???: [Tek bir aptal vatandaşı getirmek ne kadar zaman alabilir ki? Akıp giden zamanın değerinin senin ve benim için aynı olduğunu mu sanıyorsun?]
???: [Hayır, bu yüzden özür diliyorum ya zaten…]
Efendisinin dondurucu bakışlarıyla karşılaşan Al, somurtarak kafasını eğmişti.
Subaru’yla birlikte konferans salonuna döner dönmez bahsedilen azarı yemişti.
Görevinin asıl amacı Subaru’yu toplantı salonuna getirmekti, dolayısıyla planda olmayan bir konuşma yaptığı için azar yemesi mantıksız değildi. Evet, mantıksız değildi ama――
Subaru: [Priscilla, Al’ı bu kadar suçlama lütfen. Kabahat onda değil, bende.]
Priscilla: [Hmm. Siz iki soytarının önemsiz bir acı üstüne birbirinizi teselli ettiğinizden eminim. Alnın kızarmış, duvara falan mı vurdun?]
Subaru: [Durugörü mü var sende? Nokta atışı yapman korkutucu.]
Priscilla, Al’ı savunan Subaru’ya olanları görmüşçesine bir yorumla karşılık vermişti.
Subaru’nun çizdiği manzara öyle kolayca akla gelecek bir şey olmamalıydı ve Priscilla’nın öngörüsü karşısında ürpermemek elde değildi.
Her halükarda――
Subaru: [Konuşma bizsiz devam edememiş herhalde…]
Priscilla: [Bir sonuca varmak kolay değil. Sen Abel’in strateji uzmanı değil misin sonuçta?]
Subaru: [Şey, umm…]
Priscilla’nın gözlerini kısarak attığı bakışları adeta bedenine saplanan Subaru, göz ucuyla Abel’e baktı. Sandalyesinde kollarını önünde kavuşturmuş şekilde oturan Abel’se onun sorgulayıcı bakışlarını umursamadı.
Abel Subaru’ya strateji uzmanı muamelesi yapmakta çekimser olmalıydı ama bir kez Priscilla’ya açıkça böyle söylemişken sözünden dönemiyor olabilirdi.
Sonuç olarak Subaru olmadan toplantı sonuca bağlanamamıştı.
Subaru: [Düşünmeden hareket ederek kendi topuğuna sıkmıyor musun?]
Abel: [Sözlerinin değerini hesaba katması gereken sensin. Kelime seçimine bağlı olarak tüm büyük stratejiler akıllıca ya da aptalca olarak yorumlanabilir.]
Subaru: [Bana askeri strateji uzmanı dediğin için pişmanlık duyuyorsun, bu biraz sinir bozucu…]
Abel’in işgüzarca yanıtını işiten Subaru, uzun uzun iç çekti.
Sonra da toplantı salonundaki insanlara―― Abel, Priscilla, Zikr ve Şeflik görevini üstlenmiş olan Taritta’ya baktı ve ardından tek gözünü kapattı.
Subaru ve Al’ın yokluğunda bir sonuca varabileceklerini düşünmemişlerdi――
Subaru: [Varamadığınız sonuç Priscilla’nın iş birliği yapması mı? Önceden ne demiştiniz, Priscilla’nın bir işbirlikçisi vardı sanki.]
Abel: [Olayları takip edecek beyne sahipsin anlaşılan. Tabii ki ondan bahsediyorum. ――En çok İlahi Generali toplayan kazanacaktı, hatırladın mı?]
Subaru: [Hı hı, ilkinin işe yaramazlığı yüzünden sıkıntı yaratacağı kısmı da geçmiştik.]
Onu saflarına katmazlarsa ve bir suikastçıya dönüşürse ellerinden hiçbir şey gelmezdi. Öte yandan onu saflarına kattıkları takdirde de pek bir katkısı olmazdı. Bu bir simülasyon oyunu olsaydı baş belası bir birim olacağı kesindi.
Bir müttefike dönüşse bile etkileyicilikten yoksun, düşmanlarına bırakıldığı durumda da ölümcül derecede zehirli hale gelen biriydi.
Subaru: [Ama buradaki mesele nihai galibiyet. Priscilla ve işbirlikçilerinin desteği değil. Haksız mıyım?]
Priscilla: [――Hmm.]
Subaru hikayeyi ustaca özetlerken Priscilla’nın boğazından küçük bir ses kaçtı.
Ve kıpkırmızı gözleri bir an için Subaru’nun gözlerine alışılmadık gelen bir merakla ışıldadı―― ki bu da birinin ilgisini çektiği, üstüne üstlük bu kişinin Subaru olduğunu düşündüren bir tepkiydi.
Fakat Subaru, ben özel bir şey yapmadım ki diye düşünüyordu.
Subaru: [Ne oldu?]
Priscilla: [Yok bir şey, bu kılığınla sönük göründüğünü sanıyordum ama yüzünde yeni bir ifade ve gözlerinde yeni bir ışıkla geri döndün. Üstelik kan dolaşımın daha iyi, yani görünüşün biraz farklı.]
Subaru: […Sen bana, iltifat mı ediyorsun?]
Priscilla: [Dileğin buysa sevinçten zıplayabilirsin.]
Subaru: [O kadar ileri gitmem.]
İtiraz etmediğine göre bu, Priscilla’ya has bir iltifat olsa gerekti.
Homurdanarak karşılık veren Subaru’ysa fikir değişikliğiyle bu övgüyü kabullendi.
Natsuki Subaru’yu destekleyen sözler bizzat Rem tarafından inkar edilmişti.
Fakat Subaru, dizlerinin bağının çözüleceği bir vakit olmadığı konusunda cesaretlendirilmişti.
Subaru: [Ehh, hal böyleyse toplantıya geç kalmamıza değmiş demektir.]
Priscilla: [Anlıyorum, soytarıların arasında geçen konuşmanın sonucu bir harikaymış. Karakterine aykırı bir şekilde dostane davranıyorsun, Al.]
Al: [Oi, oi, benim gibi iyi birinin dostane davranması hiç de alışılmadık değil, Prenses.]
Priscilla onunla alay ederken Al, omuz silkerek karşılık verdi.
Subaru’ysa Priscilla’nın mı Al’ın mı doğruyu söylediğine karar veremedi.
Subaru’nun gözünde Al, onun vatanından gelen yegane kişiydi ve çıkmaza girdiği anda onun sırtını sıvazlayıp ilerlemesini sağlayan biriydi. Ama anlayışsız yanlarının da var olduğu, herhangi bir duruma başkasının problemi gibi yaklaşarak kabalık ettiği zamanların bulunduğu doğruydu.
Subaru: [Bunu farklı bir dünyada uzun zaman geçirmenin artçı etkisi olarak değerlendirip mazur görebilirim.]
Al: [Az önce gerçekten üzücü bir şey mi söyledin sen? Belki de bana öyle gelmiştir.]
Al anlam verememişçesine kafasını eğse de Subaru, konunun geride kalmasına izin verdi.
Şu anda ne Priscilla’nın Subaru hakkındaki fikrini değiştirmesinin ne de Al’ın bu değişikliğe katkıda bulunmasının bir önemi vardı.
Subaru: [Yapmamız gereken şey tartışmayı sonuçlandırmak… ve Priscilla’nın gelecekte bizimle ilgili ne yapmak istediğini görmek. Konudan sapmayalım artık.]
Abel: [Oh, pardon. Konudan bu kadar kolay sapan birini askeri strateji uzmanı yapanda kabahat.]
Subaru: [――――]
Subaru, hoşnutsuzlukla gözlerini kısıp alaycı bir yanıt veren Abel’e dil çıkartarak onu duymazdan geldi. Sonra da yeniden Priscilla’ya dönerek onu konuşmanın devamını getirmeye teşvik etti.
Subaru: [Ee, ne yapacaksın? Abel’in Priscilla ve işbirlikçilerinin desteği olsa da olmasa da İmparatorluk Başkentine bir saldırı gerçekleştireceğinden eminim…]
Al: [Prensesin desteği olsa da olmasa da saldırının kapsamı aynı olacak.]
Priscilla: [Siz soytarılar ne kadar da uyumlusunuz. Neyse, söylediğiniz şey doğru. Bu yüzden size gelecekte yardımcı olmam hususunda… Abel’in o yardıma layık olduğunu kanıtlaması için bir koşulun karşılanmasını isteyeceğim.]
Subaru: [Koşul mu?]
Priscilla: [Gayet basit. ――Dokuz İlahi Generalden biri sizin safınızda olmalı.]
Priscilla, Subaru’nun asık suratı karşısında bu koşulu açıkça dile getirdi.
Bu ön koşulu işiten Subaru ise “Dokuz İlahi General…” diye mırıldandı.
Absürt bir şart olmadığı kesindi.
Her şeyden önce, tahtı geri alma savaşında bir adım atmak isteyen kişinin çok sayıda İlahi Generali safına katması gerekiyordu. Priscilla da yalnızca o ilk adımı bekliyordu.
Aslında galibiyet koşullarını sağlayarak Priscilla’yı saflarına katabilmeleri büyük bir şans olurdu, değil mi――
Subaru: [Ama bu pek de hoplayıp zıplanacak bir koşul değil, haksız mıyım?]
Abel: [Tabii ki. Goz’un durumundan bihaber olduğum sürece beni koşulsuz şartsız takip edecek tek bir İlahi General bile olmayacak. Ayrıca kaybedeceği bir mücadeleyi vermeye gönüllü pek fazla eksantrik de yok.]
Subaru: […Az da olsa kazanma şansı görmedikleri sürece kimse bu yola girmez yani.]
Abel trajik durumu açıklarken Subaru, zorlu bir ifadeyle kaşlarını çattı.
Abel, üzücü öz farkındalığı doğrultusunda―― İmparatorun prestiji Dokuz İlahi Generale yeterli gelmezken Priscilla ve işbirlikçilerinden olabildiğince destek almak istiyordu.
Hiç değilse böyle bir işbirlikçinin varlığı, Dokuz İlahi Generali ikna etme hususunda bir pazarlık aracı olarak kullanılabilirdi.
Bu noktada Abel’in elinde pek az şey vardı: gerçek İmparator olduğu yönündeki büyük iddiası, Shudraq Halkı ve Guaral Hisar Şehrinin askeri gücü.
Subaru: [Tek bir şehir ve tek bir kabileyle İmparatorlukla savaşacağız dediğimizde bizi dinlerler mi merak ediyorum doğrusu.]
Abel: [Priscilla’yla işbirliği içerisinde olanlar… eğer rütbeleri orta seviye kont veya üzeriyse isimleri pazarlık aşamasında iş görebilir.]
Priscilla: [Size benden merhamet beklemeyin diyorum. Belirli bir cömertlik düzeyine sahibim ama dilencilere merhamet etmem.]
Derken elini çenesine götüren Priscilla, cılız umutlarını kolaylıkla ayaklar altına aldı.
Halihazırda farkında oldukları üzere Priscilla’nın fikrini değiştirmesine imkan yoktu. Öyleyse tek yapmaları gereken, doğrudan onlara sunulan koşul üzerinde çalışmaktı.
Zikr: [Tüm saygımla araya giriyorum ama, Ekselansları, belki de Birinci Sınıf General Cecilus’u yardım etmesi için safımıza çekmeliyiz?]
Subaru: [Zikr-san, başarı oranımız nedir?]
Bu sözlerden sonra odaya ağır bir sessizlik çökerken tüm beklentilerin kaynağı Zikr oldu. Fakat o, Subaru’nun beklenti dolu bakışları karşılığında kafasını sallayıp “Hayır” dedi.
