Reid sağ elindeki kısa, ince yemek çubuğuyla doğruca üzerine ilerlemekte olan Julius’a saldırdı.
Yarıp geçti, ortadan kayboldu, havada durdu, aşağı savruldu, içeri daldı.
Julius ise Reid’in rahatlıkla ve çarpıcı bir ciddiyetsizlikle savunduğu kılıç veya ayak hareketleriyle gerçeklik ve efsaneleri bir araya getirerek bunların üstesinden geldi.
Reid: “Yine mi aynı şey, aye! Sana bunun işe yaramiycağını daha kaç sefer anlatmam gerekicek……”
Julius: “Öyle olsa bile! Ona donuk desen bile, o benim kılıcım!”
Reid: “İşte böyle!”
Onun yükselen esnemesini bir kükreyişle bastıran Julius, Reid’in tekmesiyle karşıladığı bir kılıç saldırısı gerçekleştirdi.
O tekmeyle duruşu bozulduğundaysa Reid’in yemek çubuğunun çaprazlama dalacağı bir açıklık sergilediーー işte o saniyede üzerindeki pelerini tersyüz ederek ansızın vücudunu gizledi.
Reid: “Heh.”
Reid bu hamle karşısında gülümsedi ve hem pelerini hem de öteki tarafındaki Julius’u kesti.
Lakin pelerinin yemek çubuğu darbesiyle parçalandığı saniyede Julius, hemen altından yatay olarak sıçrayarak çubuğun katliam menzilinden kaçmayı başardı.
Reid: “Hey, işte şimdi daha da iyi oldu!”
Julius: “Hayır, yanılıyorsun!”
Reid: “Ha?”
Reid, Julius’un doğru yoldan ayrılıp dikkat dağıtmak adına beyaz pelerinini kullanarak sergilediği mücadele stilini överken Julius, o övgüyü anında yarıda kesti ve parçalanmış olan pelerinine doğru koşturdu.
Ve darbenin parçaladığı pelerini bir kez daha üzerine geçirdi.
Düğmesini dikkatlice geçirip bağlayarak üniformasının üzerine pelerinini atışıyla da yeniden şövalyeliği simgeledi.
İsimsiz olmaktan vazgeçmiş olsa da şövalye olmaktan vazgeçemezdi.
Julius’un bu mesajı verirmiş gibi görünen tavrıyla karşılaşan Reid, bir kez daha hoşnutsuzlukla dilini şaklattı.
Reid: “Hey sen, az önceki ateşli çıtır ve arkanda duran seksi şey ortaya çıkınca değişmeni beklemiştim, anlıyo musun? Dış görünüşü umursamadan galibiyeti hedefliyceksin sanmıştım. Senin o halini görebilceemi sanmıştım, aye. Sen, kendinden bihaber diil misin?”
“ーーーー”
Reid: “Her şeyinle bi şövalyeymiş gibi davranıyosun ama içten içe öyle diilsin. Senin için de benimle,『Çubuk Sallayanla』aynı. Öyle katısın ki sana bakmaya katlanamıyorum, lanet olasıca.”
Yemek çubuğunu Julius’a doğrultan Reid, acı bir ifadeyle ağzından bu cümleleri saçtı.
Reid’in yorumunu işiten Julius ise gözlerini kapattı. Ve onları bir müddet kapalı tutarak bir kereliğine “Demek öyle” diye mırıldandı.
Julius: “Nihayet anlıyorum sanırım.”
Reid: “Ha? Neyi anlıyosun?”
Julius: “Söz konusu ben olunca neden bu kadar ısrarcı ve inatçı olduğunu.”
Reid, sinir olmasına rağmen Julius için konuşmaya asla son vermiyordu.
Şiddetli bir yol izliyordu ve söz konusu kişinin buna niyetli olmadığı kesindi fakat yaptığı şey, Julius’a rehberlik eden, onu eğiten bir lider olmaya yakındı.
Julius da nihayet Reid’in kendisini bu denli çekiştirmesinin ardındaki sebebi anlıyordu.
Julius: “ーーBenim içimde, sende de olan bir şeyler mi gördün?”
Julius’la defalarca alay etmesinin, mücadele stiline sıkıcı, kılıç hareketlerineyse yapmacık deme sebebi, Julius’un kabuğunun altında uyuyan bir aslan olduğuna inanmasıydı.
Julius bunun bir aslan olduğuna inanmanın son derece olumlu bir tahmin olduğu düşüncesinde olsa daーー
Reid: “Bu incelikli şeyler hakkında hiçbi fikrim yok, lanet olasıca toy aptal. Ben sadece canım ne isterse onu yapıyorum. İçgüdülerim bana böyle söylüyo. Cilan kalktığında çok daha ilginç olacakmışsın gibi geliyo.”
“ーーーー”
Reid: “Ben de bu yüzden cilanı kaldırmaya çalışıyorum. Sen de anlıyosun, di mi? Bu şekilde bana ulaşamiycağını da arkandaki seksi şeyin önünde havalı görünemiyceğini de biliyosun, aye.”
Reid çenesini kaldırıp Echidna’yı işaret ederken Julius acı acı gülümsedi.
Gerçekten böyle düşünen Reid’in gözleri bir başkaydı, gözlemlemekte üzerlerine yoktu.
ーーVe Julius Juukulius’un yalnızca dış görünüşü cilalı bir adam olduğunu algılamakta başarılı olmuşlardı.
Julius: “İşte tam da bu yüzden, kendim olduğum gerçeğinden kopmayacağım.”
Reid: “Bu da ne halt demek oluyo?”
Julius: “Sözlerin kesinlikle doğru. Aklıma pek çok şey geliyor…… Gerçi herkesin beni unuttuğu bir dünyada Juukulius Hanesinin meşru çocuğu olmadığımdan hiç bahsetmemiştim.”
Böylece Julius, Reid’in kaşlarının çatılacağını, cepheyi sıkıca gözlemleyen Echidna’nın da kendisini duyacağını garanti altına alarak konuşmaya başladı.
Ve Julius Juukulius'un, Natsuki Subaru'dan başka kimsenin hatırlamadığı, unutulmuş mazisini anlattı.
Julius: “Soylu bir aileden kaçan babam, halktan olan annemle evlenmiş ve ben doğmuşum. Bu yüzden de sıradan bir kökene sahibim. Ebeveynlerim vefat etti, ben de aslında amcam olan şu anki üvey babam tarafından evlat edinildim, soyluların inceliğiyle hiçbir alakam yoktu…… işte bu nedenle benim yolum uydurma bir yol.”
Reid: “Ne kadar da çirkin, kağıttan bir kaplan.”
Julius: “Bu doğru olabilir. Özümde tören kıyafetlerine değil, sivil kıyafetlere bürünmeli ve ferah çayırlıklarda arkadaşlarımla koşturup gülüştüğüm zamanların mükemmelliğinden bihaber hoyrat bir köylü çocuğu olmalıydım.”
Örften adetten habersiz, uğruna çabalayacak bir ideali olmadan, günden güne yaşamaya hevesli olmalıydı.
Julius’a bağlı olan gelecek, tam da bu şekilde kendisi olmaktı.
Fakat bu gelecek de gerçek ebeveynleriyle birlikte ani bir selle sular altında kalmış, yitip gitmişti.
İşte tam da bu yüzdenーー
Julius: “Bu yüzden de şövalye numarası yapacağım. Görünüşe takılıp kalacak, orijinal benliğimi sınırlayacağım.”
Reid: “Sen……”
Julius: “Masum, cahil benliğim ideallerle karşılandı. ーーŞövalyeye hayran oldum. Cesaret ve dürüstlüğe sahip şövalye formuna hayran oldum. İşte bu yüzden, hayranlığımın gereğini yapacağım.”
Pelerininin düğmesini sabitleyen Julius’un sarı gözlerine bir güç dolmuştu.
Reid ise hoşnutsuzdu, ifadesi rahatsızlıktan kuşkuya dönüşüyordu. Sözlerinin inkar edilmesinin ama sinirle karşılanmamanın şaşkınlığını taşıyordu.
Meydan okuyuşun timsali gibi görünen adamın farkındalığı, Julius’un sözleriyle aşınıyordu.
Julius ise görkemli sözlerinin devamını getiriyordu.
Julius: “Ben münasebetsiz bir adamım. Her şeyi dış görünüşüne bakarak yargılarım. Şimdiye dek harikulade bir kılıç kuşanırsam, asil kıyafetler giyersem, kibar sözler kullanırsam onlara yaraşır biri olacağıma inandım. Ve bu inadıma bağlı kalacağım.”
Dış görünüş gibi şeyleri hakir gören insanların var olduğunu biliyordu.
Hemen akla gelen Natsuki Subaru da bunun en somut örneği değil miydi?
Fakat Julius, bunun tersini de düşünüyordu.
Julius: “Duruşumu düzeltmek, şahsi bakımımı tamamlamak, bürünmek istediğim forma uygun giyinip kuşanmak, inatla devam etme iradesine sahip olmak. İşte ebediyen olmaya karar kıldığım kağıttan kaplan tam da bu şekilde.”
“ーーーー”
Julius: “Eminim dış görünüşle alay edenler vardır. Fakat ben, dış görünüşü göz kamaştırıcı bulan bir o kadar kişinin de var olduğuna güveniyorum. ーーTıpkı şövalyelik yoluna arzu duymayı sürdürecek olan benim gibi.”
Şövalyeliğe olan hayranlığını başlatan kişinin kim olduğunu hatırlayamıyordu.
Ama bir şövalye olmuştu.
Julius’un “en iyi” olarak adlandırılma sebebi yalnızca özenle çalışılmış kılıç hareketleri, rafine ruh sanatları ya da bu faktörlerin desteklediği yeteneğinin sağlamlığı değildi.
Julius Juukulius'un yolunun şövalyelik yolu olduğunun düşünülmesiydi.
O yolun “en üstün” “harika” “şövalye” yolu olma nedeniyse görünüşe öncelik veren formunun göz kamaştırıcı olarak algılanmasıydı.
İşte bu açıklamaları yapan Julius, dudaklarını gevşeterek Echidna’ya döndü.
Ve büyük bir saygı ve sevgi beslediği kişinin formunu ödünç almış olan o kişiyeーーJulius’u hatırlamadığı için kalbinin en derinlerinden pişmanlık duyan o kıza doğru hafifçe kafasını salladı.
Bu hareketiyle de böyle bir suçluluk duymasına gerek olmadığını anlatmayı amaçladı.
Julius: “Benim unutulduğum için yas tutmaya, korkmaya veya teselli edilmeye ihtiyacım yok. Çünkü ben olarak bilinen varlık, herkesin bildiği ve arzuladığı şövalyelik makamının içerisinde tamı tamına mevcut.”
Ve aynı şeyi burada, yanında olan “o kızlar” için de söyleyebilirdi.
Julius: “Şu ana kadarki her şey için özür dilerim, ey tomurcuklarım. Sizlerle yollarımı ayırmayarak, kaybolmuş bir bağa tutunarak sizi endişelendirdim. İşte şimdi sizi bu yükten kurtarıp azat edeceğim.”
Julius’un fısıltısıyla büyülediği şey, canlı renk tonlarıyla yanıp sönen ışıklardıーー yani Julius Juukulius’un altı elementi öne çıkaran güzel yarı-ruhları.
Bir şövalye olmasından bile öncesinden beri Julius Juukulius’a yakın olan, uzak durulması zor varlıklardı.
Ve onlar da『Oburluğun』Otoritesi tarafından 『İsmi』yağmalanan Julius’u unutmuşlardı.
Bununla birlikte ruh ile kontrat sahibi arasında oluşturulan sabit kontratın yanı sıra Julius’un doğuştan sahip olduğu『Ruh Çağırma İlahi Koruması』nedeniyle bu gücün büyüsüne kapılmış ve onun yakınlarında kalmaya devam etmişlerdi.
Julius da『İsmi』geri dönecek olursa ilişkilerinin de geri döneceği inancıyla onları bırakmamıştı.
Ne kadar da aptalcaydı!
Her ama her şey değişim geçirdikten sonra geriye kalanların da değişmesini istememiş olmalıydı.
Ancakーー
Julius: “Bugüne dek eski benliğimle kalarak iyi iş çıkardınız, ey tomurcuklar. Sizin sevginize güvendim ve inat edip sıcaklığınızı bırakmadım. Hiçbir sorun olmaksızın o günlere dönebilme ihtimalini bekleyip durdum. ーーAma o zayıf, acınası, ezik benliğimden vazgeçeceğim.”
Altı yarı-ruh, şaşkına dönmüşçesine Julius’un etrafında sallanıyordu.
Onlarla yüzleşen Julius, sertçe elini uzattı. Tünek gibi uzanan kolunu gören yarı-ruhlarsa kibarca orada toplaştı.
Ve Julius, elinin üzerinde duraksayan o gelip geçici ışıklara bakarak gülümsedi.
Julius: “Değişimden korkan bir benliğim vardı. Fakat kaybetme kararlılığının olmamasıyla birlikte kazanılamayacak şeyler de mevcut. Mesela sevgi denen tomurcukların açması. Kendi gözlerimle onayladığım gelecekte benim yanımda kalan tomurcuklar hangi çiçeği açabilir ki?”
‘ーーーー’
Yanıt vermiyorlardı.
Fakat birazdan olacakları iyi biliyormuş gibi görünüyorlardı.
Böylece Julius, akışa uygun hareket ederekーー
Julius: “Ey, tomurcuklarım! Hepinizi özgür kılıyorum. Bunca zaman kopmuş bir bağa tutunduğum için özür dilerim.”
İşte bu sözlerle birlikte Julius’un elini çevreleyen yarı-ruhlar, tıngırdayarak uzaklaştı.
Fiziksel bir etkiye dahi sahipmiş gibi görünen, yalnızca Julius’u ve yarı-ruhları katiyetle delip geçen, şimşek misali iğneleyici bir hissiyat söz konusuydu.
Kesin bir şekilde var olan bağ, ruhu ruha bağlayan kontrat sonlandırılmıştı.
Bu, yalnızca bir ruh sanatları kullanıcısının algılayabileceği, ruha gerçek anlamda bağlı bir varlığı yitirmenin yol açtığı bir acı ve kederdi.
Julius bilmiyor olsa da zamanında aynı acı Emilia’nın bile gözyaşlarına boğulup sinmesine yol açmıştı.
Julius ise hür iradesiyle aynı anda altı ruhla bağını koparmış ve kalbinde bir yara doğmuştu.
Kalbi ve zihnini parçalayan çarpılma misali bir hisle birlikte ruhunun bedeninden ayrılışının tadına bakmıştı.
Bu, 『Oburluk』Otoritesine bağlı olarak tomurcukları tarafından unutulduğu zamandan farklı bir acıydı.
Ve yalnızca Julius değil, yarı-ruhlar da aynı acıyı yaşamış ve pişman olmuş olmalıydı.
Bir insanla kontrat oluşturmamalıydık diyerek ruhlarına bir yara almış olabilirlerdi.
Bununla birlikteーー
Julius: “ーーAyrıca, şimdi bir kereliğine hepinize sesleniyorum.”
‘ーーーー’
Julius: “Hepinizi seviyorum. Eğer bu beyhude adamın yaptığı kurları kabul edecek olursanız gelin bu işi bağlayalım. ーーSizlerle benim aramda yeni bir kontrat oluşturalım!!”
Julius, zamanında indirmiş olduğu elini tekrar göğe kaldırıp yüksek sesle bu cümleleri kurdu.
Bu çağrıyı duyan, tıngırdarcasına kaybolmuş olan yarı-ruhlarsa bir an için sessizce titreşti.
Bocalama ve kararsızlık, bunlar yalnızca tek bir saliselik meselelerdi.
△▼△▼△▼△
Sıcacık bir ışıltı, Julius Juukulius'un tüm vücudunu sarmaladı.
Ve kontratın bozulması nedeniyle ruhunda açılmış olan yaraya usulca nüfuz etti.
Neşe var olmuştu. Öfke var olmuştu. Keder var olmuştu. Sevgi var olmuştu. Nefret var olmuştu.
Julius ile o kızların birlikte geçirdiği on yılı aşkın sürede bu duygulardan bol bol bulunmuştu.
Hepsini temelli unutup çarkı geleceğe çevirmişlerdi.
Julius, bunun doğru yanıt olup olmadığını bilmiyordu. Ama doğru yanıt olmasını istediğini düşünüyordu.
Sayısız kez hata yapabilirdi.
Doğru yolu seçmekte başarısız olarak yanılabilirdi.
Fakat bu yolculukta kendisini şekillendirecekti.
Yanılıyor olsa bile, yalnız değildi. Bir başına değildi.
İlerlemeye karar verirse, o zaman önünde muhteşem öncüllerin şekillendirdiği idealler olacaktı.
Adımlarını duraksatırsa, onu derin bir sevgiyle izlemeye devam eden tomurcuklarının sıcaklığı olacaktı.
Ve yanı başına bakacak olursa, kendisini benliğini şekillendirecek amaçlara adamaya yemin etmiş lordunun profilini görecekti.
Peki öyleyse Julius Juukulius’un gelecekten korkmasını gerektirecek şey neydi?
Julius: “ーーBu doğru olmalı. Ey güzelce çiçek açan genç kızlarım.”
Altı tomurcukーー yo, çiçek açan altı genç kız, bu çağrıya cevap verdi.
Ve bir ışık, doğduーー
△▼△▼△▼△
Julius: “Bundan böyle de derinlemesine, usulca, yaralar ala ala bu yolda yürümeye devam edeceğim.”
Kontratlarının sona ermesinin acısı, bağlarının bir kez daha oluşmasıyla şifa bulmuştu.
Son derece gizemli altı ışıkla sarmalanmış olan Julius Juukulius, önüne bakıyordu.
Baktığı noktadaysa bedenini hayran olduğu kılıca adamış insanların zirvesindeki kişi duruyordu.
Fakat Julius Juukulius’un kıskançlığının hedefi başka bir şeydi.
Bu nedenle o arzuyu ve özlemi hiç sarsılmadan, bir gökkuşağının ışıklarıyla kesip geçecekti.
Julius: “Beklediğin için teşekkürler, 『Kılıç Azizi』Reid Astrea. ーーTanıştığımıza memnun oldum.”
Diyerek şövalye kılıcını sallayan Julius, pelerininin ucunu tutarak zarafetle eğildi.
Ve suratını kaldırıp dünyada en çok hayran olduğu o “şeye” tam anlamıyla bürünmüş şekilde ismini verdi.
Julius: “ーーBen『En İyi Şövalye』, Julius Juukulius. Kraliyetin seni kesecek olan kılıcı.”
#Heyt beeee geldi bizim ‘En İyi Şövalye’! Unutulmanın ve Anastasia’nın yokluğunu farkına varmamanın acısıyla bayağı yıpranmış olan Julius nihayet kendisini toparladı. Kendisini unutan ruhlarıyla da sıfırdan yeni bir kontrat oluşturdu. Bakalım bu gelişmeler söylediği gibi Reid’i alt etmesine yetecek mi… Umarım yeter diyerek sıradaki bölüme geçiyorum. Orada görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..