Felt’in ismini çalması ve 『Yemeğine』başlaması gereken Batenkaitos, kusuyordu.
Istırap içerisinde homurdanan, mide sıvılarını tüküren 『Oburluğun』 tavrında herhangi bir sahtekarlık yoktu. Ve ağzına gerçek, katı bir şey sokmamış olsa da kusarken midesini tutuyordu.
Kendi içinde bir saçmalık barındırmıyormuş izlenimi veren gizemli bir manzaraydı.
Felt: “Kahretsin, acıdı…… Benimle oyun oynama……”
Acıyan göğsünü okşayan Felt, ucuz kurtulmuş bir şekilde ayaklanmıştı.
Göz ucuyla görebildiği kişiler, yani Beatrice ve diğerleri, Felt’i unutmamıştı.
『Oburluğun』 yemeği başarısız olmuştu.
Ley: “Gha ~hk, ghehough ~hk, oghe~e~ ~tsu!”
Dynas: “Sebebi nedir bilemiyorum ama…… bu iyi bir fırsat!”
Diyen Dynas, aklı savaş alanının tamamen dışına çıkmış şekilde ağzının köşesinden mide sıvıları dökülen Batenkaitos’a karşı atağa geçti.
İki kılıç ileri savruldu ve acımasızca Batenkaitos’a saplanmaya yanaştı.
Katananın gümüş, keskin ucu savunmasız boyna doğru ilerliyorduーー
Ley: “Gh, o~o~h!”
Bir yaratık sesi yükselten Batenkaitos, yana kayarak kaçındı.
Kaçınışı biraz gecikmeli olmuş ve saçlarının bir kısmı kesiğe maruz kalmış olsa da bu kesik, tenini delip geçmek için yeterli değildi. Minyon bedenini inanılmaz hızlı bir şekilde yönlendiren 『Oburluk』, saldırıdan kabusvari bir tavırla kurtulmuştu.
Beatrice: “Tüccar!”
Otto: “Tamam, biliyorum!!”
Beatrice’in seslenişi karşılığında Otto, sağ kolunu savurdu. Ve kollarından çıkan iki Büyü Taşı, az önceki saldırıdan kaçmış olan Batenkaitos’a temas etti.
O anda bir ışık yayıldı ve ışığın kullandığı büyülü enerji akımı, o bedeni uçurduーー ancak Batenkaitos, buna mucizevi bir refleksle karşılık verdi.
Ley: “Huma~!”
Yükselen ışıklar Batenkaitos’u kendi içine, yıkıcı kudretinin tesiri altına alırken Batenkaitos, yaptığı büyüyle patlamayı buzlara hapsetti.
Büyü Taşlarının doğurduğu patlama ilerleyecek alandan mahrum kalınca da dağınık buzlardan bir öbek halini alarak yükselttiği bir ses eşliğinde yere yığıldı. Renksiz büyü dalgalarını hızla engellemeye yönelik son derece yüksek bir yetenek klasmanı sergilenmişti.
Belki de bu bile şu ana dek 『İsmi』Batenkaitos tarafından yenilmiş olanlardan birine ait bir yetenekti. Bu yeteneği öğrenmiş olması gereken『Kişinin』şu anda hiç kimsenin hafızasında kalmamış şekilde o oğlanın midesinde hapsolduğunu düşünmek mide bulandırıcıydı.
Ancak şimdi bu hislerin zamanı değildi.
Burada mühim olanーー
Ley: “Vua~h ~tsu! Tehlikeli tehlikeli…… ama üstesinden geldik ~tsu!”
Büyü Taşlarını hapseden buzu tekmeleyip doğruca kanala gönderirken bunları söyleyen kişi, kahkahalar atan Batenkaitos idi. İçindekileri düzeltmeye çalışırcasına karnını çeviriyor ve boynu öne eğik halde elleriyle ağzını siliyordu.
