Reinhard, Subaru’nun talebine her zamanki karalı tavrıyla karşılık vermişti. Suratında bir yumuşaklık vardı ve savaşın ortasında bu hali samimiyetsiz görünebilecek olsa da varlığı insaniyetle dolup taşarmış gibi görünüyordu.
Subaru, onun neden ve nasıl bu kadar güvenilir göründüğünü bilemiyordu.
Subaru: “Öyleyse mücadele seçimleri tamamlandı. Ve şimdi raporlar için iletişim aynalarını dağıtma konusunda üç nokta seçmeliyiz. Birini Belediyede bırakacağımızı varsayarsak… diğerlerini ne yapmalıyız?”
Subaru: “Şahsen ben bir tanesinin kesinlikle [Öfke] için alınması taraftarıyım. Ve bir diğeri de…… [Şehvet] veya [Oburluk] ikilisinden birine giderse iyi olur diye düşünüyorum.”
???: “Neye dayanarak böyle söylüyorsun?”
Subaru: “[Öfke] tüm şehri etkileyebilen biri. Onun indirilip indirilememesine bağlı olarak şehirdeki durum değişecek. Bu yüzden bu haberin çabucak paylaşılabilmesini isterim.”
İletişim aynaları meselesinde herkes Subaru’nun önerisini doğru bularak başıyla onay verirken bir başka sebep de [Açgözlülüğü] ilgilendiriyordu.
Subaru: “Aslında dile getirmeye gerek yok ama Reinhard [Açgözlülükle] birlikte olacak. [Açgözlülüğün] bilmediğimiz başka bir gücü olmadığını varsaymak iyimserlik olsa da bu mücadelenin anında sonlanma ihtimalinin olmadığını söyleyemem. Eğer böyle bir şey gerçekleşirse Reinhard’ın destek kuvvet olarak bir yerlere gönderilebilmesini isterim.”
Reinhard: “Ama [Açgözlülük] takımı bir iletişim aynasına sahip olmadıkça bu bilgiyi paylaşmamız mümkün olmayacak, haksız mıyım? Yine de Natsuki-san’ın fikrinin büyük oranda doğru olduğuna kesinlikle inanıyorum.”
Subaru: “Bu sorunun cevabı basit. Yayın cihazını kullanacağız. Şehir çapında bir yayınla herkesi yardıma ihtiyacı olan yerlerle ilgili bilgilendirebilmemizi istiyorum. Anastasia-san da iletişim aynası aracılığıyla tüm bilgileri organize edecek ve herkese iletme sorumluluğunu üstlenecek. Buna ne dersiniz?”
Anastasia: “Bunun akıllıca olduğu kanaatindeyim. Galiba kafan bazen iyi çalışıyor, Natsuki-kun.”
Anastasia etkilenmiş bir görünümle kahkaha atarken bir iletişim aynasını Priscilla’ya fırlattı.
Priscilla ise yelpazesiyle yakaladığı aynayı Liliana’nın önüne yuvarladı.
Liliana: “Ay, aay, aah!?”
Priscilla: “Şarkıcı, bunu sen al. Malum, ben çatal bıçaktan daha ağır hiçbir şeyi taşıyamam.”
Liliana: “Ama o yelpaze en az birkaç tabak ağırlığında. Cafcaflı şeyler söyleme.”
Priscilla: “Aptal aptal konuşma da dizaynını incele. İçi de dışı da lüks bir şekilde altın kaplı ve ağırlığı da buradan geliyor. Onu tabaklarla kıyaslayayım deme.”
Liliana: “E bu haliyle tabaklardan daha ağır olmuyor mu……”
Liliana söylediği şeylere rağmen aynayı almış ve aynada çabucak saçlarını düzelten Liliana’yı görmezden gelerek son iletişim aynası da Wilhelm’e iletilmişti.
Subaru: “Düşman sayısı gereği [Şehvet] grubu iletişim aynasına [Oburluk] grubundan daha çok ihtiyaç duyacaktır. Bana kalırsa iki kişi sorun yaşamayacaktır ama tehlikeli bir durum oluşur oluşmaz Anastasia’yla iletişime geçmeyi ihmal etmeyin.”
Wilhelm: “Anlaşıldı, iletişime geçtiğimden emin olacağım.”
Julius’u düşünen Wilhelm, bu cümleyle birlikte aynayı göğüs cebine yerleştirdi.
Fakat bu birazcık endişe verici bir durumdu. Çünkü Wilhelm şu an için öfkelenip tepesi atarak talimatları duymazdan gelebilecek bir havadaydı. Ve Garfiel’in en ufak bir kışkırtma karşısında patlayabilecek bir tip olduğundan bahsetmeye gerek dahi yoktu.
―Her halükârda, bununla birlikte savaş hazırlıkları tamamlanmıştı.
Subaru: “Biraz daha vaktimiz olacak. Bu sürenin sonundaysa Kontrol Kulelerini Geri Alma Operasyonu başlayacak.”
Subaru’nun sözleri karşısında mevcut tüm üyeler başlarını sallayarak onay verdi.
Fakat onların sessiz, gergin görünümlerini gören Subaru morallerin bir şekilde kötü olduğunu düşünerek,
Subaru: “Siz de öfkeli surat ifadelerine bürününce kötülüklerin daha çok yaklaştığı hissine kapılmıyor musunuz?”
Otto: “Natsuki-san’ın tuhaf bir şeyler söyleyeceğine dair yeni bir işaret daha geldi.”
Subaru: “Tuhaf değil. Önemli şeyler söyleyeceğim. Bir ordu ne kadar büyük olursa olsun moraller düşükse ayaktakımına dönüşebilir. Moralimiz düşük demiyorum ama sebeplerimin kötü olduğunu da düşünmüyorum. O yüzden hadi sesimizi biraz yükseltelim.”
Diyerek ellerini çırpan Subaru, ayağa kalktı.
Subaru: “Hadi halledelim bu işi millet! Bu mücadeleyle şehre rahatsızlık veren piçlerden kurtulalım! Cadı Tarikatı başarısız olacak, bizse mutlu sona kavuşacağız!”
Diğerleri: “――”
Subaru’nun dürtüşüyle herkesin bakışları birbirine çevrildi. Ve sonra da başlarını sallayarak,
Diğerleri: “Hooooh―!!”
İşte böyle yüksek moralli bir yanıt geldi. Böylesine güçlü bir yanıt verebildikleri sürece sorun olmayacağı kesindi.
Bu kadar üye, bu kadar elebaşı, öyle yeniden planlanıp hazırlanabilecek bir şey değildi.
―Şehri geri alma operasyonu tüm ciddiyetiyle başlıyordu.
Subaru: “―Galibiyet için savaşacağız!!”
Subaru’nun gönlünden geçenleri söyleyişiyle birlikte yuvarlak masa toplantısı sona ermişti.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Bir müddet sonra, bulanık hissiyatlarının toparlanışıyla bilinci yavaş yavaş gerçekliğe döndü.
Gerçekliğin uyuşuk hislerinin arasına sızmaya başlamasıyla da elleri ve ayaklarını doğal bir şekilde hissedebilir, kullanabilir hale geldi.
Ardından bu durumun tüm bedenine yayılışıyla birlikte hissettiği ilk şey, bedenini çevreleyen yumuşak bir nesne oldu.
Ilık, kocaman bir hayvan kürkü gibi rahatlatıcı bir şeyle sarılmıştı.
Buna benzer bir hissi çok önceleri de tatmıştı. Uzun zaman önce, henüz genç olduğu ve bedeninin perileri takip edemediği, tek başına uyumaktan korktuğu zamanlardı.
O zamanki kürkümsü yapıların verdiği hissi tatmayalı bayağı olmuştu.
Emilia: “―Ah.”
Bu nostaljik dokunuş ilk başta gözlerini doldurmuştu.
Fakat o sıcaklığı taşımaya devam etme şeklindeki aptalca arzuyu bastırarak yavaşça gözlerini açtı.
Uzun kirpikleri titreşiyor, menekşe rengi gözbebekleri etraftaki dünyaya boş boş bakıyordu.
Yüksek tavanlı ve daha önce hiç görmediği dekorasyonlarla dolu bir odadaydı. Kendisini o odadaki bir yatakta, kaliteli kürkten bir battaniyeyle örtülü şekilde bulmuştu.
Yanında oturan bir yabancıysa suratını ıslak bir havluyla silmekteydi.
Emilia: “Sen……?”
???: “――”
Gözlerini açtığında karşısında bulduğu yabancı, bembeyaz suratlı güzel bir kadındı.
Son derece hastalıklı, kanı çekilmiş bir surata sahip bu kadın, güzel ve ifadesiz suratıyla bir oyuncak bebeği andırıyordu. Gülümsediği takdirde tüm odayı aydınlatabilecek bir güzelliğe sahipken gülememesine yol açan kaskatı bir maske takmış gibiydi.
Upuzun saçları ardından uzanan siyah elbiseli kadın, anında odadan uzaklaşmaya başladı.
Emilia ise çabucak seslenmeye çalışsa da bunu ismini bilmeden nasıl yapacağını bilemedi ve bu şekilde kapının pat diye kapanışıyla bir başına kaldı.
Emilia: “Burası… Acaba neredeyim?”
Tereddütlü bir şekilde yatağında doğruldu.
Birazcık yorgun olsa da kötü bir durumda olduğuna dair herhangi bir belirti veya acı taşımıyordu. Hissettiği ağırlık, alışkın olmadığı şekilde haddinden fazla büyü kullanmaktan ve bedeninin buna katlanamamasından kaynaklı olmalıydı.
Bu kadarını teyit ettikten hemen sonraysa yaşadıklarının geri kalanını anımsamaya başladı.
Emilia: “Doğru. Ah, meydanda tuhaf biriyle savaşıyordum ve……”
Ardından bilincini kaybetmeden önce yaşadıkları aklına geldi.
Yüzü bandajlarla çevrili bir canavar――Subaru’nun [Öfke] dediği, korkutucu bir savaş gücüne ve büsbütün ürpertici bir öfkeye sahip olan kadın. Onunla savaşırken bir müddet avantajlı taraf olmuş ama onun hiddetli alevleri karşısında kaybetmeye başlarken uçurularak――
Emilia: “Bayılmış olmalıyım. Ama hala hayattayım.”
Yenilmişti, çaresiz bir duruma düştüğüne dair en ufak bir şüphesi yoktu.
Öyleyse biri yardımına koşmuş olmalıydı. Subaru ve Beatrice de oradaydı, onlardan biri tarafından kurtarılmış olabilirdi. Yine de kalbi, acınasılığının verdiği acıyla sızlıyordu.
Emilia Subaru’ya gösteriş yapmış, gerçekten güçlü bir konuşma sergilemiş ama kaybetmekle kalmamış, bir de yardıma muhtaç hale gelmişti.
Emilia: “Mmm, üzülmeye ayıracak vakit yok. Her halükârda buradan ayrılmakta geciktim, o yüzden şu anda durup da adımlarımdan pişmanlık duyma vakti değil. Pişmanlığımı yürürken duyarım.”
Kar beyazı yanaklarını iki eliyle tokatlayarak moralini yükseltti. Üzülmeye ayrılan zaman, çarçur edilen zaman demekti.
Ona bir yatak ve battaniye verilmişti. Ve başına kendisiyle ilgilenecek biri de bırakıldığına göre bir hayırseverin evinde olmalıydı. Yine kendi mekanına götürülmediğine göre de durumu bir hayli ciddi olsa gerekti.
Emilia: “Ama herhangi bir acı hissetmiyorum, acaba yetenekli bir şifacı falan mı……Eeh?”
Ayağa kalkmak için kıpırdanan Emilia, kendisiyle ilgili bir şeyi fark etmişti.
Emilia: “Ben, çıplağım.”
Çıplak ayakları yere değdiği saniyede bedeninde tek bir parça kumaş dahi olmadığını anlamıştı. Başını eğerek battaniyeyle bedenini sarmaladıktan sonraysa yataktan indi. Bakışlarıyla odayı tarıyor, giyecek bir şeyler bulmayı umuyor ama maalesef gözüne hiçbir şey çarpmıyordu.
Emilia: “Mmh, ne yapsam? Odadan bu şekilde ayrılırsam terbiyesizlik ettiğim düşünülebilir……”
Ormandan ayrılmadan önce bu meselelerle ilgili Puck’tan pek çok şey öğrenmiş, bu kısım kafasına güzelce yerleşmişti.
İnsanlara bedenini sergilememeliydi. Bu kurala uyacaksa şu anki görünümü adamakıllı bir problem teşkil edecekti.
Emilia: “Ama herkes için endişeleniyorum, yani elimden bir şeyin gelmediği acil bir durum söz konusu.”
Günah Başpiskoposlarıyla verdiği mücadelenin gidişatını ve sonucunu bir an önce öğrenmek zorundaydı. Aklında bu görevle battaniyeye sarınmış şekilde odadan dışarı adımını attı.
İlerlemekte olduğu koridor, kesinlikle daha önce gördüğü bir binaya ait değildi. Hayal ettiğinin aksine odanın dışı, tuhaf derecede sade ve soğuk bir koridor izlenimi veriyordu.
Emilia: “Köşk gibi bir yerde olduğumu sanmıştım ama tam anlamıyla yanılmışım. Mmm, yalnızca bu oda mı bir tuhafmış ki?”
Geri dönerek az önce uyumakta olduğu odaya baktı.
Büyük bir yatak, küçük bir dolap. Fakat yakından baktıkça bir dengesizlik olduğu izleniminden kurtulamıyordu. Yatakla diğer mobilyalar boş bir odaya dağınık bir şekilde yığılmış gibi görünüyordu.
Ve bu izleniminde yanılmıyor olabilirdi.
Koridordaki atmosferden anladığı kadarıyla burası kesinlikle insanların yaşaması adına yapılmış bir mekân değildi. İnsanların çalıştığı bir mekandı. Kulaklarına odaklandığı takdirde belli belirsiz bir su sesi ve farklı ipuçları da işitebilirdi.
Emilia bunun üzerine kafa yorarken――
???: “Ah, görünen o ki gözlerini açmışsın, pek güzel, pek rahatlatıcı oldu. İyi olduğuna sevindim.”
Kendisine bu sözler sarf edilen Emilia, arkasını döndü.
Tam da o sırada koridorun ucundan genç bir adam belirdi. Emilia’yı fark etmiş olan beyaz saçlı genç, ona bakarak sırıtıyordu.
???: “Fakat uyanır uyanmaz yürümeye başlamandan pek hoşnut değilim. Birtakım şeyler yaşandı ve zor bir gün geçirdin, o yüzden bedeninde bir sıkıntı çıkarsa başımızı ağrıtır. Bu konuda dikkatli olmanı isteyeceğim. Malum, artık o beden yalnızca sana ait değil.”
Emilia: “Peki, sen……?”
Gözlerini kırpıştıran Emilia, kendisiyle konuşan genç adama bakıyordu.
İnsanlarla arasındaki mesafeyi tek adımda kapatması Subaru’yu andırıyordu. Fakat Subaru’yla arasındaki bariz fark, bu kişinin başkalarına saygı duymamasıydı.
Bu genç adam, Subaru’nun erdemli tavrına sahip olduğuna dair hiçbir belirti taşımıyordu. Başkalarına yönelik bir vicdan barındırmıyor gibi görünüyordu.
――Aynı zamanda Emilia, önündeki genç adama belli edemeyeceği bir hissini anımsıyordu.
???: “Tabii ya, pardon, pardon. Ben senin uykulu yüzünü bile izledim ama bu senin beni ilk görüşün. Henüz ismimi dahi söylemedim. Benimle nasıl bir ilişki içerisinde olursan ol, bu kabul görmeyecek kaba bir davranış oldu. Fazla aceleci davrandım, benim hatam. Gerçekten içtenlikle özür dileyeceğim. Çünkü ben, böyle şeylerden anlayan bir insanım.”
Emilia: “E-evet……”
Emilia’nın bu sonu gelmeyen akıcı konuşmalar yapan adama tepkisi bir hayli ağır olmuştu.
Sebep belki tavrından bunalmış olmasıydı ama daha ziyade içinde gizli anlamdı. O anlam da Emilia’nın bilinçaltında yatıyordu.
―Bu genç adamı bir yerlerde gördüğümü hatırlıyorum, diye düşünüyordu.
???: “Tam bir sahne israfı, buranın belli bir hava taşımıyor olması çok yazık. Ama inanıyorum ki geri dönüp baktığında bunu özel bir an olarak düşüneceksin. Öyle bakarsan kötü bir şey bile değil zaten. Günbegün ufak mutluluklar, hayat denen yolu aydınlatmak için yeter de artar bile. Bilhassa senin için kesinlikle öyle olacağını düşünüyorum. Kötü bir yerdeyim demeyip iyi taraflarını görmeye çalışmanı, böyle bir hayat yaşamayı denemeni isterim. Sen de öyle düşünmüyor musun, Emilia?”
Emilia: “Sa-sana ismimi söylediğimi hatırlamıyorum…… Peki sen kimsin?”
???: “Oops, pardon. Hislerim fazla yükselince haberim olmaksızın etrafımdakileri fark etmeyi bırakıyorum, kötü bir alışkanlığım işte. Bu sebepten bazen sevecen kişiliğimden hoşlanmıyorum. Sebep senin bende çok derin hisler uyandırman olabilir. Neyse, benim adımı sormuştun, değil mi?”
İnanılmaz uzun ve dolambaçlı bir turun sonunda genç adam, ana binaya hemen hemen ulaşmıştı.
Bu sırada teninde yakıcı karıncalanmalar hisseden Emilia gözlerini genç adamın hareketlerinden ayırmıyordu. Güvenliğinin risk altında olduğunu içgüdüsel olarak anlamıştı.
Ve bu içgüdünün sebebi de tamamıyla önündeki genç adamdı.
Regulus: “Benim adım Regulus Corneas. Belli bir grupta önemli bir pozisyon sahibiyim ama bu, senin için bir önem arz etmiyor. Senin için önemi olan tek bir şey var. O da benim senin kocan olduğum, seninse benim 79. karım.”
Emilia: “……Eeh?”
Genç adam, yani verdiği isimle―Regulus fevkalade bir şekilde konuşmuş ama Emilia, onun neden bahsettiğini anlamamıştı. Suratı asılmış, tatlı kaşları çatılmıştı. Fakat Regulus, onun tepkisine hiç dikkat etmeksizin bedenini örten tek parça battaniyeye bakarak,
Regulus: “Bu görünüm gözlere zehir adeta. Sana kıyafet getirilmesini emredeceğim. Rahat edebilirsin. Diğer karılarım da seninle aynı durumda. Düğün kıyafetlerine, gelinliklere alışkınlar.”
Emilia: “Gelinlik derken ne kastediyorsun? Yo, sadece o da değil. Bana karım demen de neyin nesi?”
Regulus: “Doğru. Önemli bir şeyi unutuyordum! Bu benim gibi biri için tehlikeli bir şey.”
Emilia yeni bir soru sormak için ağzını açsa da Regulus dinlemiyordu. Ellerini çırparak sorusunu sormakta olan Emilia’nın omzunu hafifçe kavramıştı. O parmaklardan gelen tuhaf miktardaki gücü hisseden Emilia kaşlarını çatarken onun alnına dokunacak derecede yaklaşan Regulus, gözlerinin içine bakarak,
Regulus: “Önemli, çok önemli bir soruyu sormayı az kalsın unutuyordum. Senin düğüne yönelik farkındalığın daha sonraya kalsın. Emilia, bu sorum önem taşıyor, o yüzden beni dikkatlice dinlemeni istiyorum. Geleceğimiz için çok önemli.”
Emilia: “――”
Tuhaf bir baskı hisseden Emilia nefesini tutarak sessizleşti.
Bu tavrı bir onay kabul eden Regulus ise gülümseyerek sorusunu sordu.
Regulus: “Emilia, bakire misin? Çünkü bu sorunun cevabı gerçekten önemli.”
İşte bir gülümsemeyle ağzından dökülen kelimeler bunlardı.
#Dün yolculuğa çıktığımız
için bölüm çevirip atmam mümkün olmadı arkadaşlar ama geç olsun güç olmasın :)
Sonunda Regulus’un kaçırdığı Emilia’nın ne durumda olduğunu görebildik. Ofisten
bozma bir ortamda lüks battaniyelere çırılçıplak şekilde sarılı bulmayı ve ‘bakire
misin, bu çok önemli’ gibi bir şey görmeyi beklemiyordum ama… Subaru milleti
gazlayıp savaşa hazırlarken Emilia elden gitmez inşallah. Artık heyecan
dorukta, bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..