceğini sanacak kadar kibirli misin?”
Subaru: “Benim hatam mı yani…? Bu olayı başlatan senin Liliana’ya ‘seni istiyorum’ demendi.”
Priscilla’nın Liliana’nın parmaklarının ucundan kaçmasına izin vermesinin ardındaki mantığı gizemini korumuştu. Fakat Subaru ona meraklı bir bakış atarken Priscilla beklenmedik bir şekilde ağzını yelpazesiyle kapattı.
Priscilla: “Bu dünyadaki her şey benim zaten. Bu yüzden güzel ve görkemli olan her şeyi avcumda tutmama gerek yok. O şeylerin var olmaya devam etmesi gerekli. Ve var olmaya devam ettikleri sürece de problem yok demektir.”
Subaru: “……”
Priscilla: “Bu dünya benim bahçem olmuşken bir kuşun nerede şakıdığının önemi yok. Onu kafese koymak mı? Kabalık. Onu dışarıdaki düşmanların ellerinden korumak mı? Kabalık. Hatta tüm bunlar son derece sıkıntılı eylemler.”
Priscilla’nın bakış açısı Subaru’nun varsayımlarını yerin dibine sokmuş, kadının bu hali Subaru’nun nutkunun tutulmasına yol açmıştı.
Subaru onun ne söylemek istediğini anlamamış değildi. Ama dünyayı Subaru’nun gördüğünden çok daha farklı gördüğü kesindi.
Bu yüzden Subaru, ne kadar yaşarsa yaşasın onu anlayamayacaktı.
Açıkçası bunun korkunç olduğunu düşünüyordu. Ama belki de farklı bir açıdan bakılabilirdi. Belki de bu korkunç his, başkalarında takdir veya arzu doğurabilirdi. Belki de Al’ın Priscilla’yı takip etme sebebi tam olarak buydu.
Liliana: “Hey, hey, hey! Hazır herkes sakinleşmişken elçilik görevimi yerine getirip iyi niyet göstergesi olarak sesimle gösteriş yapacağım! Evet, öyle yapacağım!”
Liliana bu şekilde atmosferi dağıtmış ve ansızın bir teklifte bulunuvermişti. Ardından udunu çıkartarak tellerine hızlıca vurup ritim tutmaya başladı, bedenini de bu ritme uydurarak sallamaya konsantre oldu.
Liliana: “Ama bu defa Priscilla-sama’nın dansıyla eşlik etmesine gerek yok, şarkının tadını çıkarması yeterli. Şarkıcının tüm tutkusuyla ateş edeceğim! Lütfen dikkatlice dinleyin!”
Priscilla: “Ho?”
Liliana’nın sözleri Priscilla’nın suratında ilgi dolu bir ifade doğurmuştu.
Liliana: “Emilia-sama ilk şarkımın yalnızca sonuna yetişebildi. Umarım beni sevimliliğiyle kendisini öne çıkartan bir şarkıcı yerine performans yeteneğiyle birazcık para kazanan bir şair olarak görürsün.”
Emilia: “Vaay, gerçekten mi?”
Liliana: “Müzisyenlerin en kalifiyesi olmasam da memnun kalacağını umuyorum.”
Emilia’nın Liliana’nın iddialarından bağımsız olarak bu performansla da şarkıyla da ilgilendiğine şüphe yoktu. Önceki görüşmelerinden bu yana Liliana’nın teklifini iple çekmesinin nedeni de buydu.
Bu sırada Emilia ve Priscilla arasındaki uzaklığı algılamış görünen Liliana, hazırlıklarına başlarken bir yandan da elini sağduyulu bir şekilde Subaru’ya doğru sallayarak kısık sesle konuşmaya başladı.
Liliana: “Natsuki-sama, Natsuki-sama. Belki sadece benim şahsi fikrimdir ama Emilia-sama’yla Priscilla-sama’nın arası bozuk mu?”
Subaru: “Bu şahsi fikir olacak bir şey değil, iletişimlerinden gayet belli. Ayrıca Priscilla hiç kimseyle anlaşamaz, yani tabii ki Emilia’yla araları bozuk.”
Liliana: “Oo büyük meseleymiş!”
Liliana şaşkın görünüyor ve saçları alarma geçmiş bir köpek kuyruğu misali zıplıyordu. Sinirleri bu saçlara falan mı bağlıydı? Subaru gerçekten uzanıp o saçları şöylece bir kavramak istiyordu.