Yozlaşmış gözlerinin incelediği kişi, yaralarını kontrol etmek için kollarını ve bacaklarını çevirip duran Felt’ti. Batenkaitos’un kendisine baktığını fark eden Felt burnundan homurdanarak,
Felt: “Ne? Aynı senin gibi ben de öfkeliyim, seni piç.”
Ley: “Biz hiç de öfkeli değiliz ~tsu, aksine e~tkilendik. Yalnızca görünüşüne bakarak senin zeki olmadığını düşündüğümüz için üzgü~nüz.”
Felt: “Ha~h? Ne diyor……”
Ley: “Bize karşı bir takma ad kullanma zekası sergileyeceğin hiç aklımıza gelmemişti. Tamamen oyuna geldik.『İsim』 açıklanana dek açgözlüce tüketim yapmaktan kaçınma niyetindeydik ama…… dü~ şü~nün~ce, bu beklenmedik gelişme de sonlandırılacak.”
“ーーーー”
Batenkaitos’un takma ad deyişini işiten Felt sessizleşti.
Felt’in tepkisi, kaşlarının çatılışı, böyle bir şey duymayı beklemediğinin göstergesiydi. Tek bakışta anlaşılabileceği üzere Batenkaitos’un bu söyledikleriyle ne kastettiğine dair hiçbir fikri yoktu.
Bu konuşmayı işiten Beatrice ise Batenkaitos’un 『Yemeğinin』az önce uğradığı başarısızlığın sebebini anlamıştı.
Batenkaitos, ismini önceden bildiği veya öğrendiği bir insanın『İsmini』 o kişiye dokunarak yeme Otoritesine sahiptiーー ancak o isim, kişinin gerçek ismi olmak zorundaydı.
Takma adlar veya lakaplar bu iş için yeterli değildi.
Felt’in ismi『Yemek』olma şartlarını karşılamayınca da o yemeğin tadına bakan Batenkaitos, acı çekmişti.
Konu açılmışken,
Ley: “Şuradaki onii-san’ın ve Felt-chan’ın…… ikisinin de ismi bilinmiyor ve ikisini yemeye de kararlıyız, amma can sıkıcı.”
İsmi bilinmeyen Otto ve bir takma ad kullanıyor olan Felt.
İsmi anında açığa vurulan Dynas ve Rem’in hafızalarından tanınan Beatrice’in engel olmaktan çıktığı,『Oburluğun』 sergilediği tavırdan anlaşılıyordu ancak sinir bozucu bir şekilde kendisine Gurme diyen ve『İsimleri』yemeye kafayı takan biri olarak kendince dezavantajlı boşluklara sahipti.
Felt: “Hey! Seni dinlemekten sıkıldım, artık kapa çeneni de sen dinle, ne cehennemden bahsediyorsun?”
Beatrice kendi düşüncelerine dalmıştı, Batenkaitos işkencesine devam ediyordu. Otto ve Dynas ikilisi durumu gözlemliyordu. Yükselen kuvvetli ve kaba sesin sahibi ise Felt’ti.
Kendisine yönelik tekrarlanan sonuçlar canını sıkmış ve saldırmak istercesine Meteor ile Batenkaitos’u hedef almıştı.
Felt: “Takma ad mıymış neymiş, benimle dalga geçme. Ben on beş yıldır Büyükbaba Rom’un bana verdiği Felt ismiyle yaşıyorum. O isme yalan demenin şakası olamaz.”
Ley: “Kendi takma adından haberi olmayan bir tip ha~h. Demek oluyor ki seni yetiştiren ebeveynler bayağı iyi iş çıkarmış ~tsu. Bizim için sonsuz bir can sıkıntısı ama…… Başka bir deyişle, o isimden önce sana verilmiş adama~kıllı bir isim olmalı.”
Felt: “Beni bir ara sokağa terk eden o boktan ebeveynlerin verdiği isim mi? Öyleyse ben bir “yük” veya “ziyan olan bir yemek” veya bir “çöpüm”. Buna rağmen hala dilini uzatıp yemek ve ne olacağını görmek istiyor musun?”
Ley: “Varsayım veya başka şeylerle Gurmenin bilinciyle çelişme. ーーA~h, tabii.”
Çıkıntılı dişlerini sergileyen Batenkaitos elini, öfkeli bir gülümseme sunmakta olan Felt’e doğru kaldırdı.
Ley: “Geri kalanları yedikten sonra seni dikkatlice ele geçiririz. Ve sonra da sana o sahte adı veren Büyükbaba Rom’a gideriz, ne dersin? Büyükbaba Rom gerçek adını biliyor olabilir. İnsanlara bildiği şeyleri söyletmek konusunda iyiyizdir. Gerisini bize bıra~kabilirsin.”
Otto: “……Bunun için bile harcayacak vaktin var demek. Pes etme şansını kullanamaz mısın?”
Otto, saldırı programını açıklayan『Oburluğa』düşüncesizce bu cümleleri kurmuştu. Bunu işiten Batenkaitos ise ellerini ağzına götürüp keyif alırcasına boğazını çınlatarak,
Ley: “Dünyadaki hayatların sayısının bir sınırı varsa kıymetli gurme lezzetlerin de~ bir sınırı vardır. Öyleyse bu sınırlı gurme lezzetlerden biriyle buluşma şansını kaçıramayız ~tsu. Oburca içmek ~tsu! Oburluk ~tsu! Yalamak çiğnemek şapırdatmak, tabaktaki sos bitene de~k yalayacak ve tadına varacağız. Oops, tabii ki onii-san da bir istisna değil, o yüzden neden raha~tına bakmıyorsun ki?”
Batenkaitos’un bakışları ortamdaki dörtlüyü pas geçme niyeti olmadığını belli ediyordu.
『Oburluğun』 yemekler konusundaki takıntısı『Gurmeliğe』değer görülen Beatrice ve diğerlerinin anlayabileceğinden öteydi. Yine de o kindar engellere yönelik arayışının daha başka bir anlamı yoktu.
Ve o kafirin yeme arzusu artmayı sürdürüyor, Felt’in kırgınlığının hedefi oluyordu.
Felt: “Demek öyle. Bir şeyler yapmak zorundayım, aksi takdirde beni Büyükbaba Rom’a götü~receksin, ha.”
Kısık bir sesle böyle söyleyen Felt, ayağını savurdu.
Ayağındaki ayakkabıların tamamen çıkışıyla da adeta karşı tarafa dönüştü. Ve çıplak ayaklarıyla kaldırım taşlarına basıp Meteoru yatay olarak yatar halde bırakarak hançerini çekti.
Ley: “ーー? Bu yaptığın hiç mantıklı değil, Felt-chan. O şey, senin kozun değil miydi?”
Felt: “Alışık olmadığım nesnelerdense bunu kullanmak çok daha kolay. Zaten arada çok fark da yok. Can sıkıcı şeyleri kullanmaktansa kullanılması kolay olanları seçmek daha iyidir, tamam mı!”
Çıplak ayakları yeri kavrarcasına kıvrılan Felt’in bedeni bir an sonra öne sıçradı. Ve kaşla göz arasında rüzgar gibi bir hız kazandı.
Bunu gören Batenkaitos’un bile gözleri irileşti ve bunun da yalnızca kendisine çekilen bir başka silah olduğunu unutarak karşılık verdi. Kollarını savurarak sergilediği bir fiziki kabiliyetle anılara dalan bedenini hareketlendirdi.
Felt: “Ra~!”
Çıplak ayaklı Felt’in hızı, sıradan, çevik bir genç kızın enerjik atılışından fazlasıydı.
İnsan zekasının ötesinde bir gücün desteğini alıyorduーー hiç kuşkusuz ki bu, bir İlahi Korumaydı. Hançerini birkaç defa sallasa da Batenkaitos’un kendi hançer teknikleri tarafından karşılanıyordu.
Tabii ki Batenkaitos’un bu teknikteki taktikleri çok daha iyiydi ama tek bir sebepten, yani Dynas’ın da Felt’i destekliyor oluşundan ötürü ona üstünlük taslayamıyordu.
Dynas: “O hayat dolu bedenle kendini fazla zorlama!”
Felt: “Aynı şey senin için de geçerli, amca, kapa çeneni, ağırdan alma!”
Başarıyla iki kılıcı idare eden Dynas bir şekilde 『Oburluğun』 karşı saldırısındaki boşluğu doldurmuştu. Bu zaman çerçevesinde Felt de hızlıca 『Oburluğun』 kör noktasına doğru pozisyon alırken çeliğin çeliğe çarpma sesleri yankılanıyor, çarpışan üçlünün gölgeleri birbirine karışıyor, kıvılcımlar dans ediyordu.
Ve bir kez daha -bu karşılaşmada da- belirleyici bir darbe indirilmiş değildi.
Ama bu defa o darbe savaş alanının dışında hazırlanmaktaydıーー
Beatrice: “Saldırı…… başladı, fena çarpacak, sanırım!”
Otto: “Siz ikiniz, geri çekilin lütfen!”
Olay dışında bırakılan ikilinin bir saldırı hazırlamak için yeterli vakitleri olmuştu.
Normal şartlarda gereksiz olan operasyon, ekstra bir filtre eklemenin sebep olduğu titiz bir temkinlilik gerekliliği yüzünden iş yüklerini arttırmıştı.
Bu emeğin sonucuysa nihayet şekil almak üzereydi.
“ーーーー”
Otto’nun bağırışını işiten Felt ve Dynas Batenkaitos’un konumundan uzaklaştı.
『Oburluk』 ise anında Felt’e doğru uzandı ancak ona dokunsa bile『İsmini』yemeye hazırlıklı değildi.
Felt: “Bırak, beni!”
Sımsıkı tutulan ayak bileğini sert bir şekilde savuran Felt, tek ayağını kullanarak geri sıçrayıp büyük bir mesafe katetti. Dynas’ın da yuvarlanırcasına yerinden ayrılışıyla Beatrice’in görüş alanında yalnızca『Oburluk』 kaldı.
İşte o noktayı hedef alan Beatrice, “bin” gücüne ihtiyaç duyan bir büyüyü, “bin” gücüne saygı duyarak tamamladı.
Beatrice: “Bu defa şaka değil, gerçek…… Ul Minya!!”
Bu büyü sözcükleriyle birlikte mor bir parlaklık tufanı ışıldadı ve ışıklar, Batenkaitos’u merkezine alan bir daire çizdi. Batenkaitos neler olduğunu görmek adına kafasını kaldırsa da tepkisinde gecikmişti.
Doğru yanıt, gelen şey ne olursa olsun hazırlanmak değil, kaçmaktı.
Ley: “ーー~tsu!”
Işıklar tek solukta bütünleşti, Batenkaitos’u gövdesi ve kollarının etrafında bir halka şekli alarak yerinde sabitledi. Bir zincir görevi gören ışık halkası anbean 『Oburluğu』daha da sıkıyor, üst bedeninin hareketleri engelleniyordu.
Aynı hızla tüm bedeni o ışık halkasına maruz kalacak olursa Ul Minya’nın kudretinden kaçamaz hale gelirdi.
Kristalleşen mor ışıklar Batenkaitos’un üst bedenini sarmayı sürdürüyordu. Halkanın aynı hızla alt bedene dek ulaşışıyla da hareketsiz kalmış olan『Oburluk』, olduğu yere yığılıp kaldı.
Ve atmosferde çatlama misali bir ses yükselirken muazzam mavimsi mor bir ışıltı yere yığılmış kafirin üzerinde belirerek keskin uçlarını Batenkaitos’a yöneltti.
Ul Minya’nın kudreti bağlamak ve kamçılamaktı.
Beatrice’in saldırısı ani bir şekilde hedefe ulaşmış ve gerçekleşen yıkım, Batenkaitos’un üzerine ardı arkası kesilmeksizin yağmaya başlamıştı.
Ley: “ーーーー!”
Bir kükreme işitiliyor ancak mor ışıkların yıkım yağmurunun varlığında sesi kısık kalıyordu.
Bunaltıcı ışığın kudreti kaldırımları parçalıyor, patlamanın doğurduğu rüzgar meydanı ışık ve dumana boğuyor, Beatrice’in elbisesinin etekleri yoğun şekilde sallanıyordu.
Felt: “Yaptı mı!?”
Otto: “Yapmayı başardı mı!?”
Dynas: “Gerçekten yaptı mı!?”
Patlama esnasında yere yatan üçlü, aynı saniyede seslerini yükseltmişti.
Patlamanın tam merkezinde olan Batenkaitos’un kaçınmasına imkân yoktu. Gerçekten de o saldırıya maruz kalmışsa şu anda bedeninden geriye hiçbir iz, kemiklerinden bir zerre bile kalmamış olmamalıydıーー
Beatrice: “Henüz bitmedi, sanırım!”
Beatrice yüksek bir sesle onları temkinli olmaları için uyardı ve neşeli üçlünün suratlarının rengi değişti. Beatrice’in mevcut hatayı diğer üçlüden önce fark etmiş olması, kavranması güç bir şey değildi.
Bunu hissedebiliyordu.
Beatrice: “ーーKalan, dört.”
Uzun bir süredir stoklanmakta olan Büyü Taşı, mevcut Ul Minya’ya direnememiş ve Batenkaitos’un harap edilmesinden hemen önce parçalanmıştı.
Başlangıcı yapmış olsa da büyüyü tam anlamıyla gerçekleştirmekte başarılı olamamıştı. O parlaklık Batenkatios’u aşındıramamıştı ve『Oburluğun』 bedeniーー
Ley: “Bu bizi birazcık sabırsızlandırmış olabilir ~tsu!”
“ーー!”
Duman bulutunu delip geçen Batenkaitos, düşük bir açıdan Beatrice’e doğru uçuyordu. Bu, az önceki büyünün kudreti sonucunda ilk kimin icabına bakması gerektiğini idrak etmesinin sonucu olmalıydı.
Beatrice bir büyü kullanıcısı olarak olağanüstü bir kabiliyete sahip olsa da fiziki kabiliyetleriーー görüldüğü üzere hiçbir şekilde bir genç kızdan öte değildi.
Ne herhangi bir yeteneği vardı ne de dâhilere has kabiliyetlere sahip Batenkaitos’la çarpışmasının bir yolu.
Dolayısıyla bu hücum karşısında anında üçüncü büyü taşını kullandı.
Beatrice: “ーーMurak!”
Ley: “Bir hile dahaーー”
Beatrice’in büyüsü, kendisine ulaşmasına ramak kalan Batenkaitos’un ellerinin önüne zar zor geçmişti.
Artık tüm engellerin bariz hale gelişiyle Oburluğun kalkık parmaklarının tek bir niyeti vardı, o da Beatrice’in kaçmasına izin vermemekti. Ancak bir kez daha bu fırsatı kaçırmıştı.
Tam da Beatrice’in elbisesine uzandığını düşündüğü anda Beatrice’in bedeni rüzgarda süzülen bir yaprak misali geriye uçmuştu.
“ーーーー”
Beatrice’in yaptığı『Murak』büyüsü, yerçekimini engelleyen bir Yin büyüsüydü. Kişinin vücudunu yerde tutan gücün veya vücut ağırlığının önüne geçen bir büyüydü ve Beatrice de vücut ağırlığını o an için sıfıra indirmek için kullanmıştı.
Bu sayede rüzgarda havalanabilmiş, kendisine dokunmaya çalışan parmaklardan kaçınabilmişti.
Ley: “Bu, ufakーー!?”
Beatrice’in bedeni tam da niyetlendiği gibi Batenkaitos’la arasına mesafe açarak saniyesinde meydanın köşesine sıçramıştı.
Batenkaitos de onu takip etmeyi denedi ancak hemen ardından aksi istikametten kuvvetli ayak sesleri duyunca aceleyle o seslere doğru döndü.
Hançerini arkasına doğru savurarak bu kaba davetsiz misafiri kesmeye çalıştı. Ancak kesiği yalnızca havayı yardı. Her nedense orada o ayak seslerini çıkartabilecek hiç kimse yoktu.
Otto: “Garfiel veya 『Bağırsak Avcısı』, öyleleri tamamen aciz kalırdı!”
Rüzgar büyüsünü kullanan Otto, Batenkaitos etrafında dönsün diye rüzgarla “ayak sesi göndermiş” ve bir yandan da yeni Büyü Taşları kullanmıştı.
İşte o Büyü Taşlarının doğurduğu patlayıcı ısı dalgası dosdoğru Batenkaitos’un açık sırtına yöneldi ve bu defa kaçınmayı başaramayan Batenkaitos, etkiye maruz kaldı.
Dynas: “Bu sefer kesin, sona ulaştık!”
Batenkaitos, tüm uzuvları sere serpe halde meydana yığılıp kalmıştı. Önceden hazırlanıp iki katanasını sımsıkı kavramış olan Dynas ise işi bitirecek darbeyi indirme arzusuyla o bedenin üzerine çökmekteydiーー
“ーーーー”
Ancak o dökük saçık haliyle yığılıp kalan genç, bir şeyler mırıldandı.
O mırıltı canı için yakarışı da olsa, pişmanlık kelimeleri de olsa Dynas’ı tereddüde düşüremezdi. Hayatını bir paralı asker olarak geçiren Dynas’ın gözünde yaşam mücadelesi, azılı bir rekabetin sonucuydu.
Karşısındakinin çocuk veya yetişkin olması sorununu umursamazdı ve yas tutma, tövbe etme gibi duyguları yalnızca işini bitirip hayatta kaldıktan sonra hissedebilirdi.
Dolayısıyla her şey netti. Ancak zihninde belirgin düşüncelerle, en ufak bir tereddüdü olmaksızın hareket ediyor olmasına rağmen göğsünü etkileyen o gizeme mani olamıyordu.
Çünkü Batenkaitos’un az önce mırıldandığı şey, kulağa şöyle gelmişti.
ーーAy tutulması ve-
???: “ーーOh?”
İşte o sesin yankısının doğru yere ulaşmasıyla birlikte bu aralıkta bulunmayan bir ses yankılandı.
Hemen sonrasında iki kısa kılıç tutmakta olan Dynas’ın uzuvlarından aynı anda kanlar fışkırdı. Her uzvunun fazlasıyla derinlerine birer hançer saplanmış, açılan yaralarda tendonlar başarıyla isabet ettirilmişti.
Yani bu da demek oluyordu ki tüm uzuvlarının işlerliğini tamamıyla yitirmiş ve bedeninin parçalanarak yere yığılmasına mani olamaz hale gelmişti.
Dynas: “Kuu, ah!?
Yüzüstü kaldırım taşlarına yığılan Dynas’ın kafası, yukarıdan gelen büyük bir güçle ezildi. Ve burnu kaldırımlarda kırılırken darbenin etkisiyle yutkunan Dynas, bilincini yitirdi.
Dynas’ın parçalanıp mahvedilişinin ve bedeninin tekmelenişinin ardından ise Batenkaitos ayağa kalktı ve yavaşça Otto’ya doğru döndü.
Otto: “……Ah.”
Otto’nun o yozlaşmış gözlerle ilk karşı karşıya gelişi değildi.
Yine de bir an için ruhu o gözlerin etkisiyle karman çorman olup tüketilmişti adeta.
Çünkü o gözlerdeki delilik ve kin, öncekine nazaran hatırı sayılır bir fark taşıyordu ve artık daha da karanlıktı.
“ーーーー”
Ancak bu tek bir andı.
Aralarındaki mesafe göz açıp kapayıncaya dek kapanırken Otto, iki bacağını da yakıcı bir ısının delip geçtiğini hissetti. Ve kafasını eğdiğinde iki uyluğunda da haç şeklinde yaralar açan hançerler olduğunu fark etti.
Bir meyvenin soyuluşu gibi derisi dışarı çıkmış, pantolonunun altındaki teni görünür hale gelmişti. Çapraz kırmızı kesikler, teninin altındaki pembe kas kirişleri, beyaz sinirler ve kemikler, tüm yeşil kırmızı damarlar, hepsi hasar görmemiş şekilde açığa çıkmış ve Otto’nun boğazı yersiz, güçlü bir hisle dolmuştu.
Sersemlemişti. Bugüne dek böylesine güzel bir teknik görmemişti.
Kanama miktarı minimaldiーー yo, hiç kan yoktu. Bıçağın kenarı gerçekten üstün bir şekilde idare edilmiş, insan teni estetik bir manevrayla parçalanmıştı.
“ーーーー”
Öne eğilen Batenkaitos, o yarayı öptü. Ve dilinin verdiği kaba hissiyatla Otto’nun bacaklarının içerisinde yatan tüm hayati parçaları yaladı.
Kas kirişleri, kemikler, kan damarları, sinirler, hepsinin yalandığını hisseden Otto ürperdi ve bir an sonra da hem görme hem de dokunulma duyularıyla birlikte beyninde katlanılması zor, şiddetli bir acı, antipati yükseldi.
Otto: “Ah, gya~a~a~a~a~ーー ~hk!”
Hiç kan dökülmemişti. Bunu algılamak mümkün değildi.
Yalnızca acısını hissedebiliyordu. Bu da kanların fışkırması yerine çıplak kemik ve sinirlerin nemli rüzgar tarafından dokunulmasının etkisiydi ve bunun doğurduğu ekstrem acı dolayısıyla kaslarının iğnelerle vahşice soyulduğunu hissediyordu.
Görüşü titreşiyor, beyni açılıveriyordu. Acıyı idrak etmesi gereken organ, bunu idrak etmeyi reddediyordu. Çığlıklar dökülen boğazı delice titriyor, kan kusarcasına, hareketsiz uzuvlarıyla ıstırap çekmeyi bile başaramıyordu.
İşte Otto çığlıklarını atarken ona tepeden bakan Batenkaitos, boynunu eğdi. Ve uzun, kahverengi saçları omuzlarından dökülen『Oburluk』 yorgunmuşçasına iç çekti.
Ley: “Tam da yemekten sonra dinlenme vakti diye düşünürken şu şartlara bak. Gurmelik ve tuhaf yemenin bir önemi olmasa da…… Cidden bizim dışımızda hiç kimse yemenin ne demek olduğunu anlamıyor.”
O ana dek varlığını koruyan delice gülümseme ve tavra, korkunç sağduyulu bir ses eklenmişti.
Batenkaitos yavaşça boynunu çevirip kendisiyle alay eder gibi bir tavır takınırkenーー tam da bu izlenim doğarken ifadesi çabucak değişerek,
Ley: “Bö~yle konuşma. Burada oyalanmanın birazcık problem yarattığı kesin ama yine de Louis’in zevkine uygun bir ziyafet bu~lundu.”
Dişlerini gösteren Batenkaitos boynunu çevirdi ve gözleri dosdoğru Beatrice’e çevrildi. Bu bakış ve Otto’nun korkunç görünümü, iki genç kızın düşüncesizce derin birer nefes almasına yol açtı. Ancak ikilinin tepkilerini gören Batenkaitos’un ifadesi bir kez daha az önceki boş ve şevksiz haline çevrildi.
Ley: “Kötü gözükmediği kesin ama…… bedenler içlerindekilerden çok daha garanti verici, değil mi? Üstüne üstlük İncilin ne söylediği de henüz okunmadı.”
Ley: “Louis bunu göremiyor olabilir ama içimizdeki çocuk bizi~ bilgilendiriyor. Şuradaki, Beatrice-sama, o, muhtemelen. Onu halledersek hem zihin hem de beden doyuma ulaşacak, o kız ideal bir fırsat değil mi ~tsu!”
Bir sağa dönüp konuşan, bir sola dönüp konuşan Batenkaitos, kendi göğsündeki benliğiyle değil de bariz bir şekilde görebildiği birileriyle konuşur gibiydi.
Beraberindeki biriyle bir konuşma yürütüyor gibi görünüyordu.
Yo, işin doğrusu, bu mümkündü de.
『İsim』 yiyici kafirin, Ley Batenkaitos’un, içerisinde birden fazla ruh mevcuttu. Öyleyse onlarla iletişim kurması, hatta adamakıllı bir tartışmaya girmesi mümkün olabilirdi.
Eğer öyleyse, kendi kendine konuşması bir şekilde anlaşılabilirdi.
Beatrice: “Hareket edebiliyor musun, sanırım, ufaklık?”
Felt: “Ah? Ben de aynısını soracaktım, umarım korkmamışsındır, küçük kız.”
Birbirlerine seslenen Beatrice ve Felt arasında birkaç kelime paylaşıldı. Ve birbirlerinin gözlerine bakan ikili, savaşçı ruhlarının dağılmadığını teyit etti.
Felt hafifçe burnundan homurdanarak göz ucuyla meydanın köşesine baktı. Oradaki varlığı teyit eden Beatrice de niyetlerini hesapladı.
Beatrice: “……Bundan sonra Betty’nin peşine düşecekler, sanırım. Sınırlanacaklar, doğrusu.”
Felt: “Onları durduracak mısın? Eğer zor gelecekse ben……”
Beatrice: “Onu ikinci kez kusturmak gibi aptalca bir beklentiye giremezsin, sanırım. Üstelik kararlılık bir yana, bu Betty’nin yapamayacağı bir şey. Sen yapmak zorundasın.”
Beatrice’in teklifini işiten Felt, düşüncelere dalmışçasına bir ifadeye büründü. Ama bir an sonra kaşlarını kaldırdı, boynunu çevirdi, sarı saçlarını savurdu ve bir “Ah!” sesi çıkarttı.
Sonra da yumruğunu Beatrice’e doğru uzattı.
Felt: “Başarısız olma, küçük kız.”
Beatrice: “Sen de, sanırım, ufaklık.”
Uzattığı yumruğa belli bir karşılık gelmese de karşılıklı hakaretlerle birlikte belirleyici mücadelenin başlangıcı kabullenildi.
Ve Beatrice ile Felt’in konuşmasının sona erişiyle hemen hemen aynı saniyede Batenkaitos’un kendisiyle yaptığı tartışma da sonuçlandı. Beatrice, Dynas ve Otto’yu kesip biçerek mağlup eden bir güçle kafa kafaya çarpışacak özgüvene sahip değildi.
Ley: “Ee, hazırlıkların tamamlandı~ mı, Beatrice-sama~?”
Beatrice: “Eğer tamamlanmadı yanıtını verdiğimde bana ekstra süre tanıyacaksan yanıtım bu, doğrusu. Ama öyle olmayacaksa, bu sorunun bir anlamı yok, sanırım.”
Ley: “Aynen öyle. Hmm, e öyleyse, bir kez dahaーー hadi yiyelim!”
#Dün hiç fırsatım olmadığı
için bölüm atamadım kusura bakmayın. Bölümün diğer yarısı da her zamanki gibi
salı günü gelecek bir aksilik çıkmazsa.
Cidden aksiyonu, heyecanı bol bölümler oluyor. Dynas’ı mahvettiler, canım
biricik Ottocuğum da çok çirkin bir şeye maruz kaldı. Artık şu Oburluğun
icabına bakılsa iyi olacak.
Bakalım birbirinden pek hoşlanmayan küçük kız-ufaklık ikilisi nasıl bir yol
izleyecek, bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..