Cilt 5 Bölüm 42 [ Kahramanların En Yenisi ve En Eskisi ] (1/2)

avatar
7268 15

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 5 Bölüm 42 [ Kahramanların En Yenisi ve En Eskisi ] (1/2)


Çevirmen : Clumsy



――Sığınağa bunaltıcı bir sessizlik çökmüştü.

 

Arada bir belli belirsiz ağlama sesleri işitiliyor ve birileri parmaklarını gerginlikle yerde tıkırdatıyordu.  

 

Durgunluğun içerisindeki bu rahatsız edici arka fonu işiten kız, dizlerini kucaklamış şekilde sırtını yasladığı duvarın soğukluğunu hissediyordu.  

 

Altın saçlı, küçük bir kız çocuğuydu.

 

Çenesini küçük, solgun dizkapaklarına yaslamış olan kız, bir koluyla yanındaki ufak bohçayı usulca sarıp sarmalamıştı.

 

Sol omzunaysa kafasını göğsü ve bacakları arasına gömmüş daha da küçük bir oğlan çocuğu yaslanmıştı―― yani kızın küçük kardeşi. Küçük oğlan o ana dek hararetli bir şekilde ağlamış ve en sonunda ağlamaktan bitap düşerek uyuyakalmıştı.

 

Yanaklarında ıslak gözyaşı izleri görünüyordu ve gözlerinin etrafı ağlamaktan kıpkırmızı kesilmişti. Ablası saçlarını hafifçe okşamak istiyor ama onu uyandırabileceği endişesiyle tereddüt ediyordu.

 

Mümkün olduğunca uyumaya devam etmesi daha iyi olurdu.

 

Kardeşinin hafif horultularını dinleyen kız, onun hiç değilse rüyasında birazcık huzur bulabilmesini ümit ediyordu. Çünkü o rüyaların dışındaki gerçeklik, küçük kardeşinin katlanamayacağı kadar ağırdı.

 

Aynısı kendisi için de geçerli olmasına rağmen o yalnızca kardeşini düşünüyordu.

 

――Pristella’nın Su Kapılarını kontrol eden kulelerin ele geçirildiği anonsu yapılalı birkaç saat olmuştu.

 

Küçük kız, yayının yapıldığı saatlerde küçük kardeşiyle birlikte şehir merkezine gitmişti. Nefret ve kötülük dolu o sözleri işittiğinde neredeyse kulaklarına inanamamış ve o kabul edilemez ültimatomları dinlerken ebeveynleri adına endişelenerek korku içerisindeki küçük kardeşini kaptığı gibi etrafındaki yetişkinlerle birlikte en yakın sığınağa koşmuştu.

 

――Beklenmedik bir durum olduğu takdirde hızlıca sığınaklara ilerleyin.

 

Belediyeden her sabah yapılan acil durum bilgilendirme anonsları böyle söylüyordu.

 

Dürüst olmak gerekirse küçük kız, Bard’ın şarkıları dışında o sabah anonslarına pek de dikkat kesilmiyordu. Ama bu cümle bir şekilde zihninin bir köşesine kazınmış ve acil bir durumla karşılaştığında anında anımsamıştı.

 

Fakat ne küçük kız ne de etrafındaki yetişkinler sığınakların içerisine ulaştıklarında ne yapmaları gerektiğini biliyordu.

 

――Cadı Tarikatı. Kontrol Kuleleri. Su Kapıları. Talepler.

 

O korkunç kadının kulak tırmalayıcı sesi korku dolu halka acı çektirmişti.

 

Dengesiz, hissiz kelimelerinin her biri küçük kızın ve yetişkinlerin zihinlerine dehşet salmıştı.

 

Bu karanlık sığınakta mahsur kalan topluluğun dışarıda neler olup bittiğine dair en ufak bir fikri yoktu. Haliyle zaman geçtikçe ve hiçbir ilerleme söz konusu olmadıkça paniğin hüküm sürmeye başlaması çok doğaldı.

 

Önce karşılıklı cesaretlendirme sesleri kesilmiş, sonra da yavaş yavaş sessizliğin içerisinde bir tedirginlik ve hayal kırıklığı birikmeye başlamıştı. Ve herhangi biri fark edene dek memnuniyetsizlik tüm suratlarda bariz hale gelmiş, atmosfer bastırılmış bir hoşnutsuzluk ve düşmanca bakışların istilasına uğramıştı.

 

Bir kez başlamışken durdurmak mümkün değildi.

 

Birbirlerine dik dik bakıyor, bağırıyorlardı. Daha da kötüsü yumruklar havada uçuşmaya başlamıştı.

 

Bu sığınakta bile atmosfer kararmış, herkes en ufak bir dokunuşta patlamaya hazır hale gelmişti.

 

Oğlan: “aa――――h”

 

Fakat kan dökmenin eşiğine gelen o kötü hava, kızın küçük kardeşinin ağlamalarıyla dağılmıştı.

 

Görünen o ki yetişkinler, içlerinde kabaran şiddet dürtüsüne rağmen altın saçlı küçücük bir oğlanın yardım çığlıklarının, gözyaşlarının karşısında birbirlerine saldırmayacak kadar nezakete sahipti.

 

Ağlayan bir çocuğun sesinin de kendince bir gücü vardı.

 

Kız, küçük kardeşinin ağlamasını oldum olası fazla gürültülü bulurdu. Ama bu ağlayışla ne başardığını görünce ona arkasından sarılmış ve birazcık ağlamadan edememişti.

 

Tek başına bu, sığınağın içerisindeki şiddeti dağıtmıştı.

 

Ama herkes bunun fırtına öncesi sessizlik olduğunu biliyordu.

 

Bir dahaki vukuatı bir çocuk ağlamasının durduramayacağı kesindi.

 

Bunu bilen ve kaderleri bağlanmış olan sığınak halkı aralarına mesafe koymaya, yalnızca kelimelerini değil bakışlarını ve nefeslerini bile birbirlerinden koparmaya başlamıştı.

 

Başkalarının bilinçlerinden etkilenmekten kaçınırcasına dış dünyadan her şeye kapılarını kapatmışlardı. Neyin bir başkasının ilgisini çekeceğini, öfkesini körükleyeceğini ve tetikleyici rol oynayacağını kim bilebilirdi ki?

 

Böylece hem kendileri hem de geri kalan herkes için nefeslerini tutmuş, kaskatı suratlarla zamanın akmasını beklemeye başlamış, kendilerini “Biraz daha beklersen bir şeyler değişecektir” umuduna kaptırmışlardı.

 

Kız: “――――a”

 

Küçük kız sessiz bir mırıltıyla birlikte kafasını kaldırmıştı.

 

Gerçekleşecek bir değişimi sessizce arzularken ortamdaki ani bir değişimi idrak etmişti.

 

Aynı tepkiyi veren diğer kişiler de saatlerdir belki de ilk defa kafalarını çevirmişti. Çünkü bu şehirde yaşayan herkesin bildiği üzere havadaki belli belirsiz titreşim―― bir yayının başlamak üzere olduğunu işaret ediyordu.

 

Bu ses, sessizliğin hüküm sürdüğü dünyada kulağa yakınlardaki birinin iç çekişi gibi geliyordu. Ve yayının bu müjdecisi, kızın bedenine fiziksel bir tiksinti hissiyatı göndermişti.

 

Gerçekleşmesini umdukları değişim pozitif yönde olmalıydı. Ama yayınlar yalnızca Cadı Tarikatının kötülüğünün habercisiydi.

 

Acaba o tiz ses bu defa ne derece imkânsız bir talepte bulunacaktı?

 

Ancak bu noktada, kızın kötümser tahmini haksız çıkmak üzereydi.

 

{――Ahhh… şey umm… herkes beni duyabiliyor mu? Test bir iki, test bir iki…}

 

Çünkü duyduğu ses, kulağa kafası karışıkmış gibi gelen bir gence aitti.

 

Önceki diğer yayınların aksine bu gencin sesi özgüvensizdi. Küçük kızın her sabah işitmeye alışkın olduğu o karizmatik ses değildi. Daha önce hiç işitmediği, genç bir sesti.

 

Kızın gözleri irileşmişti. Etraftaki yetişkinler de birbirlerine şüpheli bakışlar atıyor, hiçbiri neler olduğunu bilemiyordu.

 

Tabii bu duygular yayın cihazının ardındaki kişiye ulaşmıyordu. Öyle ya da böyle, yayının başarılı olduğunu birkaç kez daha kontrol ettikten sonra boğazını temizlemişti. Ve sonra da,

 

{Sanırım beni duyabiliyorsunuz, bu beni çok rahatlattı. Öncelikle, ansızın böyle bir yayın yaptığım için özür dilerim. Sizi korkutmuş olabilirim. Şartlar gereği ne söyleyeceğim konusunda tedirgin olmalısınız. Ama endişe etmeyin. Bu yayını yapan Cadı Tarikatı değil. Lütfen öncelikle bunu bilin.}

 

[…….Cadı tarikatı değil mi?]

 

Cihaz aracılığıyla konuşmaya alışık olmadığı belli olan gencin sesi bir yükseliyor, bir alçalıyordu.

 

Fakat konuşmasının içeriği karşısında şaşkına dönen dinleyicilerin hiçbiri bunun üzerinde duracak halde değildi. Sesin gelmekte olduğu noktaya kafalarını çeviren insanların karanlık ifadeleri değişmeye başlamıştı. Bu, ilk umut ışıltısına tanık olmanın verdiği bir hissiyattı.

 

Birileri sessizce mırıldanıyordu.

 

[Öyleyse bu…… kurtulduğumuz anlamına mı geliyor?]

 

Bunlar sığınağın içerisindeki herkesin umutlarını kapsayan kelimelerdi.

 

Öyle olmalıydı. Değil mi? Cadı Tarikatından olmayan birinin yayın cihazı aracılığıyla konuşabilmesinin tek yolu Belediyeyi geri almış olmalarıydı. Birileri Cadı Tarikatını Belediyeden kovduysa belki de Kontrol Kulelerine ve şehrin her yerine yayılmış olan tarikat üyeleri de――

 

[Cadı Tarikatı Üyelerinin hepsi… kovuldu mu……?]

 

{Şimdi de hepinizi ümitlendirdiğim için özür dilemek durumundayım, çünkü Cadı Tarikatı tehdidi henüz sona ermiş değil. Belediyeyi geri almayı başardık ama tarikat üyeleri hala Kontrol Kulelerinde. O heriflerin talepleri ve şehrin sulara gömülmesi tehdidi hala gündemde. Lütfen bunu da anlayın.}

 

[――――]

 

İşte o umut ışıltısını ezip geçen de yine yayın cihazının ardındaki genç olmuştu.

 

Genç adam sığınaktaki herkesin zihnini okuyor gibiydi. Ama umutlarını bu şekilde söndürmesi fazla acımasızca değil miydi?

 

Gözlerinde beklentiyle istemsizce ayaklananlar yeniden yere çökmüştü.

 

Hiç kimse korkularının yerini alan umudun yersiz olduğu söylenen birini cesareti kırıldı diye suçlayamazdı. Aksine herkesin öfkesinin hedefi, yayını yapan genç olmuştu.

 

{Üzgünüm}

 

Fakat genç, kalabalığın öfkesinin hedefi olacağını da öngörmüş gibi görünüyordu.

 

{Şu anda bu yayını nereden dinliyorsunuz? Belki sığınaklardan birindesinizdir, sığınaklara ulaşmayı başaramayanlar olduğuna da eminim. Herkes stres içerisinde olmalı, haksız mıyım? Korkmanın ve bir top gibi kıvrılmak istemenin ne demek olduğunu biliyorum. Ve hepinizin “Böyle bir zamanda hepimizin umutlarıyla oynayan bu herif de kimin nesi?” diye düşündüğüne eminim.}

 

[――――]

 

{Ben… önemsiz biriyim. Herkes gibi ben de kaderin oyununa gelerek bu anlamsız şartların altında eziliyorum ve öylesine korkuyorum ki dizlerim titremeyi kesmiyor. Böyle biriyim işte. Bu yayını yapma işi bile… Bunu bile yalnızca büyük bir hengameden sonra kabul ettim. Ve hala bunun benim için fazla ağır bir yük olduğunu düşünüyorum. Dürüst olmak gerekirse bu şekilde sizlerle konuşmaya çok daha uygun kişiler var. Bundan eminim.}

 

Gencin sesi titriyordu. Bizzat insanların korkmuş, dehşete düşmüş kalpleriyle konuşuyor gibiydi.

 

Ve bunu kendi değerini sorgulayan bir gencin dürüst düşünceleri takip etmişti.

 

Böylece dinleyicilerin tavrı şaşkınlık ve hayal kırıklığının ötesine geçmiş, geriye yalnızca belirsizlik kalmıştı.

 

Herkes umuda böylesine susamışken neden bu genci yayın cihazının başına geçirmişlerdi ki?

 

Gencin kendisi bile ondan daha uygun kişiler olduğunu söylemişti.

 

Öyleyse neden gönderilen kişi oydu?

 

{Ama işte buradayım ve sizinle konuşuyorum. Benden daha mühim pek çok kişi bunu yapanın ben olmam gerektiğini söyledi. Başarısız olmayacağını söyledi. Peki titreyen sesimi işitebiliyor musunuz? İnsanların önünde konuşmak güçlü olduğum konular arasında yok. Kelimelerle aram iyi değildir, herhangi birine liderlik edecek karizmaya da sahip değilim. Ben güçsüz, çaresiz biriyim ve burada, böyle önemli bir pozisyonda bile kaçıp gitmek istememek elimde değil……}

 

Sesinin tonu giderek alçalıyor, dinleyicilerin kalplerini de bir uçuruma sürüklüyordu.

 

Bu güçsüz, titrek ses, stres dolu bir göğüsten sızıyor, midesinde düğümleniyor gibi görünüyordu. Küçük kız, bu sesin ardındaki gence erişebileceği takdirde çenesini bir güzel kapamak isterdi.

 

Oğlan: “Abla……”

 

Kardeşi farkına bile varmadan uyanmıştı.

 

Onun seslenişini işiten kız, o pısırığın sesinin ulaşmasını ve korkaklığını bulaştırmasını engellemek istercesine kardeşinin kulaklarını kapatmıştı.

 

Fakat kardeşinin kulaklarını korumanın bedeli o sesin kendi kulaklarında çınlaması, kendisini de güçsüzlüğüne çekmesiydi.

 

Lakin genç, her şeye rağmen konuşmayı sürdürüyordu.

 

{Ne yapabileceğimi bilmiyorum… esas yapmak istediğim kulaklarımı tıkamak, kafamı tutmak ve bir kenarda gizlenerek birilerinin benim yerime her şeyi yoluna koymasını beklemek……}

 

Kız: “――hayır…”

 

Gözlerini sımsıkı kapatan kız, bu çaresizlik ve tükenmişlik hissini reddetmek istercesine kafasını sallıyordu.

 

Biliyorum. Sen bana hatırlatmasan da biliyorum.

 

Gencin söyledikleri, Cadı Tarikatı tehdidi altındaki her bireyin iç düşüncelerinin özetiydi.

 

Kızın kalbini yiyip bitiren güçsüzlüktü.

 

Yetişkinlerin zihinlerinin derinliklerinde kök salan korkaklıktı.

 

Küçük kardeşin ruhuna işkence eden katlanılmaz bir dehşetti.

 

Hiç kimsenin değiştiremediği bir şeydi, o kadarı kesindi.

 

Ve buna rağmen bu mantıksız gerçeklikle yüzleşmek zorunda olmak――

 

{――Ama madem kaçamıyorum, öyleyse savaşacağım. İşte ben böyle biriyim.}

 

Bunu söyleyen gencin sesinin titrediği barizdi.

 

Kız: “……ha?”

 

Yanlış mı duydum diye düşünen kız, gözlerini açarak etrafına bakmaya başlamıştı.

 

Sesin sahibi orada değildi. Ama etrafındakilerin suratlarının da kendisininki gibi şaşkın olduğunu görebiliyordu.

 

Konuşmacı, sıradaki kelimelerini seçmek istercesine bir müddet duraksamıştı.

 

Ve sonra,

 

{Size bir kez daha sorayım. Bu sesi dinleyenler, şu anda neredesiniz? Bir sığınağa ulaşabildiniz mi? Evinizde mi saklanıyorsunuz? Bir başınıza titriyor musunuz? Yanınızda biri var mı? Sizin için en çok önem taşıyan kişinin yanında mısınız? Ya da hiç tanımadığınız ama son birkaç saatte tanımaya başladığınız birinin?}

 

[――――]

 

{Bu son derece keyfi bir talep ve belki de biraz zor ama lütfen yalnız olmayın. Bir insan yalnız kalınca saçma sapan fikirler üretmeye başlar. Bunu tecrübelerimden biliyorum. Bana güvenin. Bu yüzden lütfen yalnız kalmayın. Biriyle olun. Ve――}

 

Nefes aldığı kısacık bir tereddüdün ardından,

 

{Ve eğer mümkünse yanınızdaki kişinin suratına bakın.}

 

Kız: “――――”

 

Kızın bakışları, gencin sesiyle birlikte yavaşça kollarına kaymıştı.

 

Küçük kardeşi de ona bakıyordu. Titrek, şüpheli zümrüt yeşili gözleri kendi gözleriyle buluşmuştu.

 

{Kimin yüzünü görüyorsunuz? Sizin için önemli biri mi, yoksa son birkaç saati birlikte geçirdiğiniz bir yabancı mı? Veya belki bir dost.…… Her halükârda büyük ihtimalle biçare bir yüz. Ağlamak üzere olan, stresli bir surat ve muhtemelen gülümsemiyor olduğunu da hayal edebiliyorum. Yo, belki birileri etrafındakileri endişelendirmemek adına kendilerini gülümsemeye zorluyor, güçlü rolü oynuyordur. Eğer öyleyse, o kişi harika biri demektir. Eğer umursadığınız biri bu şekilde gülümsüyorsa onunla gurur duymalısınız. Ama şimdi, bunu aklınızda tutarak bu gülümsemeyi bildiğiniz gülümsemeyle kıyaslayın.}

 

Kardeşinin surat ifadesi ağlamaya yakındı.

 

Yeniden gözyaşlarına boğulmasına ramak kalmış buruş buruş bir surattı.

 

Onun gözlerinde yansıyan kendi suratıysa ifadesini yitirmişçesine boştu.

 

{――Bu sizin kabul edebileceğiniz bir görüntü mü?}

 

Kız: “……asla!”

 

Kızın dudaklarından ufacık, minicik bir ses dökülmüştü.

 

Kendisinin duymasını bile imkânsız kılacak derecede güçsüz, kırgın bir sesti.

 

Yine de,

 

{Bunu kabul edemem. Bunu kabul etmeyeceğim.}

 

Gencin sesi, kızın yanıtını duymuşçasına çınlıyordu.

 

{Benim de kıymetini bildiğim insanlar var. Değer verdiğim dostlar. Ve sevdiğim o yüzlere acılı, kederli ifadeler yerleştiren kişileri her kim olursa olsun bağışlayamam. Kendinizi gülümsemeye zorlamanızı istemiyorum. Benimle dalga mı geçiyorsunuz? Bırakın bu şakaları. Ben sesimi yükseltmek ve tanıdığım o kızın gülümsemesinin bundan çok daha sevimli olduğunu haykırmak istiyorum…}

 

Oğlan: “A-abla……”

 

{Kaybetmeye devam etmek istemiyorum. Bu noktada pes etmek çok acınası olur. Buna müsaade etmem mümkün değil. Hatalı olan onlar. Doğru şeyi yapmak, hatalı olanları devirmek için çok güçsüz olsanız bile hiç değilse doğru olanı bilmelisiniz. Ve doğru olanın kendiniz olduğunu bildiğinizde siz de hatalı olanlar karşısında kaybetmenize asla müsaade etmezsiniz. En azından ben o heriflere teslim olup önlerinde eğilmek niyetinde değilim.}

 

Kız: “Fredo……”

 

Küçük kardeşinin belli belirsiz seslenişini işiten kız, onu kibarca yaklaştırarak alnını alnına bastırdı.

 

Ve aralarında kuvvetli bir ısı aktarımı oldu. Sıcaktı, çok sıcaktı, bu ısı yaşamın ısısıydı.

 

Kardeşinin mi kendisinin mi bilemiyordu ama orada olduğu kesindi.

 

{Kaçmak istiyorum ama kaçamam. Ağlamak istiyorum ama ağlayamam. Düşman güçlü ama kaybetmek istemiyorum. Bu yüzden savaşacağım. Güçsüz olduğumu, aptal olduğumu biliyorum ama savaşacağım. Hatalı olan onlar. Önemsediğim insanları ağlamak üzereymiş gibi bir surat ifadesine büründürdükleri için hatalılar. Yani savaşmak gerekli. Evet, savaşacağım. ――Ve sizin de savaşmanızı istiyorum.}

 

Kız: “――hk”

 

Nefesi tıkanmıştı. Boğazı ansızın kapanmış, kendi güçsüzlüğünden utanmıştı.

 

Sebep gencin sesinin titremeyi kesmesi, önlerindeki yolu gösterircesine güçlenmesiydi.

 

Gencin hislerini anlayabiliyordu. Mesajını acı verici ve net bir şekilde alabiliyordu.

 

Kızın gönlündeki arzu da gencinkiyle aynıydı. Savaşmak istiyordu. Şehrine saldıran eşkıyaları püskürtmek için elinden gelen her şeyi yapmak istiyordu. Ama kendisi de kardeşi de ufacık çocuklardı ve ellerinden gelecek şey çok azdı.

 

Çaresiz, cahil, güçsüz, korkaklardı ve bu yüzden――

 

{Beni yanlış anlamayın. Savaşmanızı istiyorum diyorum ama size elinize bir sopa alıp onlarla çarpışın demiyorum. Hatta lütfen böyle pervasızca bir şey yapmaktan kaçının diyorum. Cadı Tarikatıyla çarpışmak için adam toplayıp kan dökmenizi istemiyorum. Sizden istediğim şey, başınızı eğmemek için savaşmanız.}

 

Kız: “Başımızı… eğmemek……”

 

{Ayaklarınıza bakmanız hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Bakışlarınızla yerde bir delik açmayacaksınız ki açsanız bile bununla hiçbir şeyi düzeltemezsiniz…… O yüzden lütfen kafanızı kaldırın ve önünüze bakın.}

 

Kız kafasını kaldırdı. Dizlerine değil, kardeşinin sarı saçlarına değil, sığınağa baktı.

 

Ve orada, kendisininki gibi kalkan kafaları gördü.

 

Gözleri buluştu, her biri hayretler içerisindeymiş gibi kocaman açıldı.

 

Küçük kız gibi geri kalanlar da gencin sesine itaat ederek istemsizce kafalarını kaldırmıştı.

 

{Etrafınıza bakarsanız mutlaka biriyle göz göze geleceksiniz. Sizin gibi o kişi de korkuyor ve kaçmak istiyor…… ama yine sizin gibi kaybetmek istemiyor olacak. Kıymet verdiğiniz kişi, şu anda bakmakta olduğunuz kişi derken listeye bir de kendinizi eklediğinizde şimdiden üç kişiye çıktınız. Hatta bulunduğunuz yere göre daha fazlası da olabilir.}

 

Tam da gencin söylediği gibi, kafalarını kaldıran insanların bakışları birbirleriyle buluşmuştu.

 

Gözbebeklerindeki ışıltı tamamlanmıştı, kızın gözleri de aynı durumda olmalıydı. Ve artık ortada dehşet titremeleri dışında bir şeyler de varmış gibi görünüyordu.

 

{Yalnız olmadığınızı görebiliyorsanız, bu kadarı yeterli demektir. Yalnız değilsiniz. Bu bile başlı başına bir güç, sizce de öyle değil mi? Sevdiğim insanların yüzlerinde mutsuz ifadeler görmek istemiyorum. Ve bana bakan insanların gözlerimde acınası bir ifade görmesini de istemiyorum. Böylesine faydasız, güçsüz ve inatçı olan tek kişi ben değilim, değil mi?}

 

[――――]

 

Ricalarla seslenen bu ses, insanların cesaretini perçinlemeye çalışıyordu.

 

Kızın kulaklarına ulaşan ses, genç yardım istiyormuş gibi―― tutunacak bir şey, herhangi bir şey arıyormuş gibi geliyordu.

 

Ve sonra küçük kız bir şeyi fark etti.

 

Gencin hisleri yayın başladı başlayalı azıcık olsun değişmemişti.

 

Güçsüz, yetersiz benliğinden yakınırken bile pes etmemişti.

 

Kendisine bunun kendisinin tek silahı olduğunu söylemiş, geri kalanlara da kendisiyle aynı durumda olduklarını anlatmıştı.

 

{Lütfen buna inanmama yardım edin. Güçsüz ve umutsuz olabilirim ama henüz pes edemem. Pes etmekten nefret eden tek korkak ben olamam…… lütfen buna inanmama yardım edin.}

 

Korkakça bir sesti. Korkakça bir rica.

 

Herkes yardıma ihtiyaç duyarken yine herkesten daha hızlı, daha kuvvetli bir şekilde utanmazca “Lütfen bana yardım edin” diye bağıran bir sesti――

 

{Yoksa… bir tek ben miyim?}

 

Ses, özgüvenini yitirmişti. Yo. Aslında başından beri hiç özgüvenli olmamıştı.

 

Küçük kızın içinde bir endişe doğmuştu. Gitmemeliydi. Her ne olursa olsun kalması için bağırmak istiyordu.

 

Kız: “……bir tek sen… değilsin.”

 

Boğazından bir sivrisineğin sesi gibi belli belirsiz, ayırt edilemez bir ses dökülmüştü.

 

Bu ses o gence ulaşamazdı. Yanıtı daha güçlü olmalıydı.

 

O korkak, ürkek ve yalnız sesi yanıtlayabilmek için――

 

{Kim…… hala, şimdi bile savaşabileceğimize inanıyor… buna inanan bir tek ben miyim?}

 

Kız: “――DEĞİLSİN!”

 

Ağzını açan kız, avazı çıktığınca bağırmıştı.

 

Sığınakta sesler yankılanıyordu. O sesler yalnızca kıza ait değildi.

 

Diğerleri de kafalarını kaldırıp bağırmıştı.

 

Bunlar kedere, güçsüzlüğe ve korkuya direnenlerin sesleriydi.

 

Gencin planı başından beri buysa, bu plana adamakıllı kapılmışlardı.

 

Hem öyle olsa bile kim takardı ki? O zayıf, titrek sesi, o kekeleyerek yaptığı moral konuşması, acınası cesaretlendirmeleri, ricaları, sağlam inancı, bunların hepsi rol olsa bile…  

 

Böylesine usta bir performans tuzağına düşmüş olsalar bile onları kim suçlayabilirdi?

 

Veya bu gerçekten de beceriksiz, pısırık birinin sesiyse kim onu bir başına, kendi haline bırakabilirdi?

 

{Bir tek ben değilim, değil mi?}

 

Kız: “――Değilsin!”

 

{Hala mücadele ediyorsunuz, değil mi? Güçsüzlüğe yenik düşmediniz, değil mi?}

 

Kız: “Düşmedik….. kaybetmek istemiyoruz!”

 

Kızın göğsünün derinlikleri giderek daha da ısınıyordu. Dişlerinin kökleri titriyor, öfkeden farklı türde bir tutku alevleniyordu.

 

Bu hissiyatında yalnız değildi. Herkesi aynı cehennemin içine çeken ani, ışıl ışıl bir tutkuydu.

 

Yakın zamanda paylaştıkları stresin yerini bambaşka bir duygunun ateşi almıştı.

 

{Eğer sizin için önemli birinin yanındaysanız, o kişinin elini tutun ve ona inanın. Tanımadığınız birinin yanındaysanız ona başınızı sallayın ve birlikte elinizden gelenin en iyisini yapacağınızı söyleyin. Çünkü ne siz ne de yanınızdaki kişi mağlubiyetle ezilecek veya savaşmayı bırakacak. Ve herkes savaşmayı sürdürdüğü sürece ben de son ana dek savaşacağım. Savaşacağım―― Savaşacağım ve kazanacağım!}

 

[――――]

 

Neticede burası Belediyeden çok uzakta bir sığınaktan ibaretti.

 

Ne kadar yüksek sesle bağırırlarsa bağırsınlar, onunla birlikte olduklarını ne şekilde haykırırlarsa haykırsınlar hiçbiri gencin kulaklarına ulaşmayacaktı.

 

Genç, buna rağmen kızın ve diğerlerinin yanıtını almışçasına rahatlamış görünüyordu. Bu yanıtı almıştı. Yanıtını almış ve kabaran duygularıyla titreyen bir sesle fikrini ilan etmişti:

 

――Savaşacağım ve kazanacağım!

 

Bunun mümkün olup olmadığına dair bir sorgulama yoktu.

 

Yalnızca mümkün olduğuna dair bir inanç vardı.

 

Nasıl genç adam küçük kızın ve şehir halkının çaresizliğe yenik düşmeyeceğine inanıyorsa――

 

Küçük kız ve şehir halkı da bu sesin ardındaki genç adamın önlerindeki vahim savaşta galip geleceğine inanıyordu.

 

Peki buna neden inanıyorlardı? Çünkü bu sesin sahibi――

 

{――Benim adım Natsuki Subaru ve ben, Cadı Tarikatının Tembellik Günahı Başpiskoposunu öldüren Ruh Sanatları Kullanıcısıyım!}



#Bu bölümü okurken bayağı etkilendim, kendimi içlerinden biri gibi hissettim, gözlerim falan doldu anlamsızca. Umarım sizi de etkilemiştir. Bir tek ben değilim, değil mi arkadaşlar :)
Bence çok iyi bir konuşmaydı. Eğer güçlü bir insan duruşuyla monoton bir konuşma yapsaydı bu kadar etkileyemezdi. Ama ben de güçsüzüm, korkuyorum ve buna rağmen savaşacağım, kazanacağım diyerek hepsinin bir olduğunu, bu işin yapılabileceğini gösterdi. Helal sana Natsuki Subaru! 
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr