Roswaal’ın, geçmişten bağımsız olarak, herhangi bir planı olmadığına inanabilseydiler onunla aynı yolda yürümek güvenli olabilirdi. Muhtemelen bu, kampın geleceği için de daha pozitif bir etki doğururdu.
Subaru: “Bu yüzden bu konuda ısrarcı olmak istiyorum.”
Otto: “Bahane üretmeye çaba harcamadığım takdirde Emilia-sama ve ben, Natsuki-kun’la aşağı yukarı aynı fikirde oluyoruz, yani bu açıdan sıkıntı yok. Ama Garfiel’in, şey…… şahsi düşmanlıkları olduğu için ortadaki gerçekleri bilse bile tavrı değişmeyebilir.”
Şahsi düşmanlıklar derken esasında kastettiği şey “Sığınak” mıydı, yoksa Ram mı?
Subaru bu konuya değinmek yerine şakalaşmakta olan Emilia ve Beatrice’e baktı.
Subaru: “Beatrice de o kitaba yabancı değil. Bu yüzden eğer mümkünse bunu teyit etmek isterim. Beatrice’i Yasaklı Kütüphaneden çıkartmakla geçmişi geride bırakmak farklı problemler.”
Otto: “Sana danışmayı kaç defa aklımdan geçirdim biliyor musun?”
Subaru: “Bilesin ki seni bu konuda suçlamıyorum.”
Subaru, Otto’nun başına buyruk şekilde “Bilgelik Kitabını” alıp onararak normale döndürmeye çalışmasının iyi bir karar olduğunu düşünüyordu.
Ve temelde Otto’nun düşünceleri neredeyse hiç başarısız sonuçlanmıyordu. Subaru, onun kendi çıkarlarına göre hareket etmeyen bir insan olduğunun son derece bilicindeydi.
Subaru: “Gerçekten tüccar olmaya uygun değilsin…..”
Otto: “Beni kendi halime bırakabilir misin artık!? Daha da önemlisi, Bay Darts ne oldu?”
Subaru: “Bu benim en büyük işim olabilir, dedi. Ücreti erteleyebilirsiniz, bu işi sonuna dek adamakıllı sürdürmeme izin vermenizi istiyorum, dedi.”
Teslim tarihinin henüz gelmemiş olması endişe vericiydi ve o adam bir zanaatkardı, yani o tarihin gecikmesinin imkansız olduğunu da söyleyememişti.
Subaru, onun teslim tarihi geçtikten sonra bile yakınıp duran tipte bir zanaatkar olmadığına inanmak istiyordu.
Otto: “Sonuç olarak “Bilgelik Kitabını” geri almak da benim sorumluluğum olacak, yani benim Pristella’da kalmama çoktan karar verildi sanırım, değil mi?”
Subaru: “Garfiel de tamirat işleri ve şehir defansı adına bir müddet geride kalmayı planlıyor. Düşmanları püskürtme işi halloldu ama ya bu yeniden saldırıya geçmeleri için bir aldatmacaysa! Sonuçta o bok herifler asla pes etmez.”
Aynı pisliği ardı ardına yapacak tipte insanlara benziyorlardı.
Görünen o ki bunu fark eden tek kişi Subaru değildi, çünkü bu sürece dahil olan hiç kimse gardını indirmemişti. Tabii hedeflerinin gereksiz gerginlik yaratarak halka işkence etmek olması da mümkündü.
Subaru: “Bu konuyu açsam da yapılabilecek başka bir şey yok.”
Otto: “Her halükarda bekleyip neler olacağını görmemiz gerektiği düşüncesindeyim. Bacaklarım daha iyi duruma gelir gelmez birkaç işi halletmek için dolanacağım. Yine de…….”
Otto gelecek planlarını tartıştıkları bu konuşma esnasında ansızın sözlerini duraksattı.
Bedeninin üst kısmını büyük bir gayretle yatağında doğrulttuktan sonra da gözlerinden birini kapatmış olan Subaru’ya baktı. Ve parmaklarından biriyle şakağına dokunarak,
Otto: “Bunu net olarak söyleyeceğim, bu işe karşıyım.”
Subaru: “……Ehh, ben de böyle söyleyeceğini düşünmüştüm.”
Subaru, Otto’nun beyanı karşısında buruk bir şekilde gülümsedi.
Onun böyle söyleyeceğini ve bu fikre karşı olacağını tahmin etmişti.
Sonuçta Otto Suwen, Natsuki Subaru’yu doğru değerlendiriyordu.
Subaru kendi çaresizliğinin herkesten daha fazla farkındaydı ama eksikliklerini net olarak anlayabilenlerin sayısı çok değildi.
Olsa olsa Beatrice ve Otto. Belki birazcık da Patrasche. Ve şu an zamanı olmasa Ferris de aralarında olabilirdi.
Dolayısıyla kendi gruplarından Beatrice ve Otto’nun bu fikre karşı çıkabileceğini beklemişti. Konuşabiliyor olsaydı Patrasche’nin de benzer şekilde bu fikre karşı olacağı inancındaydı.
Ancak…
Subaru: “Beni bu kadar iyi tanıyorsan vereceğim yanıtı da biliyor olmalısın.”
Otto: “……Esasında Beatrice-san’in huysuzluğunun tek sebebi Bay Darts değil, haksız mıyım?”
Subaru: “Şeeeey, çok emin değilim. Tahmin edebileceğin üzere ben bile Beako’nun kalbinin derinliklerinden geçenleri anlamıyorum.”
Subaru bir omuz silkişiyle yapmacık bir masumiyet sergilerken Otto’nun yüzüne çileden çıkmış bir ifade yerleşti.
Tabii ki söz konusu o ve keskin işitme duyusu olunca efsaneler/söylentilerle ilgili bilgi kıtlığı çekmiyor olmalıydı. Yani Subaru’nun seçiminin barındırdığı riskleri gayet iyi biliyordu.
Bu yüzden Subaru, sözlerine ilave edeceklerinden önce yaptığı “Özür dilerim” girişinin ardından,
Subaru: “Beyaz Tilki Rehberiyle birlikte o Bilge mi her kimse onu görmeye gideceğim.”
Gülümseyerek böyle söyledi.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
???: “――İçeri gel.”
Ne olur ne olmaz diye nezaketen çaldığı kapının arkasından, odanın içerisinden gelen sakin bir sesle karşılandı.
Tanıdık bir sesti ancak ruhsuzdu. Bu gerçek, Subaru’nun fena halde sinirini bozmuştu.
???: “Sen misin, Subaru?”
Subaru: “Ben olmasa mıydım?”
???: “Ne tuhaf, şimdi yüzünü görünce fena halde rahatladım.”
Subaru: “Bleeergh”
Odaya adımını attı ve bu eylemle birlikte sitem dolu kelimelerle yaptıkları başlangıcı tamamladı.
Bu tavrı sergiliyor olmasına rağmen ardından kapıyı kapatışında bir düşüncelilik yatıyordu. O kapıyı çıt çıkartmadan kapatışı, içeride uyuyanlara gösterdiği minimum nezaketin göstergesiydi.
???: “Ses yüzünden uyansalar çok daha iyi olurdu aslında.”
Subaru: “Öyle olsaydı beni alkış yağmuruna falan tutar mıydın? Paha biçilemez bir manzara olurdu. Serbest kalan “Oburluğun” tepesi fena atardı.”
???: “Hmph”
Rahatlamış bir gülümseme sunan Subaru, göz teması kurmadan kafasını eğdi. Sonra da odaya bakındı ve gördüğü sıra sıra yatak karşısında gözlerini kıstı.
Basit birer yatak, ince birer battaniye: burada uyuyanlara yapılan tüm iyilik bundan ibaretti. Ve Subaru, daha fazlasının gerekli olmadığını biliyordu.
Burada uyuyanlar hafızalardan silinmiş, günlük hayattan koparılmış, ölü olmayan kusurlu varlıklar olarak geride bırakılmıştı.
Subaru: “Julius. Bunu söyleyen ben olmayayım ama burada çok fazla vakit geçirmemelisin.”
Julius: “――――”
Subaru: “Onlara bakmaya devam etsen bile hatırlayamadıklarını hatırlamaya başlamayacaksın. Birinin hem kıymetli kız kardeşi hem de gerçekten diğer yarısı olan kişi için bile aynı şey geçerli.”
Subaru genç adama―― Julius’a, herhangi bir teselli kelimesi kullanmaksızın böyle söyledi.
Julius odanın en uzak köşesindeki yataklardan birinin köşesinde oturuyordu. Kafasını kaldırarak, yakışıklı yüz hatları hala tamamen kedere bürünmüş halde,
Julius: “Bunu beynimin bilmesiyle kalbimin bilmesi tamamen farklı şeyler. Kibirli davranma niyetinde değilim ama şu ana dek kendimi hiç duygu odaklı veya kendini beğenmiş biri olarak görmemiştim. Bunu fark etmemiş olmak öz farkındalığımın eksikliğiymiş.”
Subaru: “――――”
Bu sözleri söyleyen Julius, bakışlarını hemen yanındaki yatağa indirdi.
Doğal olarak orada “İsmini” yitirmiş halde uyuyan, bilinci ve hatıraları dünyadan tamamen kopartılan iştah kurbanlarından biri yatıyordu.
Bu nedenle Julius Euculius o kişiyi hatırlamıyordu―― Ancak uzun mor saçlara sahip ince yüzlü o genç adam, Julius’un kardeşi Joshua Euculius idi.
Julius: “Joshua, ha?”
Kardeşinin ismini dile getirebilme sebebi, Subaru’nun ona ismini ve aralarındaki ilişkiyi anlatmış olmasıydı.
“Oburluk” Otoritesinin kurbanları―― Tanımlanamayan ve komaya girmiş halde çok sayıda kişi olduğu raporu alındığında Subaru, onların da Rem’le aynı hasardan mustarip olduğuna ikna olmuştu.
Ve kendisi, o unutulmuş kişileri unutmamış olabilirdi. İşte bu cılız umutla hastane odasına gitmiş ve uyumakta olan Joshua’yı keşfetmişti.
Julius: “Tuhaf şey. Hikayeni dinledikten sonra onun kesinlikle akrabam olduğu sonucuna varabileceğim kadar ortak nokta oluşsa da kafamda kardeşime dair tek bir hatıra dahi yok.”
Julius, yüzüne hiçbir duygu yansımadan gözlerini kapattı.
Joshua, bulunanlar arasında Subaru’nun tanıdığı tek kişiydi. Yani “Oburluğun” kurbanları arasında. Diğer 30u aşkın kurbansa onun hafızasında bile yer almıyordu, dolayısıyla yaslarını tutan veya iyiliklerinden endişelenen hiç kimseleri olmadan uyumaya devam ediyorlardı.
Üzerine düşünürseniz, kendisi adına endişelenen bir abisi olan Joshua’nın şanslılardan olduğunu söyleyebilirdiniz.
Bu şartlarda bile -canı gibi sevdiği ve kendisini unutan abisi yalnızca ismen var olan kardeşlik bağlarına tutunmak için hastane odasına gelse de- ona seslenişi gerçek bir duygudan yoksundu.
Kendisi unutulmuşken, kardeşini unutmuşken, hatıralarında yer almıyorken, tüm bu gerçeklere rağmen bunu yapması yürek burkucuydu.
Subaru: “……Lanet olasıca.”
Bunu biliyor olmalıydı. Gerçekten biliyor olmalıydı.
“Oburluk” Günah Başpiskoposunun Otoritesi, bu dünyada var olan en aşağılık, şeytani şeydi.
İnsanların duygularını gönlünce değiştiren “Öfke” ile birlikte.
İnsanların saygınlığını bedenleriyle birlikte değiştirip ayaklar altına alan “Şehvet” ile birlikte.
Kendisi dışında her şeyi inkar eden, benmerkezci, her şeye kadir tavrını zorla empoze eden “Açgözlülük” ile birlikte.
Bencilce sevgisi uğruna, çalışkanlık kelimesini kullanarak başkalarının hayatını karalamaya kendisini adamış olan “Tembellik” ile birlikte.
Hiç kuşkusuz ki hepsi de var olan en kötü, en şeytani varlıklardı ve hiçbiri yaşamayı hak etmiyordu.
“Oburluk” gibi herkesin hayatını karartan bu varlıklara nasıl katlanabilirdi ki?
Subaru: “――Burada durmak yalnızca canının sıkılmasına yol açacak. Bana aynı sözleri tekrar ettirtme.”
Zihninden yalnızca nahoş şeyler geçiyordu.
Sinir bozukluğunu kelimelere aktararak Julius’a seslenmişti. Bu kelimeleri işiten Julius ise ayağa kalkarak unuttuğu kardeşinin ince gövdesine dokundu ve-
Julius: “O… nefes alıyor. Hayatta. Tuhaf.”
Subaru: “Evet, öyle. Ama yemek yemiyor ya da tuvalete gitme ihtiyacı duymuyor. Banyo yapmaya da ihtiyacı yok……. Artık gülmüyor da.”
Julius: “Unutulmanın doğurduğu kederi de… hissetmiyor. ――Bu bir lütuf olabilir.”
Subaru: “Bir lütuf mu……?”
Subaru, Julius’un dudaklarından kaçan bu kelime karşısında kaşlarını kaldırdı.
Bakışlarına karşılık veren Julius ise dudaklarının ucu hafifçe kıvrılarak sunduğu güçsüz gülümsemeyle,
Julius: “Unutulduğunun farkına varmazsan geride bırakılma korkusu taşımana gerek olmaz. İnsanlarla var olması gereken yakın ilişkilerinin……. tek taraflı olarak sonlandırılışına katlanmak gerçekten zor.”
Subaru: “――――”
Julius: “Subaru. Unutulmak ve unutmak….. Acaba, hangisi daha acı verici?”
Subaru: “Nasıl……”
Bu soru karşısında Subaru’nun boğazı düğümlendi.
Sebep, verecek bir yanıtı olmayışı değildi. O yanıtı anında hazırlamıştı. Subaru’nun konuşmasına mani olan şey şaşkınlık da değildi. Öfkeydi.
Yüzünde alaycı bir gülümseme beliren Julius’a gözlerini dikti.
Subaru: “Nasıl bilebilirim? Böyle oyalanmaya bir son ver, kendini bu şeylere kaptırmaya bir son ver.”
Julius: “……Subaru?”
Subaru: “Unutmak, unutulmak, İKİSİNE DE LANET OLSUN! BÖYLE ŞEYLERİ BİR SIRAYA KOYMAYA ÇALIŞMA, BU KADAR MI NEGATİFSİN!? DÜNYANIN EN BAHTSIZ İNSANIYMIŞ GİBİ BİR SURAT İFADESİNE BÜRÜNÜYORSUN. KENDİ TALİHSİZLİKLERİNİ BENİM BU ZAMANA KADARKİ TALİHSİZLİKLERİMLE KIYASLAMAK İSTER MİSİN? NE OLURSA OLSUN KAZANAN BEN OLURUM!”
Julius: “――――”
Julius sesini yükselten ve parmağını kendisine doğrultan Subaru’nun bu ani değişimi karşısında donakalmış, nutku tutulmuştu.
Gözleri şaşkınlıkla irileşirken bir anda öfkelenen Subaru’ya tek kelime dahi edemiyordu. Sessizliğini koruyan Julius’a bakan Subaru ise parmağını indirip omuz silkerek,
Subaru: “Böyle çaresizce bir surat ifadesine bürünme. Acı çektiğini biliyorum, unutulduğunu ve gidecek hiçbir yerin olmadığını biliyorum……. Fakat, üzgünüm ama güçsüz tarafını göstermene müsaade edemem.”
Julius: “――――”
Subaru: “Unuttun mu, Julius? ――Yo, unutma, Julius.”
Subaru, çaresizlik içerisinde dudaklarını ısıran Julius’a iyice gözlerini dikti. Sonra da elini göğsüne koydu ve zamanında benzerini yaptığı bir beyanı tekrarladı.
Subaru: “Benim gözlerim senin gücünü biliyor. Benim utancım bunu biliyor. Herkes unutsa bile.”
Julius: “――――”
Nefes alamıyor, kanının beynine fırladığı hissiyatı geçmiyordu.
Cidden, en son ne zaman bu kadar tepesi atmıştı? Regulus zamanında. Üzerinden yarım gün bile geçmemiş olmasına hayret ediyordu.
Pristella’daki kargaşa kalbine ve ciğerlerine nasıl bir yük bindirmişti?
Julius: “Hh, Haha……”
Subaru: “Haah?”
Julius: “Haha….. Yo, sen gerçekten de eşi benzeri olmayan bir adamsın. Bunu bir kez daha anladım…..”
O ana kadarki irkilmiş surat ifadesinden kurtulan Julius, ansızın kahkahayı bastı.
Ve bu ani kahkaha atma dürtüsüne teslim olarak hoşnutsuz haldeki Subaru’nun önünde kahkahalar atmayı sürdürdü. O dürtü nihayet yatıştığındaysa uzunca bir iç çekti.
Julius: “Anlıyorum, haklısın. Bu kesinlikle her şeyin geride kaldığı anlamına gelmiyor, değil mi?”
Subaru: “Geride kalmaktan ziyade, üç at boyu önde olduğunu söyleyebilirim.”
Julius: “Üç at boyu yeterli mi?”
Subaru: “Senin o lanet olasıca götünü yere sereceğim! Beako’yla takım olduğumda işler senin için tamamen değişecek!”
Diyerek orta parmağını gösterdi ve her zamanki haline dönmeye başlayan Julius’a doğru tükürdü.
Julius ise o tükürükten zarafetle kaçınıp eğilirken “Anlıyorum” diyerek,
Julius: “Öyleyse bu büyük sözlere inanmaya çalışacağım.”
Subaru: “……Mhm, öyle yap. Ayrıca elinden geldiğince büyük işler yap ki hatıraları geri geldiğinde herkesi şaşırtabilesin.”
Bu defa da kendini beğenmiş bir tavırla başparmağını kaldırarak kışkırtırcasına aşağı indirdi. Yalnızca Subaru’nun tanıdığı “Şövalyelerin En İyisi” ise bu kaba jest karşısında zarif bir şekilde gülümseyerek,
Julius: “――Peki, herkesten öte seni şaşırtmak için uğraşacağım. Seni, beni hatırlayan kişiyi.”
Diyen Julius, onları bekleyen “Pleiades Gözcü Kulesi” yolculuğunda Subaru’ya eşlik etme arzusunu güçlendirdi.
#Tekrar merhaba! Subaru’nun
ani parlayışı, sonrasında her zamanki Subaru-Julius sohbetlerini yapışları ve
finalde Julius’un da bu göreve katılacağını ima edişiyle sürükleyici, güzel bir
bölümdü. Bir sonraki bölümde büyük bir maceranın başlangıcını yapacak ve arc5i
sonlandıracağız!
Anket kısmında sizin de gördüğünüz üzere yorum sayısı da yorumlardaki beğeni
sayısı da çoğunluğun arc6dan yana olduğunu gösteriyor. Öyleyse önce arc5in
kapanışını yapıp tam gaz arc6ya geçelim, sonra da onu bir an önce bitirmeye
çalışıp if hikayelerimizi sonrasında spoiler almadan rahat rahat okuyalım
diyorum. Yeni bir serinin yükü gelene dek şartlarım ve tabii ki kızım müsaade
ettikçe sık sık bölüm atacağım, takipte kalın! :)
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..