Cilt 5 Bölüm 55 [ Savaş Tanrısının Rakibi ]

avatar
4743 8

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 5 Bölüm 55 [ Savaş Tanrısının Rakibi ]


Çevirmen : Clumsy



 —Savaş Tanrısı Kurgan efsanesi Vollachia İmparatorluğunda büyük bir çoğunluk tarafından bilinirdi.

 

O güçlü imparatorlukta kişi kabiliyete sahip olduğu takdirde doğum şartları göz ardı edilebilirdi.

 

Yarı insanlara farklı bir muamele gösteren Lugnica ve yabancıları meneden Kutsal Gutesko Krallığının aksine Vollachia, Kararagi kanı ve görünümünü dikkate almama denilebilecek bir sistem benimsemişti.

 

Dolayısıyla dört büyük ülke arasında safkan olmayan insanların ikamet etmesine en uygun yer Vollachia idi.

 

Ancak diğer taraftan en uygun ve güçlünün hayatta kalması şeklindeki acımasızca durum, güç ve zekâ eksikliği çekenler için ağır baskı ve bunalımlar doğurabiliyordu. Tabii ki şahsi değerlendirmelerle ırka bağlı değerlendirmeler bir değildi.

 

Mesele Çok Kol Klanı yıllardır seyahat eden, asla tek bir yerde kalmayan göçebe bir ırktı. Çok Kol Klanının görünümü isimlerinden anlaşıldığı gibiydi ve büyü kullanımına yatkınlıkları yarı insanlar nazarında istisna olacak şekilde düşüktü. Bu da yalnızca onların bir ırk olarak daha değersiz olduğunu düşündürürdü.

 

Klanın toplam üye sayısı da fazla değildi. Ayrıca herhangi bir anlaşmazlık çıktığında arazilerini korumaktansa savaşmaya daha meyilliydiler.

 

Sayısız yerden sürülüp Vollachia’ya gelen böyle bir ırkın o boyun eğmez imparatorluk tarafından yutulup düşüşe geçmesi gayet doğaldı.

 

—Bu güç dünyasında [Olmaz] diyen adamsa Kurgan olmuştu.

 

Çok Kol Klanı karakteristik olarak normal insanların aksine iki koldan fazlasına sahipken kol sayısı kişiden kişiye değişiyordu. Çoğu üyeleri dört veya beş kola sahip olurken tam sekiz kola sahip olan Kurgan özgün, olağandışı bir varlıktı.

 

Henüz gençken yerli lord arazisine geldiğinde ona olmaz demiş ve sekiz kolunu sallayarak elçiyi geri göndermişti. Ardından ürkek yoldaşlarını teşvik ederek onlarla birlikte lordun şahsi ordusunu püskürtüp dağıtmış ve defalarca tekrar eden bu olay nihayet lordun köşküne saldırmalarıyla sonuçlanmıştı.

 

Bu barbarca saldırı lordu korkutsa da Kurgan, şiddeti çözüm olarak sunmamıştı.

 

Kendisinin ve halkının kendilerini kanıtladığını söylemiş ve ödül olarak lordun özel ordusunda yer almayı kabul etmişti. Sonrasında [Sekiz Kollu Kurgan] pek çok savaşa atılarak Vollachia İmparatorluğunun bir efsanesine dönüşmüştü.

 

Garfiel: “——”

 

Tüm bedeni soğuk sulara batmış olan Garfiel, kafasının üzerindeki suların ötesinde titreşen ayı görebiliyordu.

 

Sağ gözünü destekleyen kemik kırılmıştı ve göz küresi kayıp gitmenin eşiğindeymiş gibi görünüyordu. Çabucak sol elini kullanarak ufak çaplı bir şifa büyüsüyle destek vermeye başladı.

 

Bu sırada kalan sol gözü sağa sola kayıyor, suyla birlikte akan kırmızı çökeltiyi inceliyor ve bedeni kanalın dibine vurduktan sonra yukarı doğru yay çiziyordu.

 

Garfiel: “——”

 

Suya batık halde yattığı bariz olsa da suyun dondurucu soğukluğuna dair hiçbir his taşımıyordu.

 

Yerçekiminin ağırlığından kurtulmuş halde gücü, yavaşça yükünü yitirmiş olan bu dünyadaki el ve ayaklarına geri dönüyordu.

 

Keşke kalbindeki boyunduruğun kalkması da bedenindeki boyunduruğun kalkması gibi olsaydı— fakat an itibarıyla kalbi karanlığa gömülmüş haldeydi.

 

Ya da keşke öylece batmayı sürdürebilseydi; böyle bir düşüncenin kalbinde hiçbir şekilde var olmadığı katiyen söylenemezdi. Fakat nefes almak can acıtmaya başlamış ve karanlığa rağmen gözleri onu tamamen kör kılmamıştı.

 

Pembe saçlı kız, turuncu tüylü kedi kız ve siyah saçlı oğlan gözlerinin önünde beliriyor ve su dolu kalbinde bir ateş yakıyordu.

 

Belki de bu, anında yok olabilecek bir ateşti. Öncesinde tam da böyle olmuştu, cesur davranmaya çalışma şovları darmadağın edilmiş, bu sonuç kanıtlanmıştı. Ama bu bir fark yaratmazdı.

 

—Bu, sonsuza dek burada kalmak için bir bahane olamazdı.

 

Garfiel: “Fuaah!”

 

Sırtını dikleştirmek için gerinen Garfiel, suya sertçe vurarak kendisini tek nefeste yukarı itti ve suratı sudan çıkar çıkmaz kafasını salladı.

 

Sağ gözünün görüşü hala kötüydü ve mücadelenin artçı etkileri kafasında ardı arkası kesilmeyen bir çınlamaya dönüşmüştü. Tüm bedeni kan içindeydi, yaralı vücudu yüzünden inanılmaz midesi bulanıyordu ve ağzındaki hissizlik dişlerinde uyumsuz bir etki bırakıyordu.

 

Garfiel: “Lanet olasıca bok…”

 

Kanalın köşesini tutup kendisini yukarı sıçrattıktan sonra sulardan arınmak adına vahşi bir hayvan gibi tüm bedenini sallayan Garfiel, etrafına bakındı.  

 

Öncesinde kanala çakılmıştı.

 

Ve hiçbir değişiklik olmamıştı, savaş tanrısı hala yerini koruyordu.

 

Uzattığı Hayalet Satırların pozisyonu aynıydı. Hafif savaş aurasındaki gecikme ile Garfiel’in başarısız saldırısı arasında duruşunu koruduğuna dair en ufak bir şüphe yoktu.

 

Kurgan: “——”

 

Sessiz savaş tanrısına bakan Garfiel düşünmeye başlıyordu.

 

Sonuçta Garfiel ve Kurgan arasındaki çarpışmanın kaçınılmazlığı sahiden de düşüktü. Garfiel’in başarmayı umduğu görev, şehre ilerleme ihtimali olan [Şehvetin] sürpriz saldırısını durdurmaktı. Yani burada Kurgan’la dövüşse bile şehirdekileri kurtarıyor olmayacaktı.

 

Dolayısıyla Kurgan’la dövüşmekten kaçınması gerektiği tek bakışta anlaşılabiliyordu.

 

Garfiel: “Ama… kaçmama izin vermesi mümkün diil.”

 

Tam anlamıyla görmek adına kafanı kaldırmanı gerektiren irilikte bir beden ve bunaltıcı yoğunlukta kaslar… Çevikliğini kullanıp kaçmaya çalışsa bile kılıçlarının menzilinden kaçabileceğini hayal edemiyordu.

 

Savaş tanrısı karşısında belirdiği saniyede kaçış kapısı kapanmıştı.

 

Şu anda mümkün olan yalnızca iki seçenek vardı.

 

—Ölümüne savaşmak. Ve o ölüme isyan etmek.

 

Garfiel: “Siktir… şimdi bunları düşüncek vakit diil!”

 

Zihninde yenilgiyi kabul ettiği düşünceler beliriyor ve onları kafasından atmak için dişlerini sıkıyordu. Kaybını onarmak adına hızla tekrar büyüyen dişleri acıyla sızlıyor ama o acı, derinlerindeki negatif kayıp hissinin kaybolmasını sağlıyordu.

 

Mağlubiyetin habercisi olan eli kulağında kayıp hissi donuklaşıyordu.  

 

Kaybını haklı çıkarmak için kendini rahatlatıcı, tatmin edici kelimeler seçmesine gerek yoktu!

 

—Kazan, kazan, kazan, kazan, kazan, kazan!

 

Galip gel ve değerini kanıtla!

 

Garfiel: “UUUUAAAAAAaaaaaaah!”

 

Yüksek sesle kükreyip tüm güçsüzlüklerini silkinip atan Garfiel bir kez daha hücuma geçti. Önceki çarpışmada her şeyini kattığı o tek darbe engellenmişti.

 

Ama ağırlığı yeterli değilse onu kontrol etmek için hızını da kullanabilirdi.

 

Pençelerini kullanabilir, dişlerini kullanabilir, yarabilir, parçalayabilir, ısırabilir, yağmalayabilirdi.

 

Kurgan: “——”

 

Bu sırada sessiz savaş tanrısı, Garfiel’in hücumunu karşıladı.

 

Omzundaki Hayalet Satırlardan bir darbe indi.

 

Bir pusu saldırısı denmek için yetersiz, ezici bir darbe denmek içinse gereğinden fazla keskinliğe sahipti. Yalnızca Kurgan’a has, rakiplerini ezip geçmesini sağlayan kılıç oyunu ve kuvvet birleşimi bir kullanımdı.

 

Hayalet Satırların ansızın kafasının arkasına ulaştığını gören Garfiel öne eğilmişti. Bu ucu ucuna kaçınıştan sonraysa giderek daha gayretli, şevkli düşünmeye başlamıştı.

 

Bu darbelerden tek bir tane olsa rahatlıkla kaçınabilirdi. Ufak bedeninin hızı ve kıvraklığı, kolu ve silahı da bir o kadar iri olan o koca bedenin hızından çok farklıydı.

 

O büyük saldırıdan kaçındıktan sonra bir veda hediyesi olarak göğsüne pençesini indirmesi de kolaydı. Ya da daha doğrusu, kolay olmalıydı.

 

Garfiel: “—guu”

 

Fakat o kolların arasına gömülen Garfiel, anında kaçınmaya zorlanmıştı. Kurgan’ın devasa yan kollarından biri yukarı savrulmuş halde onu çenesinden uçurmakla tehdit ediyordu.

 

Bu da beklenmedik bir şeydi— yo, bedeninin denge hissiyatı temelde farklıydı.

 

Çok Kol Klanında doğan Kurgan, sekiz kolunu savurarak bedenine uygun bir stil bulmak adına dur durak bilmeksizin antrenman yapmıştı.

 

Bedeninin ürpertici tekniklerini bilemişti ve bunlar, Garfiel’in dört uzuv egzersizleri hakkında bildiği manevralardan bütünüyle farklıydı.

 

Saldırısı sona erdiğinde rakibin bedeni boşa çıkmalı ve zayıflığı kendisini göstermeliydi; bu mantık burada da işliyordu.

 

Tek kolunu sadece defansa ayırdığı takdirde rakibinin kör noktasını hedef alması için geriye diğer kol kalıyordu.

 

Ama o tek koluyla ölümcül bir saldırıyı engellese dahi mücadele edebileceği daha yedi kol bulunuyordu.

 

Tüm bunların altından kalkamazsa da Garfiel’i tek bir çıkmaz yol bekliyordu.

 

Garfiel: “ngh, gaaaaah!”

 

Ürperen Garfiel’in önündeki tanrının kolları dünyayı sarsmaya kâfi görünüyordu.

 

Kükreyen Hayalet Satırlar dört bir yandan saldırıyor, rakibin bedenini vahşi bir güçle ezip geçiyordu.

 

Bir darbeyi kalkanıyla savuran, bir diğerinden eğilerek kaçan Garfiel sıradakinin etkisini azaltmak için geri atılıyor, yine bir başkasından kaçınmak adına dönüyor, bir başkasını bedeninin tüm gücüyle dengeliyor, sonrakinin de ölümcül bir yaradan kaçınabilmek adına omzunu parçalamasına müsaade ediyordu. Canavarımsı kelepçeler onu tek bir darbe ve tek bir vuruşla taş basamaklara düşmeye zorluyordu.

 

Garfiel: “uaa, huu”

 

—Sekiz kol.

 

Az önce Kurgan’a karşı her şeyini ortaya koyan Garfiel, devamında gelen karşı saldırılardan ucu ucuna kurtulabilmişti.

 

Bir tufan ölümcüllüğünü taşıyan saldırı, Kurgan’ın yalnızca kollarını sallayışının eseriydi.

 

Bir savaş tanrısı olmak bu anlama geliyorsa mücadele devam ettiği takdirde Garfiel’in işi hızlıca bitecek demekti. An itibarıyla kanlar içerisinde yere yığılmış haldeki Garfiel’in hala nefes alabilmesinin tek sebebi karşısındaki savaş tanrısının saldırısına devam etme niyeti taşımayışıydı.  

 

Kurgan: “——”

 

Aynı Garfiel kanaldan yukarı çıkarken olduğu gibi mücadelelerinin kaybeden tarafına tepeden bakıyordu.

 

Fakat tepeden bakılmak Garfiel’de herhangi bir öfke doğurmuyordu.

 

Şu an için esas mesele onunla aynı boyutta olabilmekti.

 

Savaş alanının birbiriyle mücadele eden savaşçıları olabilmek.

 

Bu savaş tanrısının ismi, [Sekiz Kollu Kurgan], bir efsaneydi.

 

Garfiel: “huu… huu…”

 

Kazanamazdı. Kazanmak imkansızdı.

 

Göçüp giden bir efsaneye, kahraman olan bir adama, bu savaş tanrısına karşı kazanmak imkansızdı.

 

Heybetli Vollachia’da, klanının hor görüldüğü ve güçsüz olduğu vakitlerde bile yükselmeyi başaran, kendi ırkının kaderini değiştiren kişi işte bu adamdı.

 

Garfiel ise o efsanenin önünde saygıyla eğilecek ufak bir çocuktan fazlası değildi.

 

Garfiel: “huu… huu… huu”

 

Öyle olduğu barizdi, peki ama bedeni neden kendisini doğrultuyordu?

 

Evet, benliği bu kadar sarsılmışken bedeni dimdik durmaya çalışıyordu.

 

Garfiel: “Haaaah… gürültü, gürültü, sıçtıımın gürültüsü!”

 

Kalp atış sesi alışılmadık bir yükseklikteydi.

 

Buna kulaklarında çınlayan davul sesleri de eklenen Garfiel ayağını yere geçirdi. Ve ayaklarının altındaki taş basamaklar dağılmaya başladı, çatlaklar dosdoğru Kurgan’ın ayaklarının altına yayıldı.

 

Sessiz Kurgan ve kanlı Garfiel yüzleşiyordu.

 

Sarsılan Garfiel ayak parmaklarında güç toplayarak bir kez daha yeri tekmeledi. Ve ardından, Kurgan harekete geçti.

 

Yo, harekete geçirildi.

 

Kurgan: “——”

 

[Toprak Ruhu İlahi Koruması] Garfiel’in tabanları aracılığıyla gücünü iletmişti. Yeni oluşan çatlaklardan Kurgan’ın ayaklarına taşınmış olan güç de yerin desteklediği devi göğe doğru uçurmuştu.

 

O devasa beden havada süzülüyordu, yüzlerce savaşta bilenmiş olsa da hala doğa kanunlarının bir kölesiydi.

 

Alt bedeninin desteğini yitirince güçlü saldırılarını kullanamaz hale gelmişti.

 

Garfiel: “Haaaaaaaaaaah!”

 

Kilit bir andı.

 

Kurgan’ın havada süzülmekte olduğu noktayı hedef alan Garfiel kolunu savurdu.

 

Kısmi yaratık halinde, bir kolu kocaman bir kaplanın tüyleri ve kaslarıyla kaplı şekilde Kurgan’a saldırdı. Savaş tanrısının bile havadaki duruşunu ayarlayamadığı takdirde ona direnmesine imkân yoktu.

 

Silahların çarpışma sesiyle ve araya giren Hayalet Satırların uçuşuyla Kurgan’ı peşinde sürükledi.

 

Onu bir de Garfiel’in tekmesi bekliyordu. Zırhındaki ilk açıklığı fırsat bilen pençeleri o kalın karın kaslarını delip geçmişti.

 

Kükreyen Garfiel rakibini dur durak bilmeksizin itiyor, saldırılarını sürdürüyordu.

 

Göğsü, uylukları, dizleri ve karnı, her biri daimî darbelere maruz kalıyordu.

 

Darbelerin etkisiyle bastırılan Kurgan’ın çok sayıda kolu savunma yapmaya yetişemiyor ve yayvan pozisyonda saldırıları karşılamaktan öteye geçemiyordu.

 

Garfiel: “Başarı yolda!”

 

Galibiyeti gözüne kestirdiğine ikna olan Garfiel bu şekilde bağırmıştı.

 

Kesici hayvani pençeleri Kurgan’a saplanıyor, kara kanları Garfiel’e fışkırıyordu.

 

Bedeninden o kanları silip atan Garfiel, baskısına devam ediyordu.

 

Fakat rakibinin çaresiz kaldığına inanan Garfiel’in bakışları Kurgan’a çevrildiğinde— başından aşağı soğuk sular dökülmüşe dönmüş, tüyleri diken diken olmuştu.

 

Kurgan: “——”

 

Gözleri Garfiel’e odaklı savaş tanrısının tavrı başlangıçta nasılsa hala aynıydı, hiç değişmemişti, en ufak bir şekilde sarsılmamıştı.

 

Garfiel: “—ha?”

 

İşte Garfiel o anda fark etti.

 

Savaş tanrısının gecikmeli karşı saldırısı geliyordu.

 

Savrulan bir Hayalet Satır Garfiel’in aceleyle kaldırdığı çifte kalkanlarına toslarken tüm bedeni sertçe yere çakıldı.

 

Garfiel: “gh”

 

Ve ağzından bir homurtu bile dökülemedi.

 

Uyumun görüş alanından silinişiyle birlikte Garfiel’in darbenin etkisiyle bütünüyle kontrol altına alınan uzuvları uçuruldu.

 

Tek bildiği yaşananın bu olduğuydu.

 

Havada herhangi bir dayanak noktası olmayan Kurgan, sadece üst bedenini kullanarak şiddetli bir saldırı gerçekleştirmişti.

 

Yöntemi basit ve doğrudandı.

 

İki eliyle Hayalet Satırını tutarak savuruşunun ağırlığını arttırmış, gücüne tavan yaptırmıştı.

 

—Alına vurulan bir fiskede geçerli prensip de buydu.

 

İki elini dayanak olarak kullanıp saldırısını ölümcül bir darbeye çevirmişti.

 

Onu uçuruşuyla saldırılarının gücünü azaltmıştı. Bu savaş metodu, rakibi tarafından adamakıllı çözülmüştü.

 

Garfiel: “—hk”

 

Zincirleme saldırıları engellenen Garfiel hemen üstündeki koca bedenden bir tekme yemişti.

 

Düşerken edindiği momentumla tekmenin etkisinin birleşimiyle de bedeni temas ettiği saniyede sertçe yere çakıldı.

 

Düşüncelerini acı ve kayıp meşgul ediyordu, onu şifa büyüsü kullanmaya iten şeyse yalnızca hayatta kalma içgüdüsüydü.

 

Üst koluyla dirseğindeki kırık kemikleri, parçalanan omzunu ve içi boşalmış iç organlarını onarıyordu. Kaburgası, bel kemikleri, sol uyluğunun bir kısmı da kırıktı ama onları hızlıca toparlamak çok zor olurdu.

 

Bedenindeki kapısı ısınıyor, tüm büyüsüne başvurarak mana stokunu tüketiyordu.

 

Yerden güç çekebiliyor olmasını fırsat bilerek bedeni yere bastırır halde kendisini baştan ayağa iyileştirip onarıyordu.

 

Bir iki saniye, onlarca saniye ya da belki bir iki dakika.

 

Geçen vakitten bihaber Garfiel, bedenini onarmaya odaklanmıştı.

 

En nihayetinde zar zor da olsa kımıldayabilir hale geldiğindeyse boğazındaki kanı tükürerek ayağa kalktı.

 

Kurgan: “——”

 

Savaş tanrısı kana bulanmış Garfiel’i sakince izliyordu.

 

Onun bu halini gören Garfiel’inse göz kenarları yanmaya başlıyordu. İçlerindeki ısı yüzünden kafasını eğmişti ve dişleri birbirine çarpıyordu.

 

Garfiel: “Bu da ne bok demek oluyo…?”

 

Kurgan’ın tavrı başından beri hiç değişmemişti.

 

Garfiel’in saldırılarını karşılıyor ama ne ona saldırma inisiyatifi alıyor ne de kılıcı çekik halde ona hücum ediyordu.

 

Garfiel, üç defa acımasızca mağlup edilmişti.

 

Kalbinde taşıdığı yenilgi ve aşağılanma hissi onu, askerlik kibri ve tafrasını mahvediyordu.

 

Ona karşı galip gelmek zorunda olduğunu hissediyordu.

 

Benzer bir şekilde bu saçmalığı yaşamaktansa kendisini öldürse daha iyi olacağını düşünüyordu.

 

Savaş tanrısı Kurgan, Vollachia kahramanı.

 

Tüm askerlerin zirvesinde görülebilecek birinden Garfiel’in kalbindeki öfke ve kırgınlığı anlamasını beklemek imkansızdı.

 

Garfiel: “Acaba ondan…”

 

‘Beni öldürmesini mi istesem’ diye düşünüyordu.

 

Dürüstçe yenilgiyi kabul etse, aralarındaki bariz güç farkını benimsese ve bir savaşçı olarak ölmesine müsaade etmesini istese.

 

Kalkanlarını bıraksa, kollarını açsa ve mutlu bir surat ifadesine bürünse.

 

Ona bu şekilde yakarsa, razı gelir miydi acaba?

 

Savaş tanrısıyla yaptığı mücadelede yenik düşmek; belki de bir savaşçı için en gurur duyulası ölüm şekli bu olabilirdi.

 

Garfiel: “Tam da burada…”

 

Her şey sona erse çok kolay olmaz mıydı?

 

Garfiel: “Her şey burada sona erecek olsa çok kolay olurdu, ha.”

 

Kalkanlarını kuşanmış, düşmanlığını göstermek adına kollarını iyice sıkmıştı.

 

Mücadele etmek istercesine önüne bakıyordu.

 

Garfiel: “Bu tarz düşüncelerin sonu gelmiyo.”

 

Zamanında birileri ona savaşırken çok düşünmemesini söylemişti.

 

Konu dışı şeyleri düşünmediğin ve yalnızca içgüdülerini kullanıp savaştığında bayağı güçlüsün demişti.

 

—Sahiden öyle miydi?

 

Garfiel: “Sesler, bi türlü dinmiyo…”

 

Kalp atış sesi amma can sıkıcıydı.

 

İçindeki her kemiğin kıvrılıp bağlanışıyla bir ses doğuyordu.

 

Can sıkıcı, can sıkıcı, can sıkıcı, can sıkıcı.

 

O konu dışı sesler, hepsi, tamamı, bütünüyle çok can sıkıcıydı.

 

—O ses, onu duyamıyor musun?

 

Garfiel: “Duyabiliyo muyum… daima, harika benliim tabii ki duyabiliyo.”

 

Bunu düşünmekten kaçınsa bile nafileydi.

 

Garfiel’in kulakları ya da kulak zarından ayrı bir kısmı, her şeye rağmen o sesi işitmeyi sürdürüyordu.

 

Birinin sesi, samimi bir ses, tanıdık bir ses, iç açıcı bir ses, boğuk bir ses, gururlu bir ses, öfkesini bastıramayan bir ses.

 

Tüm bu sesler Garfiel’in yakasını bırakmayı reddediyordu.

 

Savaşma içgüdüsüne bel bağlasa bile o ses dalgaları bir an olsun geri çekilmiyor, Garfiel’i yalnız bırakmıyordu.

 

Bunu ne kadar düşünürse o kadar güçsüzleşiyordu ve an itibarıyla oldukça güçsüzdü.

 

Bu, [Sığınakta] yalnız kurdu oynadığı zamandan farklıydı. Artık daha çok şey görmüş, daha alçakgönüllü olmuştu.

 

Zaten insanın bağlı olduğu kişi sayısı arttıkça gücü de bir o kadar azalır ve kişi tüm ömrünü giderek güçsüzleşerek geçirirdi.

 

Garfiel: “Bu… nasıl mümkün olabilir...”

 

O silinmeyen sesleri kucaklıyor, mağlubiyet hissini yutuyor, galibiyet arzusunu şahlandırıyor, hayranlık ve kıskançlığını buna katıyordu.

 

—Garfiel, savaş tanrısına meydan okuyordu.

 

Garfiel: “—kuu”

 

Kurgan: “——”

 

Garfiel’in bakışları değişmişti.

 

Buna tanık olan Kurgan, sessizce kıpırdandı.

 

Ve dört Hayalet Satırından yalnızca ikisini çekti.

 

Tabii bu, hiçbir şekilde Kurgan’ın gücünün azaldığı anlamına gelmiyordu. Aksine yalnızca iki Hayalet Satıra daha çok odaklanmasını sağlayacaktı. Tavrını değiştirdiğini anlatmak istermiş gibi bir hali vardı.

 

Yüzü önüne dönük savaş tanrısı sağ ayağının üzerinde denge kurmuş, Garfiel’e bakarak hafifçe eğilmişti.

 

İşte bu, bir savaş pozisyonuydu.

 

—Ve Kurgan’ın Garfiel’i nihayet bir düşman olarak gördüğü anlamına geliyordu.

 

Garfiel: “—Yani az önce harika benliime sadece bi çocuk muamelesi gösteriyodun. [Balık kartalı çocuk yetiştirmeye uygun diil], burdaki mevzu bu olamaz di mi?”

 

Kurgan: “——”

 

Garfiel sessizlik içerisinde savaş tanrısına uçtu.

 

Bu gaddar saldırının karşılığını verense Hayalet Satırlar oldu.

 

Üzerine çöken korkunç çaresizlik duvarı hissiyatını bastıran Garfiel, hızla ilerleyerek bu fırsatı tüm benliğiyle değerlendirdi.

 

Bu, önceki saldırısında yanlış değerlendirilmiş bir taktikti.

 

Sebepse Kurgan’ın yaydığı aura ve Garfiel’in o kahramana duyduğu korku dolu hayranlıktı.

 

Garfiel: “Uuuuuuuaaaa!”

 

Ve bir anda Kurgan’a atıldı.

 

Tene temas eden demirin ağır sesi yükselse de vurduğu nokta hedef aldığı yer değil, engellemek adına uzanan bir koldu.

 

Garfiel: “Ne biçim bi şaka bu!”

 

Yumruğunun bir avuçla engellendiğini gören Garfiel kükredi.

 

Ve ayak tabanlarından aldığı gücü Kurgan’ın avcuyla buluşan yumruğuna aktararak patlayıcı bir hal almasını sağladı.

 

Kurgan ansızın yükselen o güçten kaçınmak adına parmaklarını bükerken de Garfiel bunu fırsat bilerek savaş tanrısının beline inip takla atarcasına göğsünün yukarısına doğru sıçradı.

 

Kurgan bir yandan eğilerek bir yandan da Hayalet Satırını salladı.

 

Rüzgârın akışını ve atmosferi okuyarak istikameti tahmin eden Garfiel ise bu saldırıyı çifte kalkanlarıyla karşıladı.

 

Ve Garfiel’in bedeni bir gürültüyle birlikte geri uçtu.

 

Garfiel: “Haaaaaah—”

 

Uzuvları sert zemine çakılırken bedenini yerinde kalmaya zorladı. Ve kafasını kaldırdığında savaş tanrısının çoktan yaklaşmış olduğunu gördü.

 

O ana dek hiçbir saldırı gerçekleştirmemiş olan Kurgan, şu anda Garfiel’i durdurmak adına hızla ilerliyordu.

 

Tahminde bulunmak için kısacık bir vakti, tepki vermek için kısacık bir anı, sonuç almak için kısacık bir saniyesi vardı.

 

Kurgan: “——”

 

Garfiel yere gömdüğü kollarını büyük bir gayretle kasıp gerginleştirdi ve önündeki zemini kaldırdı. Hızla ilerlemekte olan Kurgan ise omzuyla o zeminden oluşan duvarı dağıtarak Hayalet Satırıyla hücum etti.

 

Bir kakofoni.

 

Doğrudan bir darbe alan Garfiel, geri püskürtüldü. Dimdik dursun diye uğraştığı topuğu zemin boyunca kayınca da kırık diş parçaları uçuştu.

 

Ama—

 

Garfiel: “Bana tepeden bakma lanet olasıca!”

 

Hayalet satırın mahmuzunu engellemek adına dişlerini kullanmıştı.

 

Ön dişlerinden damlayan kanlar hayalet satırı kaplıyor fakat Garfiel tereddüt etmiyordu.

 

Kurgan: “——”

 

Boyun ve çenesindeki kuvveti var gücüyle kullanıyor ve Kurgan’ın bedenini sarsıyordu.

 

Kurgan, ısırılan Hayalet Satırı bir diğer koluyla yakalamaya ve tek seferde çıkartmaya çalışsa da satıra saplanan dişler buna müsaade etmiyordu.

 

Yalnızca bununla da kalmıyor, dişlerin kuvveti giderek artıyordu. Garfiel’in üst bedeni şişmeye, yaratığa dönüşmeye başlıyordu.

 

Garfiel: “GHROOOoooooooa, GRAAAAAAAAAA!!”

 

Kafasını hayvan formuna dönüştürmek, mantıklı düşünme yetisini büyük oranda düşürüyordu.

 

Akıl olarak bir yaratık seviyesine iniyordu ve bunun iki ucu keskin bir kılıç olduğu ona defalarca söylenmişti.

 

Ama şu anda yaptığı seçim buydu.

 

Bu kıskanılası güç zaruriydi.

 

Kendi doğasını reddederse Çok Kol Klanının en güçlü üyesini nasıl yenecekti ki?

 

Oh kaplan, oh kaplan, oh kaplan, tam da şimdi gücünü ödünç ver bana—!

 

Kurgan: “——”

 

Altın kaplanın gözlerini açtığı saniyede Hayalet Satır parçalandı.

 

Ve bıçak kısmı dağılırken bu dağılıştaki gücün etkisinin kabzaya dek ulaşmasıyla bedeni sarsılan dev, ansızın dengesini kaybetti.

 

—İşte bu, gerçek bir fırsattı.

 

Garfiel: “Huu, hah, hah!”

 

Yaratık pençelerini savurarak Kurgan’ın kafasını hırpaladı. Yaratığın ardı ardına tekrarladığı saldırılarına maruz kalan dev, dengesini toparlayamıyordu.

 

Aynı anda inen bir kesik ve vuruşla kan damlatan Kurgan, geri çekilmeye zorlanıyordu.

 

Kurgan: “——”

 

Devam etmeye niyetliydi fakat bir yumrukla karşılanmıştı.

 

Devasa kaplanın suratı bir dirsekle dağılır ve burun kemiği kırılırken bunu takiben aşağıdan alt çene kemiğine bir darbe ulaştı.

 

Kaplan yığılmakta olan bedenini yakalarken de ön taraftan suratının ortasına bir yumruk indi.

 

Bulanıklaşan görüşüne kanlar yayılıyordu.

 

Uyum ve kontrol, zihninden siliniyordu.

 

Bunun onunla bir alakası yoktu. Esas önemli olan, kalbinde barındırdıklarıydı.

 

Düşünmese bile silinmeyecek, kanlı ve bitap bedenini dürten şeylerdi.

 

Hayalet Satır yaklaşıyordu.

 

Henüz kırılmamış olan satır.

 

Tahminde bulunmak için kısacık bir vakit, tepki vermek için kısacık bir an, sonuç almak için kısacık bir saniye.

 

Garfiel: “guu, uu…”

 

Kalkanına sürtünerek bedenini kesen satır, karnıyla buluşmuştu.

 

Darbeyi yumuşatmış olsa bile kalın karın kaslarına saplanması için yeterli güçteydi.

 

Fakat altın iğneleri andıran kaskatı tüyler ve şişkin bir bedenle o devasa kaplanı parçalara ayırmaktan hala uzaktı.

 

Kurgan’ın ayaklarında Garfiel’in tekmesi yankılanıyordu. Bu, [Toprak Ruhu İlahi Korumasının] kutsama etkisiydi.

 

Garfiel: “Uuuuuuuaaaaaah!”

 

Satır hala karın kaslarına saplı olsa da Garfiel bu sayede mücadele edebiliyordu.

 

Bu kovalayıp yakalamaca müsabakasında Kurgan üste çıkacak olsa da Garfiel de boş oturamazdı.

 

Dişleri olmadan, defalarca kırılmış bir kolla ve duyarlılığına üstün gelen önsezilerle Kurgan’ı sıkı sıkıya yakalamıştı.

 

Kurgan: “——”

 

Ve onun hantal denilebilecek irilikteki bedenini çekiştiren Garfiel böylece— Kurgan’ı arkalarındaki kanala fırlattı.

 

Kurgan’ın fırlatıldığı saniyede kolunu uzatıp Garfiel’i kavrayışıyla da ikisi birlikte sürüklenmeye başladı.

 

Ardından güçlü bir su sesi eşliğinde ikili, kanal sularına gömüldü.

 

İki iri beden akıntı tarafından sürükleniyor, suları lekeleyen kanlar da beraberlerinde taşınıyordu.

 

Kurgan: “——”

 

Sudaki iki figür hala düzenli olarak saldırı ve savunma gerçekleştirmeyi sürdürüyordu.

 

Karanlığın, görüşünü engelleyen sıvıların içerisindeki Garfiel ve Kurgan, suyun direncinden etkilenmeksizin birbirlerini pataklamaya devam ediyordu.

 

Bir devin yumrukları kaplanın organlarını dağıtıyor, ciğerlerinden dayanılmaz ağrılar eşliğinde hava dökülüyordu. Acı üstüne acı, çile üstüne çile derken suyun altındaki mücadele süregeliyordu.

 

İşte bu mücadele arasında Garfiel, kendi dezavantajının farkına varmıştı.

 

Her ne sebepleyse karşısındaki savaş tanrısı nefes alıyor gibi görünmüyordu. Garfiel, rakibinin diriltilmiş bir beden olduğunu hissediyordu.

 

Oksijen açlığı beraberinde uyuşukluk getiriyor ve Garfiel, her hareketinin giderek daha yavaş ve durgun hale geldiğini fark ediyordu.

 

Akan sular hiddetlenip yükseliyor, iki figür ardı ardına şelaleden şelaleye düşüp duruyordu.

 

Bilinci silinen Garfiel’in parmak uçları mücadele ruhunu yitiriyordu.

 

Garfiel: “—hah”

 

—Nefesi, yeterli gelmiyordu.

 

Bilinci kendisini terk eden Garfiel’in mağlubiyetinin esas sebebi bu olacaktı. Ve galibiyet ise—

 

Kurgan: “——”

 

Sessizliğin, durgunluğun arasında kendisine yoğun bir ses taşınmıştı.

 

Ve belirsizleşen bilincinin geri dönüşüyle Garfiel, bulanık suların içinde onu görmüştü.

 

Hayalet Satır kanalın zemin seviyesi ve duvarını aşmış, savaş tanrısının saldırısı suyun akış yolunda ayırıcı bir boşluk yaratmıştı.

 

Fakat Garfiel ne onun ne yaptığını soracak havadaydı ne de bunu yapacak fırsatı vardı.

 

Her noktadan gelen bıçak sesleri akıntıyı sarsıyordu, en sonunda da kırılan bir metal sesinin peşi sıra şok edici bir furya yankılandı.

 

Bir an sonra da yeni bir akıntı oluştu.

 

Bu, kanalın gerçek akıntısından bağımsız, bütünüyle farklı bir akıntıydı. İşte Garfiel’in bedeni o akıntının esiri olarak çekilmiş, kanaldan arınmıştı.

 

Garfiel: “—pua, kuu, kuu”

 

Etrafındaki suların kayboluşu hissiyatıyla Garfiel, yuttuğu bol miktarda suyu tükürmeye başlamıştı.

 

Gözlerinden, burnundan, kulaklarından, tüm deliklerinden sular dökülüyor ve Garfiel, kafasını sallıyordu.

 

Tam da neler olup bittiğini merak ederken ise o sesi işitti.

 

???: “—Görkemli Kaplan?”

 

Akan su seslerinin arasında birinin usulca seslenişi duyulmuştu.

 

#Hem karmaşık hem de etkileyici bir bölümdü. Garfiel’in içsel çatışmalarını seviyorum. Aslında genel olarak bu serideki tüm karakterlerin kendine has özelliklerini, düşüncelerini, çatışmalarını, mutluluk ve şüphelerini okumak çok hoşuma gidiyor. Yazar betimlemelerde de bu tarz incelik ve detaylarda da çok iyi iş çıkarıyor bence. Her neyse, Garfiel ve Kurgan’ı bu tuhaf sonla geride bırakarak bir kez daha Subaru-Emilia-Regulus cephesine dönüyoruz. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44246 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr