Yıkım iyice bastırıyor, ilerliyordu.
O taze kan yağmurunun her bir damlası görkemli bir yıkımı kavrayan kötü niyetli bir el misali şehri ayaklar altına alıyordu.
Damlaların değdiği her nokta bıçağın keskin ucuyla kesilen bir kâğıttan da kuvvetli şekilde karşı koymaksızın bütünlüğünü yitiriyordu. Bu yıkıcı yayılma binaları yok ediyor ve akabinde daha da geniş çaplı bir yok oluş gerçekleşiyordu.
Subaru: “Aaaaaaaaaa!!”
Emilia: “――Tsk!”
Mantıksız davrandığının tamamen bilincinde olmasına rağmen avazı çıktığınca bağıran Subaru, koşuşuna güç katmayı sürdürüyordu. Hemen yanındaki Emilia da benzer şekilde ışıltılı gümüş saçları havada dalgalanarak, ağzı sımsıkı kapalı halde koşturuyordu.
Fakat manzaralı su şehrini özel kılan kanallar dört bir yanlarında uzanıyordu.
Bu da doğru düzgün bir kaçış rotası bulmalarını zorlaştırıyordu. Hızla ilerleyen çiftin önünde kanallar yayılıyor, arkalarındansa ikisini de yutmakla tehdit eden bir yıkım yaklaşıyordu.
Subaru: “Dikkat et!”
Emilia: “Rüzgâra yakın yelken açıyoruz ama……Subaru, tutun!”
Kaçış rotalarının kesilişi Subaru’nun sesinin yükselmesine yol açarken Emilia ansızın farklı bir fikir üretmişti. Subaru’nun onun uzattığı eli hiç tereddütsüz yakalayışıyla da etraftaki havaya bir soğukluk yerleşti.
Bu hem Emilia’nın kendisinin hem de güçlerini ödünç aldığı büyülü ruhların etkisinin birleşimiydi.
Emilia: “――Lütfen, millet!”
Emilia’nın komutuyla her parlak noktadan aşağıya mavi ışıklar yayılmaya başlamıştı.
Bir an sonraysa zemin aniden beyazlaştı ve göz açıp kapayıncaya dek buzdan koskoca bir dünya yayıldı.
Subaru: “Oouh!? Emilia-tan bir harika! Çok zekice!”
Emilia: “Kontrol etmek zor, o yüzden elimi bırakma!”
Kafasını kaldıran Subaru’nun sağ eli hala Emilia’nın elini tutuyordu. Yarı elfin kalkık sol yumruğundaysa az önce öne doğrulttuğu bir buz saçağı bulunuyordu.
Zemini dondurup bir buz saçağı atarak büyüsünün sağladığı itici güçle kaçışlarını hızlandırmıştı. Havadaki ruhların oluşturduğu buzun gidişatıysa daha da şaşırtıcıydı.
Önlerindeki kanalın kıyısında atlama pisti gibi bir şey şekillenmişti ve Subaru ile Emilia çifti, biriktirdikleri momentumla kanalda süzülerek ilerliyordu.
Subaru: “Eee-yahaa!”
Kanalın diğer tarafındaysa buzdan bir yol daha hazırlanmıştı. Emilia dokunarak o yolun üzerinde kayarken Subaru, onun yeteneğini içtenlikle övmekle meşguldü.
Subaru: “Çok iyi, Emilia-tan! Sana yeniden aşık oldum!”
Emilia: “Ama durmanın bir yolunu bulamıyorum! Ne yapacağız?”
Subaru: “Eeh.”
Emilia buz saçağını çoktan bırakmıştı fakat kalan momentum hala herhangi bir engele çarptıkları takdirde kaçınılmayacak yükseklikte bir hasar alabilecekleri düzeydeydi. Emilia’nın yalnızca buz büyüsünü kullanarak alacakları darbenin etkisini azaltacak yastık tarzı bir şey yapması imkân dahilinde değildi.
Bu esnada ikili, bir duvara giderek daha da yaklaşıyordu. Çarpışmaya ramak kalaysa Emilia’nın elinin kendisininkini iyice sıktığını hisseden Subaru ani, akıllıca bir karar verdi.
Subaru: “Emilia-tan! Bir kavis ver!”
Emilia: “Ka, kaーvis mi?”
Subaru: “Hafif eğimli bir duvar yap! Daire halinde!”
Subaru’nun çaresizce çağrısını işiten Emilia büyüsünü kullanarak usulca itaat etti. Ve tam da kayan bedenlerinin önünde hafif bir kavisin belirişiyle geniş bir dönüş yapan ikili, çarpışmaktan kurtuldu.
Subaru: “Aynen böyle, kavislerin sonlanmasına izin verme! Döndürー! Döndürー!”
Emilia: “Dö-döndürー! Döndürー!”
Böylece önleri bir duvarla kesilmeyecek şekilde genişten alarak dönüyorlar ve önlerinde yeni buzdan kavisler şekilleniyordu.
Yukarıdan sivrisinek kovucu bobinleri andırarak şekillenmiş bir buz duvarı görünüyordu ve ortalarına ulaşan ikili, güvenli bir şekilde durabilecek kadar hıza ucu ucuna inmiş durumdaydı.
Subaru: “Haah, Emilia-tan’ın büyüsünü bayağı ziyan etsek de bir şekilde başardık.”
Emilia: “Daha da önemlisi, az önceki saldırı...”
Duraklayan Subaru rahat bir nefes alırken Emilia eliyle vurduğu buz formasyonunu dağıtmaktaydı. Bu sırada mana parçacıklarına dönüşen kırık buzları izleyen ve kaçtıkları alandaki yıkım izlerini gören Subaru’nun omurgasına bir ürperme geldi.
Çünkü Regulus’un saldırısının başladığı kulenin merkezindeki şehir manzarası değişmişti.
Bilhassa merkez yakınlarında, kanın etkilerinin yoğun olarak hissedildiği noktalardaki tahribat ağırdı. Yıkım alanından uzaklaşıldıkça izlerde sapmalar görünüyordu. Ama buna rağmen orijinal şeklini koruyan bina sayısı pek azdı. Başka bir deyişle bu saldırı anormal genişlikte bir etki alanına sahipti.
Subaru’nun bulunduğu noktadan saldırının kanalı aşıp ilerlediği görünüyordu. Subaru’ya ulaşmakta ucu ucuna başarısız olma sebebiyse şansın ve çaresizce bir kaçma mücadelesinin eseri――yo, öyle değildi.
Subaru: “Reinhard.”
O ana dek Regulus’un tepesinde bulunduğu bina artık boştu.
Yakınlarındansa yoğun dumanlar yükseliyor ve muazzam bir yıkımın sesleri yankılanıyordu.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Regulus Su Ejderini paramparça ederek öldürmüş ve sırıta sırıta kanlarını sıçratmıştı.
O esnada iki ufak figürün sokakta çaresizce kaçmaya çalışışını izleyebiliyordu.
Ne kadar zayıf, ne kadar önemsiz, ne kadar değersizlerdi gerçekten.
Dağıttığı kanlarla şehri ayaklar altına alırken alaylı kahkahalar atmış, yıkımın kaçmakta olan ikiliye yetişmesini hevesle beklemişti.
Bir Fahişe ve bir Irz Düşmanı. Onlara da kan dolu bir ölüm yakışırdı.
Regulus: “Dağılın! Hadi dağılın! Kalbimi çiğneyen iğrenç mahluklar!”
Reinhard: “――Özür dilerim ama bunu yapmana müsaade edemem.”
Öfkesini ve galibiyetini bu şekilde ilan edişinin hemen ardından kulağının yakınlarında yükselen bir sesle irkilmişti.
Etrafında döndüğündeyse rüzgârda savrulan alevler görünümünde kırmızı saçlarla çevrili bir kafa görüş alanına girmişti.
Regulus: “Amma aptal görünüyorsun! Böyle bir hevesle birinin sevdasının önüne çıkmak da neyin nesi!”
Reinhard: “Haklara saygılı ve doğru düzgün bir yöntem kullanıyor olsaydın, reddedildiğinde sorunsuzca geri çekilebileceğinin sözünü verebilseydin seni tebrik etmekten yana hiç tereddüt etmezdim.”
Regulus’un öfkeli sesi Reinhard’ın kahkahası ve alayıyla karşılık bulmuştu.
O oldum olası sakin duruşlu şahsın gerçekten de nefret dolu davranıyor oluşu, Regulus’un açıklanamaz bir şüpheye kapılmasına yol açıyordu. ――Ardından tek bir sıçrayış Reinhard’ın bacağını kendisine ulaştırdı.
Evet, o sağ bacağın kavalkemiği ağır bir yara almıştı.
Tamamıyla kesilmiş olmasa da bileğine yalnızca ufak bir deri parçasıyla bağlıydı demek abartı olmazdı. Bırakın adamakıllı savaşmayı, üzerinde yürünecek hali bile yoktu. Bu halini geride bırakmış olmasının anlamıysa,
Regulus: “Bu çok aptalca. Yalnızca kılıç ustalığı değil, şifa büyüleri de mi uzmanlık alanına giriyor yani? Başkalarından iyi olan tüm bu yeteneklerle bu yolda kaç kişinin kalbini ezip geçtin acaba? Başkalarının kalplerini hiç uğraşmadan paramparça etmek iyi hissettiriyor, ha?!”
Regulus: “Bu yanlış kanılarının一Bir açısını kesinlikle düzelteceğim.”
Diyen Reinhard’ın hareketiyle uğuldayan rüzgarlar bedenini sarmaladı.
Ve attığı dönen tekme havayı aşarak dosdoğru Regulus’un tutmakta olduğu su ejderinin bedenine indi. Çoktan et kütlesinden farksız hale gelen ceset böylece paramparça olurken――
Regulus: “Ne!”
Reinhard: “Bırak şifa büyüsünü, hiçbir türde büyü kullanamıyorum. Havadaki ruhlar yardımıma gelip ayağımdaki yaraları hızla iyileştirdi, hepsi bu.”
Bacağındaki kuvvet cesedi tahrip ederken Reinhard, bileğini döndürüşüyle Regulus’un kavrayışından kurtuldu. Ve son derece yetenekli bir ayak hareketi gerçekleştirmiş olmasına rağmen su ejderinin kalıntılarına çok kötü davranmayarak onları kısmen yıkık bir binanın tepesine kibarca fırlattı.
Sonra da,
Reinhard: “Mükemmel. ――Öyleyse şimdi sırada J Planı var.”
Regulus: “Kuaa!”
Tam da Reinhard’ın ikiyüzlü eylemi içine otururken bir de kılıcının topuzu kafasının üzerine inen Regulus’un bedeni, aldığı darbeyle çatıdan aşağı yuvarlandı.
Ve çaprazlamasına aşağı alçalırken kulaklarında bir kez daha,
Reinhard: “Bunu bir test edeceğim.”
Regulus: “――!?”
Bir mermi hızıyla ve aynı açıyla harekete geçen Reinhard yaklaşarak düşmekte olan Regulus’un bacağını yakaladı ve bir sallamayla kendi eylemlerine uymasını sağladı. Artık Regulus’u taşıyarak harikulade bir fırtınayla birlikte kaçmakta olan Subaru’ya doğru sıçrıyor, sıradan bir insanın bacağının yırtılması için yeterli gelecek bir şekilde ivmeleniyordu.
Regulus: “Bu yaptığın da neeee――”
Reinhard: “Özel bir şey değil.”
Diyen Reinhard Regulus’un bedenini kaldırarak duraksadı.
Oyuncak bebeğini bacağından tutarak sertçe oynayan bir çocuk tavrı takınmıştı– Gördüğü muamele yüzünden öfkeden patlama noktasına gelen Regulus, Reinhard’ın planının detaylarını daha iyi anlamaya başlıyordu.
Bu sırada Regulus’un bedenini kavrayan Reinhard, onu yağmakta olan kan damlalarına doğru savurdu.
Ve Regulus, taştan yapılı binaları bile yok edebilen o kan yağmuruna zorla maruz bırakıldı.
Belki de Regulus tarafından gerçekleştirilen saldırı böyle bir güce sahip olduğu takdirde kendi bedenindeki koruma her neyse ona karşı bile etkili olabilirdi.
Fakat fikir gerçekten buysa, aptalca bir fikir olduğu açığa çıkmak üzereydi.
Regulus: “Kendi saldırımsa benim üzerimde işe yarayabilir, öyle mi? Doğuştan sahip olduğun şansın ve yeteneklerin boyutunu bilemeyeceğim ama başkalarına bu kadar da tepeden bakma derim. Benim işimin böyle aptalca bir yöntemle bitirilmesi mümkün olabilir mi?”
Reinhard: “Bu da etki etmedi―”
O kan damlaları Regulus’a dokundukları anda basit yağmur damlalarına dönüşüp bedeninden sekmişlerdi. Önceliklerinin farklı olduğu barizdi.
İşte o saniyede Reinhard Regulus’un bacağını tutmayı kesti.
Zeki bir adamdı. O damlaların kendisine ulaşmasına izin verirse avcunun bir daha kılıç kavrayamayacağı bir et kütlesine dönüşme ihtimali vardı.
Salınımının gücü tükenmişti. O şekilde sokağa iniş yapan Regulus, bir kez daha Reinhard’la karşı karşıyaydı. Ve uyarı mahiyetinde gözlerini kısılırken,
Reinhard: “Her nasılsa ona bir daha dokunmam mümkün değilmiş gibi görünüyor.”
Regulus: “Belli ki keskin bir burnun var, yeniden bir süre önceki gibi yaralanmak istemezsin herhalde.”
Reinhard: “Bundan böyle hem nefesin hem de görüşün konusunda temkinli olacağım. Almam gereken başka bir önlem varsa memnuniyetle dinlerim.”
Regulus: “Hemen defol gözümün önünden!”
İki eli havaya kalkık şekilde öne çıkan Regulus, Reinhard’a doğru koşmaya başlamıştı.
Reinhard ise kaçınmak adına inanılmaz bir hızla geniş bir yay çizerek kendine bir açıklık yarattı ve ejderha kılıcının topuzunu kullanarak Regulus’u belli bir mesafeden darbe yağmuruna tuttu.
Regulus: “Nereye gidersen git koşmaktan hoşlanıyorsun değil mi…!”
Reinhard: “Sorunlarımı kılıç darbeleriyle çözemiyor olmam ne büyük yetersizlik. Gerçekten kendimden utanıyorum.”
Regulus: “Daha kılıcını çekmedin bile!”
İleri geri hareket eden Reinhard’ın karşısındaki Regulus, görünmez denilebilecek bir hareketle elini uzatmıştı.
Fakat böyle ciddiyetten uzak bir saldırı Reinhard gibi bir kahramana asla ulaşmazdı. Ayrıca bununla da kalmıyordu, Reinhard’ın mavi gözleri ağır nefesler alan Regulus’un acınası numaralarına karşı temkinli halde ışıldıyordu.
Regulus: “Ah?”
Ama o sırada aniden bir mızrak yaklaşmaya başladı.
Ve dimdik duruşlu Reinhard’la karşı karşıya olan Regulus’u hedef alan mızrak, hızla ayaklarının olduğu zemine ulaştı.
Ancak ayaklarının altındaki buz, attığı tek bir adımla daha somutlaşma fırsatı bulamadan dağılıverdi.
Ve Regulus’un saygısızca bakışları kanalın öteki ucunda eli uzanmış halde dikilmekte olan gümüş saçlı kıza çevrildi. Deminki buz büyüsünün onun ufak numaralarından biri olduğuna hiç şüphesi yoktu.
İç organlarında kaynama ve tepetaklak olma hissi doğuran o şey, mide bulantısıydı.
Regulus: “Neden hiçbiriniz hala anlayamadınız?! Farklı olduğumuzu! Doğduğumuz andan beri sahip olduğumuz şeylerin farklılığını! Benim tamamlanmış benliğime erişemeyeceğiniz veya rakip olamayacağınızı! Sönük bireyler olduğunuzu kabul edin, bundan tatmin olun ve geberin!”
Neolursaolsunneolursaolsun, bu merhametsiz muhalif günahkârlar canına tak etmişti artık.
Böyle muazzam bir fark kapanamazdı. Bunu anlamak neden bu kadar zordu?
Reinhard: “A Planı da başarısız oldu. Sırada ne var?”
Ayağını yere vurarak ara yolu ikiye ayıran Regulus’un Reinhard’ın mırıldanmalarını daha fazla dinlemeye niyeti yoktu.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Emilia: “Bu hiç iyi olmadı! Saldırı beklenildiği gibi etkisiz oldu!”
Subaru: “Öyle! Yani ayaklarının zayıf noktası olma olasılığı da ortadan kalktı…”
Emilia, kendisine talimat verildiği üzere Regulus’un ayak tabanlarına saldırmış fakat ayakları buzu herhangi bir yara belirtisi olmaksızın karşılamıştı.
Reinhard: “J Planı da başarısız oldu. Özür dilerim, kabiliyetlerim yeterli gelmiyor.”
Reinhard bir anda [Telepati İlahi Korumasını] kullanarak zihinsel bir mesaj gönderirken Subaru, artık onun bu insanüstü yaradılışı karşısında sarsılmayacak hale gelmişti. Sağ ayağındaki yaranın kanamayı kestiği görünüyordu ama o ayak tamamen parçalanmış olsa bile bunu hiç şaşırtıcı bulmazdı.
Ayrıca parçalanmış bir ayağın sonucu, Subaru’nun halihazırda tecrübe ettiği bir şeydi.
Subaru: “Yenilmezliği bir bariyerse ayaklarının yere temas ettiği noktaya dek uzanmıyor olabilir diye düşünerek A Planı olan (Ayak Tabanını) geliştirmiştim…”
Toprağa değen kısımlarının bu gücü kesmesi gerekiyordu, aksi takdirde toprağa gömülür kalırdı. Subaru durumun böyle olabileceğini düşünmüş ama teorisi yanlış çıkmıştı.
Reinhard’ın J Planı olan (Öz Yıkıma) yönelik raporuna göre Regulus’un kendi yenilmez saldırıları karşısında yenilmezliğinin geçerli olmaması ümidi de boşa çıkmıştı.
Bu Durumda I Planı (Havuzdaki Topun) da işe yarayacağı yoktu. Görünüşe göre gerçeklik, Regulus’un yenilmezliğinde bir zayıflık olması fikrini reddediyordu.
Subaru: “Başka, başka bir şey var mı? Yenilmez bir düşmanın zayıflığı, zayıflığı…!”
Ağzını kapatan Subaru, öfkeli bir şekilde beynini çalışmaya zorluyordu.
Regulus’la karşılaşmadan öncesinde bile sıklıkla nihai bir kalkana sahip bir rakibi yenme yollarını ve olası yöntemleri düşünürdü.
Zihninde pek çok alt kültüre ait yanıtlar dolanıyordu ve çözmeye çok yaklaşmış olsa da net bir yanıt bulamıyordu.
Subaru: “Düşünme şeklimde mi bir sıkıntı var acaba? İzlediğim yol mu yanlış?”
Belki de yapılması gereken şey, yenilmezliğini aşmanın bir yolunu bulmak değildi.
Daha ziyade Regulus’un otoritesinin temelini, doğasını çözmek olabilir miydi?
Emilia: “Subaru, başka ne kaldı? Ben, ben ne yapmalıyım?”
Emilia derin düşüncelere dalan Subaru’ya bu soruyu yöneltmişti.
Önlerindeki iri kanalın ötesinde Reinhard ve Regulus’un şiddetli çarpışması süregeliyordu fakat herhangi bir şekilde yardım edemiyor ve bu da onu çok rahatsız ediyordu.
Emilia da Reinhard da Subaru’ya güveniyor ve ona yönelik beklentiler taşıyordu.
Ve yalnızca ikisi de değildi. Başka noktalardaki müttefikleri ve yayınıyla seslendiği Pristella vatandaşları da benzer hisleri paylaşıyordu.
“――――”
Düşünüyor, düşünüyor, düşünüyordüşünüyordüşünüyordüşünüyordüşünüyordüşünüyordu.
Anıları tatsız olsa da Regulus’la ilk karşılaşmasından bu yana yaşanan her şeyi, onun tüm eylemlerini, kelimelerini, saldırılarını ve kıvırmaya çalıştığı numaraları düşünüyordu.
Bir şeyler olmalıydı. Bir mantığı olmalıydı. Yalnızca Regulus da yetmezdi. Diğer tüm Günah Başpiskoposlarıyla ilgili bir şeyler olmalıydı. Hepsi birer pislikti. Bu kadarı zaten netti. Ama net olmayan-
Subaru: “Yıldızların, isimleri.”
Emilia: “Subaru?”
Subaru bir anda farkına varmıştı.
Öncesinde de aynı şeyi düşünmüştü ama bu defa şakayı bir kenara bırakıp ciddi ciddi düşünüyordu.
İşler bu noktaya ulaşınca terk etmiş olduğu fikrini yeniden değerlendirmeye alıyordu.
Regulus, Capella, Alphard, Sirius, Petelgeuse.
Bu yıldızlarla bağlantılı isimlerin hepsinin tek bir yerde birleşmesi tesadüften ibaret görüp geçebileceği bir şey miydi gerçekten?
Geçmişi düşününce Deniz Kızı Tesisi, Kararagi adetleri ve Yabanın Hoshin’i meselesi de vardı.
Bu dünyada Subaru’nun orijinal dünyasından esinlenilmiş pek çok mekân bulunuyordu ve buna bir şaka gözüyle bakması imkansızdı. Peki Cadı Tarikatının kökeninin burası olmadığını neden daha yeni fark ediyordu?
Petelgeuse, Betelgeuse idi. [Orion’un Eli], [Görünmez El].
Regulus Leo idi, [Küçük Kral]. Böyle bir unvana sahipti.
Bu [Küçük Kral] unvanı ona sahiden de uyuyordu.
Subaru: “Emilia. Sana sormak istediğim bir şey var.”
Subaru sessizce bu cümleyi kurarken Emilia gözlerini açarak başını salladı. Onun kar beyazı suratından yayılan ilgiyi hissedebilen Subaru ise tek gözünü kapattı.
Subaru: “O adam bir ara seni boynundan yakalamıştı, değil mi? Sorum o zamanla ilgili.”
Emilia: “Mmm.”
Subaru: “Regulus’un eli, sıcak mıydı? Yoksa soğuk mu?”
Emilia: “――――”
Subaru’nun sorusu karşısında Emili’nın gözleri irileşti. Ve bir elini ince boynuna götürüp hafifçe vurarak yanıtını verdi.
Emilia: “Yo. Şimdi düşündüm de… hiçbir şey hissedememiştim. Ne sıcaktı ne de soğuk, herhangi bir ısısı yoktu.”
Emilia’nın yanıtını işiten Subaru nefesini tuttu.
Kanala atıldığı sırada nefes alıp verişinin değişmeyişi, bedeninin ıslanmayışı. Ayak tabanlarına gerçekleştirilen saldırının ve kendi saldırısıyla karşılaşmasının etkisizliği. Yani defansta da ofansta da kusursuzdu.
Bu kadar basit değilse, yalnızca [Yenilmezlik]-
Subaru: “Reinhard!”
Kanalın ötesine, şeytanla çarpışan kahramana seslenmişti.
Bu sırada bu acımasız çarpışmanın bir parçası olan Reinhard, kararlı bakışlarını Subaru’ya çevirdi.
Ve Subaru, onun kendisini işitebilmesi için sesini yükseltti.
Subaru: “-O adamın kalbi atıyor mu diye bir bak!”
Subaru’nun yüksek sesli konuşması Emilia’nın da Reinhard’ın da gözlerinin irileşmesine yol açmıştı.
Böylece, Regulus, o-
Regulus-
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Otto da eşzamanlı dört kontrol kulesi baskınının gerçekleştiğinden emin olduktan sonra kendisine verilen görevi tamamlamak için Belediyeden ayrılmıştı.
Anastasia: “Bence onu durdurmamız gerektiğini düşünmek tuhaf kaçmaz…… ama şu anda Cadı Tarikatının talep ettiği Bilgelik Kitabının yerini teyit etmemiz gerektiği de doğru. O Otto-kun pek acınası, değil mi...”
Anastasia’nın Otto’nun ayrılışından sonra yaptığı yorum buydu.
Görünen o ki Anastasia, Otto’nun da belediyede kalmasını istemişti. Sonuçta orası, Subaru ve diğerlerinin halihazırda bir Günah Başpiskoposuyla çarpıştığı bir ortamdı.
Belediyenin baş karargâh olarak iş görmesi beklense de aynı anda birkaç farklı noktadan bilgi toplayabilecek beyin sayısı azdı.
Fakat Bilgelik Kitabını başka ellere bırakmaları da ihtimal dahilinde değildi.
Karşıt Günah Başpiskoposlarıyla bir iş birliği ilişkisi oluşturmak mümkündü ama bu durumdan çıkıldığı anda düşman olmaya geri dönerlerdi. Bu yaşandığında da başkalarının elindeki Bilgelik Kitabının etkinliği kaçınılması gereken bir şey halini alırdı.
İşin doğrusu Bilgelik Kitabının pazarlığı yapılabilecek şeylerin tamamen dışında olması meselesi gündeme gelmişti– ama bu, Subaru ve Garfiel için bir sorun teşkil etmemişti.
Otto ise buradaki hatalı tarafın kendisi olduğu düşüncesiyle iç çekiyordu.
Otto: “Ben ne zaman başkaları uğruna böyle koşturan birine döndüm acaba……”
Gri saçlarını çekiştiren Otto, geride kalan yıl içerisinde birkaç kez aklına gelen soru üzerine endişeleniyordu.
Ulaştığı pozisyon beklenmedikti, insanlarla kurduğu ilişkiler beklenmedikti, şu anki duyguları beklenmedikti.
Tüm bunları yaptığını öğrenecek olurlarsa ailesi ne düşünecekti?
Otto: “İyi ve başarılı olduğum takdirde onlara bir mektup yazmaya çalışacağım……”
Subaru burada olsaydı mutlaka tuhaf bir şey söylerdi diye düşünen Otto, şehrin üçüncü caddesine adımını atmıştı.
Günah Başpiskoposları kontrol kulelerine odaklanmış olmalıydı ve böyle düşünülünce şehirde herhangi birine rastlamaması gerekiyordu. Rastlamamalıydı.
Otto: “Ha~a…… ha ~tsk”
Göğsünü sımsıkı tutan Otto, kalp atışlarının hızlandığını hissediyordu.
Cadı Tarikatı, Günah Başpiskoposu, Tarikat Üyeleri— Otto’nun onlara dair kötü hatıraları vardı.
Bir yıl önce Subaru’yla yaşadığı ilk karşılaşmayı anımsıyordu. O zamanki Günah Başpiskoposundan ne kadar korktuğunu unutamıyordu.
Bir başkasının canını almadan önce ikinci kez düşünmeye dahi gerek duymayan o deli adamın gözleri… O deli adam ve onun arzuları uğruna kanlarını, etlerini adayan fanatikleri…
Gerçekten yardım umduğunda sadece sessizlik ve yalnızlık hâkim gelmişti.
