???: [Hey, Taritta. Bir Yıldız Gözlemcisi olmak için seçildim ve yerine getirmem gereken bir buyruk var.]
Taritta’ya bu sırrı açan kişi, bir başka Shudraq ferdi olan Mariuli’ydi.
Tüm Shudraqlar Buddheim Ormanında doğar, yetişir ve hayatları yine orada son bulurdu.
Dolayısıyla yerleşkedeki köylüler bir aile gibiydi ve Mariuli de bunun bir istisnası değildi.
Bununla birlikte Mariuli, Taritta’nın yakın dostuydu ve onun için özeldi. Sebepse aynı gün doğmaları, yani doğum feryatlarını birlikte atmış ruh ikizleri olmalarıydı.
――Bir Shudraq inancına göre aynı gün doğan çocukların ruhları birbirine bağlanırdı.
Bu bağ da kişinin annesi ve kız kardeşleriyle arasındaki bağdan bile güçlü olur, kişi ruh ikizine kendisinin diğer yarısıymış gibi yaklaşırdı.
Ruh ikizlerinin derin ve sarsılmaz bir bağla bağlı olması kadim bir Shudraq geleneğiydi; benzer şekilde Kuna ve Holly de aynı günde doğmuş ruh ikizleriydi.
İkili arasındaki ilişki düşünüldüğünde aralarında kan bağından öte bir bağın var olduğu rahatlıkla anlaşılabiliyordu.
Siyah saçlarının ucu pembeye boyanmış Mariuali isimli güzeller güzeli Shudraq da Taritta’nın ruh ikiziydi.
Kibar ve sakin mizaçlı olan bu kızın gergin ve utangaç mizaçlı Taritta’yla kimyası tutuyordu.
Taritta, ruh ikizine kız kardeşi konusunda sıklıkla danışıyordu. Ondan gerginliklerini ve er ya da geç kabilenin Reisliğini devralacak olan ablasına destek olma konusundaki özgüvensizliğini dinlemesini istiyordu.
İçindeki ikilemleri de utanç verici güvensizliklerini de Mariuli’ye kolaylıkla açabiliyordu.
Dolayısıyla Mariuli ona kendisiyle paylaşacağı bir sırrı olduğunu söylediğinde benden tavsiye isteniyor düşüncesiyle mutlu olmuş, kendini bu güvenin karşılığını vermeye mecbur hissetmişti.
Ve sonra da Mariuli o cümleyi kurmuştu.
――Bir Yıldız Gözlemcisi olmak için seçilmiş, ona yerine getirmesi gereken bir buyruk bahşedilmişti.
Mariuli: [Buyrukları yerine getirmek Yıldız Gözlemcilerinin oynadığı önemli bir rol. Ve büyük bir onur, Taritta.]
Taritta: [Şey, anlamıyorum… Gökyüzü sana ne anlatıyor ki, Mariuli?]
Mariuli: [Gökyüzü değil, Taritta. Bize bir şeyler anlatanlar yıldızlar. Bize oynayacağımız roller verenler yıldızlar. Hem de çok ama çok önemli bir rol… Aslına bakarsan hiç kimseye söylemeyecektim, ama…]
Taritta: [――――]
Mariuli: [Sen, benim ruh ikizimsin.]
Mariuli’nin gülümseyişini ve kendisine olan güvenini gören Taritta bir şey söyleyememişti.
Ortada Mariuli’nin, yani ruh ikizinin güven duyarak yalnızca Taritta’ya bahsettiği bir mesele vardı. Bundan herhangi birine bahsetme düşüncesiyse Taritta’nın aklının ucundan dahi geçmezdi.
Ayrıca bu mesele ona kolaylıkla unutulabilecek gelip geçici bir sanrı gibi gelmişti.
Evet, sahiden de ciddiye almayı gerektirmeyen gelip geçici bir sanrıydı. Taritta işte bu inançla Mariuli’nin bahsettiği meseleyi göz ardı etmişti.
Fakat zamanla değişiklikler yaşanmaya başlamış, yavaş ama emin adımlarla anomaliler kendini göstermişti.
Derken bir gün…
Taritta ve Mizelda avdan döndüğünde köydeki çocuklarla ilgilenmekte olan Mariuli’nin dudaklarından yabancı bir şarkı dökülmüştü. ――Ki bu da tuhaftı.
Shudraq Halkı köy sınırlarında iki ayrı rol üstlenirdi.
İlki avcılıktı. Mizelda, Taritta ve daha nice Shudraq, yerleşkeden ayrılıp avlanmayı görev belleyen bu gruba aitti.
İkinci grupsa köyde kalıp çocuk yetiştiren, yerleşkeyi koruyan gardiyanlardı.
Mariuli de gardiyanlık rolünü üstlenenlerden biriydi.
Avcılık becerisini oldum olası geliştirememişti; öyle beceriksizdi ki yüz ok çekse yüzü de yanlış hedefe giderdi. Fakat aşçılık ve terzilikte bir harikaydı, ayrıca şarkı söylemek ve çocuklara geçmişe dair hikayeler anlatmak da güçlü yönleri arasındaydı.
Dolayısıyla Mariuli’nin şarkı söylüyor olması şaşırtıcı değildi.
Mariuli harikulade bir şarkıcıydı ve herkes ziyafetlerde bir şarkı söylemesi için ona yalvarırdı.
Öte yandan Taritta gardiyanlık görevlerinin çoğunda başarısızdı, şarkı söylemekte de pek iyi sayılmazdı. Onlar sahiden de bir elmanın iki yarısıydı, ayrı ayrı tek bir insanın üstlenmesi gereken rolleri yerine getirmeleri mümkün olamazdı.
Ama gelin görün ki――
Mizelda: [――Mariuli’nin bu şarkısını daha önce duyduğumu sanmıyorum.]
Taritta: [A-abla…]
Mizelda: [Ama güzel bir şarkıymış. Kulağa hoş geliyor.]
O şarkıyı dinlemeye bir son veren Mizelda, ortadaki anormalliği umursamamıştı.
Aynı şey Kuna ve Holly için de geçerliydi. Onlar da Mariuli’nin onlara yabancı bir şarkı söylediğini fark etmiş ama buna bir anlam yüklemeye çalışmamışlardı.
Yalnızca Taritta, bu şarkının kaynağından çekinip korkmuştu.
Neticede yıldızların kendisine bir buyruk, yerine getirilmesi gereken bir görev bahşettiğini söyleyen kişi Mariuli’ydi.
Bu şarkıyı ona yıldızların öğrettiğini de söylemezdi herhalde――
Mariuli: [Hayır, Taritta. Yanlış anlamışsın. Bu şarkıyı yıldızlardan öğrenmedim, zaten bildiğim bir şarkıydı.]
Taritta: [Bildiğin, bir şarkı mı?]
Mariuli: [Hı hı, bildiğim bir şarkı… Şahsen değil ama, başka bir Yıldız Gözlemcisi aracılığıyla…]
Taritta: [――Hk, ne demek istediğini anlamıyorum!]
Bu Taritta’nın korktuğu yanıt değildi.
Bununla birlikte Mariuli’nin yanıtı bir bağlamda Taritta’nın korkularının da ötesine geçmişti.
Bu Yıldız Gözlemcisi beyanı, ağzından çıkan o uzunca masalı unutmamış olduğunun göstergesiydi. O fantezinin hala süregeldiğinin――Yo, durumun giderek kötüleştiğinin göstergesiydi.
Fakat Taritta’nın Yıldız Gözlemcileriyle ilgili sözlerine hiç anlam veremiyor olması, Mariuli’nin kendisini yapayalnız hissetmesine yol açmıştı.
Onun güvenine ihanet ettiğini hisseden Taritta ise anlaması mümkün olmayan bir şey yüzünden çile çekmeye başlamıştı.
――Akabinde Mariuli’nin Yıldız Gözlemciliğiyle balayı süreci devam etmişti.
Günlerini onlara yabancı bilgiler paylaşarak, yabancı şarkılar söyleyerek, yabancı hikayeler anlatarak ve yabancı bir buyruğu yerine getirerek geçirmeye başlamıştı.
Taritta’nın tanımadığı bir Mariuli’ye dönüşmüştü.
Taritta kendini bildi bileli her şeyini Mariuli’yle paylaşırdı.
Bir karar alırken ondan tavsiye istemediği tek bir gün dahi olmamıştı. Aynı şey Mariuli için de geçerliydi, kızına vereceği ismi bile Taritta’ya danışmıştı.
Fakat Mariuli’nin aklı her daim gökyüzündeydi.
Shudraq Halkından, Taritta’dan ve öz kızından farklı bir şeye öncelik veren Mariuli’nin hayatı giderek buyruğunun boyunduruğuna giriyor, yıldızların tuzağına düşüyordu.
Birileri, yıldız olmayan birileri ona akıl veriyor olmalıydı.
Bundan şüphelenen Taritta, etrafta gözcülük etmeye bile kalkmıştı. Fakat Mariuli, gardiyanlık rolü gereği köyden bir kez olsun ayrılmamıştı. Yani dış dünyadan bilgi almasına imkan yoktu.
Herhalde kulağına sahiden de yıldızlar fısıldıyordu.
Taritta: [Mariuli’yi yanlış yönlendiren siz misiniz?]
Gece göğüne bakan Taritta, ağaçların arasındaki boşluklardan görünen yıldızlara bu soruyu sormuştu.
Fakat Mariuli’yle konuşan yıldızlar, onun ruh ikizi olan Taritta’yla konuşmamıştı.
Ona ne yabancı bir bilgi ne daha önce duyulmamış bir şarkı ne de yerine getirilmesi gereken bir buyruk bahşedilmişti――
Taritta: [――Ruh ikizimi bana geri verin.]
Yayının kirişini tüm gücüyle çeken Taritta, gece göğündeki en parlak yıldızı hedef almıştı.
Kirişi bıraktığı andaysa keskin bir ok, gece göğüne doğru hızla ilerlemişti―― Ve doğal olarak hiçbir şeye temas edemeden amaçsızca yere inmişti.
Yıldızlar, Taritta’nın isyankar ruhunu tanımayı dahi reddediyordu.
Konuşmuyorlardı; bir buyruk bahşetmiyorlardı.
Öyleyse, Mariuli’yi değiştiren şey tam olarak neydi? Buna anlam veremiyordu.
Bu acısını kiminle paylaşsa onu bile bilemiyordu.
O güne dek dile getiremediği tüm endişelerini, tüm acılarını Mariuli’ye açmıştı. Peki Mariuli’nin sebep olduğu endişeleri ve acıları kime açmalıydı?
Ablasının kendisini anlamayacağından emindi. O, güçlü ve soğukkanlı biriydi.
Onun öylece oturup bir şeylere kafa yorması düşünülemezdi. Ayrıca ablasına danışmaktan duyduğu korku, anlaşılmama düşüncesiyle sınırlı değildi.
Mariuli o anki haliyle Shudraq Halkının yaşam tarzına ve öğretilerine aykırıydı.
Peki artık Kabile Reisi olan Mizelda bunu onaylar mıydı? Yoksa tehlikeli fikirleri nedeniyle Mariuli’yi köyden mi sürerdi?
Zamanında kabileden kovulan ve bir daha ormana dönemeyenler olmuştu.
Ve Taritta, Mariuli’yi kaybetmek istemezdi.
O artık ruhlarının bağlandığı kişi olmasa bile...
Dolayısıyla uzun bir süredir acısını kalbinde taşıyordu.
Derken bir gün――
Mariuli: [――Ne yapmalıyım, Taritta? Ben bir Yıldız Gözlemcisiyim ama buna rağmen…]
――Her gece gördüğü kabuslarda yaşanan o olay, gerçek olmuştu.
△▼△▼△▼△
Savaş alanındaki değişimi fark eden her birey, kendi bildiği gibi hareket etmeye başlamıştı.
Bu işin geri dönüşü olmadığı için kimse geride kalmıyor, sinirler gerildiği için herkesin kaşları çatılıyordu.
Büyük Felaket hüküm sürüyor, öfkeli gölgeler dört bir yanı sarıyor, tüketiyor, un ufak ediyor, ölüme güç katıyordu.
Fakat o felakete karşı koymaya ant içen hiç kimse sarsılmıyordu. Bu, ilk engelin üstesinden gelmiş olanların alınlarının teriyle kazanmış olduğu bir ödüldü.
Büyük Felakete meydan okumak için bir koşul vardı.
Savaşçı olmak zorunluydu. ――Yani savaşacak güce sahip olmaları gerekiyordu. Aynı zamanda o şeye karşı koyacak yüreğe de sahip olmaları icap ediyordu.
Bu güçten ya da yürekten yoksun kişiler, bir savaşçı olarak savaş alanına adım atamazdı.
Aksine her ikisine de sahip oldukları sürece Büyük Felakete meydan okumalarının önünde hiçbir engel kalmazdı.
Louis: [Uau!]
Belli belirsiz bir ses çıkartan Louis, dişlerini sıkmış halde gölgenin katliamından kaçınmayı sürdürüyordu.
Kaos Aleviyle herhangi bir bağı veya ilişkisi yoktu, şehrin yıkılıp yıkılmaması onu hiç ilgilendirmiyordu. Şehirden geriye hiçbir şey kalmasa bile umurunda olmazdı.
Genç ve kırılgan görünmesine rağmen Büyük Felaket karşısında tutunabilmek için elinden geleni ardına koymuyordu ama bunun ardında başka bir sebep vardı.
Eğer bu sebep Louis’e gerekli gücü ve yüreği sağlıyorsa, kimsenin onu geride tutmaya hakkı olmazdı.
Ve bu yalnızca Louis’le sınırlı da değildi.
Ufacık bedeniyle barbar kılıcını kuşanmış olan Medium; Mavi Ejder Kılıcını boynuna yaslamış olan Al; bedenindeki “haşaratların” tüm gücünden faydalanan Kafma ve tek gözleri alev almış İblis Şehri vatandaşları. Hepsi de tıpkı Louis gibi Büyük Felaket karşısında geri çekilmemeye kararlıydı.
Ve her birinin İblis Şehrini yok eden Büyük Felakete karşı durmak için kendince bir sebebi vardı.
Bu ilk engeli aşmayı başarmış olanların nazarında Büyük Felaketin davranışları sıradandı ve tüm öfkesine rağmen onunla baş etmek pek de zor sayılmazdı.
――Büyük Felaket canlı değildi. En büyük faktör de buydu.
Büyük Felaket o türden bir facia olmaktan çıkmıştı; bizzat yıkımın kendisi olduğu söylenebilirdi.
Temasa geçtikleri her şeyi parçalayan gölgeler; herhangi bir saldırının başarılı olmasına izin vermeden dalgalanan, kabaran şekilsiz bir figür. ――Evet, hepsi buydu.
Al: [Saldırılarımıza karşılık verecek ya da hareket şeklini değiştirecek bir zekaya sahip değil.]
Enkazları basamak olarak kullanarak savaş alanında koşturan Al, etrafındakilere talimatlar verirken pür dikkat Büyük Felaketi izliyordu.
Bedeninin derinliklerinden sızan paniği ortadan kaldırması mümkün olmasa da durumu kavradıkça ve güç gösterilerini sergiledikçe zihnini bir miktar yatıştırabiliyordu. Düşünmek için bir fırsatı oluyordu.
Büyük Felaketin hareketleri basitçe öngörülebilirdi.
Kendisine yaklaşan her şeyi püskürtüyor ya da içine çekiyordu ve rahat bırakıldığı takdirde daha fazla zarar vermek adına dalgalanacak, etrafında ne var ne yoksa yutacaktı.
Fakat Al’ın da dahil olduğu defansif güçler, Büyük Felaketin daha fazla dallanıp budaklanmasına müsaade etmiyordu.
Saldırıya geçerek ya da kendilerini yem edip gölgeleri amacından saptırarak genişleyişine bir dur diyor, zaman kaybetmesine yol açıyorlardı. Ve aynı şeyi tekrarlayıp duruyorlardı.
Büyük Felaket canlı bir varlık olsaydı şimdiye dersini almış, nasıl tepki vereceğini çözerek savaşın seyrini değiştirmiş olurdu.
Ya da yine savaşın seyrini değiştireceği kesin duygusal hareketlerden ötürü kendinde bir değişikliğe gitmiş olurdu. Ama bu gerçekleşmiyor, dolayısıyla karşısındaki güçler zar zor da olsa ona karşı koyabiliyordu.
Ta ki――
Yorna: [――Herkes geri çekilmeye hazırlansın.]
#Tekrar merhaba arkadaşlar. Nihayet Taritta’nın hikayesini okuyabiliyor ve bir yandan da olay akışından uzaklaşmıyoruz, o yüzden beni mutlu eden bir bölümdeyiz. Epeyce uzun olduğu için bu bölümü dörde böldüm. İlk iki kısmı bugün atacağım, diğer ikisini de bir aksilik çıkmazsa cuma çevirip atarım. Hadi ikinci kısımda görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..