Abel: [Ne?]
Böylesine büyük bir kararın dile getirilişiyle birlikte Taritta’nın bedeni ürpermişti.
Taritta’nın yanı başında Medium’un sözlerini işiten Abel’in sesiyse şüphe doluydu. Ve kara gözleri kendini dizginleyen o küçük kızın yüreğinin içini görmek istercesine titreşerek,
Abel: [Senin, aklından neler geçiyor? Her şeyden önce, beni dinliyor muydun yahu? Benim harekete geçmemin tek dayanağı o şeyin bana düşkün olmadığına inanmam. Ama sen oraya gidecek olursan…]
Medium: [Farkındayım! O yüzden seninle gelmiyorum! Louis-chan ve Yorna-chan’ın savaştığı yere gidiyorum! Subaru-chin’in beni bulmasını istiyorum.]
Abel: [――――]
Medium: [Eğer Abel’in tahminleri doğruysa Subaru-chin bana ulaşacaktır, haksız mıyım? Bu durumda Louis-chan ve diğerlerinin başındaki sıkıntı biraz olsun azalacaktır, öyle değil mi? Belki de bu sayede Abel-chin de hedef olmaktan kurtulur.]
Abel: [Benim hedef olma ihtimalim çok düşük zaten.]
Medium: [Belki daha da düşer işte! Haksız mıyım!?]
Kararlılıkla öne çıkan Medium, teklifini bu sözlerle vurguladı.
Ve bir an için Abel’in bu teklifi içtenlikle değerlendirdiği anlaşıldı. Söylediği üzere Büyük Felaket Subaru’nun iradesini yansıtıyorsa Medium’un hedef olma ihtimali bir hayli yüksekti.
Bununla birlikte bedeni hala ufak ve hareketleri hala kısıtlı olan Medium bir endişe kaynağı olmayı sürdürüyordu.
Yani Büyük Felaketin dikkatini çekme rolünü üstlense bile rolünün gereğini kayda değer bir şekilde yerine getiremeden gölgeler tarafından yutulma ihtimali yüksekti. Bu durumda da etrafındakilerin aklı karman çorman olurdu.
Taritta haricinde herhangi birinin Medium’u gözünü kırpmadan tolere edebileceğini sanmıyordu.
Enerjik, hayat dolu, kimselerden korkusu olmayan biri olan Medium, Taritta’nın favori yoldaşları arasındaydı. Onu kaybettikleri takdirde abisi Flop’un yüzüne asla bakamazdı.
――Gerçi şu haliyle herhangi birinin yüzüne bakabilir miydi onu da bilemiyordu.
Abel: [Reddedildi.]
Medium: [Abel-chin!]
Abel: [Bir an için düşündüm ama şu haldeyken yem olarak rolünün gereğini yerine getiremezsin. Ölümünün etrafındakilerde doğuracağı etkiyse daha büyük bir endişe kaynağı olur. Böyle bir kumar oynayamam.]
Donakalan Taritta’nın yanı başındaki Abel, onunla aynı endişeleri taşıyarak bu sözlerle Medium’un teklifini reddetti.
Ancak öfke içerisinde dişlerini gıcırdatan Medium’un gözlerinde memnuniyetten eser yoktu. Bu noktada Abel’in fikrini hiçe sayıp savaş alanına atılma ve Büyük Felakete seslenme ihtimali bir hayli yüksekti.
İşte bu tehlikeli durumun ortasında――
???: [――Öyleyse ben Küçük Hanım Medium’u korurum. Bu durumda herhangi bir şikayetin olmaz herhalde?]
Molozların üzerinde ilerleyerek beliren bir figür, bu sözlerle araya girdi.
Ve her biri kendi dünyalarına dalmış olan üç kişinin de kafaları o tanıdık sesin sahibine çevrildi.
Kalın sağ kolundan Mavi Ejder Kılıcı sarkan ve çirkin bir paçavrayla yüzünü örtmüş olan bu şahıs, şüpheli bir görünüme sahipti. Evet, her ne kadar o güne dek bilhassa güçlü biri izlenimi vermemiş olsa da o noktada, o saniyede gözlerini üzerinde tutmayı neredeyse imkansız kılacak denli güçlü bir mücadele ruhuyla dolup taşan o şahıs―― Al’dı.
