――Taritta’nın bir “buyrukla” ilgili kabuslar görmeye başlayışı üç yıl önceye dayanıyordu.
O güne dek “buyruktan” tamamen bağımsız bir hayat yaşamıştı.
Elbette ki Yıldız Gözlemcilerinin varlığından da tamamen bihaberdi.
――İnsanlar “buyruk” kelimesini işittiğinde akıllarına ne gelirdi?
Kader ve alın yazısı, insanın hayat yolundaki kaçınılmaz imtihanları ve karşısına çıkan engeller.
Böyle düşününce bu algı ile buyruk arasında bariz bir fark göze çarpıyordu. Ortada korunaksız bir yolda yürürken yağan yağmur misali kaçınılmaz şeyler vardı.
Shudraq Halkı da kaçınılmaz olaylara aşinaydı.
Dürüstçe dile getirmek gerekirse en kaçınılmaz kaderin ölüm olduğu söylenebilirdi.
Yaşlılık, hastalık, açlık, yaralanma ve benzeri ölümle ilişkili olgular, gelişi kaçınılmaz olan kaderin perdeleriydi, kaçınılması zor şeylerdi.
Söz konusu her kim olursa olsun kadere karşı koyulamazdı. Ona karşı koymanın gerekliliğini de dikkate almazlardı.
Bir yoldaşları öldüğünde, ruhu huzura ersin diye onun için şarkılar söyler, dualar ederlerdi.
Şarkılar, şölenler ve vedalar Shudraqların tarzı, Taritta’nın da inancıydı.
Ablası Mizelda, olağanüstü bir Shudraq’tı. Ve ablası kadar ünlü olmasa da Taritta’nın damarlarında da nesillerdir Shudraq Reisliği rolünü üstlenen bir soyun kanı akıyordu.
Bir Shudraq olmak, Taritta için sorgulanamaz bir gerçekti.
Shudraq öğretilerine uymak da pek tabii, sorgulanmaması gereken bir şeydi.
Taritta oldu olası bir şeylere kafa yorma konusunda kötüydü. Fazla düşünüp taşınmaz, endişelerini çoğaltmak istemezdi.
Kendisinin de aynı kanı ve yolu paylaştığı halkı olan Shudraqlarla birlikte başından sonuna dek ablasının izini takip edeceğine inanırdı.
Benim kaderim, yazgım bu derdi――
???: [Hey, Taritta. Bir Yıldız Gözlemcisi olmak için seçildim ve yerine getirmem gereken bir buyruk var.]
――Ta ki en yakını, “ruh ikizi” ona sırrını verinceye dek.
△▼△▼△▼△
Abel: [――İmparatorluğun çöküşü, Büyük Felaketten bağımsız olabilir.]
Oni maskeli adam, kararlılığını yitiren, ayakta durmakta zorlanan Taritta’nın gözlerinin içine bakıyordu.
Uzaklarda kıvrılıp büküldüğü görülen o zifiri karanlık şey ilk bakışta içgüdüsel olarak “Büyük Felaket” olarak algılanabilirken o adam―― Abel, ondan korkma fikriyle alay ediyordu.
Abel: [Madem öyle, bu yolda tökezlemek için hiçbir sebep yok demektir. ――Seni denklemden sildireceğim, davetsiz misafir.]
Diyen Abel, bunun istenmeyen bir şey olduğunu büyük bir cesaretle, açıkça dile getirerek bir adım öne çıktı.
İşte tam da o anda ufalmış olan Medium, yanı başından “Hey, bekle!” diye bağırdı. Ve Abel’i kıyafetinden yakalayıp var gücüyle durdurmaya çalışarak,
Medium: [Bir anda bayağı kararlı hale geldin, haksız mıyım!? Ama bu senin için çok tehlikeli, Abel-chin!]
Abel: [Ahmak. Ne yapılması gerektiği ortada. O şey Büyük Felaket olsaydı hazırlıkların fazlasıyla yetersiz olması canımı sıkardı. Ama hal böyle değilse…]
Medium: [Değilse ne?]
Abel: [Bu yalnızca asıl mevzudan önceki ufak bir oyalamacadan ibaret demektir. Bizimse böyle bir oyalamacaya ayıracak vaktimiz yok. Dolayısıyla bu şeye bir an önce bir son vermek zorundayız. ――Uzaktan gözlemlersen sen de farkına varacaksındır.]
Abel, Medium’un sorusunu çenesiyle Büyük Felaketi işaret ederek bu şekilde yanıtladı. Onun niyetinden emin olamayan Medium ise kaşlarını çattı.
Ve bir Abel’e, bir Büyük Felakete bakıp aklında ikisini tartarak,
Medium: [Söylediğin tek bir şeyi bile anlamıyorum! Burnu havada davranmak gibi kötü bir alışkanlığın var, Abel-chin!]
Abel: [Kendi akılsızlığından beni mi sorumlu tutuyorsun sen?]
Medium: [Az önce. Söylediğim. Gibi! Bir şeyleri anlamadığım sürece yoluna çıkıp duracağım! Abel-chin, sen yalnızca kendi tekerine çomak sokuyorsun! Aklın çalışsaydı bunun farkına varırdın!]
Abel: [――――]
Yanaklarını şişire şişire ayaklarını yere vuran Medium’un Abel’i bırakacağı yoktu.
Bunu gören Abel, belki de Medium’un güçlü yanlarından biri olan inatçılığını düşünmeye ayıracak vakti olmadığından hafifçe iç çekerek,
Abel: [Farkına varmadıysan söyleyeyim; o kız, Yorna Mishigure, Kafma Irulux ve İblis Şehri vatandaşları Büyük Felaketi durdurmak için çaresizce çırpınıyor.]
Medium: [Mmm~, yine mi o kötü alışkanlık?]
Abel: [―― O şey bir iradeye sahip. Bariz, belirgin, insani bir iradeye.]
Abel böyle söylerken Medium kafasını eğerek, “İrade mi?” dedi.
Medium’un arkasındaki Taritta da bu soru karşısında tek kaşını kaldırdı. Dünyanın sonunu işaret eden Büyük Felaket bir iradeye mi sahipti?
Üstelik Abel ona “insani” bir irade demişti. Böyle bir şey nerede var olabilirdi ki?
Her şeyden önce, o şeyi canlı bir varlık olarak düşünmek aklının ucundan dahi geçmiyordu.
O figür, varıyla yoğuyla dünyayı kasıp kavuruyor, çalkalıyor, kıvrandırıyor, dünyanın sonunu yazıyordu.
Peki Abel onun bir iradeye sahip olduğu sonucuna varacak ne görmüş olabilirdi?
İşte tam da Taritta ve Medium ikilisi bu soruya ulaşmışken――
Abel: [O şey az önce siz insanlara ulaştı.]
Medium: [Ha?]
Taritta: [――Ah.]
Abel’in kulağa beklenmedik gelen bu sözleri her iki kızın ağzından da aptalca sesler çıkmasına yol açmıştı.
Medium’un en ufak bir fikri olmasa da Taritta, belli belirsiz bir huzursuzluk içerisindeydi. ――Evet, ikiliyi üzerlerine çöreklenen gölgelerin arasından çekip aldığı sırada Taritta da aynı şeyi hissetmişti.
O mide bulandırıcı, zifiri karanlık şeyle arasında belli belirsiz bir bağlantı algılamıştı.
Abel: [Büyük olasılıkla derinliklerinde mücadele veren kişinin iradesini yansıtıyor. Kurtuluş arayan, ellerini uzatıp duran o kişinin. Bakın, iyi izleyin.]
Abel, Taritta’nın şaşkınlık nidası karşısında eliyle Büyük Felaketi işaret etti.
O harekete kapılan ve kafalarını çeviren Taritta ve diğerleriyse nihayet Abel’in demek istediği şeyi anladı.
İblis Şehrinin merkezine, yıkılan Kırmızı Lapis Kalenin yerine yerleşmiş olan Büyük Felaket, etrafına amansız bir yıkım ve ölüm getirerek yayılıyor, genişliyordu―― ama gölgelerin en karanlığı olan o varlığın içine kata kata yok etmek, parçalamak için uzandığı şey ne binalar ne de dünyanın kendisiydi, yalnızca insanlardı.
Ve o insanlar da――
Medium: [――Saldırıya uğrayanlar yalnızca Louis-chan ve Yorna-chan mı?]
Taritta da Medium’un güçsüz mırıltılarıyla aynı izlenime sahipti.
Uzaklarda Büyük Felaketle verilen azılı mücadeleyi izledikçe gölgenin hedefi kolaylıkla anlaşılabiliyordu.
İki ana hedef, birkaç cephede savaş açan Yorna ve ani hareketlerle kendisine çektiği gölgelerden kaçan Louis’ti.
Taritta bile Louis’in inanılmaz hareketlerinden ziyade yıkıcı bir güce sahip olan Yorna’nın Dokuz İlahi Generalden biri olarak taşıdığı insanüstü kuvvetin göstergesi olan ofansif ve defansif yetilerden bir hayli etkilenmiş, gözleri faltaşı gibi açılmıştı.
Fakat Böcek Kafesi Klanından gelme o adamın da onlardan aşağı kalır yanı yoktu, Yorna’yla kıyaslanabilir baskılama yeteneklerinden faydalanıyor, dikenli sarmaşıklarını kullanarak Büyük Felaketin verdiği hasarı minimumda tutuyordu. Buna rağmen onu ve bina parçaları fırlatan İblis Şehri vatandaşlarını hedef alan tek tük birkaç saldırı, temelde başıboş okları andırıyordu.
Medium: [Louis-chan’ı da hedef aldığına göre güçlü olanın peşine düşmüyor demektir.]
Abel: [Yalnızca güç, yani kuvvet hesaba katıldığında Louis Kafma Irulux’tan çok da geri kalmıyor. Ama kuşbakışı ile değerlendirildiğinde sonuç apaçık ortada. O şey bir iradeye sahip. Bu durumda mantıken harekete geçen kişi ben olmalıyım.]
Taritta: [Se-seni bu kadar emin kılan ne…?]
Abel: [Çok belli. O şeyin bana düşkün olmasının mümkünatı yok. Farz edelim ki birilerine tutunmak istercesine ellerini uzatıyor, bu durumda benim gibiler uygun adaylar olamayız.]
Taritta, Abel’in bu ilgisiz konuşma şeklini afallatıcı, sersemletici buluyordu.
Onun aklından geçenleri, Büyük Felaketi irade sahibi bir varlık olarak tanımlayışını anlıyordu. Ancak buna dayanarak Büyük Felaketin seçim kriterlerinin netleşmesini tuhaf buluyordu.
Abel Büyük Felaketin iradesinin kime ait olduğunu biliyormuş gibiydi.
Abel: [――Natsuki Subaru.]
Taritta: [――Hk!]
Medium: [Hah!?]
Abel, Taritta’nın şüphelerini ve Medium’un anlayışsızlığını bir kenara atmak istercesine bu iddiada bulunurken gözlerini Büyük Felakete çevirdi.
İki kızın şok olarak donakaldığını fark ettiğindeyse kafasını uzun uzun sallayarak sözlerinin devamını getirdi.
Abel: [O şey, Natsuki Subaru’nun içinden taştı. Haliyle işin içinde onun iradesinin olmasına şaşmamalı. Başından beri onun sırlarla dolu bir adam olduğu kanaatindeydim ama bu kadarı beklentilerimin de ötesindeydi.]
Medium: [Be-bekle bir saniye, Abel-chin… Yani diyorsun ki, o şey Subaru-chin, öyle mi…!?]
Abel: [Daha açık ifade etmek gerekirse Natsuki Subaru’nun iradesinin yansımasına müsaade eden bir şey. Özellikle o ya da ona hizmet eden bir şey demiyorum. ――Her halükarda sonuç değişmiyor.]
Medium: [Abel-chin, neden bu konuda bu kadar sakinsin peki!?]
Şaşkınlıktan yuvarlak gözleri kocaman olan Medium, kulağa ağlamak üzereymiş gibi gelen bir sesle sitem ederken onun ufak bedenine bakan Abel’in oni maskesinin ardında kalan kara gözleri kısıldı. Bir çocuğun feryatlarından bunalmış bir yetişkinden farkı yoktu.
Abel: [Sana sakinmiş gibi mi görünüyorum? O şeyin içinden taşmasına izin verdi ve tüm planımı altüst etti. Bunun için her şeyi yeniden gözden geçirmem gerekiyor ama şu anda buna ayıracak vaktim yok. Buna rağmen kalkıp bana sakin göründüğümü mü söylüyorsun?]
Medium: [Hayır! Hayır, ondan bahsetmiyorum! Yani şey gibi, şey… Subaru-chin yardım çağrısında bulunuyormuş gibi, öyle değil mi? Ama sen yine de bu konuda çok sakinsin, neden!?]
Abel: [――Acı çeken o şeyi sarmalayınca durum kontrol altına alınacak mı sanki? Maalesef gerçekler o kadar elverişli ve lehimize değil.]
Gelin görün ki Medium’un hararetli sözcükleri Abel’in taştan kalbini etkilemeyi başaramıyordu.
Bunun nedeniyse onun soğuk, insanların kalplerinden geçenleri anlayamayan―― yo, insan kalbini önemsiz bulan ama aynı zamanda önceliklerini birbirinden ayırabilen bir adam olmasıydı.
Bu, politikacılar ve liderler gibi zirvede yer alan kişiler için sahip olunması gereken bir nitelikti.
Aynı şey Reislik pozisyonunu üstlenmesi gereken Taritta için de geçerliydi.
Fakat――
Taritta: [Bana kalırsa, ben…]
O ne Abel gibi düşünebiliyor ne de onun kadar kararlı olabiliyordu.
Bırakın bunları, Medium gibi nefret ettiği bir durumu açıkça dile getirmeyi bile başaramıyordu.
Abel: [Şu anda sizinle tartışacak zamanım yok. Artık gitmeliyim. Yorna Mishigure’le konuşmam gerekiyor.]
Medium: […Yorna-chan’la mı? Ama nasıl?]
Sorularına yanıt vermeye daha fazla zaman ayıramayacağını belirten Abel, ilerlemeye yeltendi. Ancak Medium, ilerlemenin zorluğuna anlamlı bir şekilde tanıklık eden bakışlarıyla araya girdi.
Yorna’yla konuşmak adına gideceği noktayı beyan eden Abel, kendisini Büyük Felaketin yarattığı çılgınca yıkımın ön saflarında bulacaktı.
Üstün bireylerin anlık bir kararıyla yaşam ve ölüm arasındaki çizginin çekilebileceği bir savaş alanına adım atacaktı.
Attığı tek bir adımla hayatını tehlikeye sokacağı gün gibi ortadaydı. Açıkçası savaşın seyrini değiştirebilecek herhangi bir adım bile atamayacağı――
Taritta: [――――]
Derken savaşın seyrini değiştirebilecek o adımı düşünen Taritta’nın tüm bedeni kaskatı kesildi.
Belki de bu, yalnızca Taritta’ya mahsus bir seçenekti. Yalnızca o, ölümün korkunç habercisi olan Büyük Felaketi bastırma imkanına sahipti.
Büyük Felaketi sonlandırma amacıyla kendisine verilmiş olan buyruktan haberdar olan tek kişi Taritta’yken――
Medium: [――Ben de ön saflara geçeceğim.]
#Tekrar merhaba arkadaşlar. Bana aydınlanma yaşatan bir bölüm oldu. Subaru’nun o tanıdık boşlukta birilerine elini uzatıp kurtulmaya çalıştığını okuyunca bunu mecazi bir şey olarak düşünmüştüm. Ama Abel’in sözleri olayı aydınlığa kavuşturdu. Subaru her kimden medet umuyorsa gölgelerin uzandığı kişi o oluyormuş. Bakalım bu bilgi işlerine yarayacak mı, Medium gerçekten o küçücük haliyle bu riske girecek mi, bizleri neler bekleyecek… Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..