――Kanatlı yaratıkların saldırısından birazcık öncesi…
???: [Ağh, yine batırdım… Bu işte cidden hiç iyi değilim…]
Küçük bir oğlan, pembe, kabarık saçlarla dolu kafasını sallaya sallaya sokaklarda dolaşıyordu.
Şehrin en büyük köşkünde kalan bu oğlan―― Schult, bembeyaz bacaklarını açıkta bırakan bir şort giyiyor, pek de sağlam olmayan ince, narin ellerini açmış halde önüne bakıyordu.
Schult, daha çok genç olmasına rağmen tüm ömrünü tek bir kişinin hizmetinde geçireceğine çoktan karar vermiş durumdaydı.
Yoksul bir köyde doğmuş olan Schult, vergi tahsilatının ağırlığıyla yetersiz bir varlığa indirgenmiş, evinden çıkartılışının ardından yol kenarlarında açlıktan ölmeye mahkum bırakılmıştı. Aç susuz kalıp çamurla beslendiği ve ömrünün son öğününü yemeye çok yaklaştığı andaysa ışıltılı mı ışıltılı, güzel mi güzel bir güneş gelip onu kurtarmıştı――
Tüm dünyayı kavurup yerle bir eden bir yaşam biçimi tarafından kurtarılmasıysa Schult’un şu anda var olmasının yegâne sebebi halini almıştı.
Dolayısıyla şu anki ve gelecekteki varlığının her zerresini hayırsever efendisine adayabilmeyi içtenlikle umut ediyordu.
Ama buna rağmen――
Schult: [En ufak bir yardımım bile dokunmadığı için kendimden nefret ediyorum…]
Derken verdiği derin nefes bile―― ortalama bir insanın ciğer kapasitesine göre güçsüzdü ve yetersizliğini düşünmek Schult’un başının, göğsünün ve kalbinin bir bütün olarak acıyıp ağrımasına yol açıyordu.
Son zamanlarda çok önemsediği efendisinin zorunlu görevlerini yerine getirmekte çok zorlanıyor, hatta her şeyi eline yüzüne bulaştırıyordu.
Küveti sıcak suyla doldurmak kadar kolay bir işte bile suyu taşırmış, üstüne üstlük suyu ısıtmaya yarayan büyü taşını yanlış kullanarak herkesi afallatmıştı.
Kendisi de henüz Priscilla’nın hizmetine yeni girmiş biriyken kusurlu bacaklara sahip Rem’e zahmet vermeye başlamıştı. Ve artık bu acınası halinden bıkmış usanmıştı.
Schult: [Priscilla-sama da Al-sama da değişmek için acele etmeme gerek olmadığını söylüyor…]
Nazik Priscilla'nın ve açık fikirli Al'ın onu bu şekilde teselli etmeye çalışmasına minnettardı.
Ama o ikiliye olan borcunu herhangi bir şekilde ödeyemiyor olmaktan nefret ediyordu. Bu bakımdan Heinkel, olayları ikisine kıyasla farklı bir şekilde görüyor ve onu daha iyi anlıyormuşçasına Schult’a farklı davranıyordu.
Ayrıca Schult’a buna uygun olmadığını söyleyen Al’ınkinden ayrı bir yolla kılıç ustalığını da öğretiyordu. Ve Schult, bu sayede pazılarının eskiye nazaran daha sert olduğunu hissediyordu.
Schult: [Heinkel-sama’yla bir gün kılıç sallamak Al-sama’yla on gün sallamaktan daha faydalı oluyor. Ama onu hayal kırıklığına uğratmak istemediğim için bunu Al-sama’ya söyleyemiyorum…]
Öyle ya da böyle, bu büyüme belirtileriyle birlikte bir rutine bağlamış durumdaydı.
Ve gökler, Schult’un saflığını da memnuniyetini de hoş görmüyordu. Banyoda yaşanan fiyaskonun da bundan kaynaklandığını düşünüyordu.
Şimdiye Rem Priscilla’ya yardım ederek onu sıcak suyla dolu küvette yıkamaya başlamış olsa gerekti. Schult, Rem’in elinden her işin geleceğini düşünüyor ve bunun için ona saygı duyuyordu.
Schult: [Aynı Yae-sama gibi… Yae-sama, sen nasılsın acaba…?]
Derken zihninde bir zamanlar Priscilla için çalışan neşeli ve zeki Yae Tenzen canlanmıştı.
Eskiden Priscilla’nın şahsi bakımıyla ilgilenen o kadın, her daim Al’la mutlu mesut sohbetler eder ve Schult’a kibar davranırdı; Schult da bu sebeple ona pek düşkündü.
Ama bir gün ailevi bir mesele patlak vermiş ve kadıncağız acilen köşkteki işinden ayrılarak memleketine dönmüştü. Ona veda etme fırsatı bile bulamayan Schult da kendisini yapayalnız hissetmişti. Onu son gören kişi olan Al’sa kendisine mutluluklar dilediğini iletmişti.
Belki de Rem, Priscilla’nın en yakınındaki hizmetkar olarak Yae’nin yerini doldurabilirdi.
Ve nazik ve çalışkan biri olan Rem’in o yeri doldurması Schult’u çok mutlu ederdi; sonuçta Priscilla’yla araları iyiydi ve Rem’in de bu işten keyif alacağından emindi.
Her şeyden öte――
Schult: [Priscilla-sama’yla birlikte olan herkes mutlu zaten.]
Kişisel deneyimleri, Priscilla’nın Schult’un zihnindeki varlığını bir hayli yüceltiyordu.
Rem de hayatının sıkıntılarla dolu bir döneminde olsa gerekti; sık sık kederleniyor ve düşüncelere dalıyordu. Ama o kederli, sıkkın ifadeye bürünse bile Priscilla denen güneş, onu yeniden ışıldatabilirdi.
???: [Ah, Shuu da buradaymış.]
Schult: [Hı hı! İşte karşılaştık!]
Aklında bu düşüncelerle kafasını yukarı aşağı sallayan Schult’u duraksatan şey, tanıdık bir ses duymuş olmasıydı. Ve karşısında da kendisini işaret eden birini görmüştü.
Sokak boyunca ilerleyen Schult’un karşısına çıkarak onu gösteren bu kişi, siyah saçlarının uçları pembeye boyanmış küçük bir kızdı. Kızın hemen yanındaki genç adamsa Schult’la kızın karşı karşıya geldiğini fark ederek neşeli bir sesle, “Amanın!” dedi.
???: [Uşak-kun değil mi bu? Prenses-kun yanında yok herhalde?]
Schult: [Priscilla-sama köşkte, Flop-sama. Utakata-sama’yla yürüyüş mü yapıyordunuz?]
???: [Uu’ya sama dendiği çok nadir görülüyor. Komik geldi.]
Tatlı bir gülümseme eşliğinde elini sallayan genç adam―― Flop, Schult’un sorusunu “Aynen öyle” diyerek yanıtlarken yanındaki kız, yani Utakata, Schult’un kullandığı saygı ekinden derinden etkilenmişçesine elini yanağına götürdü.
Flop ve Utakata, Schult’un Guaral’a vardıktan sonra tanıştığı ilk insanlardı. Schult’un duyduğu kadarıyla Flop şehirden şehre seyahat eden bir tüccarken Utakata, “Shudraq Halkı” denen bir kabilenin savaşçılarındandı.
Her ikisi de kendilerine ait bir yeri olan bireylerdi.
Flop: [Oh? Amma depresif bir ifadeye bürünmüşsün, Uşak-kun. Sorun suratında mı diye merak ettim doğrusu.]
Schult: [Ehh!? B-bu harika! Flop-sama anladı mı yani!?]
Flop: [Oh, anladım tabii ki! Çoğu kişinin kendince endişeleri olur! Hem de hiçbir sorunu yokmuş gibi görünmesine rağmen kardeşimin bile!]
Utakata: [Midii gerçekten de endişeleri varmış gibi görünmüyor.]
Flop: [Var ama! Şaşırtıcı değil mi!?]
Deyip ellerini kalçalarına yerleştiren Flop, ağzını kocaman açarak bir kahkaha patlattı. Onun neşeli tavrını görmekse Schult’un da bir şekilde keyiflenmesine yol açtı.
Flop da tıpkı Priscilla gibi etrafını aydınlatan bir güneşi andırıyordu. Onun yanında da rengarenk çiçeklerin açacağı kesindi.
Schult: [Çiçek tarlasındaki bir prens gibi.]
Flop: [Hahaha, benim prenslikle uzaktan yakından alakam yok. İşportacının tekiyim! Ee, Uşak-kun, canını sıkan nedir? Bizimle konuşmaya ne dersin?]
Schult: [Emin misiniz? Yürüyüşe çıkmıştınız sanki…]
Flop belini bükerek yana doğru eğilmişti ve Schult, kendisini dinleyeceği için ona minnettardı. Ardından göz ucuyla Flop’la yürüyüşe çıkmış olan Utakata’ya baktı.
Fakat Utakata en ufak bir rahatsızlık belirtisi vermeksizin koca gözlerini açarak kafa salladı.
Utakata: [Uu’nun vakti var. Fuu’yla yalnızca zaman öldürüyorduk, yani Shuu’nun sorunlarını dinlemeye hazırız.]
Flop: [Aynen öyle. Oh, bunu zaman öldürmek olarak da düşünmeyelim. Her sorun sahibinin gözünde önemlidir. O yüzden dikkatlice dinleyelim hadi.]
Böylece pek sert olmayan bir göğüs tokuşturma sonrası Flop, Schult ve Utakata’yı sokağın sonuna, kaldırım kenarındaki çiçek tarhına doğru yönlendirdi.
Sonra da kaldırıma popolarını yerleştiren üçlü arasında rüzgara nazır bir sohbet başladı.
Daha önce de bahsedildiği üzere Schult’un sorunu işe yaramazlığıydı.
Priscilla uğruna daha kendine yetebilen, daha becerikli biri olabilmeyi diliyordu.
Schult: [Ee, Flop-sama ve Utakata-sama, peki ya siz nasıl bu denli harika insanlar olabildiniz?]
Flop: [Hoho, şu anki halinize nasıl geldiniz diyorsun, ha? Ne felsefi bir soru!]
Schult: [Felsefi mi… Öyle mi cidden…?]
Schult, gülümseyen Flop'un cevabı üzerine kendisini henüz keşfedilmemiş bir bilgeliğe hazırladı.
Bu felsefenin ne olduğunu anlamaksızın Schult’un endişelerine yanıt bulunabilir miydi? Madem durum buydu, öyleyse bu felsefeyi de incelemeye hevesliydi.
Utakata: [Uu Uu oldu, çünkü Maa Uu’yu doğurdu.]
Schult: [Maa mı? Yani…]
Utakata: [Uu’nun annesi! O Taa’nın dostuydu. Ama sonra kendi kendini bıçakladı ve öldü.]
Schult: [Ö-öyle mi…]
Annesinin ölüm hikayesini anlatan Utakata, boştaki ayaklarını sallıyordu.
Ve o kayıtsız bir tavır takınmış olsa da Schult, hiç beklemediği şeyler duymanın şaşkınlığını yaşıyordu. Karşısında duran Flop’sa usulca Utakata’nın kafasını okşayarak,
Flop: [Anlıyorum, demek annen öyle bir şey yaptı ha. Bu korkunç bir şeymiş, Utakata Hanım.]
Utakata: [Taa için Uu için olduğundan daha zordu. Herkes Uu’nun büyümesine yardımcı oldu, böylece her şey yolunda gitti. Güzelce büyüyüverdim.]
Flop: [Evet, aynen öyle Utakata Hanım güzelce büyümeye devam ediyor. Bunu duymak anneni çok mutlu ederdi eminim.]
Utakata: [――? Maa öldü, o yüzden mutlu olamaz. Tuhaf şeyler söylüyorsun, Fuu.]
Kafası okşanan Utakata, Flop’a meraklı bir ifadeyle bakmaktaydı. Bununla birlikte Flop tarafından sevilmek pek kötü hissettirmediği için onu durdurmak adına bir girişimde de bulunmuyordu.
Utakata’nın tepkisi Flop’un mavi gözlerinin sessizce kısılışıyla karşılık bulurken,
Flop: [Ehh, Utakata Hanımın yanıtı çok hoştu. Aslına bakarsanız benim bugünkü halime nasıl geldiğimin yanıtı da oldukça benzer.]
Schult: [Benzer mi… Yani, Flop-sama, sen de Utakata-sama gibi Shudraq Halkı tarafından mı yetiştirildin?]
Flop: [Öyle olsaydı böylesine büyük bir aileye sahip olmaktan büyük bir memnuniyet duyardım! Ama benim ebeveynlerim öldü, sahip olduğum tek aile ferdiyse kız kardeşim Medium. Bunun çok yalnız hissettirdiği ve üzücü olduğu düşünülebilir tabii.]
Schult: […Öyle mi?]
Flop, konuşmanın ilk yarısında her zamanki gibiyken ikinci yarıda bir duraksama oldu. Bu yanıt yüzünden başı öne eğilen Schult ise bir kez daha kendinden nefret etti.
Utakata’ya da Flop’a da duygusuzca sorular sormuştu.
Halbuki o bile kendisini terk eden ailesi hakkında herhangi birine mutlu mesut yanıt veremezdi. Dolayısıyla başka birini sorgularken daha düşünceli davranmalıydı.
Flop: [Canını sıkacağın bir şey yok, Uşak-kun. Bundan alacağın bir ders var. Ve bu ders de seni tam olarak az önceki cevabımın ikinci kısmına ulaştıracak.]
Schult: [Az önceki derken… Utakata-sama’yla benzer bir hikayen olması meselesi mi?]
Flop: [Evet, aynen öyle, tıpkı Utakata Hanım gibi ben de etrafımdaki insanların etkisi sayesinde bugünkü ben olabildim.]
Diyen Flop, şu anki haliyle gösteriş yaparcasına ellerini iki yana açarak gülümsedi.
Neşeli gülümseyişi ve insanın içini rahatlatan sesi, Flop’u “Flop” yapan önemli etkenlerdendi. Ve Schult, acaba bunlara da başkalarının etkisiyle mi sahip oldu diye merak etmeden geçemiyordu.
Flop: [Uzun bir zaman önce kardeşimle birlikte epey korkunç bir ortamda yaşıyorduk. Orası bir yetimhaneydi ama yemek çok kısıtlıydı, yaptığımız işler için para almıyorduk ve yetişkinler ne zaman canları sıkılsa çocukları dövüyordu. Berbat bir yerdi anlayacağın.]
Schult: [Ge-gerçekten berbatmış…! Bir çocuk öyle bir yerde ne yapar ki!?]
Utakata: [Uu orayı yakıp yıkardı.]
Schult: [Yakıp yıkmak lazımmış!]
Flop: [Haha, bu iyi bir fikir olabilirdi. Ama öyle yapmadık.]
Schult, Utakata’nın Flop’un zorlu geçmişini yakıp yıkma önerisine katılıyordu. Fakat Flop, o günleri çoktan geride bırakmış biri olarak bu yanıta gülüp geçti.
O günleri nasıl geride bıraktığına gelince――
Flop: [Ehh, bunu birilerinin yardımına borçluyuz. Evet, bize yardım eden bir hayırsever vardı. Ve o kişi kardeşimle benim ailem olmuştu. Ama artık hayatta değil.]
Schult: […Yardım aldınız yani? Bunu duyduğuma sevindim.]
Flop: [Beni anlıyor musun peki, Uşak-kun?]
Schult: [Anlıyorum… Beni de Priscilla-sama kurtardı.]
Deyip elini usulca göğsüne yerleştirirken parmak uçlarıyla artık bir deri bir kemikten ibaret bir beden olmadığını hissedebiliyordu. Ki bu da Priscilla’nın bugüne dek Schult’a bahşettiklerini kanıtlıyordu.
Schult’un dayanıklılığı, gücü, enerjisi ve saygınlığı, Priscilla’nın o gün yaptıklarının bir hata olmadığının ve bundan pişmanlık duymayacağının göstergesiydi.
Schult’un kızaran gözlerindeki parıltıyı gören Flop hafiften gülerek,
Flop: [Çoğunlukla ben de benzer hisler taşıyorum. Bu yüzden de şu anda o büyük hayalimi gerçek kılmaya çalışıyorum. Zorlu bir yol, ama bu yola devam etmek ve pes etmemek niyetindeyim.]
Schult: [Umarım pes etmezsin! Ah! Ama biraz daha açık ol lütfen. Elinden gelenin en iyisini yapmayı nasıl başarıyorsun, Flop-sama?]
Flop: [Hmm, nasıl acaba... Bayağı kafa yorduktan sonra… Sana tek bir şey söyleyeyim. Ama benim hakkımda değil, kardeşim hakkında. Sana benden daha uzun, daha güçlü, daha enerjik ve daha yetenekli olan kız kardeşimden bahsedeyim.]
Schult: [Ohhh, anlıyoruum!!]
Flop’un konuşurken elini başının üzerine götürmüş olma sebebi, bahsi geçen kız kardeşinin uzun boylu olmasıydı.
Bu Flop’un kardeşinden ilk bahsedişi de değildi ama Schult, Heinkel’le birlikte Priscilla’yla buluşmak için Guaral’a geldiği sırada Medium çoktan başka bir yere doğru yola çıkmış olduğu için henüz onunla bizzat tanışma fırsatı bulamamıştı.
Bu gerçek bir kenara bırakılırsa――
Utakata: [Midii büyük ve güçlü biri. Mii etkilendi.]
Flop: [Onu en iyi kılan şey, lafını sakınmayışı ve korkmayışı. Ve elbette ki çok da yetenekli biri ki abisi olarak bununla çok gururlanıyorum! Hem de sürekli daha da güçlü olmak için çabalıyor.]
Schult: [Güçlenmek için ha… demek öyle!? Ne kadar erdemli!]
Medium’un daha da güçlenmek için çabaladığına ve hırsını asla yitirmeyip pozitifliğini koruduğuna hiç şüphe yoktu.
Ancak Schult, belki de ilerlemenin anahtarı cesaretini yitirmeden elinden gelenin en iyisini yapmaya devam etmektir fikrini kabullenmeye çalışsa da Flop, “Yo, yo” deyip omuz silkerek,
Flop: [Öyle düşündün, değil mi? Ama belirtmeliyim ki Medium’un güçlenişi biraz daha olumsuz şartlar altındaydı.]
Schult: [O-olumsuz mu? Ne demek istiyorsun?]
Flop: [Hmm, çok basit. ――Ben ne zaman yetişkinlerden dayak yesem, Medium, şey, kibarca yaralarımı okşardı.]
Nostaljiye dalan Flop, gözlerinin kenarları kısılmış halde böyle söyledi.
Ancak konuşmasındaki naiflikle sözlerinin ifade ettikleri arasındaki aykırılık Schult’u şaşkına döndürüyordu. Dayak yaralarının okşanmasının güçlenmeyi başlatan bir şey olmasına anlam veremiyordu.
Schult: [Dayak yemiş olduğun için çok üzgünüm. Ama, Flop-sama, kız kardeşin kibarca yaralarını okşarken sen ne yapıyordun?]
Flop: [Ben mi? Gülümsüyordum. Medium’un hisleri beni mutlu ediyordu. Eğer gülümsemeseydim, savunulan kişi olan Medium’u çok endişelendirirdim.]
Schult: [――――]
Flop: [Bir gün, onu koruyamadığım ve darbe aldığı ilk seferde kalbinin en derinlerinde bir şok yaşadı. Ve dayağın bıraktığı yaralarını okşarken de acı duyduğunu gördü. Okşanmak yarayı iyileştirmiyor, acıyı yok etmiyordu. Maalesef.]
Derken başı gevşeyen Flop’un yanıtı yürek burkucuydu.
Bu yanıtı işiten kalın kafalı Schult ise nihayet Flop’un asıl niyetini anlıyordu. Evet, kardeşinin güçlenmeyi neden bu denli arzuladığını ve nasıl hiç pes etmeyerek başarılı olabildiğini nihayet anlıyordu.
Utakata: [Canının yanmasını istemiyorsan darbe almaman gerekir. Midii böyle mi düşünmüştü?]
Flop: [Evet, tam da öyle! Son derece basit ve iyi bir yanıt, küçük kardeş o olsa da durum buydu. Ve bu sayede Medium güçlendikçe güçlendi, biz kardeşlerin yolculuğu da giderek daha güvenli bir hal aldı!]
Flop konuşurken gülümseme işini abartsa da bu seferki gülümseyişi Schult’un gözüne biraz farklı görünüyordu.
Işıl ışıl olmanın yanı sıra gururluydu da. Elbette ki kız kardeşiyle tüm kalbiyle gurur duyması çok doğaldı. Ki bu da son derece kıskanılası bir şeydi.
Schult: [Ben de güçlenmek istiyorum. Tıpkı kız kardeşin gibi, Flop-sama…!]
Flop: [Bunu duymak Medium’u çok mutlu ederdi eminim. Yo, belki de utanırdı. Birinin rol modeli olmak pek sık tecrübe edilen bir şey değil sonuçta, kulağa epey eğlenceli geliyor.]
Diyen Flop gülümseyerek onay damgasını vururken Schult, minik yumruklarını sıkmakla meşguldü.
İkisi arasındaki etkileşimi dinleyen Utakata’ysa Schult’a bakarak, “Shuu?”,
Utakata: [Güçlenmek istiyorsan Uu’yla pratik yapmak ister misin? Yay kullanma pratiği.]
Schult: [Yay mı? Ama kılıçla da pratik yapıyordum… Hmm, yaparım ya! İkisini birden yaparım! Bu sayede iki kat güçlü olabilirim!]
Flop: [İkisinin de üstesinden gelebilirsen aynen öyle olur! Ne kadar akıllıca!]
Diyerek her iki elini birden havaya kaldıran Flop, Schult’un şiddetli kararlılığına eşlik etti. Utakata da birlikte pratik yapma sözüyle burun deliklerini şişirerek göğsünü kabarttı.
Sonra da Schult’a sırtındaki yayı göstererek,
Utakata: [Uu da Taa gibi bir üstat olmak için Schult gibi sıkı çalışacak.]
Schult: [Eh, o Taa-sama’yla ben de tanışmak isterim. Utakata-sama, sen neden yay ve okta usta olmak istiyorsun peki?]
Utakata: [Maa bir şeyler söylemişti. Uu’dan yayı ve okuyla bir gezgini öldürmesini istemişti.]
Schult: [Anlıyorum. Bir saniye, ne dedin…!?]
Beklediğinden daha ekstrem bir yanıt alan Schult’un jetonu biraz geç düşmüştü.
Az önce bir gezgini öldürmeliyim derken tam olarak ne kastetmişti? Bunu yeni yeni algılayan Schult, acaba daha fazla detay istemem uygun kaçar mı diye düşünüyordu.
――Fakat tam da bu endişelere kapıldığı esnada, duyduklarını sorgulamak için ihtiyacı olan zamandan mahrum bırakıldı.
Flop: [――Uşak-kun! Utakata Hanım!]
Schult: [――!?]
Utakata: [Fuu?]
Keskin bir ses Schult ve Utakata’ya hitap ederken Flop’un ifadesi değişti. Onun bu yükselişi Schult’un omuzlarının seğirmesine yol açarkense Schult tarafından sıkıca kavrandı.
Ardından Flop, kaldırımda oturmakta olan Schult ve Utakata’yı yakınına çekip bağırmaya başladı.
Flop: [Gökyüzü tehlikeli hissettirmeye başlıyor! Bir an önce buradan uzaklaşalım hadi!]
Ve――
△▼△▼△▼△
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..