Gelen kişi önceki gün kale kulesini ulak olarak ziyaret edenlerden biriydi ama bu defa yüzü bir miğferle değil kumaştan bir maskeyle örtülmüştü ve Mavi Ejder Kılıcını tutma şekli bir tuhaftı.
Her nedense böylesine tehlikeli bir durumda koştururken Mavi Ejder Kılıcını boynuna fazlasıyla yaklaştırmıştı.
Tek bir hatasında kendi kellesini alması işten bile değildi.
Öyle ya da böyle, yalnızca şaşkınlık uyandıran bu ikilinin gelişi savaş alanındaki atmosferi dondurmuştu.
Ancak bu donukluk yalnızca bu meydan muharebesinin bilincinde olanları etkilemekteydi. ――İradeden yoksun görünen Büyük Felaket ise gelen destek nedeniyle şaşırmamıştı.
Her şeye rağmen, belki de sinir bozukluğu olarak algılanabilecek bir hissiyatla ve acil bir durummuşçasına gölgelerinin çoğunu Yorna veya Louis’tense alana fırlamış olan kıza yöneltmişti.
Onların korunması gerekiyordu; Yorna bu düşünceyle aniden hareketlense de――
Al: [Sağa! İskeleye çık ve atla! Ayaklarının uçlarını molozlara yerleştir ve doğruca yukarı fırla!]
Medium: [Urya!]
Maskeli adamın ağzından çıkan bağırışla birlikte kız, hevesli bir ses eşliğinde tam zamanında harekete geçti.
Kendisine söyleneni yaparak sağa doğru zıpladı, bir moloz parçasına bastı ve yukarı atıldı. Ayağı önündeki moloza değdiği anda da iyice yükselebilmek için parmaklarının gücünden faydalandı.
Buna karşılık olarak gölgeler kızın uzaklaştığı noktayı okşadı, kazıdı ve çevreledi.
Kızsa bundan ucu ucuna kaçınarak zarar görmemeyi başardı.
Yorna: [Bu…]
Bu, Yorna’nın geçen gün kulede tanık olduğu manzaranın tıpatıp aynısıydı; yani ulakların kendisinin teklif ettiği şeyi kabul edip İmparatorun―― ya da daha doğrusu İmparator kılıklı adamın ve emrindeki grubun hedefi olup saldırıya uğradığı sırada yaşananların.
O günkü maskeli adam, müttefiklerini Kafma’nın sarmaşıkları ve Olbart’ın saldırılarına karşı önleyici tedbirler almaları için yönlendirerek krizden kaçmıştı. Ve gözüne, bunun haricinde özel bir yeteneği yokmuş gibi görünmüştü.
Peki yalnızca muazzam iyi sezgilere mi sahipti, bundan öte bir sebep yok muydu?
İkinci ihtimali daha yakın bulsa da bunu tam olarak neye dayandıracağını bilememişti.
Gelin görün ki işler değişmişti.
Medium: [Al-chin! Şimdi ne yapacağım!?]
Al: [Beni aceleye getirme, sinirlerim yeterince gergin! Hey, dövmeli arkadaş, bir el atsana! Sana yapman gereken şeyi söyleyeceğim! O şeyin hareketlerine mani olmalısın!]
Kafma: [Reddediyorum! Neden senin kadar şüpheli birinin sözünü…]
Al: [Yukarıda! Sarmaşıklarını etraflıca yay!]
Kafma: [Ne!?]
Küçük kızın seslendiği maskeli adamın―― yani onun deyişiyle Al’ın şimdiki muhatabı Kafma’ydı.
Doğal olarak Kafma karşı tarafın komutuna uymak konusunda gönülsüzdü, neticede yetkin olup olmadığı muammaydı. Fakat kapkara gölgelerin Al’ın feryatlarıyla uyum içerisinde kabarışı, didişmeye ayıracak vakitleri olmadığını kanıtlıyordu.
Kollarından dikenli sarmaşıklar yayan Kafma aceleyle eğilerek ellerini kafasının üzerine kaldırdı ve o koca gölge dalgası sarmaşık hattında akarcasına ilerleyerek rota değiştirdi.
Elbette ki dikenli sarmaşıkların her şeyi tüketen o gölgelere tam anlamıyla direnmesi mümkün değildi fakat Kafma, kazandığı o tek saniyeyle canını kurtarmıştı.
Yaratılan boşluktan faydalanarak bu zorluktan kaçmayı başaran Kafma, gözlerini Al’a dikerek, “Sen…!”,
Kafma: [Büyük Felaketin hareketlerini mi öngörebiliyorsun?]
Al: [Birazcık bağlantımız var. Artık söyleyeceklerimi dinlemeye hazır mısın peki?]
Kafma: [―― Hasarı azaltmak uğruna kaçınılmaz. Fakat düşüncesizce sözlere tolerans göstermem!]
Al: [Düşündüğümden çok daha uyumlu çıktın, teşekkürler.]
Kafma alenen üstünlüğünü kabullenirken Al, alaycı bir şekilde sırıtarak bir adım öne çıktı.
Sonra da Mavi Ejder Kılıcı hala boynuna yaslı halde küçük kıza ve Kafma’ya yeni talimatlar vererek Büyük Felaket karşısındaki ön safın komutasını eline almaya başladı.
Bu mücadelenin yanı başında ise――
???: [――Yorna Mishigure.]
Yorna: [Sen…]
Al ve küçük kızın teşkil ettiği beklenmedik mücadele gücüne katılmayı planlayan Yorna, dikkatini molozların üzerinden kendisine doğru ilerleyen oni maskesine ―― Abel’e verdi.
Ayrılıklarının üzerinden bir iki dakika geçmiş olsa da o, bu kadar kısa sürede fikir değiştirecek kadar dostane mizaçlı biri değildi.
Her şeyden önce Yorna’yla aralarında sırf üzerinden zaman geçti diye kolaylıkla çözülemeyecek cinsten bir anlaşmazlık vardı. Arka planda böyle bir kargaşa yatıyordu.
İşte Yorna’nın bu düşüncelerini desteklercesine――
Abel: [İblis Şehrini terk etmek; bu öneriyi değerlendirecek kadar sakinleştin mi?]
Abel, Yorna’nın reddetmiş olduğu teklifi bir kez daha kabaca ve gamsızca dile getirdi.
Elbette ki “sakinleşmek”, mücadele ruhuyla uyanmış bir zihne yakışmayan bir sözcüktü. Mevcut durum ve aradaki ilişki değişmedikçe Yorna’nın yanıtı da değişmeyecekti.
Tartışmanın anlamsız olduğuna hükmeden Yorna, soğukkanlı İmparatora sırtını döndü.
Abel: [Buranın gidecek hiçbir yeri, kalacak hiçbir yeri olmayanların son yuvası olduğunu belirtmiştin.]
Yorna: [――――]
Abel: [Bunun anlamsız bir duygusallık olduğu şeklindeki fikrim baki. Ama müsaadenle hatanı düzelteceğim.]
Yorna: [Hatamı, mı?]
Bu affı olmayan argümanı işiten Yorna’nın savaş alanına dönme teşebbüsü yarıda kaldı.
Yorna’nın Kaos Alevi İblis Şehri konusunda yanılıyor olması saçmalığın daniskasıydı. Burası Yorna’nın şehriydi. Tüm vatandaşları da Yorna’nın biricik evlatlarıydı.
Yorna’nın onlara karşı bir yanılgısının, yanlış bir fikrinin olma ihtimali――
Yorna: [Tam olarak ne konuda yanılıyormuşum acaba?]
Abel: [O ağlakların tutunduğu, bel bağladığı şey bu şehir değil. Sensin.]
Yorna: [――――]
Abel: [İblis Şehri esasen ıssız bir araziye inşa edilen, savaşın artıklarından oluşan bir şehir. Kırmızı Lapis Kale ise bir sembol olarak dikildi fakat asıl sembol her daim onun hisarıydı. Yani, sen.]
Diyen Abel’in gözleri bir kez daha Yorna’ya dikildi.
Kulak zarlarında bu sözlerin ardındaki gücü ve taşıdıkları asıl anlamı algılayan Yorna’nınsa yanakları kaskatı kesildi.
Mantığını anlayabiliyordu. Ama bunlar yalnızca laftaydı.
Yorna İblis Şehri vatandaşlarının ruhani dayanağı olsa da yağmur yağdığında başlarını sokacak bir yere, karınları acıktığında yiyecek bir şeye ihtiyaç duydukları gerçeği değişmiyordu.
Yorna, bir şehrin sağlayacağı şeyleri bir başına sağlayamazdı.
Yorna: [Yoksa bu çocukların ben yanlarında olduğum müddetçe yağmurda ıslanmak ya da aç kalmak gibi iğrenç şeylere katlanacaklarını söyleyeceğine mi inanıyorsun?]
Abel: [――Aynen öyle!]
Yorna: [Eh…]
Abel: [Kanatlarının altındaki herkesi süt kuzusu mu sanıyorsun sen? Beslenmeyi bekleyen, rahatlatılmak için sızlanıp duran birer bebek mi onlar? ――Şahsen ben öyle düşünmüyorum.]
Abel’in bu yanıtı verirken takındığı tavır, Yorna’nın sessizce yutkunmasına yol açtı.
Hemen sonrasındaysa arkalarında şiddetli bir patlama sesi işitildi, Büyük Felaket girdabına kapılan moloz parçaları Yorna ve Abel’e doğru havalandı. Ve parçalardan biri kılını dahi kımıldatmayan Abel’in yanı başına inerken ince bedeninde yarattığı etkiyle suratındaki oni maskesi parçalandı.
Yorna: [――Hk.]
Solgun yüzü açığa çıkar, bir kıymıkla hafifçe kesilmiş alnından kanlar akarken simasında en ufak bir değişiklik olmadı. O yakışıklı adam, yanına düşmüş olan oni maskesini yerden alarak avcunda sıktı.
Ve gerçek yüzüne bürünen Abel―― Yo, Vincent Vollachia, gözlerini Yorna’ya dikti.
Abel: [İnsanoğlu aptaldır. Canları yanmadıkça karşı koymak akıllarına gelmez, düşmanları olmadıkça silahlanmazlar bile. Bir felaket yaşanmadıkça nasıl birlik olunacağını bilmezler ve ölümden öylesine korkarlar ki sürekli gözlerini kaçırırlar.]
Yorna: [――――]
Abel: [Ve tüm bunlara rağmen, insanı insan yapan bu zayıflık ve aptallıktır. İmparatorluk halkına askeri güçle hükmediyor, İblis Şehrindeyse senin yaşam tarzın bölge sakinlerine rehberlik ediyor. Sonuç olarak…]
Sözlerini bu noktada sonlandıran Abel, bakışlarını başka bir yöne çevirdi. Bakışlarının çekildiği yer, gözlerinde Yorna’nın sevgisi alevlenen insanlardı; yani Büyük Felakete karşı koyan vatandaşlar.
Her biri bu şehri korumak için kararlılıkla, cesurca savaşmaya devam ediyordu.
Yo――
Abel: [Onlar senin için açlığa da yağmura da direnirler. Ve güneşin yeniden doğacağı, karınlarının yeniden doyacağı güne dek seninle olmayı seçerler!]
İşte bu yüzden――
Abel: [İblis Şehrini terk et. Onlar da seninle gelecek. Onların dönebileceği tek yer, sensin.]
Yorna: [――Ah.]
Abel: [Yoksa bunu yapamayacağın düşüncesiyle mi üzülüyorsun? Senin arzuların o çilekeşlerinkilerle örtüşmüyor mu?]
Bu sözleri dile getiren Abel, koluyla alnındaki kanı silerek oni maskesini bir kez daha yüzüne geçirdi.
Fakat ifadesi bilişsel sapma ile gizlense de telaffuz etmiş olduğu sözcükler Yorna’nın kalbinin derinliklerine nüfuz ederek hiç çıkmayacak bir dikene dönüştü.
Yorna, kendisine teslim edilen mektubu okuduğu anda Abel’in arzuladığı şeyi bildiğini anlamıştı.
Fakat bunun ortaya çıkması ve bu noktada referans olarak kullanılması merhametten fazlasıyla yoksundu. Ki merhametten yoksun olmak da bu neslin Vollachia İmparatorundan beklenen bir özellikti.
İşte bu nedenle tüm önlemlerin alınması gerekliliği――
Yorna: [Biz İblis Şehrinden ayrılır ve Büyük Felaketten kaçarsak sen ne yapacaksın peki? O şey bu şehri yiyip bitiriyor olabilir ama burayla sınırlı kalmama ihtimali de var!]
Abel: [Oyunun sonuna yaklaşmışken beni sınamaya mı kalkıyorsun? Neden bahsettiğimi gayet iyi biliyorsun.]
İblis Şehrini terk etmek ve Büyük Felaketin canının istediğini yapmasına müsaade etmek, bu sözcüklerin ardında yatan gerçek anlam neydi?
Abel, Yorna’nın sorusunu asık bir suratla, çenesini yatırarak yanıtlamıştı. Bu hareketiyle işaret ettiği yer ise Büyük Felaketin kendisi―― ya da daha doğrusu yıkımına maruz kalan alandı.
Başka bir deyişle, Büyük Felaketin piyasaya çıktığı yer olan Kırmızı Lapis Kale bölgesi――
Abel: [O şey Kaleyi yuttuğunda yaptığın şeyi yap, ama bu defa İblis Şehriyle. ――Kaleyi yutmak o şeyi patlatmaya yetmese de biricik İblis Şehrin işleri tamamen değiştirecektir!]
△▼△▼△▼△
???: [――――]
Rüzgar kıyafetinin eteklerini uçuşturuyor, delici kara gözleri şehre yıkım getiren Büyük Felaketi izliyordu.
Yorna’nın Kafma, şehir sakinleri ve beklenmedik diğer askeri güçlerin katkısıyla hasarın yayılışını mümkün olduğunca azaltma mücadelesi bir miktar etki ediyordu.
Fakat bu etki pek uzun sürmeyecekti.
Büyük Felaketin karanlığı olan o tehdit, inkar edilemez ölçüde büyüktü.
Kadim zamanlarda bu tür olaylara tanık olan ve kendilerini dünyanın sonuna teslim ederek korkularını hayatta kalanlara aktarmak adına artlarında efsaneler bırakanlar var olmuş olabilirdi.
Bu örneklerin en ekstremi Kıskançlık Cadısıydı. Ve Büyük Felaket de ona çok benzer bir örnekti.
Fakat――
???: [――İmparatorluğu yok edecek olan Büyük Felaket, farklı türden bir facia mı?]
???: [Öyle, öyle. Oh yooo~, bu sorun yaratabilir ama, değil mi? Bunun öngörülmemiş olduğunu düşündükçe yerimi unutup yıldızlara bizzat sitem edesim geliyor.]
Kollarını önünde kavuşturan ve bir tepede hareketsizce duran adam―― Vincent. Ve çömelmiş halde onunla aynı manzarayı seyreden mavi cüppeli Yıldız Gözlemcisi.
Yolculukları boyunca onları uyarmak için tek kelime etmeyen adam, her türlü suçlamadan kaçmak istercesine Büyük Felaket karşısında “Her~ halükarda~ bu~, benim sorumluluğumda değil” demişti.
Bununla birlikte Yıldız Gözlemcisinin nadir erdemlerinden biri, gördükleri konusunda yalan söylememesiydi.
Yani bir Yıldız Gözlemcisi olarak bu denli cesur olduğuna göre karşılarındaki felaket ile Yıldız Gözlemcisi tarafından öngörülen İmparatorluğun yıkımı farklı problemler olsa gerekti.
Başka bir deyişle――
???: [Oh, geliyorum, geliyorum. Tanrım, amma da koşturdum.]
Ubilk: [Amanın, İhtiyar Olbart’a bakın.]
Düşüncelere dalmış halde gözlerini kısmış olan Vincent’ın ardında varlığını algılaması zor bir ihtiyar belirmişti. O ihtiyara―― Olbart’a seslenen ilk kişi Yıldız Gözlemcisi olurken karşılığı “Aye aye” sesi eşliğinde bir kafa sallayışı oldu.
Yanına geçen Olbart’a kaçamak bir bakış atan Vincent ise somurtarak kaşlarını çattı.
Vincent: [Hey, sağ kolunu bir yerlerde mi bıraktın?]
Olbart: [Tam da beklediğim gibi algınız epey sağlam, Ekselansları. Aslına bakarsanız sağ elimi Ekselanslarının göğüs cebine tıkıştırdım… Ehh, hiç değilse öyle yapmış olsaydım komik olurdu. Ama maalesef o koca gölgeye kaptırdım.]
Ubilk: [Anlıyoruuum~. Epey acı verici bir tecrübeymiş gibi görünüyor.]
Olbart: [Aaaynen, acılıydı. Şu yaşımda küçük bi çocuk gibi ağlayıp zırlamama ramak kalmıştı. Utanç verici, utanç verici.]
Diye bağırıp çağıran Olbart, bir yandan da bileğinden aşağısı yitmiş olan sağ kolunu sallayıp duruyordu.
Onun ve Yıldız Gözlemcisinin maskaralıklarını bir kenara bırakan Vincent ise bir kez daha savaş alanını gözlemlemeye dönmüştü.
Büyük Felaket, eski Kırmızı Lapis Kale sahasını kasıp kavuruyordu. Bir de onu hizada tutmak için çırpınan şehir güçleri görünüyordu.
Büyük Felaketi yatıştırmak için gerekli önlemler, Yorna tarafından halihazırda alınıyordu.
Dolayısıyla şimdi yapılması gereken――
Olbart: [Peki Ekselanslarının bu noktada oyalanmasında bi sakınca yok mu sahiden?]
Vincent: [Bir önemi yok ki.]
Olbart’ın kafasını kaldırarak dile getirdiği kelimeler Vincent tarafından sessizce karşılandı.
Yorna’ya planı aktarmak ve onu ikna etmek Abel’e düşen roldü. Vincent ise Vincent’a düşen rolü oynamak zorundaydı.
Dolayısıyla――
Vincent: [Vollachia İmparatoru Vincent Vollachia tarafından atılması gereken adım. ――O adım çoktan atıldı zaten.]
#Bu cilt koca bir satranç oyunu gibi. Karakterlerin attığı her adım planlı, hepsinin bir arzusu var, herkes hep ileriyi düşünüyor. Sadece bizim gariban Subaru aralarında ne yapacağını bilemez halde bocalıyor. Bu cildin sonunda daha da güçlenmiş, akıllanmış biri olacak mı merak ediyorum doğrusu. Neyse, önce önümüzdeki meseleleri çözümleyelim de gerisini sonra düşünürüz.
Bu arada güncele çok az bölüm var diye başlamıştım ama çat çat bölüm geldi, bayağı ilerlediler. Bu rutinle yetişmemiz çok uzun sürecek, daha hızlı ilerlemem de mümkün değil, bu kadar zaman ayırmak bile şu anda bana zor geliyor. Hakkımızda hayırlısı deyip susuyorum. Bugünlük bu kadar, sıradaki bölümlerde görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..