Medium: [Al-chin! Büyümüşsün… ve normale dönmüşsün!?]
Al: [Aynen, dönüş yolunda ihtiyara rastladım. Hana gidip miğferimi alacak zamanım yoktu, o yüzden bu baştan savma görünüşümü bir müddet göz ardı etmeniz gerekecek.]
Medium: [Yok canım, çok havalı bence! Ama İhtiyar ortalıktaysa…]
Yüzüne kumaş parçaları dolamış olan Al, asıl haline dönmüştü. Heyecanla etrafına bakınmasına yol açan sözleriyse Medium’un sesinin daha bir neşeli çıkmasına yol açmıştı.
Doğal olarak kendisi de aynı durumda olan Medium, normal haline dönmeyi iple çekiyordu.
Ancak Al, bu durum karşısında “Üzgünüm” diyerek,
Al: [Maalesef ihtiyarı peşimde getiremedim. Bu konuda akıllıca davranacağını söyledi.]
Medium: [Umm~, anlıyorum. Mhm, peki! Ama yalnızca Al-chin’in geri dönmüş olması bile beni mutlu etti! Artık deli gibi korkmaya bir son verdin mi?]
Al: [Korkmak ömrüm boyunca son vermeyeceğim bir şey.]
Hayalleri suya düşen Medium, başı öne eğik halinden hızla sıyrıldı. Onun sözlerini işiten Al ise sesini alçalttı ve kafasını salladı.
Sesi gizlenmesi mümkün olmayan bir korku ve gerginlikle doluydu. Büyük Felaketin karşısında kim olsa içgüdüsel olarak korkardı. Ve hiç kimse bu korkuyu küçümseyemezdi.
Al ise gerçek bir korku besliyordu. Ancak böylesi bir korkuya teslim olmayarak,
Al: [Ne olursa olsun bunu yapmaya mecburum… Hadi gel bakalım, kaçınılmaz kader.]
Medium: [Al-chin…]
Al bir anda Mavi Ejder Kılıcını kafasının üzerinde tangırdatırken Medium, onun bu kararlılığından etkilenmiş bir ifadeye büründü.
Derken konuşmalarını bölen hafif bir homurtu işitildi.
Abel: [Tir tir titreyen, bir köşeye sinen rezilin teki için fazla büyük laflar ediyorsun. Olbart Dunkelkenn’de insanlara ilham verme kabiliyeti olmaması lazımdı.]
Al: [Evet, haklısın. O ihtiyar yalnızca tepemi attıracak şeyler söyledi. Beni ayağa kaldıran o boktan herif değildi.]
Abel: [Neydi öyleyse? Kılını kıpırdatamaz hale geldikten sonra gelecek planlarıma dahil olabileceğine beni nasıl ikna edeceksin?]
Al: [――――]
Abel, Medium tarafından kıyafetinin ucundan tutulur halde Al’a bu soruları yöneltti.
Oni maskesini delip geçen soğuk gözleri hala elde edilmesi gereken galibiyeti düşünüyor olsa gerekti. Peki bu durumda Al nasıl olacaktı da Abel’i safına katılması için ikna edecekti?
Bakışları yön değiştiren Taritta nefes almakta zorlanıyor, Al’ın Abel’i nasıl ikna edeceğini hiç bilemiyordu.
İşte böylece Taritta, Abel ve son olarak da Medium’un dikkatli bakışlarının hedefi olan Al――
Al: [Üzgünüm ama seni ikna etmek için nefesimi tüketmeyeceğim, Abel-chan.]
Abel: [Ho.]
Al: [Benim hizmet ettiğim tek kişi seksi-şirin Prenses. Size eşlik etmemin tek sebebiyse kardeşime biraz olsun destek verebilmek… Dolayısıyla yapacağım şey de bu. Benim hamlelerimi denklemlerine nasıl ekleyeceğin sana kalmış, Abel-chan.]
Meydan okuyucu bir tavırla böyle söyleyen Al, Mavi Ejder Kılıcını omzuna attı. Bu sert ve bariz beyanıysa Abel’in oni maskesiyle örtülü yüzünün hafiften gerilmesine yol açtı.
Ancak aldığı yanıt düşünceleriyle örtüşmese bile ne Al’ı püskürtecek güce sahipti ne de aralarında onu yerinde tutacak kadar kıymetli bir ilişki vardı. Yani durum tam da Al’ın tahmin ettiği gibiydi.
Abel her halükarda Al’ın varlığı varsayımıyla bir plan yapmak durumunda kalacaktı.
Abel: [Aklın başına geldiyse geri dönen şey yalnızca can sıkıcı bir soytarı demektir. O şeye nasıl karşı koymayı planlıyorsun peki?]
Al: [Ticaret sırrı. ――Neyse, senin ölmene izin vermeyeceğim, Küçük Hanım Medium. Ve endişelenme, seni de koruyacağım, Abel-chan.]
Medium: [Al-chin…]
Büyük Felaketin yıkımı gözlerinin önünde süregelirken Al’dan gelen bu yanıt fazlasıyla güven vericiydi.
Bu sözlerin Medium’un gözlerinin faltaşı gibi açılmasına yol açma sebebiyse Abel’in “utanç kaynağı” olarak tasvir ettiği halinden sıyrılmış olan Al’ın onurluluk timsali halini almış olmasının doğurduğu şaşkınlıktı.
İşte bu şaşkınlığın ardından şevkle kafasını sallayarak,
Medium: [Al-chin’le birlikte elimden gelenin en iyisini yapacağım! Abel-chin, bu sana uyar mı?]
Abel: [―― Siz ikinizin varlığı başından beri planımın bir parçası değildi.]
Medium: [Çok teşekkürler. Mücadele gücüne sahip olanlar arasında yer almadığımız gerçeği, özel muamele görüyormuşuz gibi hissettiriyor.]
Abel’in yanıtı karşısında omuz silken Medium, bir adım öne çıkan Al’ın yanındaki yerini aldı. Böylece avcu nihayet Abel'in kıyafetinin kolundan ayrıldı.
Hafif bir soluk eşliğinde boşta kalan kolunu sallayan Abel ise Büyük Felakete döndü.
Ve sonra da――
Abel: [――Taritta.]
Taritta: [Ah…]
Abel: [Beni sırtımdan vurmayı yeğlersen, olsun varsın. Ama şunu da aklından çıkartma. ――Er ya da geç sana verilen buyruğu bizzat yerine getirip getirmemeyi seçmek zorunda kalacaksın.]
Taritta’ya bakmaktansa sırtı dönük halde bu sözleri ardında bırakan Abel’in ayakları savaş alanına doğru ilerlemeye başladı.
Aynı yöne bakmakta olan Medium ve Al ikilisi de onun hücumuna eşlik ediyormuş gibi görünüyordu.
Taritta: [――Hk.]
Bu durumda ne geri ne ileri gidebilen tek kişi Taritta’ydı. Tek yapabildiği o üç kişinin arkasından bakmaktı.
Abel’in az önceki sözleri bir hatırlatıcı misali zihninde yankılanıp duruyordu. Abel’i yayından çektiği okla sırtından vurmak hiç de zor olmazdı.
Ama gözünü dahi kırpmadan o zor olmayan şeyi yapabilecek olsaydı bu denli endişelenmezdi.
Taritta: [Buyruğu yerine getirecek miyim, getirmeyecek miyim… Ben… Ben…]
Dudaklarını kuvvetlice ısıran Taritta, yavaşça yükselen vücut ısısını bastırmaya çalışarak başını öne eğdi.
Ne avcunda tuttuğu okla hedef alacak kararlılığa ne de yüreğinde kök salan düşünceleri dile getirme cesaretine sahip olabiliyordu.
Yalnızca süregelen şiddetli sarsıntılar ve gümbürtülerin hüküm sürdüğü yıkık dökük İblis Şehrinin zeminine bakabiliyordu.
――Tıpkı yıldızların dalga konusu olup sürüklendiği o gün olduğu gibi.
