Cilt 7 Bölüm 54B [ Mavi Göğü Örterek ] (2/2)

avatar
1170 3

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 7 Bölüm 54B [ Mavi Göğü Örterek ] (2/2)


Çevirmen : Clumsy



Priscilla: [Hmm.]

 

Rem: [Mesele yalnızca kişisel bakımınızsa neden yalnızca ben ya da Schult-san yeterli olmadık? Heinkel-san’ın buradaki varlığı için hiçbir sebep üretemiyorum.]

 

Rem ve Schult sorumluluk anlamında Priscilla’nın köşkteki gündelik yaşantısını rahatlıkla idame ettirebilecek düzeydeydi. Rem değnekle yaşamaya epeyce alışmıştı ve temel ev işleri konusunda da hiçbir sıkıntı çekmiyordu.

 

Belki de zamanında benzer bir iş yapıyordu.

 

Öyle ya da böyle, iş bölümü bu haldeyken Heinkel’in orada bulunmasına gerek yoktu.

 

Hatta daha da ileri gidecek olursa――

 

Rem: [Heinkel-san tam olarak ne yapıyor ki… Onu yalnızca kılıcını savurur, içki içer ya da Schult-san’la oynarken görüyorum.]

 

Heinkel: [… Söylemek isterim ki ben o bücürle oynadığımı hiç hatırlamıyorum.]

 

Schult: [Doğru söylüyor! Heinkel-sama sık sık benimle ilgilense de ona yaklaşan hep ben oluyorum, çünkü canım öyle istiyor! Heinkel-sama tek başınayken yapayalnız göründüğü için tek kalmasın diye uğraşıyorum…]

 

Rem: [Oh, anlıyorum, Schult-san çok nazik.]

 

Schult: [Hehehe.]

 

Zihninde beliren soruya yanıt bulan Rem, kibarca Schult’un kıvırcık saçlarını okşadı. O çocuğun insanda sevip okşama isteği uyandıran tuhaf bir cazibesi vardı.

 

Rem, aynı şeyi bu şehirde zaman zaman yanına gelen Utakata için de hissediyordu.

 

Belki de yalnızca gençlere düşkündü, hepsi buydu.

 

Heinkel: [Eeh, siktir ya, sizinle uğraşamayacağım. Priscilla Hanım! Soruya cevap verin hadi. Bana ihtiyacınız yoksa tavernada olacağım…]

 

Priscilla: [――Bu şehirden ayrılanlar artık İblis Şehrine varmış olmalı.]

 

Heinkel: [Ah…]

 

Priscilla: [Koşullar değişecek olursa bu fırsattan en iyi şekilde yararlanma ihtimali yüksek olacaktır. Gardını indirme.]

 

Yanağını kolçaktaki koluna yaslayan Priscilla bu sözleri söylerken havadaki nem oranı değişmişti.

 

Kavruk, kuru hava, Priscilla’nın sözlerine verilen önemin göstergesiydi; Heinkel’in ifadesi sertleşmiş ve Rem, göğsünden dürtüldüğü hissine kapılmıştı.

 

Yalnızca Rem’in eli hala başında olan Schult, uzun bir yolculuğa çıkmış olan grubu takdir ederek “Al-sama, çabaların için teşekkürler~” diyebildi.

 

Rem: [――――]

 

Priscilla, konuşmasının başında “koşullar değişecek olursa” demişti. Ama bu yolculuğun hiç değilse Subaru ve diğer katılımcıları için hem iyi hem de kötü değişiklikler getireceği kesindi.

 

Eldeki tek potansiyel müttefikle edilen müzakerenin―― Abel’in gelecekteki kararlarını etkileyeceği de netti.

 

Heinkel: [Tüm bu sözler, fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeler falan… Fark ettiğiniz bir şey mi var yoksa Priscilla Hanım?]

 

Priscilla: [Yo, öyle somut bir şey yok. Yalnızca parmak hesabı.]

