Pristilla genelinde bulunan sığınak sayısı, bölge başına yirmi beş civarıyla yaklaşık yüzü buluyordu.
Al’ın önerisiyle arayışlarına yardıma ihtiyacı olan kişileri bulma ihtimallerinin yüksek olduğu Birinci Sokaktan başlamışlardı. İhtiyatlı bir yol izliyor, mücadelelerden olabildiğince kaçınabilmek adına temkinli bir şekilde ilerliyorlardı.
Al: “Aslında abartıyormuşuz gibi geliyor. Sonuçta yanımızda şu çocuk var. Bu kadar abartılı bir çekingenlikle ilerlemememiz gerekmiyor, sence de öyle değil mi?”
Subaru: “Abartılı değil. Gücümüz sınırlı, düşmanınsa neredeyse kılına dahi zarar gelmedi. Tek bir saniyelik ihmal bile canımıza mal olabilir. Düşmanı gözlemenin yanı sıra herhangi bir gürültü patırtıdan kaçınmaya çalıştığımızdan bahsetmiyorum bile.”
Anastasia Belediyedeyken toplumun huzursuzluğunun ayaklanmaya yol açabileceğini söylemişti. Ve Subaru bunun gerçekleşeceğine inanmak istemese de mümkün olduğunu inkâr edemeyecekti.
Çeşitli sığınakları ziyaret edip bir yandan savaş gücü toplarken bir yandan da durum değerlendirmesi yapmak — Subaru’nun niyeti, giderek kuvvetlenen huzursuzlukla savaşma fırsatı olarak bu görevi tamamlamaktı.
Al: “Evet, doğru söylüyorsun sanırım… Ehh, güvenli bir yol izliyorsun diye şikâyet ettiğimi duyamayacaksın. Sonuçta iş dövüşmeye gelirse yalnızca şu çocuğa bel bağlayabilirim.”
Subaru: “Sen… bunu yapabildiğini inkâr ediyor olsan da gerçekten dövüşemiyor musun? Belediyeye sağ salim ulaşmayı başardın ama.”
Al: “‘Savaşçı’ ve ‘savaşçı olmayan’ sarasında bir seçim yapacak olursam ilkini seçerdim. Ama yeteneğim en iyi ihtimalle normal bir insan seviyesinde. Süper insan tipli biriyle karşılaşırsam cesedim iki saniyeye falan bir köşeye yığılır. Yani yok, olmaz, bunu değerlendirmek bile anlamsız.”
Sağ kolunu bu düşünceleri kovalarcasına sallayan Al, başlığının ardından kabiliyetsizliğini ilan etmişti.
Biraz memnuniyetsiz bir tavır sergilese de Subaru’nun bu konudaki fikri Al’ınkiyle uyuşuyordu. Onun da asla ulaşamayacağı bir yetenek seviyesi vardı.
Belki de bu dünyada hayatta kalmanın zorluğu gereği buradakilerin biyolojik yapısı temelde farklıydı. Dolayısıyla Subaru ne kadar idman yaparsa yapsın asla Julius veya Garfiel gibi olamayacaktı. Reinhardt’tan bahsetmeyeyse gerek dahi yoktu; hiç kimse o seviyeye ulaşamazdı.
Subaru: “Ama bu dövüşmemek için yeterli bir sebep olmamalı.”
Al: “Olmamalı mı? Şahsen galibiyet şansımın hiç olmaması şansımı bile denememeye ikna olmam için son derece yeterli. Ahhh, pişmanlıkların ardında kalmak bambaşka bir mesele. Ben de o tipte biri değilim zaten.”
Subaru: “——”
Al: “Hadi ama, öfkelenme kardeşim. Senin pozitif tavrını harika buluyorum. Yalnızca bana uygun bir şey değil işte. Şartlar böyle gerektiriyor, anlıyor musun?”
İki taraf da duruşunu belli etmişken diyalogları yalnızca paralel bir rotada ilerleyebilirdi.
Subaru sessizliğini korurken Al suçluluğunu ilan eder gibi özür dilemiş ve sonra da sessizce etrafı tarayarak öncülük eden Garfiel’e dönmüştü.
Bu esnada dört uzvunun üzerinde eğilmiş olan Garfiel ürpertici bir sessizlikle geri dönerek,
Garfiel: “Sıradaki üç yol temiz görünüyo. Daha doğrusu hayat belirtisi olmayan ıssız ve boş yollar. Teknik olarak güvenli gibi ama bu da lanet olasıca bi şüphe uyandırıyo, di mi?”
Garfiel’in seğiren burnuyla vardığı sonuç buydu.
Hedefleri hiçbir mücadele içerisine girmemekti fakat tek bir vukuata bile denk gelmemek de bir tedirginlik hissi doğuruyordu. Her halükârda zaman, bu tarz bir tereddüde düşmelerine müsaade etmiyordu.
Subaru: “Amaçsızca kendimizi yiyip bitirmenin bize bir faydası dokunmayacak. Hedefimiz hemen önümüzde. Olabildiğince hızlı gidelim diyorum. Sorun olmaz, değil mi?”
Garfiel: “Hiç diilse harika benliim sorun olmiycağını söylüyo. Lanet olsun, başka bi şansımız da yok gibi görünüyo.”
Kısa, sarı saçlarını kaşıyan Garfiel ayağını tedirgin bir şekilde yere geçirirken Subaru başını sallayarak onay verdi. Al’ın sessiz omuz silkişi de herhangi bir itirazı olmadığının göstergesiydi.
Belediyeden yaptıkları yolculuk on beş dakikalarını tüketmiş olsa da gösterdikleri ilgi ve dikkat sayesinde şu ana dek herhangi bir sorun çıkmamıştı. Sonuçta değerlendirdikleri en kötü ihtimal, cadı tarikatının tüm şehre birliklerini dağıtmış olabileceğiydi.
Önlerindeki her yolda tökezleyeceklerini düşünüyorlardı demek abartı olmazdı.
Al: “Cadı Tarikatı beklenmedik bir şekilde nöbetçi yerleştirmeyi ihmal etmiş gibi görünmüyor mu?”
Koşmakta olan Al, bu yorumu yapmak için arkasını dönmüştü. Onun görüş alanındaki Subaru ise “sebebin ne olduğunu düşünüyorsun?” karşılığını verdi.
Al: “Sebep çok basit, sokaklara dağıtacak kadar adamları yok. Fark etmedin mi, kardeşim? Kuledeki başpiskoposlara kıyasla bu durum biraz fazla gevşek görünmüyor mu? Karşı tarafın böyle rahatça hareket etmesine müsaade etmeleri de aynı şekilde. Hedeflerini gerçekleştirmeyi bu kadar istiyor olsalardı böyle davranmazlardı.”
Subaru: “Normal davranış her rotayı kesip kesin talimatlar vermek olurdu, değil mi? Ama sen onların aklında başka bir hedef olduğunu düşünüyorsun?”
Al: “Hah, bunu iddia edemem. Ama öyle bir şeyler olduğunu hayal edebiliyorum.”
Al muhtemelen gelişigüzel bir karşılık vermek istemişti. Fakat Subaru’nun ciddi bakışları karşısında bir an için sessizleşmiş ve muhtemelen başlığının altından buruk bir şekilde gülümsemişti.
Al: “—Aslında taleplerine uyup uymamamızın bir önemi yok.”
Subaru: “Ha?”
Al: “Taleplerinde ciddi olsalardı o talepler daha detaylı ve net olurdu. Ama senin de bana katılacağından emin olduğum üzere, kardeşim… talepleri konusunda ciddi bir şekilde ısrarcı olmuyorlar. Yani o taleplere uyarsak harika. Ama uymasak da olur. İşte verdikleri his bu.”
Subaru: “Diyorsun ki… yalnızca bizimle oyun oynuyorlar, öyle mi…!”
Al: “Yaptıkları tam da bu değil mi? Bu piçlerin başka ne amacı var ki?”
Nutku tutulan Subaru’nun aksine Al, boş, hissiz bir sesle konuşuyordu. Ve Subaru, onu herhangi bir şekilde onaylayacak gücü bile kendinde bulamıyordu.
—Bütünüyle oyuncak ediliyorlardı.
Cadı Tarikatının çirkinliği düşünülünce bu olasılık şakaya alınacak cinsten değildi. Saldırıları sırasında avantajlı taraf olarak taktiksel kararlar vermiş olsalar da eylemlerinin akıl almadığı pek çok nokta da olmuştu. Mesele Belediye savaşı esnasında Capella ve Alphard pusuya yatmıştı fakat Sirius ve Regulus’un olmayışı tüm güçlerini kattıkları bir saldırının gerçekleşmediğine işaret ediyordu. Ayrıca Subaru’nun cephesi herhangi bir zayiat vermemişti.
Yani şehrin içerisinde olduğu umutsuz kuşatmayla cadı tarikatının gevşek tavırları arasındaki aykırılık, tarikatın taleplerini elde etmek adına her yola başvurmadığını kanıtlıyordu.
Garfiel: “Kaptan! O piçe benzeyen herifin sözlerini dinlemene gerek yok. Ve sen, kaptanımın kafasına böyle komik düşünceler sokmaya devam edecek olursan harika benliim seni gebertir, tamam mı?”
Subaru bir dalgınlık denizine batarken Garfiel, gözlerini Subaru’nun yanında koşturmakta olan Al’a dikmiş ve onu hiddetli bir bakışla azarlamıştı.
Garfiel: “Bi önemi bile olmayan konularda konuşup duruyosun, senin gibi mücadele ruhu olmayan piçler lanet olasıca çenelerini kapalı tutmalı! O piçler her naapmaya çalışıyosa çalışsın biz onlara vurmaya, onları dövmeye ve yenmeye devam edicez! Bunu aklımızdan çıkarmadıımız sürece devam edebiliriz!”
Al: “Bayağı ekstrem ve acımasızca bir yorum oldu, değil mi? Gerçek bir karşılaşmada onlara denk olamayacağım doğru olsa da bunun ne düşündüklerini tahmin edebilmemle bir alakası yok. Lafı açılmışken, bizim için ne planladıklarını tahmin etmenin kime ne zararı var, ha?”
Garfiel: “Seni piç—”
Dişlerinden keskin bir çınlama sesi yükselirken Garfiel’in adımları duraksamış, aynı anda Al’ın da hareketi kesişiyle atmosfer karşılıklı bir uyuşmazlık ve gerginlikle dolmuştu.
Bu sırada Subaru aralarına atılıp iki tarafın göğsüne de birer elini yerleştirerek,
Subaru: “Durun bakalım! Neyiniz var sizin? Gerçekten müttefiklerimize cephe alacak bir zamanda mıyız sizce?”
Garfiel: “‘Bu piç bizim müttefiimiz falan diil, Kaptan. İyilik peşinde olmadıı kesin. Muhtemelen onunla hemen yollarımızı ayırsak daha iyi olur.”
Al: “Aktif olarak bir kavga başlatma çalışmalarına “kalsın, teşekkürler” diyeceğim ama motive rakipler karşısında barışçıl yollar izleyen biri de değilim.”
Garfiel bileklerini çatırdatmış, Al ise etrafında dönmüştü.
Ve onların bu tavırları karşısında tepesi atan Subaru’nun öfkesi iyice kaynamaya başlıyordu.
Ta derinlerinden yayılan binlerce dikenin bedenini karıncalandırdığını, kendisini işbirliğine varamayan bu iki adamı yumruklayıp tekmelemeye ittiğini hissediyordu—.
Subaru: “Bir tuhaflık var…”
Kafası anında kızışmış ve karşılığını cinayetle verme sonucuna atlamıştı.
Her halükârda öfkesinin fazla hızlı kabardığı kesindi. Hem neden hepsi de birbirine cephe almaya bu kadar hevesliydi ki?
İkilinin arasındaki çatışma Subaru’yu da etkilemiş olmalıydı—
Subaru: “Yo, bu…”
Düşüncelerinin ve hislerinin akışını yönlendiremiyordu— bu farkındalık Subaru’yu ürpertmişti. Sonuçta bu tarz bir tiksintiye şimdiden fazlasıyla aşina hale gelmişti.
Subaru: “O Sirius kaltağının etkisi mi başlıyor…!?”
Kendi suratını tokatlarıyla döven Subaru, bilincini yeniden kazanma çabalarıyla etrafına bakınıyordu.
Fakat incelemeleri sonucunda görüş alanında tuhaf bir figür tespit etmemiş veya olağandışı bir şey işitmemişti. Yine de belli belirsiz bir keder ve tiksinti hissi ağır bir şekilde varlığına çöküyordu.
Subaru: “Hey, Garfiel, Al, kesin şunu! Derin bir nefes alın ve sakinleşin. Tartışmanızın bu kadar hızlı alevlenmesi tuhaf değil mi? Muhtemelen [Öfkenin] etkisidir. Hisleriniz kontrol edilemez hale geliyor.”
Garfiel: “Ha? Ne demek istiyosun, Kaptan? Bu herifin bi anda parlaması tepemi attırdı… dur bi saniye.”
Subaru: “——”
Subaru’nun iddiasını işiten Garfiel, dişlerini sıkarak bir elini alnına bastırdı. Ve yavaşça kafasını sallayarak gözlerini hızla kırpıştırdı.
Garfiel: “… cidden kavga etmeye değmeyecek bişi. Genelde bu tarz şeyler sadece can sıkardı.”
Subaru: “Bu [Öfkenin] kabiliyeti. Etrafımızda herhangi bir düşman olmadığından emin olalım, tamam mı?”
Garfiel: “Kokuda da miasmada da… hiçbi terslik yok. Ama…”
Garfiel tam da hislerinin böylesine güvenilir olmasından ötürü ürpermeye başlamıştı.
Başka bir deyişle Sirius’un gücünün menzili tahmin edilebilenden çok daha öteye ulaşıyordu. Eğer onun şu anda kulelerin birini tuttuğu teorisi doğruysa gücünün menzili hemen hemen tüm şehre yayılıyor demekti. Tabii ki meydandaki yoğunluğuyla arada bir fark vardı ama—
Al: “Ehh, işte oyuncak edilmek böyle hissettiriyor. Bir seferden fazla tecrübe etmek istediğim bir şey değil. Olabilecek en kötü hissin tadına baktım.”
Diye mırıldanan Al da Garfiel gibi kendisini yutan öfke tufanının sebebini netleştirmişti. Bu netlikle Subaru’ya bakıp çenesini kaldırarak,
Al: “Ama kardeşim, acele etmezsek başımız derde girecek, haksız mıyım?”
Subaru: “Ne, neden bahsediyorsun?”
Al: “Önce sen fark ettin, kardeşim, seni dinleyince biz de bir şeylerin ters olduğunu fark ettik. Ama başka biri bunu fark edemez. Ve bu his tüm şehre yayılacak olursa… durumdan haberdar olmayan ortalama bir insanın sakinliğini koruması imkânsız olur, değil mi?”
Subaru: “—hk!”
Al’ın dile getirdiği gerçeği değerlendiren Subaru’nun zihninde olabilecek en kötü senaryo belirmişti. Bu şekilde, aynı senaryoyu hayal ederek fena halde irkilen Garfiel’e göz ucuyla baktı. Ve ikili, aynı anda pervasızca bir koşuya başladı.
Al: “Ah, beni de bekleyin!”
İkilinin atıldığını gören ve onlardan yavaş kalan Al da aceleyle peşlerine takıldı.
Subaru, gerginliğine kapılarak gizlilik olayını tamamen bir kenara atmış, gerçekten de pervasızca koşmaya başlamıştı. Fakat Garfiel’in adımları Subaru’nunkinden çok daha keskin ve hızlıydı, böylece kaşla göz arasında Subaru’yu geride bırakmış, gölgesi sıradaki sokağın T kavşağında silinip gitmişti.
Haritanın anlattığı kadarıyla tam da Garfiel’in gözden kaybolduğu köşede bir sığınak olmalıydı.
Al: “Yol güvenli mi!?”
Subaru: “Garfiel hiç tereddütsüz atladı. Yani orada herhangi biri olmamalı!”
Arkasından gelen bağırışı yanıtlayan Subaru da Garfiel’in bir hayli gerisinde kalarak köşeye ulaşmayı başarmıştı. Momentumundan hiçbir şey kaybetmeyerek köşeyi döndüğündeyse karşısında taş bir kulübe buldu.
Aceleyle kapıyı açarak yerle bağlantılı merdivenin varlığını teyit etti, delice bir koşuyla merdivenlerden alçalmaya başladı ve yetersiz görüş alanına giren şey—
Subaru: “Dalga… geçiyor olmalısın…”
—Kan ve keder kaplı, cehennemi andıran bir manzara oldu.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Al: “Öldürdükçe öldürmüşler… sadece beş tanesi hala nefes alıyor. Ve onların da adamakıllı toparlanması lazım. Gerçekten olabilecek en kötü durumla karşı karşıyayız.”
Al, karşısındaki dehşet verici manzara nedeniyle hislerine hakim olamayarak boğuk bir sesle fısıldamıştı. Yan tarafta oturmakta olan Subaru’nunsa ona karşılık verecek enerjisi yoktu.
Hızla koşturdukları sığınaktaki kişiler birbirine cephe almış, dostların birbirini katlettiği bir facia yaşanmıştı.
Muhtemelen bu faciayı başlatan tartışma da esasında önemsiz bir şeydi.
Sıkış tepiş, klostrofobik bir ortamda sıkışıp kalmış, Cadı Tarikatının yayındaki taleplerinden korkmuşlardı.
İşte bu sırada kalplerine karanlık düşünceler sızmıştı. Kendilerinden isteneni yaparlarsa durum iyiye giderdi, değil mi? Harekete geçmeleri doğru olmaz mıydı?
Beliren bu düşünceler bir eylem uyandırmış, eylem için de diğer kişilerle iletişim kurmak gerekmişti. Fakat bu iletişimin iyi bir sonuç vermediği ortadaydı.
Garfiel ve Al arasında yolda yükselen çatışma da aynı şeyin ürünüydü.
Fakat bu sığınakta insanları sakinleştirecek bir Subaru yoktu. Dolayısıyla tartışmalar yoğunlaşmış, herkesin hisleri birleşip yayılınca ve alanı etkileyince de etki katlanmıştı.
Duygular yükseldikçe gerginlikler katlanılmaz hale gelmiş, tiksinti derecesine ulaşmış ve hepsi trajediyle sonuçlanmıştı.
Garfiel: “Hayatta kalanların uyumasına müsaade edebiliriz, böylece onları iyileştirebilirim. Ama ölenlerin cenaze işlemlerinin… beklemesi gerekecek. Kaptan, diğerleriyle iletişime geçtin mi?”
Subaru: “Geçtim. Demir Diş yolda olmalı. Sanırım hayatta kalanları onlara emanet edebiliriz. Esas problem, bundan sonrası…”
Subaru, bu yapay öfke artışlarının yükselmesi durumunda doğabilecek felaketin derecesini hafife almıştı.
Duygu dalgalanmalarının sığınak gibi kapalı bir alanda sıkışıp kalan kişiler arasındaki aktarım yoğunluğu tahmin edilemeyecek bir şey değildi. Tabii ki hiç kimse pozitif ve iyimser bir tavrı sürdüremezdi; ama negatif duygular arasındaki değişkenlikler bile muazzam farklar yaratabilirdi.
Başlangıçtaki hisleri keder, yas ve umutsuzluktan ibaret olsaydı ve hiç kimse harekete geçme inisiyatifi almasaydı insanlar nispeten iyi olabilirdi.
Ama o ilk his öfke veya benzeri bir şeyse sonuç şu anda tanık oldukları manzaradan farksız olurdu.
Subaru: “Bu sığınaklara tıkılıp kalmak zorunda kalmaları… bu bile bir nefret doğurabilir.”
[Öfkenin] kabiliyeti his aktarımı gibi bir şeyse etki alanındaki kişi sayısı arttıkça gücünün etkinliği de bir o kadar artacak demekti.
Özetle insanların ellerinde aynalar varsa ufacık bir ışık huzmesi bile yansıtma işini üstlenen nesne çokluğu gereği sonu gelmez bir şekilde yansır dururdu. O ışığın yerini duygular aldığındaysa…
İnsanlar arasındaki minicik bir temas bile korkunç bir sona sebebiyet verebilirdi.
Böyle bir tedirginlik ve korku ortamında etki eden bu güç, herkesi tek başına olmaya zorluyordu.
Subaru: “Amma mide bulandırıcı…”
Garfiel: “Kaptan, bu meseleyi nası halledicez? Tüm sığınakları ziyaret ediceğimizi söyledik ama böyle devam ederse…”
İyileştirme işini bitiren Garfiel’in alnı terlerle dolmuş, rahatsız bir ifadeye bürünmüştü. Onun bu rahatsızlığının sebebini anlayan Subaru ise nasıl bir yanıt vereceği üzerine kafa yoruyordu.
Ama ne yaparsa yapsın düşüncelerini toparlayamıyordu. Çeşitli sığınakları ziyaret etmek, güç toplamak ve insanlara pes etmemelerini söylemek; bu eylemlerin hiçbiri yanlış değildi.
Ama yükselen baskı, Subaru’nun şehri yavaşça dolaşmasına müsaade etmiyordu.
Muhtemelen bu trajedilerin kaynağını savaşmaya razı olan bir avuç dolusu insan oluşturuyordu; bu tartışmaların sebebi, onların kalplerinden geçenler olmalıydı. Sığınaklar duyguların pıhtılaşmış bir çözeltisi halini almıştı; belki de kalan sığınmacıları sığınaklardan ayrılmaya ikna etmek hayatta kalma oranını arttırabilirdi.
Subaru: “Ama bunu yapar ve kuleleri almakta başarısız olursak hepsi ölür.”
Sonuçta bunlar Pristella şehrinin sığınaklarıydı.
Vatandaşları Su Kapısı Şehrinde yaşanabilecek herhangi bir potansiyel taşkına karşı korumak adına tasarlanmışlardı; Subaru cephesi alt edilir ve su kapıları açılırsa yoldaşlarına yönelik korkuları gereği sığınakları terk edenlerin ölümü tadacağı kesindi.
Yani içeride kalmak da dışarıda kalmak da kusursuz bir önlem sağlayamıyordu.
Garfiel: “Kaptan…”
Subaru: “——”
Kararsızlıklarıyla boğuşan Subaru, Garfiel’in seslenişini işitmişti.
Bu, Subaru’dan yanıt ve çözüm beklediğini anlatan bir ifade ve seslenişti. Bu, karanlık bir dünyadaki tek ışık kaynağına erişmeye çalışan, yönlendirme ve güvence bekleyen birinin tasviriydi.
Subaru buna nasıl karşılık verebilirdi ki?
Çözüm arayışı mı? Subaru da aynı durumdaydı. Karanlıkta bir ışık görmeye çalışmak mı? Subaru da aynı karanlıkta kaybolmuştu.
Ama kendi güçsüzlüğünden şikâyet etmenin bir anlamı yoktu. Kıyamet kopartmak, lanetler okumak kimseye fayda etmezdi. Şikâyet etmeye zamanı olsa bile anlamlı bir şeyler söylemesi çok daha iyi olurdu.
Herhangi biri için herhangi bir anlamı olan her şey iş görürdü.
Al: “Kaptan aşağı, kaptan yukarı… gerçekten de güvenilir, elverişli bir caziben var gibi görünüyor, evlat. Öyle olağanüstü bir tavır ki gözlerim yaşarıyor vallahi.”
Fakat Subaru’nun tereddütlü sessizliğini bölen kişi, tek kollu adam olmuştu. Sırtını duvara yaslamış olan Al’ın bakışları dehşet dolu manzaradan Garfiel’e çevrilmişti. Ve soğuk, kayıtsız tavrı Garfiel’i bir an için şok ederek sessizleştirmişti.
Garfiel: “Ha? Ne bok demek istiyosun, piç…”
Al: “Açıklamadan anlayamıyor musun? Ne dediysem onu kastettim. Düşünmeyi reddederek karar verme işini bir başkasına devretmek kolay. ‘Kaptan’ senin için bir nevi büyü görevi falan mı görüyor? Herhangi bir çözüm bulmanı sağlayan meşhur bir Süpermen falan mı?”
Garfiel’in lafı, Al’ın alaycı tavırlarıyla kesilmişti.
Al: “Sırf şu birkaç an bile ona ne kadar güvenip bel bağladığını anlamama yetti ama gerçekten o kadar abartılı bir güvenilirliği var mı? Kuvvet desen, onu ezip geçeceğin şüphesiz. Zekâ desen, daima ondan iyisi bulunabilir. Ve şans? Böyle bir durumda şanstan bahsetmeye cüret etsen bile sana kimse inanmaz, haksız mıyım?”
Garfiel: “Kapa şu lanet olasıca çeneni! Kaptan hakkında böyle saçma sapan konuşamazsın! Sen onun kuvvetini nerden bilceksin? Lanet olasıca harika biri o!”
Al: “O güçlü biri, o harika biri falan… Çocuk musun sen? Hani, nerede gücü? Hem söylediğin gibi harika olsaydı şimdiye bir şeyler yapmış olurdu. Yoksa bu duruma çoktan bir çözüm bulduğunu ve yalnızca zorlanma rolü yaptığını mı söylüyorsun?”
Garfiel bağırmaya başlasa da Al’ın alaylı ses tonu hiç değişmemiş ve eğilip suratına baktığı Subaru, onu kovuşturamayacağını fark etmişti. İşte bu tepki karşısında yeniden dikleşen Al, “görüyor musun?” diyerek konuşmasını sürdürdü.
Al: “Her şeyden sorumlu olmak, tüm çözümleri elinde taşımak harikadır. Bu bir kahramanın ayrıcalığıdır. Ama çoğu sıradan vatandaş bu görevi üstlenemez; çünkü yeterince güçlü değillerdir. Tabii ki ben bir kahraman değilim ve senin kardeşin de öyle. Peki neden tüm yükü ona taşıtmaya çalışıyorsun? Ona bu kadar umut yükleme, tamam mı? Çok acınası!”
Subaru: “——”
Subaru’nun Al’ın ne söylemeye çalıştığıyla ilgili en ufak bir fikri yoktu.
Yeniden [Öfkenin] gücünün tesiri altına girmiş olabilir miydi? Öyleyse şu anda Al’ın kalbine hükmeden his neydi?
Öfke mi? Mutsuzluk mu? Başka bir şey mi?
Öfkeli görünüyordu ama aynı zamanda kederli ve alaylı gibiydi de; ne hissettiğini çözmek bile imkansızdı.
Al: “Hey, kardeşim. Sürekli canını sıkan şey ne?”
Subaru: “… canımı sıkan şey mi ne? Tüm bunlar işte…”
Şehri nasıl kurtaracağı. İnsanları canları yanmadan sığınaklardan nasıl kaçıracağı.
Emilia’yı nasıl geri alacağı. Crusch’ı nasıl iyileştireceği. Rem’i nasıl kendine getireceği. Cadı Tarikatını nasıl püskürteceği. Herkesin kurtulacağı en iyi yolu nasıl bulacağı.
Al: “Saygıdeğer prensesine en iyi hizmeti verebilmek — hemen bunu söylemeyi bile beceremiyor musun?”
Subaru: “——”
Al’ın sesindeki hayal kırıklığını işiten Subaru yavaşça kafasını kaldırdı.
Bu esnada Al hareketsizce Subaru’yu inceliyordu. Suratı bir başlıkla örtüldüğü için ifadesi anlaşılamıyordu. Fakat her nedense ve nasılsa Subaru kendisini inanılmaz gergin hissediyordu.
Al: “Ben yalnızca prensesi… Priscilla’yı umursuyorum. Bu yüzden açık konuşmak gerekirse geri kalanlar beni hiçbir şekilde ilgilendirmiyor. Mesela seninle birlikte hareket etmemin tek sebebi de hayatta kalma ve prensesi bulabilme ihtimalimi arttırabilmek.”
Subaru: “Al…”
Al: “Bu yüzden ne hissettiğini hiç anlayamıyorum, kardeşim. Bu önemli bir mesele, bu bir öncelik… Derken senin için en önemli olanı görebilmen imkânsız hale gelir. Her şeyi çözmeye çalışman seni en kıymetli bulduğun şey uğruna savaşmayı bilmeyen klişe bir herif yapmaz mı?”
Dilini şaklatan Al, bazı duygularıyla boğuşuyordu.
Bu esnada Garfiel onun bu soğuk tavrına verecek bir karşılık bulamıyor, ağırlıklarının altında ezilen Subaru’nun ağzından bile tek bir kelime çıkmıyordu.
Al: “Senin için en önemli kişi gümüş saçlı hanım değil mi, kardeşim? Yalnızca onu kurtaracak olursan bunu korkudan ve tereddütten uzak bir şekilde yap ve harekete geç. Böylesi kolay olacak.”
Subaru: “… Bana bunları anlatma. Emilia’yı kaçıran o piçi kesinlikle öldüreceğim. Ve somut bir planımın bile olmadığını söyleyemem. Ama senin söylediğin kadar kolay değil.”
Al: “Yine de herkesi kurtarmaktan çok daha kolay olduğu kesin. Yükünü azaltırsan bedenin hafifler ve erişebileceklerin, başarabileceklerin artar. Sence de öyle değil mi?”
Subaru’nun güçsüz direnci Al tarafından rahatlıkla saptırılmıştı.
Al: “Bir aziz veya kahraman olmaya mı çalışıyorsun? Cevabın evetse bile bir sınırın olmalı.”
Omuzlarını silken Al, Subaru’nun kafa karışıklığını komik bir şeymişçesine bir kenara atmış, Subaru ise bu tavrı anlaşılmaz bulmuştu.
Belediyede Anastasia ile atışırken inatla özgüvenli, olumlu görünen ve bir müttefik olduğunu düşündüren kişi Al’ın ta kendisiydi.
Kendisini tatmin etmek adına vereceği çaresizce mücadeleye onay veren, katılan da Al’dı. Peki buraya geldikten sonra neden fikri değişmişti?
Subaru: “Neden şu anda söylediklerin öncekilerden tamamen farklı? Benim müttefikim olarak hareket etmekle ilgileniyor musun, ilgilenmiyor musun, hangisi?”
Al: “Yo, yo, tamamen yanlış anlıyorsun. Ben kendini tatmin etmeye çalışmak yanlıştır demiyorum. Ama o tatminin sınırı bambaşka bir mesele. Senin herkesi kurtarmak istiyorum şeklindeki fikrin, kardeşim, bu sığınaktaki dehşeti görünce reddedildi, haksız mıyım? Bu durumda artık yetmez mi? Açıkçası yalnızca seni ilgilendiren şeyleri koruyorsan buradan sıvışmak kınanması gereken bir şey olmamalı, değil mi?”
Subaru: “Sıvışmak mı… kaçıp gitmek mi demek istiyorsun? Böyle bir zamanda?”
Al: “Bunun nesi yanlış? Hiç gücünün olmadığı bir yerde kaçmayı düşünmek gerçekten bu kadar mı yanlış? Şahsen ben, prensesi bulduktan sonra bu şehirden kaçmaya niyetliyim. Buradaki insanlara karşı da insani değerlere karşı da herhangi bir yükümlülüğüm yok.”
Parmaklarını başlığının boyun kısmına götüren Al, orayı hafifçe kaşıyordu ve bakışlarını sessizleşen Subaru’ya çevirmişti.
Al: “Sen de aynı şeyi yapabilirsin, kardeşim. Yalnızca hanımını… Emilia’yı kurtar ve buradan kaç, böylece hiç sorun yaşamazsın. Zaten Cadı Tarikatı gibi zararlı varlıklar burada mağlup edilseler bile geri dönerler. Yol kenarındaki haydutlar gibiler, anlıyor musun? Sırf onlara denk gelmek bile insana bir şeyler kaybettirir.”
Al’ın önerisine verilebilecek tek bir cevap vardı.
Cadı Tarikatı üyeleri zararlı varlıklardı; Subaru da tamı tamına aynı hissi taşıyordu. Ve kendileriyle bağlantısız kişileri bile lekeleyebilecekleri de yine Subaru’nun inkâr edemeyeceği bir gerçekti.
Fakat böylesine büyük bir felaketi fitilleyen onlardı. Ve Subaru, bu kıvılcımların ortaya çıkışını reddetmek adına harekete geçmek zorundaydı.
Al’a kalırsa, müdahale etmesi için herhangi bir sebep yoktu.
Tabii ki Emilia’nın içerisine girmek üzere olduğu tehlike de başka bir meseleydi. Ama Subaru, Emilia’nın bu durumla hiçbir ilgisi olmasa bile asla kaçma seçeneğine yönelmezdi.
Ve buradaki soru ‘neden’ idi. Ehh, çünkü—
Al: “Tüm bunların yapılması gerekse bile bunu yapması gereken kişi sen olmak zorunda değilsin, kardeşim. Öyleyse bu inadın neden?”
Subaru: “Bir çocuk ışıklara dikkat etmeden kalabalık bir kavşakta yola atlayacak olursa daha nedenini bile düşünmeden onu kaldırıma geri çekerim… muhtemelen böyle bir şey.”
Al: “——”
Al’ın Subaru’nun yanıtı karşısında yükselen iç çekişi barizdi.
Bu yanıt inceliksizdi ve bir nebze karmaşa taşıyordu. Ama durup bir an düşününce ağzından bu yanıt çıkıvermiş ve göğsündeki sıkışma ortadan kalkmıştı.
Subaru: “Herkesi düşünerek hareket etmenin bir güçlük olduğunu düşünmüyorum. Buradayım ve bu yüzden bir şeyler yapmaya çalışacağım. Tek tek düşüneceğim. Buradayım ve bu yüzden bir şeyler yapabileceğim. Evet, buradaki insanların da kanıtladığı üzere erişemeyeceğim pek çok yer var. Ama…”
Herkesin, her şeyin erişemeyeceği bir noktada olduğunu düşünmek korkakça ve haince olmaz mıydı? Subaru, hedefinin bir yükümlülük olduğunu düşünüyordu.
Garfiel: “Kap…”
Sakince bir karşılık veren Subaru’ya bir şeyler gevelemeye başlayan Garfiel, kendi kendisini durdurmuştu.
“Kaptan” demeye tereddüt ediyordu; muhtemelen Al’ın az önceki sözlerinden sonra bu otomatik dürtüsünü bastırmaya çalışıyordu.
Subaru ise Garfiel’in bu düşünceli tereddüdünden memnun kalmıştı. Aynı zamanda bir şeyi fark etmişti. Aniden bir şey düşünmüştü.
[Öfkenin] otoritesini fırsata çevirebilecekleri mucizevi bir hareket gerçekleştirebilirlerdi.
Subaru: “Garfiel, tereddüt etme, tamam mı? Bana her zaman içinden geldiği gibi seslenebilirsin.”
Garfiel: “——”
Subaru: “Başlarda beni birazcık utandırıyor olsan da o utangaçlık kaybolalı çok oldu. Evet, beklentilerini karşılayabileceğimin garantisi yok ama yapılabilir olan her ne varsa yapacağımın garantisini verebilirim.”
Subaru’nun Garfiel’in beklenti dolu bakışlarında nasıl yansıdığını bilmesinin imkânı yoktu.
Fakat Garfiel’in umutsuz olduğunu düşündüğü bir noktada Subaru’nun dikildiği yerde bir güneş ışığı görebilmesinin sebebi tam da Subaru’nun eylemleriydi. Ve bir zamanlar yalnız olan, her şeyi reddeden genç bir kızın kapıldığı hisler de tamı tamına aynıydı.
İşte bu yüzden Subaru’nun eylemlerinin sorumluluğunu almaktan başka çaresi yoktu.
Garfiel: “…… Evet. Evet, haklısın, Kaptan. Anladım. Harika benliim de her ne kadar güce ihtiyacın varsa sana yardım edicek. Ağzından güçsüz bişiler dökülmedikçe her şey yoluna giricek.”
Subaru: “Tamamdır. Öyleyse sana güveniyorum. Buradaki yaralıları [Demir Dişe] teslim ettikten sonra çabucak Belediyeye dönmek zorunda kalacağız. Sonuçta Anastasia büyük ihtimalle çelişkili fikirler içerisindedir.”
Ayağa kalkan ve üzerini silkeleyen Subaru, başı hala eğik haldeki Garfiel’in yanına ilerleyerek omzunu sıvazladı.
Onun yeniden toparlanmış bir havayla yumruklarını sıktığını gördükten sonraysa sessizliğini koruyan Al’a döndü.
Subaru: “Senin umduğundan farklı bir seyirde olsa da kararımı verdim.”
Al: “… nasıl istersen, kardeşim. Prensesi bulamayacağımı teyit etmediğim sürece ve yanında kalmam anlamsızlaşana dek seni takip edeceğim, kardeşim.”
Teklifi tamamıyla reddedilmiş olsa da en ufak bir hayal kırıklığı belirtisi göstermeksizin karşılık vermişti.
Subaru ise bu tavır karşısında kafası karışmış şekilde adımlarını sığınağın dışına kaydırdı, böylece destek kuvvet gelir gelmez harekete geçecekti.
Garfiel’le birlikte Al da hemen arkasındaydı.
Bu esnada ikilinin arkasında kalan Al, bir koluyla ensesine uzanıp o noktayı eliyle destekleyerek uzunca bir iç çekti.
Al: “Bu şekilde… her türden insanın beklentilerini karşılaman gerektiğinde sonun ne olur? Neticede acı tecrübeler olmadan cevabı asla bilemezsin.”
#Öfkenin etkisinin böyle geniş menzilli olacağını ve sığınaktakilerin birbirini öldürebileceğini hiç düşünmemiştim. İşler gerçekten iyice karmaşık bir hal aldı. Böylece sığınakları gezme planı da beklenenden çok erken şekilde sonlandı sanırım. Peki şimdi sırada ne var? Ve Al konusunda ne düşünmeliyiz?
Ayrıca bu bölümle birlikte beşinci cildi yarılamış bulunuyoruz. Emin adımlarla ilerlemeye devam arkadaşlar, bir sonraki bölümde görüşmek üzere :)
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..