Zikr: [Ekselanslarının daha önce belirttiği gibi, mevcut güç dengesi göz önüne alındığında, bizimle iş birliği yapmayı düşünen herhangi birinin kafası düzgün çalışmıyordur. Dolayısıyla…]
Subaru: [Dolayısıyla?]
Zikr: [Korkarım ki yalnızca kafası düzgün çalışmayan kişilere güvenebiliriz ki Birinci Sınıf General Cecilus da bunun bir örneği…]
Subaru: [Ah, yani Zikr-san da o kişinin kafadan çatlak olduğunu düşünüyor.]
Sıkıntılı bir ünü olan Cecilus, Zikr’in yalnızca deliliği nedeniyle saflarına katabileceklerini düşüneceği kadar çetin cevizdi.
Bununla birlikte, gerçekten de başka şansları yoksa ilk iş olarak bir noktada saflarına katmayı düşündükleri baş belasının ayağına gitmek zorunda kalabilirlerdi.
Subaru: [Mesele şu ki Cecilus nerede? O kişi normal şartlarda nerede yaşıyor?]
Abel: [Çoğunlukla Arakiya’nın Başkentteki evinde yaşıyor.]
Subaru: [Anlıyorum, Arakiya’nın evi… bir saniye ya, neden ki?]
Bu kelimeler açıkça söylenirken Subaru, Abel’in ağzından çıkanları anlamakta birkaç saniye gecikti.
Ve Priscilla bile içeriğin tuhaflığı karşısında hoşnutsuzlukla kaşlarını çattı.
Subaru’nun duyduğu kadarıyla Cecilus Birinci, Arakiya’ysa İkinciydi.
Subaru: [Yani Cecilus denen tiple Arakiya sevgili falan mı?]
Eğer hal böyleyse Arakiya’yı püskürten Subaru ve diğerlerinin vereceği izlenim daha kötü olamazdı.
Yani Subaru ve takımı Birinci ve İkinci generalleri başarıyla düşman edinmişti.
Ancak Abel, Subaru’nun sorusunu kafasını sağa sola sallayarak yanıtladı.
Abel: [Hayır, öyle değil. Arakiya Cecilus’u öldürmek için fırsat kolluyor ama onu öldürmeye kalktığı her seferde etrafındakiler zarar görürse bunu başaramaz. Ben de bu yüzden Cecilus’a bu emri verdim.]
Subaru: [Hangi emri?]
Abel: [Bu her halükarda yaşanacaksa Arakiya’nın peşine düşmesinin kolay olacağı yerlerde bulunmasını.]
Subaru: […Peki?]
Subaru, somut bir açıklama yapılsa bile aralarındaki ilişkiyi anlamakta zorlanıyordu.
Ne kendi Generallerinin birbirlerini öldürmelerine göz yumma mantalitesini anlıyordu ne de birinin kendisini öldürmeye kalkışacak bir kişiyle aynı evde yaşamasına akıl sır erdirebiliyordu.
Her şeyden önce――
Subaru: [İnsan kendisini öldürmeye çalışan biriyle nasıl yaşayabilir ki…?]
#Öncelikle gecikme için kusura bakmayın, dün kızımın doktor işleri vardı, oturup çalışmam mümkün olmadı.
Bu arada bölümü yorumlamaya son cümleye çok güldüğümü söyleyerek başlamak isterim. Herhalde koca dünyada şu cümleyi kurma hakkı olmayan tek bir kişi varsa o da Subaru’dur. Neredeyse etrafındaki herkes tarafından en az bir kez öldürülmüşken, üstüne evine gönderilen suikastçıyla bile arkadaş olmuş bir şahıssın sen Subarucuğum, silkelen ve kendine gel. Şu Cecilus denen şahsın nasıl biri çıkacağını ve Arakiya’nın neden onu öldürmek istediğini de merak ediyorum doğrusu. Öyleyse okumaya devam!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..