 

Heinkel: [Parmak hesabı mı? O da ne demek oluyor…]

 

Priscilla: [Büyük şeyler harekete geçtiğinde o ana kadar hüküm süren sessizlik yalanmışçasına hepsinin hareketi eşzamanlı olur. Yaradılışlarının gereği buymuşçasına, bir anda peş peşe yıkılan bir dizi bloğa benzerler.]

 

Priscilla’nın bu kayıtsız konuşma tarzı tarif edilemez bir güç taşıyor, ilgi çekiyor ve insanı zorluyordu.

 

Nihayetinde iş kişinin gardını indirmesine kalıyordu fakat Rem, derin bir nefes alarak bakışlarını yeniden ayaklarına çevirdi. Subaru ve diğerlerine yanı başında olanlardan daha çok önem atfetmek, ata et, ite ot vermek olurdu.

 

Her şeyden önce kafayı Subaru’ya takmışım gibi bir düşünce, durumun ne denli nahoş olduğunu bir kez daha fark etmesini sağlıyordu.

 

Rem: [Burada olsa da olmasa da canımı sıkabiliyor…]

 

Schult: [Rem-sama? Her şey yolunda mı? Yüzün kızardı sanki.]

 

Rem: [Yok bir şey. Yalnızca içimde bir his kabardı. Huzursuzlandım, öfkelendim.]

 

Schult: [Öfkelenmek hiç iyi değildir! Hem Rem-sama gülümserken harika görünüyor~!]

 

Schult’un dizlerini büküp ciddi bir iltifatta bulunuşuyla Rem’in bakışları yumuşarken Heinkel, Priscilla’nın uyarısından sonra ciddileşerek,

 

Heinkel: [Priscilla Hanım, konuşmak istedikleriniz bundan ibaretse bana müsaade.]

 

Priscilla: [Nasıl istersen. Kendini alkole boğmakta ya da tembellikle vakit öldürmekte serbestsin.]

 

Heinkel: [İçme havamda değilim. Belediyedeki kabarık saçlı komutanla konuşacağım.]

 

Ciddi bir ifadeyle hemen yanıt veren Heinkel, geniş adımlarla odayı terk etti. Gidişini izleyen Rem ise Priscilla’ya dönerek,

 

Rem: [Ee, siz ne yapacaksınız, Priscilla-san?]

 

Priscilla: [Benim yapacaklarım seni endişelendiriyor mu?]

 

Rem: [E… yani. Priscilla’nın yaptığı her şeyin doğru olduğunu düşünmüyorum, ama…]

 

Yine de Priscilla, meselelere Rem’in sahip olmadığı bir bilgi ve öngörüyle yaklaşıyordu.

 

Bu da çok az şeye sahip olan Rem için bundan sonra verilecek kararı belirlemek adına değerli bir kaynak sağlıyordu. Rem’in bir bakıma fazlasıyla kaba olan söylemi karşısında bir kahkaha patlatan Priscilla,

 

Priscilla: [Akılsız bir oyuncak bebek gibi davranmayı düşünmüyorsun anlaşılan? Eh, bu durumda seni yanımda tutmamın bir anlamı olmazdı gerçi.]

 

Rem: [Priscilla-san?]

 

Priscilla: [Soruma aldığım yanıta bakılırsa hazırlıkları o ahmak yapacak olmalı. General ve Shudraq Halkı da buna uygun şekilde kullanılabilir. Bu durumda ben de…]

 

Rem: [Priscilla-san da…?]

 

Diyerek hafifçe yutkunan Rem, Priscilla’nın ağzından dökülecek kelimeleri bekliyordu. Yanı başındaki Schult da efendisinden gelecek yanıtı duyma beklentisi içerisinde yumruklarını sıkmış haldeydi.

 

İşte bu ikiliyle göz göze gelen Priscilla, badem gözlerini kısarak,

 

Priscilla: [――Sıcak bir banyo yapayım. İçinde çiçekler yüzsün ve tütsü yakılsın.]

 

Rem: […Ha?]

 

Priscilla: [Ne var, lafımı ikiletmesenize. Banyo yapacağım işte. Bir an önce küveti hazırlayın.]

 

Diyerek elini sallayan Priscilla, Rem ve Schult’a acele etmelerini belirtti.

 

Elbette ki Rem şaşkınlığını gizleyemeyerek bir “N-ne?” sesi çıkartıverdi. Fakat Schult, hızla selam vererek,

 

Schult: [Oh evet, anlaşıldı! Hemen gidip suyu ısıtıyorum~!]

 

Neşeyle yanıt veren Schult, büyük bir enerjiyle odadan fırladı. Ufak cüssesinin uzaklaşışını izleyen Rem ise Priscilla’ya döndü.

 

Genç kadının eli hala çenesindeydi ve yeniden kitabına dönmeye hazırdı.

 

Priscilla: [Sen gitmiyor musun? Schult’u yalnız bırakırsan tıkacı unutacaktır ve tonla sıcak su ziyan olacaktır eminim.]

 

Rem: [Schult-san’a yardım edeceğim. Ama öncelikle, aklınızdan neler geçiyor?]

 

Priscilla: [Şüpheciliğin aynı zamanda önyargılı da olduğuna işaret ediyor. Beni bu dünyadaki her olayı manipüle edebilecek bir Gözlemci falan mı sanıyorsun?]

 

Rem: [O kadar da değil, ama…]

 

Gerçekler ve mantık ile ikna edilen Rem’in sorgusu güç keserken Priscilla, onun tavırları karşısında homurdanarak devam etti. “Dinle”,

 

Priscilla: [Bu dünyadaki her şey benim iyiliğim için var olmuştur. Ama bu her şeyin benim isteklerim doğrultusunda ilerlediği anlamına gelmez. Böyle bir sıkıntıyı hiç arzu etmem.]

 

Rem: [Her şeyin istekleriniz doğrultusunda ilerlemesi sıkıntı mı yani?]

 

Priscilla: [Her şey yazıldığı gibi ilerlediği takdirde yarınlarla yüzleşmenin ne manası var ki? Rem, sen doğduğun anda her şeyin sona erdiği bir dünyayı mı arzulardın?]

 

Rem: [――――]

 

Priscilla’nın bu soruyu yönelttiği Rem, ağzını sımsıkı kapattı.

 

Priscilla bir kez daha anlaşılması zor şeyler söylüyor, dolayısıyla verdiği mesajı zar zor idrak edebiliyordu. Kişinin günlerini tamamen istediği doğrultuda yaşaması, meçhul veya yeni hiçbir şeyle karşılaşmaması demekti.

 

Ve bu da Priscilla’ya uymuyordu.

 

Bununla birlikte――

 

Rem: [Pek çok şeyi doğru düzgün yapamayan biri olarak ben buna kuvvetle karşı çıkmak durumundayım.]

 

Rem, Subaru’yu kendi yolculuğuna uğurlayarak Priscilla’nın yanında, Hisar Şehrinde kalmıştı. Bunun altındaysa kaybolan “Rem’e” duyduğu arzu ve mevcut yetersiz benliğinden kurtulmanın bir yolunu ya da fırsatını araması yatıyordu.

 

Haliyle Priscilla’nın arzuları doğrultusunda ilerlemeyen şeylerden aldığı keyif, arzuladığı hiçbir şeyi yapamayan Rem’in aklına mantığına sığmıyordu.

 

Hem de bu onu Priscilla’nın gözünde sıkıcı kılacak ve ondan vazgeçmesine yol açacak olsa bile.

 

Priscilla: [Senden ne benim gibi olmanı ne de benimle aynı şeyleri istemeni beklerim. Paşa gönlün ne isterse.]

 

Ancak Priscilla’nın acınası inancı hakkında konuşmaya bile hazırlanmış olan Rem’e verdiği tepki beklenmedik derecede yumuşaktı.