△▼△▼△▼△
Kendisine sokulan zifiri karanlığa karşı gardını alan Yorna’nın kalbini şiddetli bir fırtına kasıp kavurmaktaydı.
Yorna: [――――]
Kiserusunu savurdukça yayılan mor dumanlar Büyük Felaketin saldırısını dumanlayan ve genişlemesine mani olan bir bariyer görevi görüyordu.
Büyük Felakete biraz olsun zarar verme umuduyla şehirden parçalar gülle misali fırlatılıyordu.
Kılına dokunduğu anda canını alabilecek olan gölgeler yanaştıkça aynı şeyi tekrar edip duran Yorna, bununla en iyi şekilde baş edebilmek için zihni ve bedeninden bütünüyle faydalanıyor, her şeyini ortaya koyuyordu.
Fakat giderek etkisi azalan bu eylemleri uzun süre sürdüremeyecekti.
Yorna: [――Hk, bu cesaretsizlik de nereden çıktı bir anda?]
Kendi kalbinde beliren ürkekliğe itiraz eden Yorna’nın güzelim dudakları kıvrıldı.
Ne kadar etkisiz olursa olsun Abel’in ardında bıraktığı yakıcı sözlere teslim olmaya niyeti yoktu. Bu şehir Yorna’ya aitti ve içerisinde yaşayanlar da onun koruması altındaydı.
Dönecek hiçbir yeri olmayanların son sığınağını da kaybetmeyi göze alamazlardı――
Louis: [Uuaaauuuu!!]
Yorna: [Evlat…!]
Derken muazzam miktarda karanlık kötülük Yorna’yı hedef alarak üzerine çullandı. Ve Yorna bununla baş etme fırsatı bulamadan ufak bir gölge belirip beline doğru atıldı, kaşla göz arasında dünyası ani bir değişim geçirdi.
Bir an için başının döndüğünü, sendelediğini hissetti. Fakat bu şiddetli saldırının hemen ardından birkaç metre ötesindeki zeminin parçalandığını gördüğünde birileri tarafından korunduğunu idrak etti.
Onu oradan çekip alarak koruyan kişi, sarı saçları toplanmış, mavi gözlü bir kızdı―― Louis.
Küçük omuzları şiddetle inip kalkan Louis’in tatlı yüzünün rengi solmuş, kederden irileşen yuvarlak gözleri Büyük Felakete dikilmişti.
Görmeye çalıştığı şey ise Büyük Felaketin kendisi değil, içerisinde barındırdığı kişiydi.
Yorna: [O çocuk için endişeleniyorsun, değil mi?]
Louis: [Uau…!]
Yorna sözlerine kısa bir yanıt bulurken Louis’in bedeni bir kez daha top gibi sekerek Büyük Felakete yöneldi.
Louis, Büyük Felaketin yukarılarında hoplayıp zıplıyordu―― O kımıl kımıl, biçimsiz Büyük Felaketin kafayı andıran bir kısmı olmasa da öyle bir şeye sahip olsaydı burada olurdu dediği noktada zıplayarak – dikkatini kendi üzerine çekiyordu.
Louis’in minyon bedenini hedef alan yüze yakın gölgemsi kol peşi sıra atılıyordu; her birinden kaçınan Louis’in hasarın yayılmasını engellemeye yönelik katkısı ölçülemezdi.
Onun yokluğunda Yorna ve İblis Şehri vatandaşlarının Büyük Felaketi bir başlarına zapt edebileceklerine inanmak zordu. Bu da olup bitenleri iyice tüyler ürpertici kılıyordu.
Kafma: [Hey küçük kız! Bunu kullan!]
Louis: [Au!]
Louis’in ilerleyişine destek çıkan kişiyse her iki kolundan dikenli sarmaşıklar çıkartan Kafma’ydı.
Kayda değer bir bastırma gücüne sahip dikenli sarmaşıkları iskele olarak kullanan Kafma, Louis’in kaçınmaya yönelik manevralarını ustalıkla destekliyordu. Elbette ki geri çekilmekte geciken sarmaşıklar Büyük Felakete yem oluyordu ama Kafma bundan etkileniyormuş gibi görünmüyordu; yüzündeki ciddi ifadeden de anlaşılacağı üzere sessiz ama ustaca bir performansla aktif bir rol oynamaya devam ediyordu.
Mücadelelerini veren Louis, Kafma ve Yorna’nın ardındaki İblis Şehri vatandaşları da daha küçük çapta olsa da Büyük Felakete karşı bir direniş sergilemeyi sürdürüyordu. Yorna’nın Ruh Evliliği Tekniğinin etkisi altında tek gözleri alevlenenlerin güçleri artış gösteriyordu.
Bununla birlikte güçlerinin ne denli artacağı ve sınırlarının ne olacağına dair bireysel farklılıklar söz konusuydu.
Ayrıca Yorna'nın Ruh Evliliği Tekniği güçsüz olanları kayırma eğilimine sahipti.
Güçlünün daha güçlü olanla yüzleşmesini değil, güçsüzün güçlüyle yüzleşmesini sağlayan bir araçtı.
Yani kişinin ruhunun niteliğindeki bir farklılıktan fazlası değildi, Yorna’nın herhangi bir şekilde etkileyemeyeceği bir şeydi.
Dolayısıyla――
Yorna: [――Her şeye rağmen yalnızca birkaç dakika geçti.]
Evet, onlara inanılmaz uzun bir süreymiş gibi gelse de Büyük Felaketin Kırmızı Lapis Kaleyi sarmalayıp Yorna ve diğerlerini var güçleriyle savaşmaya zorlamasından bu yana yalnızca birkaç dakika geçmişti.
Buna rağmen Yorna ve grubundaki yıpranma azımsanacak düzeyde değildi.
Yaşadıkları şey, tam da ölümcül bir yara almaktan ödünüzün koptuğu bir yerden vurulmak gibiydi.
Muhtemelen gerçek bir savaşçı olarak kabul görenlerle yalnızca güç bahşedilmiş bir kadın olan Yorna Mishigure arasındaki fark buydu.
Gerçek bir savaşçı olsaydı onu tamamen silip tüketebilecek, galibiyeti alabilecek olan Büyük Felakete en ufak bir sağduyu göstermeden meydan okurdu fakat o, kendisini böyle bir varoluşla kutsanmış biri gibi görmüyordu.
Bu öz farkındalık da Yorna Mishigure adlı İblis Şehri liderinin güçlü bir noktasıydı.
Ve bu sebeple――
???: [Hiyahhh――!!]
Derken kuvvetli bir saldırı nidasıyla birlikte büyük zorluklar çekecekmiş izlenimi veren taze bir savaşçı, savaş alanına giriş yaptı.
Elinde bir satır tutan minyon kızın belirip hücuma geçişi öylesine hızlıydı ki “fırlamak” sözcüğü uygun bir tanımlayıcı görevi görebilirdi.
Evet, o küçük kızın uzun örgüleri havada dans ederek fırlayışı ve bu esnada canlılığından hiç ödün vermeyişi Yorna da dahil olmak üzere savaş alanındaki herkesi afallatmıştı.
E herhalde yani. Savaş alanına tek bir kızın girmesi neyi değiştirecekti ki? Tek gördükleri, bir cesaret örneği gösteren ve cesareti sonunu getirecek olan küçük bir kızdı.
Üstelik bir anda beliren tek tuhaf şahıs o da değildi.
???: [Gidelim, Küçük Hanım Medium! Gururla savaşalım hadi!]
Mavi Ejder Kılıcını sırtlanmış maskeli bir adam da küçük kızın ardından bağırarak savaş alanına iniş yapmıştı.
#Eveet, böylece Al ve Medium ikilisi de yerlerini aldı. Bu mücadele daha ne kadar sürecek ve nasıl sonuçlanacak çok merak ediyorum. Tüm bu yaşananlardan sonra Subaru’yu neler bekleyeceğiyse ayrı bir merak konusu. Yine çilelerle ve zorluklarla dolu bir cilt okuyoruz çok şükür. Hadi günün son bölümünde tekrar görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..