Liliana: “E o zaman, o zaman müsaadenizle ortaya çıkıp gerilimi keseyim ve dünyadaki bir ikiliyi cazibem ve şarkımla birleştireyim. Ah! Az önce ‘keseyim’ dediğimde hayal gücün can sıkıcı bir şekilde tehlikeli bir yerlere mi kaydı? Bu hiç hoş değil!”
Subaru: “Tek seferde hem ilham verici hem de tam tersi şeyler söylemen insanı yoruyor, bunu yapmayı bırak.”
Subaru tam bir deli gibi görünmesine rağmen insanları umursayabilen Liliana’ya hayret ediyordu. Ortamdaki kötü havayı bir şarkıyla dağıtmak son derece basit ve doğrudan bir hareketti.
İki taraf da Liliana’nın şarkı söyleyişiyle ilgileniyordu. Priscilla bile takdir ettiği Şarkıcıyı dinlerken Emilia’yla alay etmezdi.
Liliana: “Şarkı bittikten sonra tekrar konuşmaya başlayacakları için onlara yiyecek ve içecek bir şeyler hazırlamamız gerekmez mi? Tatlı atıştırmalıkların onları havaya sokup aralarındaki mesafeyi kapatacağı kesin, sence de öyle değil mi?”
Subaru: “Hayır, öyle olacağını sanmıyorum.”
Liliana: “Şarkı bittikten sonra tekrar konuşmaya başlayacakları için onlara yiyecek ve içecek bir şeyler hazırlamamız gerekmez mi? Tatlı atıştırmalıkların onları havaya sokup aralarındaki mesafeyi kapatacağı kesin, sence de öyle değil mi?”
Subaru: “Bu evet diyene dek ilerleyemeyeceğim bir parodi falan mı?”
Liliana aynı metni ve tonlamaları kullanarak yanlış tercih yaptığını anlatmak isterken pes etmekten başka bir seçeneği olmayan Subaru ‘eveti’ seçmişti. Karşılığında Liliana’nın ifadesi ansızın aydınlandı.
İnsan ırkı ve Liliana ırkı arasındaki iletişim zorluğunun yüksekliği henüz yeterince değerlendirilememişti.
Subaru: “Peki, Liliana şarkı söylerken gidip biraz abur cubur alacağım. Hemen dönerim, ben dönene kadar kimseyle tartışmadan sessizce bekleyin, tamam mı?”
Emilia: “Gerçekten bu kadar endişelenmene gerek yok, hem böyle bir şey olmayacak zaten. Priscilla-san’la tartışmam.”
Subaru emin olmak adına Emilia’yı tembihlese de Emilia kocaman bir gülümsemeyle karşılık vermişti. Subaru da Emilia’dan şüphelenmiyordu ama o herhangi bir tartışma başlatmasa bile Priscilla’nın varlığında böyle bir şey olma olasılığı bir hayli yüksekti.
Subaru: “Beatrice. Emilia-tan’la ilgili bir aksilik olursa o iş sende.”
Beatrice: “Biliyorum, doğrusu. O kız tekrar konuşmaya kalkarsa onu küle çeviririm, sanırım.”
Subaru: “Sen de onunla tartışmayacaksın, değil mi?”
Bu görevi Emilia’dan çok daha havai olan Beatrice’e bırakan Subaru parktan ayrılmaya hazırlanmıştı. Fakat daha ayrılamadan,
Subaru: “Priscilla, yemediğin bir şey var mı?”
Priscilla: “Ne kadar da beklenmedik. Senin gibi sıradan bir vatandaş resmen düşünceli davranıyor. Ehh, öyleyse ilginç bir şeyler hazırla. Sıkıcı bir şeylerle gelirsen seni kafandan kaldırıp yere fırlatırım.”
Subaru: “Nelerden hoşlanacağını tahmin etmek taş kağıt makas oynamak gibiyken neden bir de böyle acımasızca bir şart koşmak zorundasın ki!?”
Subaru ona bulabildiği ilk güzel şeyi vermeyi düşünüyorken Priscilla Priscillalık yapıp bu yanıt karşısında kaşlarını çatmıştı.
Priscilla: “Taş, kağıt… makas mı?” derken başı yana eğilmişti.
Belki de zamanında Subaru’yu unuttuğu gibi koştuğu şartı da unuturdu. Her halükârda Subaru’nun ne diyeceğine dair en ufak bir fikri yoktu. Bu kız gerçekten her anlamda baş edilmesi imkânsız biriydi.
Emilia: “Subaru, dikkatli ol.”
Beatrice: “Bir şey olursa Betty’e seslen, doğrusu.”
Emilia ve Beatrice’in bakışlarıyla yolcu edilen Subaru elini salladı, sonra da flört edercesine Liliana’ya göz kırparak parktan uzaklaşmaya başladı.
Ve çok geçmeden Liliana’nın hafif melodisi işitildi.
Bunu duyan Subaru parka olabildiğince hızlıca dönmeyi düşündü. Solo performansına katılamazsa olmazdı. Bu yüzden koşmaya daha çok güç harcamaya başlamıştı.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Subaru’nun parktan ayrılışından bu yana on dakika geçmişti.
Subaru: “Cidden benden bir halt olmaz.”
Dükkândan ayrılan Subaru çantasının içeriğine bakıyor ve iç çekiyordu.
Getir götür işlerine bakan Subaru, doğru düzgün tatlılar alabilmek için uygun ilk dükkâna girmiş ve alışverişini bir an önce tamamlamıştı. Pristella’nın meşhur yiyeceklerinin cazibesine kapılsa da Gina Jölesi denen nadir bulunur ürünü Priscilla’ya götürmeye cesaret edememişti.
Bunu gruplar arasındaki ilişkinin bozulmasına yönelik bir korkusu vardı şeklinde ifade etmek kulağa hoş gelebilecek olsa da Subaru’nun esas korktuğu Priscilla’nın kendisiydi.
Subaru: “Ama Unagi Jölesiyle aynı tatta olup olmadığını merak ediyorum. Bunu kendim teyit edecek cesarete sahip olmadığım için birazcık utansam da kendimden nefret ediyorum diyemem.”
Subaru karmaşık bir öz incelemeyle parka doğru hızla koşturuyordu.
Gideli on dakika olmuş ve Beatrice’le kontrat bağlantılarında herhangi bir değişiklik olmamıştı.
Buna rağmen erkeklik gururu olabildiğince erken dönmesi gerektiğini söylüyordu. Ama,
Subaru: “Aah, pardon.”
Köşeyi hızlıca dönerken birine çarpmaya çok yaklaşmıştı. O kişiden çevik bir hareketle kaçınmayı başarsa da emin olmak adına kafasını çevirdikten sonra,
Subaru: “Pardon. Size çarptığımı sanmıyorum ama iyi misiniz?”
???: “Hey, kardeşim. Özür mü diliyorsun? Öyleyse biraz daha içtenlikle yap!”
Subaru’nun neredeyse çarpacağı kişi kaba bir sesle yanıt vermiş ve Subaru’yu gördüğü anda ifadesi değişmişti.
Aynı anda Subaru da sersemlemişti.
Subaru: “Vuaa, Chin? Felt tarafından işe alınmış olmana rağmen niye aynı aptallıkları yapmaya devam ediyorsun?”
Larkins: “Amma can sıkıcısın ya! Sana adım Chin değil demiştim! Hem sen burada ne yapıyorsun ki!?”
Öfkeli bir şekilde bu sözleri sıralayan kişi, dünkü mesaj fiyaskosunun başrolü olan haberciydi. Felt’in söylediğine bakılırsa geceyi şehirdeki başka bir otelde geçirmiş olması gerekiyordu.
Subaru: “Tek başınasın, Ton ve Kan yok, ha? Gerçekten merak uyandırıcı.”
Larkins: “Merak uyandırıcı ya da değil, sen benim hakkımda ne biliyorsun ki sanki? Aramızda hiçbir ilişki yok, ne demeye sürekli bir şey başlatmaya çalışıyorsun? Çok sinir bozucusun lanet olasıca, çekil artık önümden.”
Subaru: “Çok soğuk davranıyorsun, halbuki aramızda bir ölüm kalım meselesi vardı.”
Larkins: “Ben öyle bir şey hatırlamıyorum!?”
Subaru’yu tanımayan Larkins, ondan kaçınmaya çalışırken rahatsız bir surat ifadesine bürünmüştü.
Subaru bile kendisinin neden böyle bir yakınlık duyduğunu anlamakta zorlanıyordu. Belki de Subaru’nun kalbindeki sensörler Tonchinkan’a bir tanıdık, ölümlü bir yandaş muamelesi gösteriyordu.
Bu dünyada öylesine saçma sapan güçte insanlar vardı ki böyleleriyle karşılaşınca rahat bir nefes alıyordu.
Gerçi zamanında onun tarafından öldürüldüğü bir vakit olmuştu. Belli ki Subaru giderek daha cesur birine dönüşüyordu.
Larkins: “Neyse! Beni rahatsız etme! İş üstündeyim!”
Subaru: “Zamanında ortalıkta dolanıp millete bela olan sen, şimdi doğru düzgün çalışıyorsun ha… Senin adına çok mutluyum.”
Larkins: “Kimsin sen ya!”
Subaru ağlar gibi yaparken Larkins ondan kurtularak kalabalığın arasına sıvıştı. Bu soğuk tepkiyi alan Subaru’ysa kendisini değerlendirerek kafasını kaşıdı.
İnsanlarla konuşma inisiyatifini almama gibi kötü bir alışkanlığınız varsa geçmek bilmeyen bir mesafe hissiniz de olurdu.
Larkins’in insan denizi arasına karışmasını izleyen Subaru bir kez daha parka yönelmişti. Fakat ayakları ansızın hareketi kesti.
Subaru: “Hmm?”
Ve kafası çevrilirken içinde bir şüphe belirmeye başladı.
Gözlerinin önünde, o kısacık anda duraksama sebebi duruyordu—yani aynı şekilde durmuş olan insanlar.
Larkins’in yöneldiği noktadaki herkes hareketi kesmiş ve Subaru da farkında olmadan onlara ayak uydurmuştu. Bu sırada Larkins dudaklarını büzmüş şekilde kalabalığı itip kakarak ilerlemeye çalışıyordu.
Larkins: “Şu herif, bu herif ve o herif de! Hepiniz neye bakıyorsunuz!?”
Sinir bozucu hakaretler savuran Larkins de en sonunda kalabalığın bakışlarını takip ederek gözlerini yüksek bir binanın çatısına çevirdi.
Sıra dışı uzunlukta bir binaydı, üzerinde kristal mozaikler işliydi ve bir çan bulunuyordu. Böyle bir bina her şehirde doğal karşılanırdı. Ve her şehir bu saat kulelerinden birkaç tane barındırırdı.
Pristella şehrinde de buna benzer saat kuleleri mevcuttu. Yani buradaki pek çok kuleden yalnızca biriydi.
Fakat,
???: “— Tanrım, hadi ama. Beni bağışlayın lütfen, çok üzgünüm.”
Saat kulesinin açık penceresinden bakan bir figür bulunuyordu ve köşeye tehlikeli bir yakınlık içerisindeydi.
Bu figürün kılık kıyafeti yakınlardaki herkesin dikkatini çekmişti ve tüm bu ilginin ağırlığını taşırmışçasına sesi titremekteydi.
???: “Teşekkür ederim. Gerçekten azıcık vakte daha ihtiyacım var, o yüzden müsaadenizle biraz daha vaktinizi çalacağım.”
Mahcup bir şekilde konuşuyordu fakat sözleri içten bir pişmanlıktan ziyade kendi arzularına öncelik verircesine kendini beğenmiş bir hava taşıyordu.
O titrek ses keskin bir şekilde sonlanmıştı. Onu dinlemek insanın kulağını acıtıyor ve o rahatsızlıktan anında kurtulmak şeklinde kuvvetli, çaresizce bir ihtiyaç hissettiriyordu.
Belki de o tuhaf hissin sebebi, söz konusu figürün rahatsız edici görünümü olabilirdi.
— Kafatası tamamen bandajlarla kaplıydı ve yalnızca göz kamaştırıcı gözleri görülebiliyordu. Bedeniyse siyah bir ceketle sımsıkı sarılmıştı. Ayrıca bileklerinden uzun zincirler sarkıyordu ve uçları yerde sürüklenip sağda solda sallanırken sahipleri kulenin üzerinde yürüyordu.
O figür kalabalığa tuhaf bir jestte bulunuyordu— belki de bir gülümsemeydi fakat bandajlar tarafından gizleniyordu ve ağzı öylesine çarpıklaşmıştı ki bu ifadeyi rahatlatıcı bulmak çok zordu.
???: “Affedersiniz, ben Cadı Tarikatının Öfke Günahı Başpiskoposuyum.”
İşte o figür, bu korkunç unvanın ardından adını açıkladı.
???: “— Adım Sirius Romanee-Conti.”
Ve kadın, kötücül bir şekilde gülümsedi.
#Sonunda beklenen çılgın olaylar geliyor galiba! Zaten her şeyin bu kadar huzurlu ve sevimli devam etmesi imkansızdı. Priscilla'nın gelişi ortalığı biraz karıştırsa da büyük toplar olaya yeni dahil oluyor.
Bizi ne pislikler beklediğini çok merak ediyorum açıkçası. E öyleyse bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..