 

Ve gözleri hayretle irileşmiş Rem’e çaresiz bir köpek yavrusuymuşçasına bakarak,

 

Priscilla: [Dünya bu haliyle gayet güzel.]

 

Sessizce mırıldandığı şey, herhangi bir taviz vermediği gerçek duygularıymış gibi görünüyordu.

 

Fakat Rem, bu düşünceleri daha aklına gelmeden aptalca bularak bir kenara attı. Çünkü bu sözler, tavizsiz, gerçek duygular olmak için fazla gösterişliydiler.

 

Ki Priscilla fazla gösterişli şeyleri sever ve önemserdi.

 

Rem: [Bir şeyleri önemsemek ve sevmek, Priscilla-san’dan aldığım izlenimin tam tersi…]

 

Priscilla: [Bir şey mi dedin?]

 

Rem: [Yo, önemli bir şey değildi…]

 

Diyen Rem kafasını hafifçe sallarken kalbindeki belirsizlik biraz olsun yatışmıştı.

 

Evet, her şey netlik kazanmamıştı ama az önceki kara bulutlar dağılmıştı. Rem sahiden de bireysel analizinde bir adımı daha tamamlamıştı ve――

 

Schult: [A-a-a-aaaaah~! Sıcak su, sıcak su taşıyor! Boğuluyoruum~!]

 

Derken köşkün banyosundan Schult’un telaşlı çığlıkları yükseldi. Böylece Rem, beklenmedik bir duruma düşmüş olan Schult’u hatırlayarak kafasını yukarı kaldırdı.

 

Onunla göz göze gelen Priscilla da beyaz çenesini kaldırarak “Git” diye buyurdu.

 

Rem: [Sizin emrinizle hareket etmeyeceğim, Priscilla-san.]

 

Priscilla: [Ama Schult’un çığlıklarını da duymazdan gelemeyeceksin. Gördün mü, kazanan ben oldum.]

 

Böylece Rem’in hiç değilse Priscilla’nın insafına kalmama yönündeki direnci gelip geçici bir şeymişçesine kırıldı.

 

Neticede Schult’un güvenliği söz konusuydu ve başka bir savunmaya yer yoktu.

 

△▼△▼△▼△

 

――Priscilla’nın tavsiyesi kesinlikle Rem’in kalbinde derin bir yere dokunmuştu.

 

İşler büyük bir ölçeğe ulaştığında önemi olmayan insancıklara aldırış eden olmazdı.

 

Araya kimlerin kaynadığı umursanmaksızın kabaran dalgalar her birini yutardı.

 

Ve Rem, bunu ilk elden tecrübe ettiğine inanıyordu.

 

Hiçbir anısı olmadan uyanan Rem, yabancı bir yerde, elini tutan yabancı biriyle yeni anılar biriktirmeye başlamıştı.

 

O oğlandan kaçmış, onunla yeniden karşılaşmış, İmparatorluk Askerleri tarafından rehin alınmış, dumanlar ve alevlerin arasından kurtarılmış ve şimdi de olup bitenlere ayak uydurarak bu şehirde günlerini geçirmeye başlamıştı.

 

Öyle ki yaşadıklarının tam anlamıyla bir “türbülans” olduğuna inanacak noktaya gelmişti.

 

――Fakat fazlasıyla saflık ettiğinin farkına varması uzun sürmeyecekti.

 

Rem: [――Priscilla-san?]

 

Bu düşünceler arasında Priscilla’nın hızla ellerinin arasından sıyrılıp ayaklandığını gören Rem’in kaşları çatıldı.

 

Ilık buharlarla çevrelenmiş olan Rem, havluya sarılmış halde köşkün banyosundaydı. Ki Priscilla’nın bu köşke talip olmasının başlıca nedeni de bu harikulade banyoydu.

 

Sıcak suyla doldurup ayaklarınızı uzatabileceğiniz, kendinizi tamamıyla sulara bırakabileceğiniz küvet, köşkün sahibinin kendi tasarımıydı. Ve dünyada hiçbir şey bu keyfin yerini tutamazdı.

