Cilt 5 Bölüm 20 [ Karşılıklı Empati ]

avatar
7060 4

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 5 Bölüm 20 [ Karşılıklı Empati ]


Çevirmen : Clumsy 

 

Dizlerinin üzerine çöken ve ağır nefesler alan Subaru, nihayet yere yığılma dürtüsüne karşı koyabilir hale gelmişti.

 

Emilia ve Beatrice endişe dolu suratlarla etrafını sarmıştı, Liliana bile tedirgin görünüyordu. Priscilla ise pek de ilgilenmiyor, yelpazesiyle suratını serinletiyordu.

 

Kızların ilgili bakışları ve seslerinin hedefi olan Subaru yavaş yavaş toparlanıyordu.

 

Ve normale döndüğünü hissettikçe ağzındaki tadın farkına varıyordu.

 

Bu ona televizyonda kanal değiştirmeyi anımsatmıştı.

 

Koku kaybı, tat kaybı veya görüş kaybı gibi bir his yoktu fakat etrafı bir anda tuzla buz olmuş, tamamen başka bir şeye dönüşmüştü.

 

Subaru’nun gözleri, kulakları, burnu ve teni bu yeni dünyaya adapte olmuş olsa da bilinci henüz önceki kanalı unutamamıştı, dolayısıyla bir ihlal hissi taşıyordu.

 

Tek yapabildiği bu hissi yok saymak, kanal değişiminden gelen o nahoşluğu nihayet sona erene dek çiğneyip, çiğneyip, çiğneyip yutmaktı.

 

Subaru: “——”

 

Dişlerini sıkan Subaru en sonunda ayaklanmayı başardı.

 

Ardından kafasını sallayarak etrafına bakındı. Parlak gün ışıklarıyla, süs havuzları, yemyeşil çimenler ve rengarenk çiçeklerle dolu bir parktaydı. 

 

Ve an itibarıyla etrafı dört kız tarafından sarılmıştı — Emilia, Beatrice, Liliana ve Priscilla. Liliana’nın sözleriniyse ikinci defa işitmişti.

 

Emilia: “İyi misin, Subaru? Pek iyi görünmüyorsun.”

 

Subaru: “…Emilia-tan. Liliana az önce yeni bir şarkı söyleyeceğini mi söyledi?”

 

Liliana: “Nereden başlasam ki!? Ben, Liliana, öylesine görmezden geliniyorum ki adeta şoktayım ve kalbim acıyor! Telafi! Bunun telafisini talep ediyorum!”

 

Liliana bir yandan konuşuyor, bir yandan da şikayetini dile getirip Subaru’nun kollarını delice çekiştiriyordu. Fakat Subaru’nun verdiği tek tepki onu sarsmak olmuş ve öfkeli “hey!” deyişini duymazdan gelerek ciddiyetinin farkına varmış görünen Emilia’ya dönmüştü.

 

Emilia: “Evet. Liliana ilkini kaçırdığımız için başka bir şarkı söyleyeceğini söyledi. Sonra da Subaru ve Liliana sessizce bir şeyler konuştu.”

 

Subaru: “Bu daha yeni mi oldu? Anlıyorum, teşekkürler… teşekkür ederim.”

 

Teşekkür ederim. Bu kelimeleri kullanmak bile tarifsiz bir mide bulantısı hissettirmişti.

 

Elini kaldırıp ağzını örtmeden edemedi. Onun bu halini gören Emilia ise kafası karışık şekilde kaşlarını çattı.

 

Emilia herhangi bir hata yapmamıştı. Subaru’nun idrak etmekte kötü olduğu da söylenemezdi. Ama az önce bir önceki dünyasına dair acı hatıraları uyanmıştı.

 

Subaru: “Bu da demek oluyor ki ben…”

 

Öldüm. Bunu en sonunda fark edebilmiş ama dile getirememişti.

 

— Natsuki Subaru ölmüştü.

 

Öldükten sonra da dünyaya veda ettiği andan geri dönmüştü. Başarılı bir dönüş yaptığı için rahatlamış olsa da göğsünde bir pişmanlık doğmuştu. Haliyle tam olarak uyanık olmalıydı.

 

Natsuki Subaru bir yıl önce o ormanda, Sığınakta, Yargılama esnasında Ölümü ve ona eşlik eden dertleri kararlılıkla reddetmişti.

 

Ama buna rağmen yine ölmüştü. Hem de kolaylıkla. Hiç direnç göstermeden, hiç meydan okumadan, farkında bile olmadan ölmüştü.

 

Peki neden? Anormal bir durum olduğu barizdi, bu apaçık bir gerçekti ama Subaru bile olanlara dair en ufak bir ipucuna sahip değildi. Bunu bizzat tecrübe etmiş olmasına rağmen hiçbir şekilde anlayamıyordu.

 

Aslında yaşarken o durumun ne kadar anormal olduğunun farkında bile değildi. Ve bu, yalnızca Subaru için geçerli değildi. Bundan etkilenen herkes onunla aynı deliliğe sürüklenmişti.

 

Zincirlenmiş halde bas bas bağıran çocuğu görmüş ama dayanışma içerisinde çılgınlar gibi tezahürat etmişlerdi. Çocuğun düşüşüne eşlik eden delice alkışlardan bahsetmeyeyse gerek bile yoktu.  

 

Tüm bunları tam olarak ne tetiklemişti?

 

Ve Subaru buna tanık olurken tam olarak nasıl ölmüştü?

 

Ölümüne yol açabilecek tek bir etken dahi fark etmemişti, şimdi bile hiçbir şey bulamıyordu. Belki de o etken başından beri önündeydi de kendisi bunu bir tehdit olarak algılamakta başarısız olmuştu.

 

Ama o zaman hissettiği herhangi bir şeye güvenemezdi. Durumun anormalliğini öldükten sonra fark etmiş olsa da o an gelene dek doğru düzgün düşünememişti.

 

Peki sonunda nasıl ölmüştü?

 

Oğlanın bedenine bağlı patlayıcılar falan mı vardı? Yere çarptığı anda patlamış ve beraberlerinde her şeyi götürmüş olabilirlerdi. Aslında ölümüne dair anıları hemen hemen bu şekildeydi.

 

Her şey son derece belirsizdi. O anki deliliğinden ötürü Ölüm anına ait anıları büyük oranda bulanıktı. Şu anda tamamen sakin olsa da o zamanki ruh hali, anılarından mantıklı bir çıkarım yapmasına engel oluyordu.

 

Zaten delilik halindeyken yaşadıklarını anımsaması imkansıza yakın demekti.

 

Emilia: “Gerçekten iyi misin, Subaru? Liliana’nın canı çok sıkılmış gibi görünüyor.”

 

Liliana: “Ben öyle yersiz bir şey yapmıyorum. Natsuki-sama’nın hakkımda ne düşündüğü beni hiç de ilgilendirip üzmüyor, o yüzden yanlış fikirlere kapılma lütfen.”

 

Emilia: “Gördün mü? Aslında canının sıkıldığı çok belli.”

 

Normalde etrafından habersiz olan Emilia bile Liliana’nın yüzsüzlüğünün ötesini görmüştü. Bu sırada Subaru, mevcut durumunu hatırlamıştı.

 

Şu anda Liliana’nın şarkı söylemesini fırsat bilerek koşturmalı ve sonrasında yenmesi için tatlı almalıydı. Çabucak bir şeyler aldıktan sonra da Öfke denen canavarla karşılaşacaktı.

 

— Söz konusu kâbusun başlamasına on beş dakikadan daha az vakit vardı.

 

Subaru: “Benimle dalga geçiyor olmalısın…”

 

Daha önce hiçbir Ölümden Dönüş tecrübesinde kayıt noktasıyla ölümü birbirine bu kadar yakın olmamıştı.

 

Zamanında hep birkaç saatle birkaç gün arasında değişen süreler verilmişti. Bu seferkiyse ekstrem denecek derecede kısaydı.

 

Subaru yalnızca on beş kısa dakikada ne yapabilirdi ki?

 

Ama o, bu mesele üzerine kafa yorarken bile vakit akmayı sürdürüyordu.

 

Bu durumda ölümden kaçınma seçeneği fazlasıyla basit olurdu. Tek yapması gereken konuşmanın yapılacağı noktadan uzak durmaktı. Bu sayede ölüm sebebi, yani olası bomba, onu etkilemezdi.

 

Tüm şehri etkileyecek bir bomba hazırlanmış olma ihtimali fazlasıyla düşüktü.

 

Yani Subaru’nun tek isteği hayatta kalmaksa oraya gitmemeyi seçebilirdi. Sirius Subaru’nun yakınlarında olmazdı. Zaten belirgin bir hedefi varmış gibi görünmüyordu, Subaru tesadüfen o ortama dahil olmuştu.

 

Yani Subaru olmasa bile o meydan Sirius’un suç mahalli olacaktı. Konuşma Subaru’nun varlığından bağımsız şekilde orijinal konumunda gerçekleşecek ve oradaki herkes etkilenecekti.

 

Fakat geçen sefer düşen çocuk her halükârda ölüme mahkûm olacaktı.  

 

Subaru: “Durdurmak zorundayım… lanet olsun, buna mecburum…!”

 

Subaru kafasını kaşıyarak bir karara varmıştı.

 

Onu kurtaramamıştı. O çocuk, Lusbel, bir kardeşi olmasını iple çekiyordu ve o kuleye çıkmak için çocukluk aşkının yerini almıştı. Bir insan nasıl yalnızca kendisini düşünüp onu kurtarmaya gayret etmeyecek kadar utanmaz olabilirdi ki?

 

Subaru: “Beako ve ben…”

 

Birlikte gideceğiz, demekte tereddüt etmişti.

 

Beatrice: “Biz ne, Subaru?”

 

Bu sırada yüzünü Subaru’ya dönen Beatrice ciddi bir soru sormuştu.

 

Savaştaki etkinliği düşünüldüğünde önünde kritik bir durum olduğunu bilen Subaru için en bariz seçim Beatrice’i yanında götürmek olurdu.

 

Onun yokluğunda savaş gücü yarıya iniyordu. Ama buna rağmen tereddütlüydü. Beatrice’i savaştırmak istememe gibi duygusal bir sebep söz konusu değildi.

 

Tabii ki bunu hiç düşünmemişti demek de yalan olurdu fakat esas sebep bu değildi.

 

Sebep Emilia’ydı. Daha doğrusu, Emilia’yı burada yalnız bırakmaktı.

 

Subaru: “——”

 

Cadı Tarikatı bu şehirdeydi.

 

O fanatikler — gerçi çoğul eki kullanıp kullanamayacağını henüz bilmiyordu ama hiç değilse Öfke Günahı Başpiskoposu buradaydı. Onun başka bir tarikat üyesiyle birlikte çalışıp çalışmadığına dair herhangi bir bilgisi yoktu.

 

Ama Cadı Tarikatının aktif olduğu bir şehirde Emilia’yı, onu koruyacak hiç kimse olmaksızın geride bırakma fikri Subaru’yu strese sokuyordu.

 

Bu kadar önemli birini erişemeyeceği bir noktada bırakmak çok tehlikeliydi.

 

Cadı Tarikatının şeytani elleri, Subaru’nun göremeyeceği bir noktada ona ulaşabilir ya da yine o önemli kişi söz konusu teröristin yoluna çıkabilirdi.

 

Subaru’nun kalbinin derinliklerine yoğun bir korku kök salmıştı.

 

Peki ya Emilia’yı Öfkeye götürmek? Böyle bir şey söz konusu dahi olamazdı. Emilia’yı Cadı Tarikatının karşısına çıkarmanın bir trajediye yol açacağına hiç şüphe yoktu. O kadarı kesindi.

 

Petelgeuse’i anımsamak bu durumu netleştirmeye yetiyordu. Subaru Emilia’yı Cadı Tarikatının yanına yaklaştıramazdı. Sebebe gerek yoktu. Öyleydi.

 

Subaru: “Beatrice ve ben…”

 

Beatrice: “Biz ne, Subaru?”

 

Subaru: “Bir tatlıyı paylaşırız, ne dersin?”

 

Beatrice: “…?”

 

Beatrice bu duydukları karşısında kaşlarını çatmıştı. Muhtemelen Subaru’nun bambaşka bir şey düşündüğünü varsaymıştı. Ama Subaru bu sırada dalıp giden Liliana’ya başını sallayarak Emilia’ya dönmüştü.

 

Subaru: “Tatlı atıştırmalıklar almak için kısa süreliğine gidip geleceğim. Emilia-tan, sen burada kibarca bekle ve Liliana’nın şarkısını dinlerken uslu dur.”

 

Emilia: “Anlıyorum. Ama benim de gelmemi istemez miydin?”

 

Subaru: “Böylesi daha iyi, inan bana. Ben seni koruyacağım, sen beni değil.”

 

Emilia bu sözler karşısında gözlerini irileştirip yüzü kızarmış şekilde başını salladı. Hemen ardından Subaru kendisine şüpheli bakışlar atmakta olan Beatrice’e hafif bir baş işareti yaparak,

 

Subaru: “Benim yerime Emilia’yı koru. Gücüne ihtiyacım olursa seni hemen çağıracağım.”

 

Beatrice: “…Betty’e bile anlatamayacağın ne yaşadın?”

 

Subaru: “Sen hazırlıklı ol, yeter. Seni çağırırsam, bununla yüzleşmek istesen de istemesen de bayağı korkunç bir durumda olacağız.”

 

Subaru bu sözlerin ağzından hafiften canı sıkılan Beatrice’in burnunu çimdikledi ve el sallayarak, ardında dört kızın bakışlarını hissederek yola koyuldu.

 

Ve beş dakikadan az sürede meydana ulaştı.

 

Ancak varışı birazcık gecikmeli olmuştu. Bu sıkıntılı durumda en ufak bir zamanlama farkı bile ölüm kalım meselesi halini alabilirdi.

 

Subaru: “Gerçi alışveriş yapmazsam yaklaşık on dakikam var demektir…”

 

Bu düşünceyle koşmayı bırakıp, yürüyerek varmış olduğu meydanı incelemeye başladı.

 

Öncesinde yalnızca kuleye odaklanmış ve etrafı gözlemleme fırsatı olmamıştı ama, hiç değilse şimdilik, etrafta göze çarpan siyahlı yabancılar falan yoktu.

 

Demek ki günah başpiskoposunun tek başına hareket etme olasılığı yüksekti.

 

Subaru: “Şimdiki soru ne yapacağım. Konuşma başladığında yine o sersem ruh haline geçmeye zorlanacak olmalıyım.”

 

Bu aykırı ruh halinin kökenini bilmediği için yeniden o hale geldiği zaman aklını toparlayıp toparlayamayacağını bilemiyordu. Bu yüzden beyin yıkama gücünün ürperticiliğinden ötürü bu anomalinin farkına varmasının imkânsız olacağını varsaymıştı.

 

Subaru: “Acaba herkese buradan uzaklaşmalarını mı söylesem? Petelgeuse durumundaki gibi olur… ama yo, yeterli insan gücü yok ve Sirius bu süreçte harekete geçerse kendi kendimi mağlup etmiş olurum.”

 

Bu durumun bir parçası olmaması gereken kurbanların saklanmasını isteyebilirdi. Ama bunu nasıl başaracaktı ki? Sonuçta Sirius’un konuşmasının belli bir hedefi yoksa mekân olarak da bu meydanla sınırlı kalmayabilirdi.

 

Burada seyirci olmazsa başka bir yere giderdi. Sonuç olarak yalnızca mevcut kurbanların yerini başkaları almış olurdu.

 

Subaru: “Bu durumda tek yol suçluyu etkisiz hale getirmek…!”

 

Öncelikli avantajı Sirius’un burada açığa çıkmayı planladığını bilmesiydi.

 

Bu da Petelgeuse ve tarikatıyla yaşadıkları savaşa son derece benzerdi. Ne olursa olsun Cadı Tarikatının özgürce hareket etmesine izin verilemezdi. O şeytani tarikatın suçlarını yerine getirmesine engel olmak için de altındaki temel sebeplerin ortadan kaldırılması gerekliydi. Aksi takdirde bu trajedilerin tekrar etmesinin önüne geçilemezdi.

 

Subaru bunu çok geç fark etmişti.

 

Bu sonuca anında varmış olsaydı buraya tek başına gelmezdi. Ama parka dönmek için vakti kalmamıştı.

 

Acaba otele dönüp Wilhelm veya Julius’tan yardım isteyebilir miyim diye düşündü.

 

Subaru: “Bu düşüncelerle vakit harcamanın faydası yok. Bu seferlik tek başımayım. Konuşma başlar başlamaz harekete geçmem lazım… yo, aslında çözüm çok daha basit!”

 

Subaru kulenin dibinde ufak bir açıklık fark etmişti ki Sirius’un konuşmasını yapmak için girdiği nokta orası olabilirdi.

 

Eğer öyleyse kadın çoktan kuleye girmiş ve kısa bir süre sonra gerçekleşecek konuşmasına hazırlanıyor demekti. O içeride olmasa bile Lusbel bağlı ve kurtarılmayı bekler halde orada olabilirdi.  

 

Bu yüzden Subaru sağına soluna temkinli bakışlar atarak göze çarpmayan demir kapıya usulca yaklaştı ve kulenin içerisine girdi.

 

Saat kulesinin içeri eşsiz bir karanlıktaydı ve tozla kaplı dondurucu bir hava mevcuttu.

 

Kule bütünüyle sessizdi. Subaru’nun dünyasındaki saat kulelerinin aksine burada herhangi bir dişli yoktu. Saatin ilerlemesini sağlayan mekanizma tamamıyla büyü taşlarına dayalıydı ve atmosfer büyü ışıltılarıyla üretilen o nesnelerle doluydu. Vakitteki değişim, kulenin kristallerindeki rengi de değiştiriyordu.

 

— Dolayısıyla içeride işitilen tek ses, bir başkasına ait olabilirdi.

 

???: “…Mmgrr!”

 

???: “Bu kadar gürültülü olmana gerek yok. Sen uslu bir çocuk musun? Güçlü olmak zorundasın. Baba Muslan, Anne Ina ve küçük kardeşin ne kadar güçlü bir çocuk olduğunla gurur duymalı. Çok uslu bir çocuk olmalısın.”

 

Nahoş bir ses yankılanıyordu. Dehşet dolu, çocuksu inlemeler yükseliyordu.

 

Spiral merdivenlerin tepesinden gelen ağlamalara bir ses eşlik ediyordu. Kulağa kin, şükran, nefret ve sevgi gibi geliyordu.

 

Çarpıktı. Rahatsız ediciydi. Hiçbir şekilde normal denilemezdi.

 

Subaru: “——”

 

Subaru bu sesin kesinlikle Sirius’a ait olduğuna kanaat getirerek derin bir nefes almış, sonra da nefesini tutmuştu.

 

Kalp atışları hızlanarak, göğsü inip kalkarak basamakları tırmanıyordu. Neyse ki merdivenler taştandı. Dikkatli hareket ettiği takdirde adımlarını sessiz tutabilirdi, ne de olsa düşmanın dikkati başka bir yerdeydi.

 

Her an Beatrice’e seslenmeye hazır şekilde yavaşça yukarı çıkıyordu. Yukarıdan yükselen ses giderek artıp yakınlaştıkça hissettiği gerilim de yoğunlaşıyordu.

 

Kule, tepesini görmek için kafasını kaldırması gerekecek uzunlukta olsa da yolculuk esnasında kayda değer herhangi bir şey göremiyordu. Kulenin ortasında büyük bir sütun bulunuyor ve etrafında spiral bir merdiven dönüyordu.

 

O merdivenlerin sonundan bir şeytanın ve bir kahramanın sesleri işitiliyordu. Kulenin dışına bakan tek bir pencere mevcuttu ve muhtemelen amacı insanların içerideki büyü taşlarını ayarlayıp kontrol edebilmesine olanak tanımaktı. Ses, o pencerenin önündeki boşluktan geliyordu.

 

İnsana çatı katına çıkıyormuş hissi veriyordu.

 

Merdivenlerin altından gizlice bakan Subaru, sessiz karanlığı dağıtan iki başıboş figürü görebiliyordu.

 

Başka biri yoktu. Ekstra bir tarikat üyesi yokmuş gibi görünüyordu.

 

— Öyleyse Subaru’nun, kadın tarafından ruhunun ele geçirilmesine hazırlıklı olması gerekliydi.

 

Subaru: “——”

 

Onu canlı yakalamak gibi bir opsiyonu yoktu.

 

Bunu yapmak istese de zorluk derecesi fazla yüksekti. Hem kadın hayatta olduğu sürece kim bilir ne numaralar yapardı?

 

Yere çömelen Subaru elini beline yerleştirdi.

 

Ve kemerinin desteklediği şeyi tutarak gevşetti.

 

İki eliyle tuttuğu şey, özel liflerle dokunmuş uzun, kıvrımlı uçlu bir silahtı.

 

Silahı genellikle kırbaç olarak biliniyordu ve kendi dünyasının arkeologlarının bir kısmı filmlerinde harabeleri keşfederken taşıdıkları bu kırbaçlarla ünlenmişti.

 

Bu kırbacın menzili daha uzundu ve kontrol etmesi filmlerde göründüğünden daha zordu ama Subaru, Clind’in eğitiminden geçtiği bir yıl içerisinde bu konuda bir hayli yetenekli hale gelmişti.

 

Bu seçimi yapmasının ardındaki mantıksa gayet basitti.

 

Kılıçların, çekiçlerin, mızrakların ve yayların aksine kırbaç, son derece çok yönlü bir aletti. Daha da önemlisi, Subaru’nun kılıç gibi bir silahla birkaç yılda elde edebileceği potansiyel gelişme fazlasıyla sınırlıydı.  

 

Kılıçlara kendo sürecinden biraz aşinalığı vardı ve o silahla bir yere varabilmesinin ne kadar zor olduğunu iyi biliyordu.

 

Bu yüzden mızrak veya kılıç yerine kırbacı seçmişti. Kazanmak için oldum olası zekasına, yaratıcılığına ve hilelerine güvenirdi.

 

O halde güçlü yönlerini öne çıkaran bir silahla gücünü daha iyi kullanabilirdi. Ve kırbaç, ona uzun mesafeden saldırma şansı da tanırdı.

 

Subaru: “——”

 

Hafifçe aldığı nefesi yavaşça verdi. Ve bir kez daha nefesini tuttu.

 

Ardından ayaklanarak sağ elinde tuttuğu kırbaçla merdivenleri tırmanmaya devam etti. Gölgelerde gizli figür onu fark etmemişti. Üstünlük Subaru’daydı.

 

Yarım adım öne çıkarak kolunu yukarı doğru savurdu. Ve keskin bir ıslık eşliğinde kırbaç, hedefine yöneldi.

 

Kıvrımlı, kavisli oluşu sayesinde güçtense hıza öncelik vermeyi hedefleyen bu yan saldırıyla badminton oyunundaki bir hamleyi tekrarlar gibiydi.  

 

Yılanın başı havayı yarıp geçmiş ve hedefinin korunmasız sırtına yaklaşarak o çarpık figürü indirmeye niyetlenmişti.

 

Lakin,

 

Sirius: “Neden bu kadar öfkelisin?”

 

Sırtı Subaru’ya dönük olan siluetten şaşkın bir ses yükselmişti.

 

Hemen ardından da kadının sağ eli yıldırım hızıyla savruldu ve Subaru’nun kırbaç darbesini etkisiz hale getirmek için koluna sarılı zincirleri kullandı.

 

Havada süzülen bir yılan, bir başkasıyla buluşmuştu adeta.

 

Bir saniyeliğine bu manzara karşısında sersemleyen Subaru toparlanarak kolunu kaldırdı ve kırbacının ucunun gerçekten de avıyla temas etmiş olduğunda karar kıldı.

 

Sirius: “Oh, amanın?”

 

Hafifçe kıkırdayarak yere düşmüş olan Sirius yeniden dengesini kazanarak toparlandı.

 

Fakat sağ kolundan sarkan zincir Subaru’nun darbesini karşılamış olsa da kırbaç, zincirinin birleşim noktalarına bir nebze dolanmış ve Sirius, Subaru’nun ani çekişi eşliğinde yerde sürüklenmeye başlamıştı.

 

Subaru: “H-Ha!”

 

Ardından Subaru, çırpınmakta olan Sirius karşısında tutuşunu iyice sağlamlaştırdı ve bir yay çizip bandajlı psikopata doğru koşturdu, ona omzunu geçirdi. Ve kadının beklediğinden daha hafif olan bedeni, kendi ağırlığı altında rahatlıkla uçuruldu.

 

Sirius: “Mn, Gah!”

 

Hafif bir çığlık atan Sirius yerde yuvarlandıktan sonra tam da Subaru’nun planladığı gibi pencereden aşağı uçmuştu. Burayla birinci kat arasındaki mesafe on metreyi aşkındı, bir çocuğun yere çakıldığı takdirde paramparça olacağı bir yükseklikti.

 

Subaru: “Sen iyi misin, Lusbel!?”

 

Subaru, Sirius’un düşüp düşmediğini teyit etmek yerine odadaki diğer kişiye koşmuştu. İki elinde bir zincirin uçlarını tutmakta olan o ufacık bedenin sahibi Lusbel, Subaru’yu korkuyla izliyordu.

 

Elindeki zincir, alt bedenini saran diğer bir zincirle bağlantılıydı ve bu da Sirius’un kötü zevkinin bir başka ifadesiydi.

 

Subaru: “O pislik…! Seni kendini bağlamaya zorlamış…!”

 

O zinciri boynunda tutmaya zorlanan Lusbel’in yaşadığı dehşetin boyutlarını yavaş yavaş idrak ediyordu. O dehşetin izleri şimdiden suratına kazınmıştı.

 

Bu kötülüğün farkına varan Subaru kontrol edilemez bir öfkeye kapılmıştı. Hemen çocuğun omuzlarını kavrayarak zinciri çıkartmaya başladı.

 

Subaru: “Bu kadarı yeterli! İyi olacaksın. Bir daha asla böyle bir şey yapmak zorunda olmayacaksın. Benimle gel!”

 

Lusbel: “Ama eğer… eğer istediklerini yapmazsam, anlaşmamıza uymazsam, o zaman Tina… benim yerime Tina…!”

 

Lusbel sulanan gözleri ve titreşen dudaklarıyla bu cevabı vermişti.

 

Onu gören Subaru’nun duyguları boğazında düğümleniyordu.

 

Zavallı çocuk, arkadaşını korumak için şeytanın planını kabul etmişti. Ve tüm yaşadıklarına rağmen hala kendinden ziyade arkadaşı adına endişeleniyordu.

 

Bacakları titrese, dişleri birbirine çarpsa, görüşü gözyaşlarıyla bulanıklaşsa, tutarlı cümleler kuramasa da…

 

Subaru: “Yo. Bu şehirde güvenebileceğimiz… çok… çok fazla kişi var.”

 

Subaru’nun boğuk sesi söylemek istediklerini aktarmaya yetmiyordu.

 

Karşısındaki çocuğun iyi hissetmesini sağlamak için rahatlatıcı, buyurucu şeyler söylemeliydi. Kılıç Azizi şehirdeydi. Şövalyelerin Şövalyesi, krallığın önder şifacısı ve koca bir şehri yıkma gücüne sahip daha pek çok kişi buradaydı.

 

Bu yüzden korkular yersizdi. Hiçbir şeytani güç şahlanamazdı. Evet. Aynen öyle. Korku tamamıyla yersiz, gereksizdi. Hiç gerek yoktu. Ve bu yüzden,

 

Subaru: “Bu yüzden… bacaklarım, titremeyi, kesin!!”

 

Gözleri korkudan odağını yitiren Lusbel’in önündeki Subaru, kendisine itaat etmeyen bacaklarını çaresizce dövüyor ve bağırıyordu.

 

Keder dolu sesi beklenmedik bir şekilde yankılanmış ve kalbinde hüküm süren korkuya karışmıştı. Midesinin bulandığını hissediyor, tespit edemediği bir şey tüm bedeninde dolaşıyordu.

 

Lusbel: “— Guuhk”

 

Bu sırada Lusbel baloncuk çıkışını andıran bir sesle kusmaya başlamıştı. Nefesini verirken spazm geçiriyordu ve kusmuğunun oluşturduğu havuzun içine yığılıp kalmıştı. Subaru ise ona yardım etmek istiyordu fakat bir anda organlarının içerisinde kıvranmakta olduğu hissine kapılmış, midesinde ne var ne yoksa fırlatılmışçasına dökmeye başlamıştı.

 

Sabah yediği Daisukiyaki tanınmaz haldeydi ve mide asidinin kokusu fazlasıyla bunaltıcıydı. Yutkunan Subaru şiddetle öğürmeyi sürdürüyor, yalnızca kendisini boğmakla tehdit eden kusmuğun verdiği acının tadını alabiliyordu.

 

Kustukça kusuyor, sersemliyor, kulakları çınlıyor ve durmaksızın titriyordu. Sebep soğuk değildi. Görünmez bir el midesini sıkıyor, iç organları tekmelenircesine eğrilip bükülüyordu. Subaru, tüm bunların kaynağının farkındaydı.

 

O da hiç şüphesiz,

 

Sirius: “— Korkun nezaketinin kanıtıdır.”

 

Arkasından gelen nazik sesi takiben bir kez daha kusan ve midesinden çıkan sıvılar yüzünden boğulma noktasına gelen Subaru kirli zemine yığılıp kalmıştı. Yanaklarında kaygan bir sıvının dokunuşunu hissedebiliyordu. Yerdeki pislik yığınına çok yakındı ve arada bir aldığı kısa nefesler sarı baloncukların kabarmasına yol açıyordu.

 

Çoğu kişi böyle korkunç bir manzaraya katlanamazdı fakat kadın, tüm bunları hafif bir gülümseme eşliğinde izlemekteydi.

 

Subaru ve Lusbel birbirlerine bakar, kendi kusmuklarının arasında çaresizce nefes alma mücadelesi verir ve görünmez sarsıntıların esiri olurken,

 

Sirius: “İnsanlar birbirini anlayabiliyor. İnsanlar bir olabiliyor. Nezaket kişinin kendi için mevcut değildir. Başkaları için mevcuttur. Nezaket yalnızca başkalarının hatırına mevcut olduğunda ışıldar. Yalnızca kendine nazik olmak bencilliktir! Yani sizin nezaketiniz, başkalarının hatırına var olan nezaketiniz, takdire şayan! Ah, ah, işte buna Sevgi derim!”

 

Subaru: “Gu, ah, hk…”

 

Sirius: “Lütfen rahatınıza bakın. Benim de tanık olmama müsaade edin. Sevgiyi hissedin ve benim de şahitlik etmeme izin verin. Sonu gelmeyen nezaketin… Seni Lusbel-kun’u kurtarmaya iten o erdem!”

 

Sirius bir yandan konuşuyor, bir yandan da kendi kusmuklarında yatan ikiliyi izleyerek salınıyordu. Bir eliyle Subaru’yu, diğeriyle Lusbel’i işaret ederek kollarını çaprazlamış şekilde belini sallıyordu. Adeta dans ediyordu. Adeta takdirini sunuyordu.

 

Sirius: “Siz iki nazik ruh, Lusbel-kun’un korkusunu birlikte hissedeceksiniz. Sen Lusbel-kun’un korkusunu hissedeceksin ve bu sayede Lusbel-kun’un hisleri sana geçecek. Lusbel-kun, sen de korkun aracılığıyla ondan gelenleri hissedeceksin. Senin bir zamanlar hissettiğin korkular ve Lusbel-kun’un kendi korkuları birlik olacak. Lusbel-kun tarafından hissedilen birleşen korkularınız bir kez daha senin kendi korkunla birleşecek. Lusbel-kun’un korkusuyla birleşen o korku yepyeni, tazecik bir korkuya dönüşecek ve Lusbel-kun’un korkusunun tazeliği bir kez daha senin gerçek korkuna aktarılacak. Hissettiğin gerçek korku ve Lusbel-kun aracılığıyla doğan ikinci korku senin korkuna eklenecek ve Lusbel-kun’un kalbinde şekillenen yeni bir korku seviyesi senin yepyeni yüksekliklere erişmiş korkuna katkı sağlayacak…”

 

Kulağına bir şey fısıldanıyordu. O bunaltıcı hız saçmalık derecesine ulaşmıştı. Subaru’nun o kelimeleri idrak etmeye çalışacak vakti yoktu. Neden? Çünkü duyuları ve görüşü aracılığıyla algıladığı her şey korkunçtu. Nefes almak korkunçsa, göz kırpmak da korkunçtu. Ama göz kırpmamak da son derece acı verici ve katlanılmazdı. Bu acı bile yalnızca Subaru’nun dehşetini sembolize etmek için vardı. Bir acı tatmak demek bir dahakine tadacağı acıyı tatmak demekti. Bu da Subaru’ya daimi, sonsuz, sınırsız bir korku hissettiriyordu. Yani göz kırpmayı reddetmek olmazdı. Ama gözlerini kırparsa dünya o anlığına karanlığa gömülürdü. Hiçbir şey göremediği o karanlık anda neler olacağını bilemezdi. Hiçbir şey olmama olasılığı da vardı ama bundan emin olmasına imkân yoktu. Bir şeyi teyit edemiyor olmak korkunçtu. Bilinmeyen içgüdüsel olarak korku doğuruyorsa, yaşamak korkunun üstesinden gelmek için yapılan ardı arkası kesilmeyen teşebbüslerden ibaret demekti. Sonuç olarak bu sözde korku, bir canlının hayatını tehdit eden bir şeyin varlığını hissetmesiyle doğan bir zayıflık hissiydi. Bu korkuya sahip olabilmek bir canlı formu olmanın eşanlamlısıydı. Korkunun işlerliği de acıya benzerdi. Neticede tehlike içgüdüsünü bir kenara atan canlılar hayatta kalamazdı. Korkuyu uyuşturmak kendini mahkûm etmek demekti.

 

Sirius: “Oh amanın? İkiniz de aklınızı yitiriyor gibi görünüyorsunuz. Sevmek ve insanları duygusal olarak zenginleştirmek bazen çok kırılgan bir hal alabilir. Ah, Sevgiyi acı verici kılan da bu işte. Fakat hayatta kalabilmemizin sebebi de sevginin varlığı. Bu gerçekten çok zor. Neyse, ben gidip bana yardım etmesi için Tina- chan’ı getireyim. Lusbel-kun sahiden sıkı çalıştı.”

 

Yaşamın değeri konusunda duygusuzlaşmak, içsel hayatta kalma kabiliyetini ihlal etmek demekti. Başka bir deyişle, korku yersizdi. Bu yüzden şu anda hissedilen gibi delice bir korkuyu takdir etmenin bile utanılacak hiç ama hiçbir yanı yoktu. Tabii ki bu, herhangi bir anlamı olmayan bir varsayımdan ibaretti. Ancak bu tarz düşünce deneyleri yapmak, muzaffer bir ilerleme kaydetme umuduna yönelik baskıcı, bunaltıcı korkuya karşı koymak için kullanılabilecek en harika yöntemdi, değil mi? Subaru kesinlikle o kanıdaydı. Önündeki Lusbel ise gözleri yuvalarında dönerek kasılmaya başlamıştı. Genç oğlanın yaşam alevleri sönmek üzereydi.

 

Bu üzücü ve pişmanlık vericiydi. Fakat Subaru, cesaretinin kırılmasına müsaade edemezdi. Mücadele edecek ve son ana dek savaşacaktı, ettiği yemin bu değil miydi? Geçen seneki o korkunç, yorucu, zararlı yargılamada bile yeminine uymuştu. Bunu yapmayacaksa Subaru ne demeye hayatta kalmayı bu kadar acı ve üzücü bulmuştu ki? Korkunçtu.   

 

Çok ama çok korkunçtu. Ürperticiydi. Her şey ürperticiydi. Hayatta olmak. Ürpertici. Göz kırpmak. Ürpertici. Nefes almak. Ürpertici. İğrenç. Ürpertici. Mide bulandırıcı. Ürpertici. Korkunç. Korkunç. Korkunç. Korkunç. Korkunç. Korkunçkorkunçkorkunçkorkunçkorkunçkorkunçkorkunçkorkunç—

 

※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※

 

Liliana: “Şarkı bittikten sonra tekrar konuşmaya başlayacakları için onlara yiyecek ve içecek bir şeyler hazırlamamız gerekmez mi? Tatlı atıştırmalıkların onları havaya sokup aralarındaki mesafeyi kapatacağı kesin, sence de öyle değil mi?”

 

Dünya bir anda tersyüz olmuş ve Subaru, yeni bir ses işitir işitmez yığılıp kalmıştı. Ve tuhaf suratlı bir kız tarafından yakalanırken de alınları şiddetle tokuştu.

 

Liliana: “Gah!?”

 

Subaru: “Ha?”

 

Yüksek bir ses işitildi.

 

Subaru, hissettiği ani, keskin acı yüzünden birkaç adım gerilemişti. Ve önünde bir yerlerde, bir şeylerin çime düşüşüne ait bir ses yükseldi. Fakat alnını ovmakla meşgul olduğu için bu sese tepki vermedi.

 

Subaru: “A-az önce…?”

 

Emilia: “Sorun nedir, Subaru? Bir anda Liliana’ya kafa attın. Bu hiç hoş değil. Ondan hoşlanmıyorsan da uyuşmazlıklarınızı konuşarak çözmelisin.”

 

Beatrice: “Haklı, doğrusu. Şiddete başvurmadan önce o nahoş görünümlü kıza onu uçurmak istediğimizle ilgili bolca uyarıda bulunmalıyız, sanırım.”

 

Liliana: “Gerçekten o kadar çirkin miyim!?”

 

Liliana beklenmedik bir çığlık eşliğinde ayağa sıçramıştı.

 

Bu sözleri işiten Emilia ve Beatrice’in tek kelime etmeksizin birbirine bakmasının ardından da ikinci darbesini almış şekilde yeniden yere yığıldı.

 

Priscilla: “Ne saçma bir maskaralık. Sıradan vatandaşlar benim şakıyan kuşuma böyle davranamaz. Bu bir daha asla tekrarlanmayacak.”

 

Liliana’nın gördüğü şiddete karşı çıkan Priscilla, Subaru’nun tavrı konusunda şikâyette bulunmuştu.

 

Ona formalite icabı başını sallayan Subaru ise bir kez daha bulunduğu konumu teyit etmişti. Ve,

 

Subaru: “…mide bulandırıcı.”

 

İkinci sıfırlama, o deliyle ilgili değerlendirmesini değiştirmemişti.  

 

 #Biraz boş vakti olan ve bölümün çok güzel olduğunu fark eden çevirmeninizden sürpriz geldi :)
Aslında salıdan salıya atıyordum ama bölüme bir göz gezdireyim derken kendimi kaptırıp çevirmeye başladım, sonra da sizinle paylaşmadan edemedim. Salı bir bölüm daha gelecek merak etmeyin.

Sonlara doğru mantıklı bir çeviri yapmak gerçekten zorlaşsa da bu bölümü çok beğendim. Bu arada bizim Subaru büyümüş de İndiana Jones olmuş, kırbacını eline almış kötülerle dövüşüyor. Biraz duygulandım açıkçası  Ve Sirius'un da nasıl bir yeteneği olduğunu bir nebze daha anladık. İnsanların aynı hisleri, aynı şeyleri yaşamasını sağlayabiliyor. Muhtemelen geçen bölüm çocuğun ölüşüyle o alandaki herkesin ölüşü de bu sebeptendi. Yani bayağı sağlam bir yetenek. Peki kısacık on beş dakikada nasıl bu kadına karşı bir çözüm getireceğiz? Eh bu sorunun cevabını da sonraki bölümlerde alacağız. Tekrar görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr