— Subaru’nun ikinci Ölümden Dönüşü eşi benzeri görülmemiş bir bitkinlik hissiyle vurmuş, o delilik büyüsüne iki defa esir olmak üzerine muazzam bir zihinsel yük binmesine yol açmıştı.
Bilhassa ikincisinde tattığı o bunaltıcı korku iliklerine dek işlemişti ve ölüm anında bilinci tamamen yerindeydi.
Natsuki Subaru denen birey, benliğinin derinliklerinden gelen ürperme ve sonu gelmeyecek bir korkuyla yıkılmış, kırılgan ruhu un ufak olmuştu.
Muhtemelen ölümünün sebebi delice bir korkudan doğan kalp kriziydi. Sirius ise tek işlevi sıvı boşaltmak haline gelen, dehşete düşmüş haldeki Subaru’yu görmekten keyif almıştı.
Lusbel’i kurtarmak ve Sirius’a meydan okumak isteyen Subaru’nun nafile çabaları inanılmaz ağır bir bedelle sonuçlanmıştı.
Fakat otuz dakika gibi kısa bir zaman dilimi içerisinde iki kez ölmesine ve elle tutulur bir sonuç alamamış olmasına rağmen bu vakti tamamıyla ziyan etmemişti.
Sirius, belki de Subaru’ya ölümünden önce ufak bir teselli vermek isteyerek samimi ve saygılı tutumuyla ona ve Lusbel’e neler olduğunu açıkça anlatmıştı.
Yani,
Subaru: “Korkularımız, birbirimizin hislerini hissedişimizle birleşti… yankı gibi bir prensip mi acaba?”
Subaru Lusbel’in korkusunu hissetmiş, Lusbel de Subaru’dan gelen o çoğalmış korkuyu yeniden Subaru’ya yöneltmişti. Hiç bitmeyen bir korku döngüsüyle önceki korkular üst üste binince de ölümcül denilebilecek derecede ekstrem bir noktaya gelinmişti.
Ölüm sebebinin bu olduğuna dair hiç şüphe yoktu. Önce ilki, şimdi de ikincisi.
Şu ana kadarki gelişmeler, Sirius’un söylemleri ve Öfke statüsü. Tüm bu ipuçları Subaru’nun bir sonuca varmasını sağlamıştı.
İnsanda mide bulantısı ve öfke doğurması gereken bir sahne, gülümseme ve kahkaha doğurmuştu.
Subaru’ya ait korku bir çocuğa aktarılmış, onu daha da korkutmuş ve iki katı Subaru’ya dönmüştü.
— Öfke, Sirius, insanların hislerini kendi keyfi uğruna acımasızca manipüle edebiliyordu.
Muhtemelen bu da Petelgeuse’nin Görünmez Elleri gibi bu dünyaya doğal olarak ait olmayan özel bir büyü formuydu. Cadı Tarikatına ait bir kabiliyetti.
Duygularla yakından ilişkili bu kabiliyet, Öfkeye son derece uygundu. Ayrıca bir Günah Başpiskoposunun Otoritesi olarak biliniyordu.
Ancak Subaru iki ölümün ardından bu parçaları birleştirebilmiş olsa da edinebildiği bilgiler bundan ibaretti.
Şimdiki soru bu gücü etkin kılan şarttı — başka bir deyişle, bağlantı kurmak adına kullanılan yöntem.
Petelgeuse’nin Tembelliğinin ardındaki numara çözüldüğünde onu yenmek nispeten kolay hale gelmişti. Subaru Görünmez Elleri görüp onun beden çalma gücüne direnebilmişti.
Gerçi buna direnebilmiş olmasına rağmen sebebini anlayamamıştı. Ve şimdi Görünmez Takdire sahip olsa da Görünmez Elin bir formunu kullanabiliyor oluşu hala kafasını karıştırıyordu.
Aslında Ölümden Dönüşünü sarmalayan Cadının kokusunun varlığı ve Beyaz Balinanın sisinden kaynaklanan hafıza kayıplarından etkilenmeyişi de hesaba katılınca iyimser davranıp Cadı Tarikatının otoriteleri onu etkilemiyor diye düşünülebilirdi. Ancak Öfkenin ellerindeki ölümleri bu teoriyi çürütüyordu.
Öfkeyle yaşadığı son iki karşılaşma düşünülürse, en kötü senaryoyla, tetikleyici şart Sirius’la iletişime geçmek bile olabilirdi.
Yani Subaru onun sesini işittiği, onu gördüğü anda büyüsüne kapılmış olabilirdi. Bu durumda ona karşı koymak için bir yol bulmak sahiden zor olurdu.
En doğrudan ve güvenilir çözümse en ekstrem olandı; kule belli bir mesafeden büyüyle yok edilebilirdi.
Böylece Sirius’la etkileşime geçmez, ona bakmasına bile gerek kalmazdı. Nerede belireceğini bilerek bu fırsatı öncül bir saldırı gerçekleştirmek için kullanır ve yeniden Ölümden Dönüşü tetiklemek zorunda kalmayacağından emin olurdu.
Ancak bu plan için cesur bir çocuğun fedakarlığını göz ardı etmesi gerekirdi ki Subaru böyle bir şeyi değerlendirmeye bile almazdı.
Fedakarlıklar gereklidir, kim böyle bir şeyi söyleyecek kadar burnu havada olabilirdi ki?
Çoğunluğun iyiliği uğruna birini feda etmeye karar vermek, feda edilen o kişi için tüm dünyanın yitip gitmesi demek olurdu. Kendi canını kaybetmeye bile toleransı olmayan Subaru, nasıl küstahça bir başkasının hayatına etiket koyabilirdi ki?
Hedeflerini kafasına koymuştu. Lusbel’i kurtarmalı ve gereksiz fedakarlıkların önüne geçmeliydi. Subaru’nun canını sıkan şeyse ikisini aynı anda başarmanın zorluğuydu.
Subaru: “Öyleyse Lusbel’i kurtarmak için… mümkün olan tek yol Sirius’u yenmek.”
Lusbel’i tek başına kurtarmaya kalkarsa aynı senaryonun gerçekleşmesi kaçınılmazdı. Ne kadar mücadele ederse etsin Sirius’la yalnız savaşmaya çalışmak intiharla eşdeğerdi.
Sirius’un savaş yeteneğinin alaya alınamayacak düzeyde olduğu barizdi. Bir zincir kuşanmış olmasına rağmen Subaru’nun sürpriz saldırısını bertaraf edebilmesi gerçekten etkileyiciydi.
Subaru savaşta amatör olsa bile kırbaç saldırısı, acemi bir gözün takip edemeyeceği derecede hızlıydı. Peki Sirius sürpriz bir saldırıya böyle hızlı tepki verebiliyor ve onu zinciriyle bertaraf edebiliyorsa tam olarak ne kadar güçlüydü?
Subaru bunu hayal dahi edemiyordu.
Başka bir deyişle Subaru Sirius’a savaşta denk olabilecek, kendisine yardımcı olacak derecede güvenecek ve Sirius’un Öfkesinin gücüne direnebilecek birini bulmalıydı.
Subaru: “Tesadüfen tüm bu gereklilikleri karşılayan birine denk gelsem tam bir mucize olmaz mıydı…?
Subaru bu iyimser düşünceyle birlikte kendi kendine iç çekmişti.
Ancak Sirius’un gücünden etkilenmeyen birinin var olması bile temelsiz bir iddia olurdu.
Subaru gibi Tembelliğin gücünü görebilen ve Sirius’un Öfkesine bağışıklığı olan birini bulma ihtimali hiç olası değildi.
Sonuçta Subaru’nun Petelgeuse’in katili olabilmesinin tek sebebi onun gücüne olan eşsiz direnciydi.
Meydandaki herkes Sirius’un konuşmasına kapıldığına göre oradaki hiç kimsenin Sirius’un otoritesine direnci olmadığını varsayabilirdi.
Meydanda Subaru da dahil olmak üzere dört kişi Sirius’la çarpışmaya hazırlanmış fakat kadın hepsiyle özel bir şekilde ilgilenmişti. İşte bunu düşünen Subaru nihayet bir şeyin farkına vardı.
Larkins de meydandaydı.
Subaru: “Reinhardt!”
Fazlasıyla iyimser olan ve basmakalıp düşüncelere direnmeye çalışan Subaru, en sonunda varlığı iyimserliğin zirvesi olan adamı hatırlayabilmişti.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Subaru bu tepkide gecikişini haklı çıkarmaya çalışıyor olmasa da Larkins’le Reinhardt arasında bağlantı kurmasının bu kadar uzun sürme sebebi Ölümleri arasındaki kısa aralık olabilirdi.
Ölümü takip eden Ölüm, deliliği takip eden delilik ve tüm bunların on beş dakikalık aralıklarla gerçekleşişi…
Bu haldeyken içerisinde bulunduğu krizi sakince teşhis edip çözüm yollarını değerlendirerek en uygununu seçmek imkansıza yakındı. Onu küçümsemeye kalkan olursa Subaru da Ölümden Dönüşle ilgili sert bir şikayetle karşılık verebilirdi.
O Ölümden Dönüşü tetiklemek istemiyordu.
Şartlar izin verseydi Emilia, Rem ve Beatrice’le sakin, dingin bir hayat yaşamayı tercih ederdi.
Ama bu dünya Subaru’nun böyle mutlu bir hayat yaşamasına müsaade etmiyordu. Onun kaderi her gününü çaresizce mücadelelerle geçirmek şeklinde yazılmıştı.
Ve Subaru en sonunda o çaresizce mücadelesine başlıyordu.
Subaru: “Nihayet buldum seni, öyle kolay kolay da bırakmam! Lütfen hemen Reinhardt’ı çağır! Acil bir durum söz konusu!”
Larkins: “Amma can sıkıcısın! Neden o kızıl saçlı piçin bana nutuk çekmesi riskini alayım ki? Şaka yapıyor olmalısın!”
Birbirlerine öfkeyle bağırmakta olan ikilinin etrafında canlı bir kalabalık toparlanmıştı.
O gergin atmosferin tadına varmak ister gibi bir halleri vardı, her an çıkabilecek bir kavgayı hevesle bekliyorlardı.
Subaru, dirilişinin ardından yaşadığı aydınlanmayı takiben hızlıca harekete geçmişti.
Aynı geçen seferki gibi Beatrice’i Emilia’yı koruması adına bırakmış ve ayak işlerini bahane ederek parktan ayrılmıştı. Meydana varınca da yana yakıla Larkins’i aramış ve en sonunda onunla bir pazarlığa oturabilir hale gelmişti.
Larkins’i ararken bayağı vakit harcadığı için de onu görür görmez kabaca omzundan yakalamış ve tüm bunlar şu anki kargaşaya yol açmıştı.
Larkins’in Subaru’yu omzundan tutarak misilleme yapışı işleri iyice kızıştırmıştı. Her halükârda aralarında bir kavga çıkması kaçınılmazdı. Subaru Larkins’in sert bakışları karşısında hızla ve tedirginlikle konuşmayı sürdürmekteydi.
Subaru: “Beni dinleyebilir misin? Sakin ol ve beni dinle. Dalga geçmiyorum. Ölmek istemiyorsan acele et ve hemen Reinhardt’ı çağır.”
Larkins: “Ha? Seni şeytani velet, sen bana üstünlük mü taslıyorsun? Beni öldürebileceğini falan mı sanıyorsun? O Reinhardt piçini unut gitsin, kim kimi öldürecekmiş görelim hadi.”
Subaru: “Ah, bunu kastetmemiştim…!”
Larkins Subaru’nun sözlerini tahrik olarak görmüş ve öfkesi kontrolden çıkmaya başlamıştı.
Sonuçta araları hiçbir zaman iyi olmamıştı. Ayrıca Larkins, yoldaşı olması gereken Reinhardt’tan da pek hazzetmiyor gibi görünüyordu. Hoşlanmadığı biri, halihazırda çağırmakta gönülsüz olduğu birini çağırmasını isteyince de bu talebi inatla reddediyordu.
Subaru: “Seni inatçı, düşüncesiz aptal…!”
Diyen Subaru dişlerini sıkarak Larkins’e yaklaştı ve kafasını ellerinin arasına aldı.
Sakin ve doğru düzgün konuşamadığı için Subaru’yu da suçlamak gerekti. Ancak talebi böyle sert bir şekilde reddedilince şikâyette bulunmadan edememişti.
Gerçi Larkins’in gözünde abuk sabuk konuşan delinin teki gibi görünüyor olmalıydı. Bildiklerini açıklayamadığı için eli kolu bağlıydı.
— Durum böyleyken izleyebileceği başka bir yol yoktu.
Bir elini göğsüne yerleştiren Subaru korkusunu bastırmaya çalışıyordu.
Subaru: “Larkins. Şaka yapmıyorum. Reinardt’ı çağırmanı isteme sebebim burada benim baş edemeyeceğim güçte bir düşman olması.”
Larkins: “Senin baş edemeyeceğin güçte mi? Kendini bir şey sanma.”
Larkins alaylı bir şekilde homurdanırken bu ifadeyi gören Subaru bakışlarını kaçırdı, derin bir nefes aldı ve ağzını açtı.
Gelme, gelme, dilekleriyle cümlesini kurmak üzereydi.
Subaru: “— Cadı Tarikatı buraya geliyor.”
Larkins: “— !”
Subaru gözlerini açarken bu rahatsız edici sözler Larkins’in suratının donakalmasına yol açtı.
İşini bitiren Subaru hemen göğsüne baksa da beklediği acı gelmemişti. Yani Ölümden Dönüşünü ifşa edebilecek olan bir bilgiyi açıklamanın verdiği acı ona uğramamıştı.
Öncelikle bu gerçek onu büyük ölçüde rahatlatmıştı.
Bir yıldır Ölümden Dönüşü tetiklememiş olsa da ona eşlik eden cezalar baki kalmıştı.
Bilhassa her şeyi Beatrice’e açıklamayı denediğinde cadıyla bağlantılı o acı tarafından kıvranmaya başlamıştı.
O siyah elli cadı Sığınaktaki çay partisinde verdiği takdire şayan veda hediyesini unutmuş gibiydi. Ne kabalıktı ama.
Sonuç olarak Beatrice’in de diğerlerinden bir farkı yoktu ve Subaru onunla herhangi bir sorusunu veya endişesini paylaşamıyordu.
Yani partneri Beatrice’le bir cezayla karşılaşmadan bildiklerini paylaşma umudunun öldüğünü söylemeye gerek dahi yoktu.
Ancak bu, şu anda düşünmeye vaktinin olmadığı uzunlukta bir hikayeydi.
Her halükârda şu an için mühim olan Larkins’e Reinardt’ı çağırma sebebini başarıyla açıklamış ve o siyah eller tarafından cezalandırılmamış oluşuydu.
“Cadı Tarikatı” kelimeleri Larkins’in tavrını gözden geçirmesini sağlamış, bakışları eğilmiş ve gözleri düşünceli bir şekilde kısılmıştı.
Larkins: “Hey, velet.”
Subaru: “Adım Subaru. Bana velet demeyi kes artık, Larkins.”
Larkins: “Larkins-san diyeceksin. Piç Subaru. Sözlerinin inanılırlığı ne ki? Cadı Tarikatı öyle rahatlıkla blöf yapılacak bir şey değil, biliyorsun.”
Larkins kısık bir sesle, düşmanca bakışlarla böyle demişti.
Bu dünyada Kıskançlık Cadısı ve Cadı Tarikatı isimleri her nerede dile gelirse gelsin inanılmaz bir ağırlık taşırdı. Cadının Mutlak Kötülüğün simgesi olduğu fikri, tarihe köklerini fazlasıyla salmıştı.
Larkins bile normalde hiç görünmeyen bir ciddiyete bürünmüştü. Nihayet bu meseleyi ciddiye almışken de Subaru ona eşit oranda dikkatli, ciddi şekilde karşılık vermek zorundaydı.
Subaru: “Dalga geçmiyorum, yalan da söylemiyorum. Cadı Tarikatı buraya geliyor. Pek çok kişinin başı belaya girecek.”
Larkins: “Bunu nereden duydun ki… Ah, kahretsin. Doğru ya. Senin grubun Cadı Tarikatının Tembelliğini halletmişti. Lanet olsun, söylediklerinin inandırıcılık payı var gerçekten…”
Subaru herhangi bir yanıt veremeden Larkins kendi sonucuna varmıştı. Spekülasyonlardan ibaret olsa da bu olay, Larkins’in ona inanması konusunda etkili olmuşa benziyordu.
Larkins: “Şehri mi hedef alıyorlar? Yoksa özellikle bu meydanı mı?”
Subaru: “Bana inanıyorsun yani?”
Larkins: “Dalga geçmeyi kes diyen sendin, değil mi? Dinle beni, Subaru piçi. O piç Reinhardt’ın bana nutuk çekmesini istemesem de beni öldürebilecek bir belaya bulaşmak da istemem. Az sonra olacaklar tamamen ruh halime bağlı, o yüzden dikkat etsen iyi olur.”
Larkins şüphelerini yitirmiş olmasa da detayları dinlemek istiyordu. Onun bu mantıklı muhakemesi karşısında şaşıran Subaru ise konuşmaya devam etme kararı almıştı.
Subaru: “Anlıyorum, pardon. Cadı Tarikatının Öfkesi bu meydana saldırmayı planlıyor. Saat kulesinde belirecek ve belli bir hedefi yok, bu meydandaki herkesi hedefliyor.”
Larkins: “Bu Cadı Tarikatının stiline uygun. Lanet olsun, ne kadar vaktimiz var?”
Subaru: “Muhtemelen yalnızca beş dakika kaldı. Yani, gerçekten, artık onu çağırmalısın.”
Larkins: “Beş dakika mı!? Dalga mı geçiyorsun! Bunu niye daha önce söylemedin ki!?”
Subaru: “Sana beş dakika önce de bunu anlatmaya çalışıyordum ya!”
Larkins zaman kısıtlılığı karşısında öfkelense de Subaru onu bulup ikna etmeye on uzun dakika harcamıştı. Mümkün olsaydı bu tarz bir riskli yolda yürümek istemezdi.
Şehirde koşturup Reinhardt’a seslenmek Larkins’le konuşmaktan daha güvenilirdi. Ancak Subaru’nun bunu yapacak vakti yoktu.
Subaru: “Her neyse, lütfen bu işleri bırakabilir miyiz, böylece Reinhardt’ı çağırabilirsin? Dünkü konuşmana bakılırsa havai fişek gibi bir şey yoluyla yapacaksın, değil mi?”
Larkins: “Havai fişek de ne? … Havaya bir büyü yapacağım ve o Reinhardt piçi bunu görüp sinyal olarak algılayacak.”
Subaru: “…Bu gayet basit ve net, böyle olması da iyi, ama ya aynı anda bir başkası da büyü yaparsa?”
Larkins: “Bu konuda endişelenmene gerek yok. O kızıl saçlı piç hangi büyüden kimin sorumlu olduğunu anlayabiliyormuş herhalde.”
Son derece tuhaf bir detaydı ve Subaru bunu aklının bir köşesine atmıştı. Ayrıca geride kalan yılda Larkins de temel büyüleri öğrenmeyi hedeflemiş gibi görünüyordu.
Onunla önceki karşılaşmasını düşünüyor ama o zaman büyü kullanıp kullanamadığını anımsamakta zorlanıyordu.
Larkins: “Ben bir performans sanatçısı falan değilim, o yüzden kenara çekilin hadi sinir bozucu insanlar!”
Larkins nihayet Subaru’nun ikna çabaları karşısında pes etmiş ve Reinhardt’ı çağırmaya hazırlanmıştı.
“Başlamayacaklar mı artık?”, “sonunda oluyor mu?” şeklinde fısıldaşan kalabalık hayal kırıklığına uğramış şekilde geri çekilirken de bir elini kaldırıp bir ateş topu yaratmaya başladı.
Ateş nitelikli kırmızı manayı(Goa) gören Subaru, tuhaf, rahatsız edici bir kopuş hissetmişti.
Bu defa büyük değişiklikler gerçekleşecek olmalıydı.
Son derece ekstrem bir ikna yöntemi söz konusu olsa ve Larkins’in eylemleri kendini koruma amacı taşısa bile onunla iş birliği yapabileceğini öğrenmek Subaru’yu heyecanlandırmıştı.
Bunun kısmen Subaru’nun geçen yılki gelişimi ve Petelgeuse’i mağlup etmesiyle alakalı olduğu söylenebilirdi. Ancak Larkins de geride kalan yılda değişmişti.
İkisinden biri aynı kalmış olsaydı bu iş birliği asla gerçekleşemezdi.
Dolayısıyla hem iyimser hem de gerçekçi bir pozitif büyümenin sonucu meyve verecekti. Reinhardt gelecekti.
Bu sayede Öfkeyle baş etmek kolay olacaktı. Düşman ne kadar güçlü olursa olsun Kılıç Azizinin gölgesinde kalacaktı. Öfkenin gücünün Reinhardt’a denk olamayacağı kesindi. Gizemli bir nedenden ötürü Subaru’nun Reinhardt’a güveni işte bu kadar çoktu.
Larkins: “Goa!”
Larkins büyüsünü yapmış ve kaldırdığı kolundan kırmızı bir ateş fırlamıştı. Ateşin yukarı atılıp patlayışıyla da mavi gökte yavan bir ses yükseldi.
Buna ister büyü deyin ister havai fişek, birazcık başarısız görünüyordu fakat bu sinyal, söz konusu kahramanın dikkatini çekmek için yeter de artardı.
Belki de bundan sonra olacaklar bu rahatlığın eseriydi.
Başarıyı cepte gören Subaru, tedbiri elden bırakmıştı.
Reinhardt’ın geleceğini düşünmek, onu etrafına dikkat kesilmeyi ihmal edeceği kadar mı rahatlatmıştı acaba?
Sirius: “— Oh amanın. Gökyüzünde bir ateş topu var sanırım. Ne kadar da güzel ve kör edici ışıklar.”
Tabii ki düşman, kulenin yakınlarında olup biten her şeyden haberdardı.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Kulede beliren Sirius’un suratı, her zamanki gibi, bandajlarla gizliydi.
Fakat gülümsemekte olduğu barizdi; sesinin tonunda sıcak bir bahar gününde şakıyan kuşları andıran bir şeyler vardı.
Sirius bir elini suratına götürmüş ve ateş topunun ışıkları karşısında kısılan gözlerini örtmüştü.
O kırmızı ateşe verdiği tepki, insanların havai fişeklere yönelik hayranlığına benziyordu.
Sirius: “Bu harika! Neyse, millet, özür dilerim. Günaydın!”
Alışılmadık tizlikteki sesi kalabalığın ilgisini ateş topundan ayırmış, herkes Sirius’a dönmüştü.
Subaru bile aynı durumdaydı. Yani bu ortak tepki için onları suçlayamazdı.
Subaru: “Hayır, bakmayın!!”
Göz ucuyla görebildiği o bandajlı, şiddetli gülümsemeyi gördükten sonra kuvvetli bir uyarıda bulunmuştu.
Ancak bu uyarıyı dikkate alıp bakışlarını çeviren tek bir kişi dahi yoktu. Tabii ki olmazdı. Subaru bile yeniden Sirius’la ilk temaslarında duyduğu hislere kapılmıştı.
Yüzünü dönmüş olsa bile sol yanağı o yoğunluğu hissedebiliyordu. Kendisini tehdit eden o tehlike dalgasını sezebiliyordu.
Kim bir etoburun karşısında bakışlarını kaçırabilirdi ki? Tehlikeli bir çift dişten gözlerini kaçıranlar, yalnızca çoktan yaşamaktan vazgeçenler olabilirdi.
Ölmeyi reddedenlerin insani içgüdüleriyse bakışlarını Sirius’a dikmelerine yol açmaktaydı.
Sirius: “Oh amanın. Sessizlik beklediğimden çok daha çabuk sağlandı. Bu da şu ikilinin benim varışımdan önce dikkatinizi çekmesi sayesinde olmalı. Teşekkür ederim. Lütfen o iki genç adamı alkışlayalım.”
Sirius, Subaru ve kolu hala havada duran Larkins hakkında bu cümleleri kurarken ellerini çırpıyor ve ona bağlı zincirler yerde tıngırdıyordu.
Suratında soğuk bir rüzgâr hisseden Subaru ise dişlerini sıkmıştı ve Sirius’un bakışlarına tepki vermekten kaçınmaya çalışıyordu.
Larkins’in dikkatini başka bir yere çekmesi imkansızdı. Şimdiden Sirius’un tuzağına düşmüştü. Yani Subaru ne yaparsa yapsın Larkins’i kendine getiremezdi, bu uğurda kendisi de tuzağa düşerdi.
Açıkçası şu anda kendi kulaklarını tıkamayı bile başaramıyordu.
Sirius’un gücünün bilincinde olsa bile buna karşı koyamayacak olma ihtimalini dikkate almıştı. Bu yüzden niyeti hemencecik gözlerini kapamak ve kulaklarını tıkamaktı. Bu önlemler onu savunmasız bırakacak olsa da hiç olmazsa kadının zihinsel manipülasyonuna esir olmazdı.
Ancak gözleri bir kez onun esiri olduktan sonra bu önlemleri alması imkânsız hale gelmişti.
Hem ne diye kulaklarını tıkayacaktı? Sirius’un sesini duymamak için mi? Ama neden kendini bile isteye böyle hoş bir sesi duymaktan mahrum bırakacaktı ki?
Subaru: “——”
Dikkatini ona verip kendini unutan Subaru’nun bakışları Sirius’a çevrilmişti.
Bu esnada Subaru’yu izleyen Sirius da ellerini neşeyle birbirine vurup bedenini sağa sola sallıyordu. Zincirleri bir kez daha metalik bir tınıyla yere sürtünmeye başlamıştı ve bu ses, Subaru’nun kalbinin yerle bir oluşunu yansıtır gibiydi.
Sirius: “Tamamdır! Herkesin beni görmesi 19 saniye sürdü. Özür dilerim. Ama çok mutluyum. Ve nedenini bilemesem de burada beni beklediğimden çok daha fazla seven bir çocuk varmış gibi görünüyor. Neyse, önce kendimi tanıtayım.”
Sirius konuşması esnasında başını saygılı bir şekilde eğmiş ve tedirgin bakışlarla yüzleşmeye başlamıştı. Ardından kafasını kaldırıp insanların bakışlarının tadını çıkartarak,
Sirius: “Ben Cadı Tarikatı Öfke Günahı Başpiskoposuyum. Adım Sirius Romanee-Conti.”
Ürpertici ismini bu şekilde ilan etmişti. Bu unvan tiksinti ve dehşet sembolü olmalı, fazlasıyla negatif bir tepki uyandırmalıydı. Fakat o konuşmasına başlar başlamaz kalabalık, ona yakın oldukları arkadaş canlısı bir komşu muamelesi göstermişti.
Sirius: “Oh, teşekkür ederim. Hepinizin vaktini bu şekilde aldığım için üzgünüm. Ben yakında tüm bunlara bir son verene dek rahat edin lütfen.”
???: “— Bunu yapacak mısın? Öyleyse bir an önce gelerek iyi etmişim demektir.”
Sirius: “——”
Sirius’un bakışları bir kez daha aşağı kayarken Subaru ve kalabalığınkiler yana çevrilmişti.
Herkes meydanın arkasından akan suya dönmüştü. Birinin inanılmaz bir hızla ilerleyişine eşlik eden sular akıcı bir şekilde kabarmaktaydı.
Kıpkırmızı bir ateş yanıyor ve net, gök rengi gözler kırpışıyordu.
Hoş, sakin bir surat kendisine çevrilen tüm gözlerden saygı topluyordu.
Tüm insanlar kalplerinin derinliklerinde bir kahramanı arzulardı ve o kahramanın varlığı gerçeğe dönüşmüştü.
Reinhardt: “Kestirme yol aramak biraz vaktimi aldı. Geç kaldığım için üzgünüm.”
Gelmesi beş dakika değil otuz saniye sürmüş ve buna rağmen özür dilemişti.
Yollarda koşturan — yo, su üzerinde hareket eden Kılıç Azizi alana varmış ve gözleriyle kalabalığı hızlıca taradıktan sonra Öfkeye dönerek iç çekmişti.
Reinhardt: “Neden çağrıldığımı anlıyorum. Yerinde bir muhakemeymiş, Larkins. Yoksa senin işin miydi, Subaru?”
Sudan sıçrayarak karaya ve sonra da meydana adımını atan Reinhardt, önce kaskatı kesilen Larkins’i yatıştırmış, sonra da Subaru’nun omuzlarını sıvazlamıştı.
O avuçların dokunuşunun gerçekliğini hisseden Subaru ise kesik kesik nefesler almaya başlamış ve tüm bedeni ürpermişti.
Subaru: “Rei, Reinhardt?”
Reinhardt: “Evet, benim. Son derece acil bir durummuş gibi görünüyor. Kulenin üzerindeki kişi… bir Günah Başpiskoposu, değil mi?”
Rahatlatıcı bir şekilde başını sallayan Reinhardt, anında ilgi odağı haline gelmişti.
Bu sırada Subaru, onun kaşları çatık halde kasten Sirius’tan başka bir yöne baktığını fark etmişti. Reinhardt da tehlikenin farkına varmış gibi görünüyordu.
Subaru: “Beyin yıkama yeteneği var. Şu anda biraz daha iyi olsam da… onun sesini duyar veya ona bakarsam tekrar büyüsüne kapılırım.”
Reinhardt: “Biliyorum. Ve yalnızca sesle görüşten ibaret değil. Onun etrafında bulunmak bile o etkiyi doğuruyormuş gibi görünüyor. Uzun süre yakınında bulunursam sakin kalabilir miyim bilemiyorum.”
Subaru: “Dalga geçiyor olmalısın, sen bile mi…!?”
Reinhardt’ın hassas cümlesini işiten Subaru’nun çaresizlikten nutku tutulmuştu.
Bunu dayandıracak bir temeli olmasa da kendisini, Reinhardt burada oldukça her şeyin yoluna gireceğine ikna etmişti. Ancak Reinhardt gelmiş ve kendi ağzıyla Sirius’un etkilerinden muaf olmayacağını söylemişti.
Öyleyse bu şeytani varlığı mağlup etmek için bir fikir bulmak bile inanılmaz derecede zor olacak demekti.
Sirius: “Yanılıyorsam özür dilerim ama sen o ünlü Kılıç Azizi olabilir misin acaba? Öyleyse… amma harika bir gün olacak!”
Reinhardt: “Söylediğin gibi, ben Kılıç Azizi unvanının mevcut taşıyıcısı Reinhardt van Astrea’yım. Ama maalesef bu unvanın benim için fazla ağır olduğunu düşünüyorum.”
Sirius: “Saçmalık! Fakat sorun değil! Burada olman çok hoş. Çünkü bu ülke, şövalyeleri olarak sana olabilecek en büyük güveni besliyor, en yüksek beklentileri taşıyor. Herkes seni seviyor, sen de herkesi seviyorsun. Sen umudumun simgesi, Sevgimin ideal örneğisin!”
Reinhardt: “Öyle mi?”
Sirius ellerini gürültüyle çırpıyor ve kendinden geçmiş bir şekilde dans ediyordu. Reinhardt ise suratı ona dönük olmasa da onunla son derece doğal bir sohbet yürütüyordu.
Onunla iletişim kurmak büyüsüne teslim olmasıyla sonuçlanacaksa Reinhardt’ın herhangi bir şey yapmayışı intihara eşdeğer demekti.
Subaru bu düşüncelerle gergin bir şekilde lafa girdi.
Subaru: “Hey, hey, Reinhardt… bu şekilde devam edersek hiç iyi olmayacak. Hem de hiç. Gerçekten kötü şeyler olacak. Sebebini bilemesem de öyle.”
Reinhardt: “…gerçekten de öyle görünüyor. Ve bu yalnızca benim için geçerli bir durum değil. Diğerlerini de düşününce bu işi uzatmamam gerekiyor.”
Subaru kendisini gergin hissediyor ama bunun sebebini giderek daha az idrak edebilir hale geliyordu. Bu sırada onun kafa karışıklığı karşısında iç çeken Reinhardt bir adım öne çıkmıştı.
Sonra da,
Subaru: “Reinhardt?”
Reinhardt: “Uzun süre dayanamayacağım. — O yüzden bu problemden bir an önce kurtulmalıyım.”
Bu sözler silinir silinmez bacaklarını hafifçe gererek ileri sıçradı.
Sudan ayrılmak için kullandığı hareketi tekrarlamıştı — ama bu defa doğurduğu patlama, alandaki herkesin yerden yayılan dalgaları hissederek şaşkınlıktan soluksuz kalmasına yol açtı.
Ve bu ortak şaşkınlığı ardında bırakıp enerjisini yönlendirdi.
Sirius: “Hahahaha! Ah, ne kadar da etkileyici —”
Yerden sıçrayan Kılıç Azizi, Sirius’u hiç çaba harcamaksızın, rahatlıkla kuleden uzaklara uçurmuştu bile.
#İlk seferde habersizce öldük, ikincide kırbacımızı savurup kahraman olmaya çalıştık. Şimdiyse biricik kılıç azizimizin yardımını alıyoruz. Reinhardt'ın ne kadar güçlü olduğunu ve normal şartlarda karşısına çıkan hemen hemen herkesi yenebileceğini biliyoruz. Ama bu sefer şartlar hiç de normal değil.
Peki bu mücadele nereye bağlanacak? Reinhardt başarılı olamazsa bir sonraki planımız ne olacak? Kafamda deli sorular... Öyleyse bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..