Hiçbir zaman o günkü kadar korkmamıştı. Hiçbir zaman kendisini o günkü kadar boş hissetmemişti.
O günküne kıyasla Garfiel’le çarpıştığında, bağırsak avcısıyla yüzleştiğinde, cadı yaratıklarıyla karşılaştığında hissettiği korku bir hiçti.
Cadı Tarikatıyla yaşadığı karşılaşma Otto’nun kalbinde fazlasıyla karanlık bir gölge bırakmıştı. Ne kadar korkunç olduğunu bilse de öyle kolay kolay silinecek cinsten bir şey değildi.
Kıskançlık Cadısına benzerliği yüzünden cadılık önyargısından kaçamayan Emilia.
Onun şövalyesi olmayı ve onun için çarpışmayı kaderinde taşıyan ve Cadı Tarikatı şeytanlarını hedefleyen Subaru.
Subaru’yla birlikte çarpışan ve küçücük bedenindeki tüm gücü harcayan Beatrice.
Ailesini korumak adına neyi var neyi yoksa yumruğuna katan Garfiel.
Tatlılığı görmezden gelinemese de diğer taraftan son derece sivri dilli biri olan Ram.
Kardeşine beslediği negatif hislerle yaşayan ve pozisyonuna yönelik bir sorumluluk hissi taşıyan Frederica.
Herkes tarafından çocuk muamelesi görürken tertemiz gülümseyen Petra.
Hepsini seviyorum.
Bir yerde bu kadar uzun süre kalmaya niyeti yoktu ama maalesef rahatı fazla yerindeydi.
Korkutucu şeylerden uzak durması gerektiğini biliyordu ama onlardan kaçınamıyordu.
Burayı korumak için onların yanında durmak ve onları desteklemek istiyorum; korksam da ellerinin erişemediği noktalarda onlara yardımcı olmayı diliyorum. İşte bu yüzden–
Otto: “Bir şekilde görevimi tamamlamak zorundayım.”
Diyerek Üçüncü Caddeye adımını atmış ve karşısında ufak bir figür bulmuştu.
Kanalın üzerindeki taş köprünün ötesinde bir meydan, o meydanda da bir gölge bulunuyordu.
O gölgenin yanı sıra birkaç figür daha görünüyordu.
Ama şu an için Otto’nun gözleri tek bir siluete odaklıydı.
Sesler yok olmuştu. Her şey korkunç derecede sessizleşmişti ve hiçbir şey işitmek mümkün değildi. Tüm canlıların nefesini tuttuğu, çaresizce varlığını gizlemeye çalıştığı bir durumdu ve Otto Suwen bu durumu iyi biliyordu.
Akabinde gözlerinin önündeki figür, uzun saçları darmadağın halde kafasını kaldırarak kibarca ellerini çırptı. Fakat kalp atışları şaşırtıcı bir şekilde sakindi.
???: “Hoş geldin, onii-san.”
—-
Ley: “Cadı Tarikatının Oburluğu temsil eden Günah Başpiskoposunun…… Ley Batenkaitos’un akşam yemeği şölenine hoş geldin ~tsu.”
Orada olmaması gereken Günah Başpiskoposu, bu sözlerin ardından köpekdişleriyle dolu ağzını açarak korkunç bir kahkaha attı.
#Yıldızlarla ilgili bir
sonuca varılmasını bekliyordum, zamanında bu konu kapatılınca üzülmüştüm. Yakın
zamanda inşallah bir sonuca varacağız ve başpiskoposların icabına bakacağız.
Peki Otto’ya ne demeli? Çocuğu tek başına kitabı kontrol etmeye yolladık ve karşısında
bulduğu kişiye bakın… Bu işin altından nasıl kalkacak acaba, ah Otto canım Otto…
Her neyse, İngilizce kaynaktaki nota göre 53. bölüme geçmeden önce yaklaşan
sahnelerle ilişkili kısa bir hikâye mevcutmuş!
‘Joshua Juukulius’un Özenli Ansiklopedisi, İkinci Kısım’ adı altındaki bu hikayede
tekrar görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..