Yoğun, donuk bir gümbürtü işitilirken Flop, ruhunun kendi çaresizliğinin ağırlığı altında ezildiğini hissetmişti.
Çakıl taşlarının doğurduğu acı onu durmaya zorlamış, bu trajedi öne uzanmasına dahi müsaade etmemişti.
Gözlerini sımsıkı kapatmak, o ölümlere tanık olmamak için kafasını çevirmek istese de bunu yapmamıştı. Çünkü bunu yapmanın güçsüzlüğünden, elinden hiçbir şey gelmeyişinden kaynaklanan sorumluluğundan kaçmak olacağına inanıyordu.
Hiç değilse yaptıklarının ve yapamadıklarının neticelerini görmesi gerekiyordu.
İşte bu mütevazı kararlılıkla gözlerini kaçırmayı reddediyordu.
O sırada――
Madelyn: [Nesin, sen?]
Madelyn, avını keskin ucuyla ikiye bölme niyetiyle elindeki Uçan Kanatlı Bıçağı savurmuştu.
Biri içler acısı Heinkel, biri de onu korumaya çalışan Schult olmak üzere her iki rakibini de aynı anda kesip biçmeye kalkıştığı kesindi. Saldırısını yarı yolda duraklatmış falan da değildi.
Ama buna rağmen――
Schult: [Ahh, ağhhh…!]
Dişlerini sertçe gıcırdatarak inleyen Schult, yere yığılmış haldeki Heinkel’in üzerindeydi.
Ve bedeninde ne bir kesik ne de bir göçük vardı. Halbuki Madelyn’in darbesi onu ensesinden yakalayıp paramparça etmiş olmalıydı.
Aslına bakarsanız Flop, o darbeye bizzat kendi gözleriyle tanık olmuş, çıkardığı o donuk sesi bile işitmişti.
Gelin görün ki yankılanan tek şey o sesten ibaretti.
Madelyn: [――?]
Kafasını eğen Madelyn’in meraklı gözleri, silahı ve Schult’un ensesi arasında gidip geliyordu. Derken bu pozisyonu koruyarak Uçan Kanatlı Bıçağını bir kez daha Schult’a savurdu.
Saldırısını bir kere, iki kere, üç kere, dört kere ardı ardına, başarıyla tekrarlarken de――
Schult: [Yo, yo, dur lütfen! Acıyor!]
Madelyn: [İlginç. Ben, ejderha olarak öldürmeye niyetlendim. Öyleyse neden ölmüyorsun?]
Flop: [Şey… Belki de öldürme konusundaki isteksizliğin silah hedefine ulaşmadan hemen önce elinin gevşemesine yol açıyordur… Guah!]
Madelyn: [Bu ejderle dalga geçmeye kalkma!]
Hiçbir şey anlamadığından yakınan Madelyn, sinirini Flop’tan çıkarttı. Ve az önce bir hışımla harekete geçmesini engellemek için kullandığı çakıl taşından daha da büyük bir tanesini Flop’a fırlattı; göğsüne inen darbe de Flop’u kıçının üstüne devirdi.
Çarpmanın etkisiyle göğüs kemiği çatırdayan Flop, artık doğru düzgün nefes bile alamaz haldeydi.
Bununla birlikte――
Schult: [O-oof, acıyor…]
Ardı ardına keskin bıçak darbelerine maruz kalan Schult’un acı nidalarına rağmen hayatta olması gibi bir gerçek söz konusuydu. İşte bu tuhaf durum da en nihayetinde Madelyn’de bir patlamaya yol açtı.
Schult’u şeftali rengi saçlarından kaptığı gibi havaya kaldırdı, dişlerini gıcırdatmaya başladı.
Ve sonra da,
Madelyn: [Senin, lanet olasıca sırrın ne…?]
Schult: [~~Hk!]
Havaya kaldırılan Schult’tan acı dolu bir feryat yükseldi. Fakat öfkeli gözlerini ona diken Madelyn’in tepkisi Schult’unkinden de öteydi.
Genç kızın altın rengi gözleri irileşmişti ve dudakları istemsizce titriyordu. Acıdan gözleri dolan Flop’sa onun neden böyle bir tepki verdiğini anlayabiliyordu.
Çünkü Schult’un görünümünde çarpıcı bir değişim tetiklenmişti.
O değişim de――
Utakata: [Schult’un gözleri, alev alev yanıyor.]
Aynı manzaraya tanıklık eden Utakata’nın kısa ve öz şekilde tarif ettiği gibiydi.
Utakata’nın belirttiği şey ilk bakışta mantıksız gelse de olanları tarif etmenin daha iyi bir yolu yoktu. Flop’un bakış açısına göre yaşananlar tam da Utakata’nın anlattığı şekildeydi.
Son derece alışılmadık bir şey söz konusuydu; Schult’un her iki kırmızı gözünde de alevler titreşiyordu.
Schult: [Eh, eh, eh…]
Fakat bahsi geçen Schult, bu gerçekten bihaber halde gözlerini kırpıştırıyor ve yüz ifadesi, etrafındakilerin tepkilerine anlam veremediğini gösteriyordu. Etrafı tarayan gözleri nihayet kendisini hedefleyen Uçan Kanatlı Bıçaktaki yüzünün yansımasına ulaştığındaysa herkesin dikkatini çeken şeyin ne olduğunu anladı.
O kıvrımlı bıçağa yansıyan hatları çarpık görünse de gözlerinde yanan alevler son derece açıktı.
Schult: [B-bu da ne? Ya-yakıyor! Ah! Yakmıyor aslında!]
Elini tüm yüzünde gezdiren Schult, alevleri hissedemediğini duyurdu.
Yüzü bir anda alevler içerisinde kalmış falan olmasa da gözlerindeki yangının kaynağı muammaydı. Ancak o alevlerin ifade ettiği şey, yalnızca Flop ve yoldaşları için bir bulmaca niteliğindeydi.
Schult’un yüzüne bakan ve gözlerinde yanan alevleri gören Madelyn’inse şaşkınlıktan yanakları kaskatı kesilmişti.
En nihayetinde de şüphelerini dile getirerek,
Madelyn: [Senin… o tilki şahsıyla bir ilişkin olmamalı!?]
Schult: [Tilki…]
Flop: [Şahsı mı?]
Utakata: [――?]
Tedirgin olan Madelyn, o üçlünün neden bahsettiğini anlamayışı yüzünden gözlerini yumdu.
Ve henüz ses tonunun alçaldığını fark edecek zihinsel alana dahi sahip olamamışken Schult’a bakarken duyduğu güçlü şaşkınlığın ve kafa karışıklığının üstesinden geldi.
Schult’u tutan el bedeninden ayrıldı ve oğlan, bir “Aaah!” nidasıyla yere yığıldı. Madelyn’se hala Heinkel’i korumakta olan oğlanın önündeki zemini tekmeledi.
Madelyn: [――――]
Sonra da bir hışımla sıçrayarak sokağın üzerindeki göğe yükseldi.
Olayın aniliği ve sürati Flop’ta kızın ortadan kaybolduğu hissini uyandırsa da bastığı zemin şiddetli bir şekilde çökmüş ve hareketini hızlandırmak için dayanak olarak kullandığı bina un ufak olmuştu.
İşte bu şekilde havalanan Madelyn, avuçlarının arasındaki Uçan Kanatlı Bıçağını tüm gücüyle havaya kaldırdı.
Madelyn: [Bir kez daha benim, bu ejderhanın yoluna çıkıyorsun… Kaybol, BAŞ BELASI――!!]
Bu protesto yankılanırken Uçan Kanatlı Bıçak, aşağı doğru savrularak şiddetle alçalmaya başladı.
Yaptığı şey prensipte uçan ejderlerin taşları fırlatışıyla aynıydı ama hazırladığı bıçağın ardındaki güç çok daha fazlaydı. Ve hedefsizce atılan o taşların aksine bu bıçağın hedefi Schult’u ikiye ayırmaktı.
Altta yatan bir sebepten ötürü Schult’un bedeni sağlamlaşmıştı.
Yine de ardı ardına darbe aldıkça acı feryatları yankılanmıştı. Demek ki bedeni kızın darbelerine karşı dayanıklı hale gelmemişti.
Zaten çocuklar vücutları ne kadar sağlam olursa olsun canları yandığında ağlarlardı――
Flop: [Bir şeyler yapmazsam Medium’u kızdıracağım.]
Çatırdayan göğsündeki acıya direnen Flop, Schult’a doğru atıldı.
Vücudunun bu saldırı karşısında ne kadar etkili bir kalkan olacağını bilemiyordu. Ama hasarı azıcık olsun azaltabilir ve Schult’u kurtarabilirse ona yeterdi.
Düşünecek zamanı olmayan Flop böylece kendisini Uçan Kanatlı Bıçağın saldırısına maruz bırakırken,
???: [――Aferin.]
Sebebini bilemese de bu kısık sesi açıkça işitti; bir çarpışma oldu ve şiddetli, karşılıklı darbelerin etkisi Flop’un gözlerini yakan bir ışık üretti.
Flop: [――――]
Bu ışığın kaynağı, doğrudan yukarıdan döne döne, hızla yaklaşan Uçan Kanatlı Bıçakla yandan çarpışan parlak kırmızı, mücevherli bir bıçaktı.
Kırmızı ışıklar sessizce patlama yaparken Flop, tüm vücudunun rüzgarlarla sarmalandığı şeklinde hatalı bir hissiyata kapıldı.
Ve bunu etin ete çarpışının donuk gürültüsü takip etti.
Flop: [――Hk!]
Yukarıya bakan Flop, acı bir çığlık eşliğinde açılı bir şekilde uçarak yerdeki bir binaya çarpan bir figürle karşılaştı. Ve geç de olsa onun taş binayı un ufak edecek bir şiddetle inen Madelyn olduğunu idrak etti.
Bu inişin sorumlusuysa soluksuz kalan Flop ve yoldaşlarının önüne iniş yapan kırmızılı, güzel bir kadındı.
Flop: [Prenses-kun!]
Schult: [Priscilla-sama!]
Utakata: [Puu!]
Priscilla: [Hala öğrenemediniz mi? Böyle anlarda haykıracağınız şeyler iltifatlar olmalı.]
Hiç acele etmeden eteğindeki tozları silkeleyen Priscilla, işte böyle söyledi.
Şehir bir İlahi Generalin bile sevk edildiği bir uçan ejder baskınına maruz kalmışken Priscilla, boyun eğmez tavırları ve varoluş tarzıyla kimselerle kıyaslanamayacak kadar güvenilirdi.
Sahiden de Madelyn’e ciddi bir darbe indirmeyi ve bu esnada Flop’la diğerlerini ölümcül bir durumdan kurtarmayı başarmıştı.
Priscilla: [Ama sizin böyle bir yerde tutulmuş olacağınızı hiç düşünmemiştim. Doğal olarak hemen Belediyeyi hedeflersiniz diye düşünmüştüm.]
Flop: [Aynen, öyle mi yapsak diye düşünüp taşınıyorduk aslında. Prenses-kun ve Hanım-san’ın olduğu köşke mi yoksa Kel-kun’un olduğu Belediyeye mi gitsek diye…]
Priscilla: [Hayatta olmaz. Orası tam da şehre saldıran Birinci Sınıf Generalin hedefleyeceği yer.]
Priscilla, çenesiyle Madelyn’in indiği yeri işaret ederek Flop’un devam etmesine mani oldu.
Onu duyan Flop’sa bir an için düşüncelere dalsa da bunun şu an için önemsiz olduğunu düşünerek kafasını toparladı. Sonra da Priscilla’ya seslendi. “Prenses-kun…”,
Flop: [Bizi kurtardığınız için teşekkürler. Ben Uşak-kun ve Utakata Hanımla birlikte bir sığınak bulmaya niyetliyim ama bize nereye gideceğimizi söyleyin. Kızıl-san’ı da yanıma alacağım.]
Priscilla: [Ho, demek mantıklı kararlar alabiliyorsun? Öyleyse köşke yönelin. Orası saldırının merkezi olan Belediyeden daha güvenli olacaktır. Ve…]
Diyen Priscilla’nın bakışları ardında yatmakta olan Heinkel’e doğru çevrildi. Ve kırmızı gözlerini kısıp kısaca iç çekerek,
Priscilla: [Onu arkada bırakabilirsin. Faydası yoksa bu iş bitmiştir.]
Flop: [Maalesef öyle bir şey olmayacak. Kızıl-san uyandığı zaman değerli bir kaynağa dönüşecek, daha da önemlisi kıymetli Uşak-kun’unuz onu korumak için çok acı çekti.]
Priscilla: [――――]
Flop’un ağzından bu kelimelerin dökülüşüyle Priscilla’nın bakışları Schult’a çevrildi.
Ustasının varışıyla son anda kurtulmanın etkisiyle gözleri yaşarmıştı. Ve hala yanmakta olan gözlerindeki yaşlarla alevler seyredilesi bir manzara doğuruyordu.
Ancak Schult, içerisinde olduğu bu tuhaf durumdan duyduğu tedirginliği ifade etmektense yerdeki Heinkel’i bacağından tutarak,
Schult: [Be-ben Heinkel-sama’yı taşıyacağım…! Ama, Priscilla-sama, siz…]
Priscilla: [İcabına bakmam gereken birkaç iş daha var. Anlıyorsundur eminim.]
Schult: [E-evet. Sadece Priscilla-sama’nın icabına bakabileceği önemli şeyler…!]
O cesur çocuğun, Schult’un duyduğu inanç Priscilla’yı nasıl etkiliyordu acaba?
İfadesinde hiçbir değişiklik olmayan Priscilla yalnızca sessizce kafasını sallayarak Schult’un sözlerini onayladı. Anlık bir duraksamadan sonraysa göz ucuyla ara sokağa bakarak,
Priscilla: [Ana caddeden uzak durun, ara sokaklardan, uzun binaların yanlarından ilerleyin. Schult, yolu hatırlıyor olmalısın.]
Schult: [Evet! O yoldan her gün özenle yürüyordum!]
Priscilla: [Takdiri hak ettin.]
Priscilla, çabalarını takdir etmeye kısa bir süre ayırdıktan sonra Schult’a arkasını döndü.
Tavrı netti; sohbet zamanı sona ermişti. Flop’un içgüdüleri de orada daha fazla oyalanmanın iyi bir fikir olmadığını söylüyordu.
Priscilla’nın yakınında kalabildikleri sürece uçan ejder tehdidinden kurtulurlardı gerçi.
Flop: [Uşak-kun, bana yolu göstermen gerekecek. Ben bir şekilde Kızıl-san’ı taşırım. Utakata Hanıma gelince, sokaklarda gözcülük etme görevi sende. Eminim avcılığa alışkınsındır, sana güveniyorum!]
Schult: [A-anlaşıldı. Yolu göstermek için elimden geleni yapacağım!]
Utakata: […Uu da anladı.]
Bir an için koşmaya başlamaktan yana fark edilir bir tereddüt sergileyen Utakata, başını sallayarak kendisine düşen rolü kabullendi.
Böylece rol dağılımı tamamlanmış oldu. Artık geriye kalan tek şey――
Flop: [Prenses-kun! Tekrar teşekkürler!]
Priscilla: [Minnettarlığa falan lüzum yok. Ben yalnızca iltifat beklerim.]
Priscilla, sırtı dönük halde Flop’un minnettarlığına karşılık verdi. Onun bu dürüstlüğüne gülen Flop’sa yerdeki Heinkel’i kaldırdı.
Uzun boylu ve yapılı adamın bedeni bir hayli ağırdı. Neyse ki Flop, acil durumlarda Medium’u kucaklayıp kaçmaya alışkındı. Bu sayede Heinkel’i valiz gibi sırtına atmasına rağmen bir şekilde hareket edebilecek haldeydi.
Schult: [Bunu da unutmamalıyız]
Diyen Schult, Heinkel’in yerdeki kılıcını kaldırdı ve küçük elleriyle sıkıca tuttu.
Ve hızlıca bakışıp kafa sallayışlarının ardından Flop, Schult ve Utakata üçlüsü köşkü hedefleyerek ara sokaklarda koşturmaya başladı.
Tamamen gözden kaybolmalarından önceyse――
Schult: [Priscilla-sama, bu ateş için, kesinlikle… Çok minnettarım!]
Alevli gözlerini iyice açan Schult, Priscilla’ya duyduğu minneti dile getirdi.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..