Şehirden kaçan insanların çığlıkları son derece zarif ama aynı zamanda da korkutucu bir şekilde üst üste binerken alarm çanları çalıyor, Hisar Şehri işitsel kargaşayla dolu bir savaş alanına dönüşüyordu.
Görkemli bir görünüme sahip olan ve en az birkaç yüz uçan ejderden oluşan ordu, şehrin dört bir yanının surlarla çevrili olmasının rahatlığını taşıyan vatandaşların kalplerini paramparça ediyordu.
Güçlü mü güçlü Büyü Taşı Güllelerinin yıkıcı enerjisine bile direnebilen bu surların tek bir zayıflığı varsa o da o koca duvarları bile aşabilecek korkunç canlıların varlığıydı.
İster duvarları aşabilen varlıklar deyin, ister üstlerinden uçabilen gökyüzünün hükümdarları.
Her halükârda Hisar Şehrinin bugüne kadarki en büyük, en hatırı sayılır düşmanıyla karşı karşıya olduğunu söylemek hiçbir şekilde mübalağa olmazdı.
Flop: [――Bu hiç hoş olmadı.]
Çığlıkların yankılandığı ana caddeden kaçınan ve bir ara sokaktan göz ucuyla etrafı izleyen Flop’un kaşları çatıktı.
Gökteki uçan ejderleri tespit etmelerinin ardından işlerin kötüye gitmesi yalnızca birkaç dakika almıştı; bir kez daha, henüz on gün önce olduğu gibi savaş alanına dönüşen Hisar Şehrindeki kısa süreli mola, vatandaşların zihinlerinden silinmişti.
Fakat on gün öncesine kıyasla bugünkü değişim daha fenaydı.
Öyle ya da böyle――
Flop: [Koca-kun olabildiğince az zarar vermeye çalışıyordu, ama… bu seferki rakibin böyle bir düşüncede olmadığı apaçık ortada.]
Subaru, cüretkarca kadın kılığına girerek “kansız bir kuşatma” hedeflemişti.
Beklenmedik bir istilacı nedeniyle hedefinden sapmış olsa da Subaru’nunkinden farklı bir plan uygulandığı takdirde dökülen kanın çok daha fazla olacağı kesindi.
Orada konuşlanmış İmparatorluk Askerlerinin yanı sıra Hisar Şehri vatandaşlarının da ekstrem duygular içerisine girmemiş olmasıysa Flop’un merakını cezbetmişti; belki de bu, Subaru’nun düşünceli davranmasının sonucuydu.
Ama gelin görün ki bugünkü düşman pek de şövalyece düşüncelere sahipmiş gibi görünmüyordu.
Schult: [Hiiii!]
Korkunç bir kükreme ve yeri göğü sarsan bir darbe havada yankı bulurken Flop’un yanı başındaki Schult çığlığı bastı.
E bu da çok doğaldı. Düşmanın uçan ejderlerle gerçekleştirdiği saldırı şiddetli ve etkiliydi.
Flop: [Gerçi şu an için tek yaptıkları uçan ejderlere kaya taşıtıp gökyüzünden aşağı bırakmalarını sağlamak.]
Yaptıkları şey basit ve doğrudan, ilkel bir saldırıdan ibaretti.
Ama kafa kadar kayalar bile ciddi yaralanmalara yol açabilecekken havadan bırakılan kayaların boyutları en az bir iki kafa kadardı.
Haliyle kayaların taşıdığı güçle taş binalar yok oluyor, sokaklarda kocaman çukurlar açılıyordu. Elbette ki o kayaların hedefi olan kişileri de asla tanık olmak istemeyecekleri bir felaket bekliyordu.
Flop ve diğerleri ara sokağa koşturmuş olsa da oranın güvenli olup olmadığı muammaydı.
Yeraltına kaçmak ya da gerçekten güçlü birinin yanına sığınmak; güvenli seçimler bunlardı.
Utakata: [Mii ve diğerleri ortadaki büyük binada.]
Schult: [P-Priscilla-sama da köşkte…!]
Flop: [Oh, evet, elbette. İkiniz de çok zekisiniz, size katılıyorum. Sorun şu ki biz o iki binanın tam ortasındayız!]
Bahsi geçen Mizelda ve Zikr, şehri savunma konusunda yeteneklerine güvenilebilecek kişilerdi.
Ve yalnızca tek kişilik bir güç teşkil etmesine rağmen Priscilla da Dokuz İlahi Generalle kıyaslanabilecek bir yeteneğe sahipti.
Haliyle Flop, hangi yöne gideceği konusunda fena halde kararsızdı.
İşte onlar bu konuda endişelenmekle meşgulken――
???: [Ya-yardım edin… Uvaahh!!]
Gizlendikleri sokağın hemen önünde koşmakta olan bir adam önce haykırdı, sonra da ortadan kayboldu. ――Yo, kaybolmadı. Büyük bir hızla uçmakta olan bir gölge tarafından kapılarak tek hamlede göğe çıkartıldı.
Görünen o ki baskına katılan uçan ejderler farklı rolleri olan iki gruba ayrılmıştı. İlk gruptakiler kayaları fırlatırken ikinci gruptakiler doğrudan saldırıya geçiyordu.
Ya da belki de ejderler kendilerince farklı roller üstleniyordu.
Schult: [O-o kişi, az önce… Hk.]
Flop: [Yardım etmek istesek de elimizden hiçbir şey gelmezdi! Ayrıca biz de onları atlatamayız. Bir uçan ejderin pençelerine veya dişlerine yakalandığımız takdirde üçümüz de kendimizi gökyüzünde buluruz.]
Utakata: [Uu’nun yayı yanında! Bununla bir ejderi indirebilirim!]
Hevesli bir şekilde böyle söyleyen Utakata, kollarının arasındaki yay ve oku gösterdi. Onun yerinde Holly, Kuna veya başka bir yetişkin Shudraq olsaydı Flop bu olasılığı değerlendirebilirdi.
Ama zamanında Utakata’nın yay pratiğine eşlik etmişti ve küçük kızın gerçek bir savaş alanı için yeterli güce sahip olmadığını biliyordu.
Flop: [――Çocuklar için en iyisini istiyorsun, değil mi? Anlaşıldı.]
Gözlerini kapatan Flop, kendisini ve kardeşini dibe vurmaktan kurtaran hayırseveri düşünüyordu.
O, her daim kaba ve açık sözlü olmasına rağmen prensiplerinden asla ödün vermeyen biriydi. Ve Flop da onu utandırmayacak bir “yetişkin” olmak istiyordu.
Sonsuza dek nefeslerini tutup burada saklanmazlardı. İster belediyeyi seçsinler ister köşkü, bir şekilde harekete geçmeleri gerekiyordu.
Yani Flop’un Schult ve Utakata’yı güvende tutması için――
Flop: [――İkinizin de beni dinlemesini istiyorum. Bundan böyle, ben…]
Deyip ufak bir nefes alan Flop, planını kararlılıkla aktarmaya niyetlendi.
Ve tam da her ikisinin de dikkatini çektiği anda,
???: [OHHHHHHH――!]
???: [――KIRYARARAHHHH!]
Kan donduran, öfkeli bir kükreyiş eşliğinde gökyüzünden sokağa devasa bir şey düştü. Öfke nidaları ve feryatlar eşliğinde yere çakılan o şey, tüm bedeninden kara kanlar dökülen bir uçan ejderdi.
Kanatlarını tamamen açmış olan ejderin kanat açıklığı üç ila dört metre kadardı. Ve düşüşünün etkisiyle kırılmış olan kanatlarını çırpıp kaçmak için çaresizce çabalıyordu.
Derken――
???: [Kaçayım deme! Sakın buna kalkışma, piç!]
Uçan ejder hızla yuvarlanarak sırtına atlayan bir figürle birlikte yere iyice yapışırken o figür, kılıcını kıvranan ejderin ardından saplayarak onu tam kalbinden şişledi.
Uçan ejderin feryatları uzun bir süre devam ettikten sonraysa koca varlık, kanlı gözyaşları eşliğinde yığılıp kaldı.
Ve ejderin son nefesini verişiyle birlikte――
???: [Küçük bok parçaları…]
Ölü ejderin sırtından atlayan kızıl saçlı adamın omuzları inip kalktı. İşte bu manzaraya tanık olan Schult, Flop’un kollarının arasından “Ah!” diye bağırdı.
Schult: [Heinkel-sama! Demek güvendesin!]
Heinkel: [Haaahn?]
Schult’tun tiz sesi, kızıl saçlı adamın kötü bir tavırla arkasını dönmesine yol açarken adamın tamamen parlak kırmızıya boyanmış görünümü yüzünden boğazı düğümlenen oğlanın söyleyecekleri yarım kaldı.
Ardından gözlerini belerterek Flop’un kollarının arasından sıyrıldığı gibi adamın yanına koşturdu. Onu gören kızıl saçlı adamsa kanlı yüzünü koluyla temizleyerek,
Heinkel: [Hasiktir, bu sen misin, yerden bitme?]
Schult: [Kıpkırmızısın, Heinkel-sama! Nerenden yaralandın!?]
Heinkel: [Yaralanmak mı? Oh, üstümdeki kandan bahsediyorsan ejderlere ait. Ben yaralandıysam da ufak tefek sıyrıklardan ibarettir.]
Schult: [Oh, gerçekten mi? Demek öyle…?]
Schult, emin olmak adına şaşkın bakışlar eşliğinde kana bulanmış adamın bedenine dokundu. Onun ellerini ve kıyafetlerini kirletmekten hiç çekinmediğini gören adam da oğlana bakarak iç çekti.
Bu etkileşim esnasında az önceki kararlılığıyla tuttuğu nefesini veren Flop’sa,
Flop: [Uşak-kun, endişelenmene gerek olduğunu sanmıyorum. Onun güçlü görünmeye çalıştığını düşünmüyorum, zaten gerçekten de yaralanmamış, haksız mıyım?]
Heinkel: [Sen… o tuhaf adamsın. Bu yerden bitmelerle birlikte misin?]
Flop: [“Tuhaf” kısmına biraz gücendim ama doğru söylüyorsun! Tek yaptığım Uşak-kun ve Utakata Hanımla birlikte oradan oraya koşturmaktı gerçi. Burada olmana sevindim yani.]
Diyen Flop kendisine gülümserken kana bulanmış olan adam―― yani Heinkel, gözlerini kaçırdı.
Sebepse utanmış olması değil, memnuniyetsizliğiydi. Hatta dilini bile şaklattı. Yine de uçan ejderi öldürdüğü ve Schult’a biraz olsun zihin rahatlığı sağlamakta bir rol oynadığı doğruydu.
Schult gibi Heinkel de Priscilla’nın takipçisiydi ve Flop onun elinde kılıcıyla savaşmasını bekliyor olsa da beklediğinden çok daha yetenekli çıkmıştı.
Vücudunu kırmızıya boyamış olan muazzam miktardaki kan, yalnızca az önce öldürdüğü ejderden fışkıranlarla açıklanamazdı. Bu da birden fazla ejderin kanına maruz kaldığının göstergesiydi.
Schult: [Biz de Priscilla-sama’nın yanına gidiyorduk! Peki ya sen ne yapacaksın, Heinkel-sama?]
Heinkel: [Priscilla Hanımın yanına mı…? O şekilde daha güvende olurdun tabii. Ama…]
Flop: [Şu anda şehirde güvenli denilebilecek çok az yer var. Eğer düşmanımız uçan ejderlerse bodrum katı ve baharatların tutulduğu bir kileri olan bir bina bulmak iyi bir fikir olur bana kalırsa.]
Utakata: [Bahrat mı…?]
Flop Schult ve Heinkel’in konuşmasına dahil olurken Utakata, anlayamadığı bir kısım karşısında kafasını kaldırdı. Flop’u izleyen Heinkel’in gözleri de benzer bir şaşkınlık taşıyordu.
Neticede söyledikleri, uçan ejderlerin ekolojisine aşina olmayanlar için hiç mantıklı değildi.
Flop: [Uçan ejderlerin koku duyuları çok gelişmiştir. Çok uzaklardan bile kanımızın kokusunu alabilirler. Öte yandan yoğun, keskin kokulardan hoşlanmazlar. Yani her yerimize biber serpersek onlara yem olmaktan kaçınabiliriz.]
Heinkel: […Bilgili birine benziyorsun.]
Flop: [Ben şehirden şehre gezen bir seyyar satıcıyım! Ayrıca uçan ejderler hakkında çok şey bilen birini de tanıyorum. Hatta o, İmparatorlukta ejderleri en iyi tanıyan kişi bile olabilir!]
Ancak o kişiden yalnızca uçan ejderlerin iyi yönlerini dinlemişti, dolayısıyla onlarla böyle bir tehdit şeklinde karşılaşmayı hiç beklemiyordu.
Hiç değilse edindiği bilgiler doğruysa, uçan ejderlerden kaçınmak için baharata bulanmak iş görecek olmalıydı.
Flop ve iki çocuğun yetenekli bir savaşçı olan Heinkel’e denk gelmesi onlar için büyük bir nimetken Hisar Şehri mücadelesinin geneli için pek de öyle sayılmazdı.
Flop: [Kızıl-san’ın bize eşlik etmesinin iyi bir fikir olduğunu söyleyemeyeceğim.]
Neticede uçan ejderlere tek başına kafa tutabilen Heinkel, sayısız ejderin saldırısına maruz kalan şehir için kıymetli bir değerdi.
Savaş nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın Heinkel, o sonuçta rol oynayan faktörlerden biri olacaktı. Yani onu savaşamayan bir üçlünün yanına katmak iyi bir fikir değildi.
Dolayısıyla――
Flop: [Biz uçan ejderlerin görme ve işitme duyularından kaçınmak için yeraltına saklanacağız. Kızıl-san bize yakınlardaki bir restorana veya depoya kadar eşlik edebilir mi acaba? Orada ejderlerin gözlerinden… ya da burunlarından uzak olabiliriz? Oraya ulaştıktan sonra başımızın çaresine bakabiliriz.]
Schult: [Flop-sama…]
Schult, ayrılma fikri onun aklında hiç yokmuşçasına Flop’un bu önerisi karşısında kaskatı kesilmişti. Fakat Utakata, onun şaşkınlığının aksine başıyla onay vererek,
Utakata: [Uu da Fuu’yla aynı fikirde. Uu ve Fuu Shuu’yu koruyacak. Endişelenme.]
Schult: [Utakata-sama da… mı?]
Utakata onayını verirken Schult’un yuvarlak gözleri yere çevrildi. Bir iki saniye sonraysa kararlı bir ifadeye bürünerek Heinkel’e döndü.
Schult: [Anlıyorum. Flop-sama ve diğerleriyle birlikte elimizden gelenin en iyisini yapacağız. Sen de yaralarına dikkat et Heinkel-sama…]
Heinkel: [――Bir süredir düşünüyordum ama kendinizi fazla kaptırmayın. Ne diye sizin isteğinize boyun eğecekmişim ki?]
Schult: [Eh!?]
Gelin görün ki Heinkel’in kaşlarını çatıp kabaca belirttiği üzere Schult’un kararlılığı beş para etmezdi.
Ardından pelerininin ucuyla kılıcındaki kanları silip çenesiyle etrafı işaret ederek,
Heinkel: [Şunu belirtmek isterim ki bu şehre hiçbir şey borçlu değilim. Ayrıca bu yerden bitmeyi güvende tutamazsam Priscilla Hanımın canı sıkılır, haksız mıyım? Ve ben de bundan kaçınmak isterim.]
Flop: [Du-dur, dur, dur, Kızıl-san! Dur bir saniye! Yani senin gözünde Prenses-kun’un ruh hali şehri korumaktan daha mı önemli? Bu…]
Heinkel: [――Doğru.]
Flop: [――――]
Flop, yanıtın son derece açık ve kesin oluşu karşısında hayal kırıklığına uğramış bir ifadeye bürünmeden edemezken Heinkel, yüzünü kaplayan kırmızılığın arasında ışıldayan mavi gözlerini Flop’un yüzüne dikti.
Heinkel: [Benim gözümde bu şehirden de birilerinin canından da daha kıymetli bir şey var. Ve o şey bu yerden bitme değil. Bu yerden bitmeye kıymet veren Priscilla Hanım, ne pahasına olursa olsun bana vermesini istediğim bir şeye sahip. O şeyi elde etmek için gereken buysa kaç kişinin öleceği zerre kadar umurumda olmaz.]
Flop: [Kızıl-san…]
Heinkel: [Ayrıca ne ben o kadar önemli biriyim ne de siz öylesiniz. Herkes haddini bilmeli. Elinizden gelen şeylerin bir sınırı var. O sınırın ötesine geçmeye çalışmayın. Kendinizi salak yerine koyduğunuzla kalırsınız.]
Flop: [――――]
Heinkel: [Hiç kimse bir kılıç olamaz.]
Diyen Heinkel’in eli Schult’un omzuna uzandı.
İnce omuzları onun eli tarafından kavranan oğlansa nemli gözlerini Heinkel’e çevirdi. O gözleri dolu dolu yapan şeyse korku――
Schult: [Heinkel-sama, acı çekiyormuş gibi görünüyorsun.]
――Yo, korku değil, şefkatti.
Oğlanın ciddi bakışlarına maruz kalan Heinkel’in çenesi hafifçe kasılsa da taş kalbinde bir oynama olmamıştı.
Heinkel: [Ben bu yerden bitmeyi Priscilla Hanıma götürüyorum. Peşimden gelmek isterseniz keyfiniz bilir. Ama sizi koruyacağımı falan sanmayın.]
Diyen Heinkel, Schult’u tutarak Flop ve Utakata’ya sırtını döndü. Sokağa adımını atacak ve Priscilla’nın bulunduğu köşke yönelecekti.
Flop’sa onun uyarılarına kulak asıp asmaması gerektiği konusunda tereddütlüydü――
???: [――Biz ejderleri öldüren sen misin?]
――Derken bu kısacık birkaç kelimeye öfkeli bir kükreyiş eşliğinde yere inen bir gölge eşlik etti.
???: [――――]
Davetsiz bir misafir ansızın yerde koca bir çukur açarken yoğun bir toz bulutu ve moloz yığını yükseldi.
Ve kısa kollarını önünde kavuşturmuş küçük bir figür, Schult’u alıp götürmeye çalışan Heinkel’in önünü keserek karşısına dikildi.
――İlk bakışta kim olduğunu anlamak zordu.
Az önce yaşananlarla verdiği izlenim hiçbir şekilde örtüşmüyordu.
Ufak bedeni, hoş yüzü, pürüzsüz, bembeyaz teni ve tatlılığını iyice arttıran gök mavisi kıyafetleriyle Schult ve Utakata’dan farksız görünen bu kişinin yeri göğü inleten bir giriş yapmış olduğuna inanmak zordu.
Ama mühim olan yaşananlardı ve hiç kimse bu yaşananları inkâr edemezdi.
Altın rengi gözlerini kısan gölge önce sokaktaki dörtlüye gözlerini dikti, sonra da başıyla onay verdi.
Ve dedi ki――
???: [Sen biz ejderlerin kanını döktün ve karşılığında senin kanın da son damlasına dek dökülecek. ――Seni ahmak.]
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..