 

Rem’e yalnızca Priscilla’ya kendi banyo sürecinde yardımcı olmayı tamamladıktan sonra banyo yapma izni veriliyor olsa da Priscilla’nın banyoyu sahiplenmek istemesini anlayabiliyordu.

 

İşte yine bu banyo seanslarından biri esnasında Priscilla usulca kalkıp saçlarını yıkamakta olan Rem’le arasına mesafe koymuş ve banyonun penceresine yönelmişti.

 

Rem: [Priscilla-san, daha sizi yıkamayı bitirmemiştim, ne… Ah!]

 

Yapmaya çalışıyorsunuz dese de lafını dinleyen yoktu, çünkü Priscilla güzelim bedenini cesurca ifşa ederek pencereyi açmıştı bile.

 

İçerideki sıcak buharlarla kıyaslanamayacak soğukluktaki havanın içeri girişiyle Rem istemsizce kendi bedenine sarılsa da Priscilla’nın ani hareketleri bununla da sınırlı kalmamıştı.

 

Açık pencereden aşağı eğilmiş ve banyonun dışındaki balkona yönelmişti.

 

Rem: [N-ne yapıyorsunuz!? Sizi görecekler! En üst katta olsak bile öylece çıkıp…]

 

Diyen Rem bir hışımla değneğini ve havlusunu kaptığı gibi çoktan dışarı çıkmış olan Priscilla’nın peşine düştü. Ve havluyu ince omuzlarına sararken onun fevri hareketlerine uyum sağladığına inandığı için kendisini azarladı.

 

Ancak Priscilla, Rem’in iç gözlemlerini umursamaksızın göğe bakarak,

 

Priscilla: [――Gökyüzü.]

 

Rem: [Gökyüzü mü… O kadar da yüksekte değiliz. Hadi, su soğumadan önce――]

 

Geri dönelim deyip Priscilla’nın kolundan çekmeye çalışırken engellendi.

 

Ve Priscilla, arkasını dönerek parmaklarını hızlı ve nazik bir dokunuşla Rem’in dudaklarına bastırdı. Rem’in gözleri istemsizce irileşirken de kan rengi gözbebekleri titreşerek,

 

Priscilla: [Gökyüzüne bak, Rem. ――Bu taağtilin sonuna geldik anlaşılan.]

 

Söylenen kelimeyi anlamamış olsa da ses tonu şüpheye yer bırakmıyordu.

 

Böylece görüş alanı yönlendirilmişçesine değişen Rem de gözlerini Priscilla’nın bakmakta olduğu göğe dikti. Ve onun gördüğü şeyi görmek için mavi gözbebeklerini odakladı.

 

Lakin o şeyi kesinlikle gözden kaçırmamış olmasını coşkuyla ilan edemezdi.

 

Çünkü――

 

Rem: [O…]

 

Balkonun ötesinde, rüzgar yiyen Rem ve Priscilla’nın yukarısında, koskoca bir güneşin ışıldadığı gökyüzünde, yavaşça yaklaşan siyah bir nokta görünüyordu.

 

O tek nokta―― Yo, tek değil, iki, üç derken sayıları giderek artan o bulanık şekiller ayırt edilebilir hale gelirken de Rem’in gayriihtiyari soluğu kesiliyordu.

 

Sayıları giderek artarak yaklaşan o siyah noktaların gerçek kimliği――

 

Priscilla: [――Acele et ve aşağıdakilere silahları hazırlamalarını söyle. Bir kanatlı ejder sürüsü öyle gülünüp geçilecek bir şey değil.]

 

Priscilla’nın tavsiyesinin daha da belirgin kıldığı bu gerçek, Rem’in teni ve ruhuyla algıladığı şeydi.

 

△▼△▼△▼△

 

――Aynı saniyelerde yüksek duvarlarla çevrili şehre yukarıdan bakan altın gözbebekleri kısılmıştı.

 

Masmavi gökyüzü tarafından bütünüyle sarmalanmış halde sahibiymişçesine o muazzam boşlukta ilerleyen o beden, bulutların yanı başında rüzgarları yararak ilerleyen o varlıklarla―― dünyadaki tüm varlıkların en yücesi olan uçan ejderlerle birlikteydi.

 

???: [――Guaral Hisar Şehri.]

 

Hedeflediği şehrin ismi dilindeydi ve kaynayan, çalkalanan mücadele ruhuyla bedenindeki her damla kan alev alevdi.

 

Kabaran bu mücadele ruhu ile etraftaki kanatlı yoldaşlarının da şevki ve hırsı kuvvetleniyordu. Avlanma vaktinin yaklaştığı beklentisiyle gökte çırpılan kanatların seslerine kükreme sesleri de karışıyordu.

 

Bunu acelecilik olarak hor görecek her kim olursa mavi göklerin avcıları olan ejderlerin gözünde bir utanç kaynağı olmaktan öteye gidemezdi.

 

Bu beklentiyle kanı kaynamayan her kim olursa ak bulutların arasına karışacak vasıftan yoksun bir korkak olarak görülürdü.

 

Ejderha: [――Kiryararahhh!!]

 

???: [Anlaşıldı. O bunak adamın söylediği gibi düzgünce yapalım şu işi.]

 

Ayaklarının altından yükselen yakarışlar, sırtına bindiği canlının avına yönelik beklentisinin göstergesiydi.

 

Kanatlarını çırpa çırpa ilerleyen bir ejderin sırtında kollarını kavuşturmuş olan o ufak tefek insan da bu beklentiyi anlayabildiğini ifade ediyordu.

 

Gök mavisi saçları omuzlarına iniyor, altın rengi gözleri parıl parıl parlıyordu. Zarif bir görünüm çizen bedenini örten süslü elbiseyse o varlığın gaddarlığı ve vahşiliğini zerre kadar yansıtmıyordu.

 

Ona ilk bakışta çekici biri demek bile mümkündü. Fakat bu izlenim, kafasının üzerinden çıkan iki kara boynuzu gördüğünüz anda son bulurdu.

 

Boynuzlu ırkların pek nadir görülmediği Vollachia İmparatorluğunda bile o kara boynuzlara nadiren rastlanırdı―― Yo, katiyen rastlanmamalıydı demek daha doğru olurdu.

 

Çünkü o boynuzlar, aslında var olmaması gereken bir varlığın kanıtıydı.

 

???: [Herkes hazır mı?]

 

İşte var olmaması gereken o kara boynuzların sahibinin seslenişi, sayısız kükreyiş doğurarak―― göklerin hükümdarı olan uçan ejder sürüsünden, birkaç yüz canlıdan oluşan o yenilmez topluluktan karşılık buldu.

 

Yıkımın vücut bulmuş hali olan o topluluk, güneşi arkalarına alarak sürüler halinde mavi göğü örtüp aşıyordu.

 

Aniden saldırıya geçtikleri takdirde kıyamet kopacak, haykırışlar ve çığlıklar havada uçuşacaktı. Tüm yaşamlar son bulacak, hiç olacaktı.

 

Tuhaftır ki aynı sıralarda farklı formda bir kıyamet, bir Büyük Felaket de uzaklarda, yine hisarların koruduğu bir şehri yerle bir etmekteydi.

 

Ve mutlak, kaçınılmaz, merhametsiz avın perdesi kalkmadan önce o varlığın―― Madelyn Eschart’ın altın rengi gözleri kısılmakta, yanakları bir gülümsemeyle gevşemekteydi.

 

Evet, Uçan Ejder Generaline, Dokuz İlahi Generalin Dokuzuncusuna şehri yok etmesi emredilmiş, o da hükmünü vermiş ve şöyle demişti:

 

Madelyn: [Korkudan tir tir titreyin ve kaçmayı deneyin. Ama kaçacak hiçbir yeriniz yok. ――Çünkü ejderha olan ben, yerimi aldım.]

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr