Pat!
Gövdesini hedef alan pençeden kıl payı kaçındı. Elinde tuttuğu siyah kılıcı ölümün kendisiymiş gibi hareket ettirdi. Karşısındaki kurt o anda hareketini durdurdu ve kılıcın boğazını kesmesini izledi. Keskin kılıcın boğazını kestiğini hissettiğinde uludu. Gökyüzü mavisi gözleri kanla doldu ve düşmeden önce son bir pençe attı. Fakat her şey için çok geçti. Rakibi onun gibi asil birisi için fazla aciz bir varlıktı.
Şır!
Pençesi peynirden yapılmış gibi kesildi.
Güm!
Pençesi kopunca dayanacak gücü kalmayan kurt yere yığıldı ve kan kaybından acı içinde öldü.
“Huh!”
Dean kılıcının üzerindeki kanı kurdun yelesine sildikten sonra on metre ötedeki dev ağaç kovuğuna baktı. Yumuşak ağaç dallarından yapılma bir yuva kovuğun içinde duruyordu. İçinde korkudan titreyen kedi boyutunda iki kurt yavrusu vardı. Annelerinin ölümü onlarda korkutucu bir etki yaratmış olacak ki titreyerek geri çekiliyorlardı.
“Benim annem de gözlerimin önünde öldürülse, ben de böyle davranırdım herhalde.”
Empati yeteneğini kullanarak onlara yaklaşmayı denedi ama annesi ölünce üzülmeyeceğini fark etti.
“Eh, sanırım, bu empati kuramayacağım anlamına gelmiyor.”
Yavruların hedefindeki şehirde fahiş fiyatlara satıldığını duymuştu. Bu yüzden biraz para kazanmanın bir sakıncası yoktu.
“Birkaç kilometrem kaldı sadece… fazla değil.”
Şu anda Lahkseis’in en ücra ve tehlikeli köşelerindeydi. Acilen kafasını dinleyebileceği bir yere gitmeliydi yoksa burada kendisini harcayacaktı. Tıpkı Kara Orman’da harcadığı gibi…
Yavrulara tekrardan baktıktan sonra ikisini de zarar vermeden bayılttı ve çantasındaki torbaya koyup yoluna devam etti. Ölü olan anne kurdu ise… en önemli yer olan kafa bölgesi işe yaramaz hale geldiğinden bir değeri yoktu. Onu umursamasına ve bir yük sırtlanmasına gerek yoktu.
Acımasız insanların bir gün en sonunda bir kahraman tarafından avlanacağı söylenirdi. Ancak o kahramanlar, kötü olarak gördükleri kişileri kendi adaletlerine göre yargılamıyorlar mıydı? Kötü olan neden kötüydü? Neden kötü olmak gibi bir gereksinim duyardı?
Sorunun özü çok daha derindi.
Kötü neden kötüydü?
Bir travma? Dışlanmak ve yalnızlık? Ancak bunlar onu kötülük yapmaya iten şeyler miydi? Doğuştan kötü olarak doğamaz mıydı?
Kara Orman’da, iyilik timsali olan Dean’ın gölgesinde saklanırken sürekli düşünüyordu. Karanlık neden karanlıktı? Işık olmadığı için değil miydi?
Birçok farklı cevabı vardı. Ancak Dean, kahramanlara inanmıyordu. Kimsenin bedava iyilikler yapacağına, başkaları için çıkar amacı gütmeden fedakarlık yapacağına inanmıyordu. Ona göre kötü adamlar kahramanlardan daha iyiydi.
Belki de bu yüzden ağır bir makyavelistti.*
Kendisi için her şeyi yapabileceğini, iyiyi ve kötüyü ayırt etmekle uğraşmayacağını anladığında kendini bulmuştu. Neden başkası için canavarları öldürmeliydi? Neden insanlık için savaşmalıydı? Neden canavarların kazanmasını sağlayıp, insanları zayiata uğratıp, gelecekte engel teşkil edebilecek kişileri aradan çıkarmasındı?
“Lakin bu kahramanların doğuşuna yardımcı olabilir. Kahramanlar zor zamanlar da doğar.”
Kısaca kötüler, kahramanları oluştururdu. Tıpkı iyiliğin anlamlı olması için kötülüğe ihtiyaç duyması gibiydi.
Parlak çimenlerle kaplı toprakta yürürken melankolikleşmişti. Düşünceler zihninden çok hızlı bir şekilde geçiyordu. Ne yapmalıydı? Gerçekten İlahlara karşı gelebilecek miydi?
“Belki de Arthfael haklıydı. Ben aciz ruh, onlara karşı gelmek için fazla güçsüzüm.”
Dean düşüncelerinde sıyrılırken büyük surları gördü. Surlarla aynı zaman da parlak mavi okyanusu da görmüştü. Küçük bir tepenin üzerinden ne kadar güzel gözüküyordu. Telaşla toprak yolda ilerleyen tüccar arabaları ve onlarca metrelik bir sıra gördü.
“Acele etmeliyim. Geceye kalmak istemiyorum.”
Oldham Kalesi. Regnumor ve Eliterra diyarındaki en büyük insan kalesi. Aynı zaman da insanlığın bu iki diyardaki en büyük gücüydü.
Dean içindeki vahşi hayvanı dizginledi ve şehrin girişindeki sıraya girdi. Önünde en az yüz kişi vardı ve hepsi insandı. Kimisi bir hulk kadar iri, kimisi bir kadın kadar ince ve kırılgan gözüküyordu. Ancak hepsinden hissettiği tehdit sıradan bir ork askerle aynı seviyedeydi. Ayrıca görülüyordu ki hepsinde kendisinde olmayan bir şey vardı;
Yetenek!
Sadece bir bakış atması hepsinin savaşçı ya da büyücü olmasını anlamak için yeterliydi. Ayrıca hepsinin kendisinden daha fazla savaş deneyimi vardı. Bu da bir savaşta oldukça zorlanacağını gösteriyordu.
Yetenekten kastı savaşçıların ve büyücülerin kullandığı manadan bahsediyordu. Kendisi mana kullanmak bir kenara dursun, manayı hissedemiyordu bile. Bu da bu yeteneğin kendisinde olmadığını gösteriyordu.
“Lakin insan sınırlarının dışındayım. On altı yaşındaki bir çocuk benim kadar hareket edemez.”
Kendisi hiç antrenman yapmamış olmasına rağmen güçlüydü. Yeni mana kullanmaya başlamış bir insan kadar hem de. Buna zekası ve ani saldırıları da eklenince kendisinden birkaç kat güçlü birisini öldürmek sorun değildi. Ancak aradaki fark London ya da savaştığı Kara Elf kadar olursa, siki tutardı. Çünkü aradaki fark on kattan daha fazlaydı.
London’un saldırısını karşılayabilmesinin sebebi London’un üstünkörü ve ani saldırmasıydı. Ancak unutulmamalı ki sadece bu saldırı bile onun ellerinin hasar görmesine ve bacaklarının titremesine neden olmuştu.
Ancak mana kullanamamanın çok büyük bir ekstrası vardı. Şu ana kadar hayatta kalabilmesinin en büyük sebebi.
“Büyü ile algılanamıyorum. Çünkü vücudumda mana yok.”
Başka birisi onu algılayabilirdi ancak fiziksel duyuları ile yapabilirdi. Diğer türlü vücudunda mana olmadığından böyle bir şey mümkün değildi. London ve Kara Elf’i öldürebilmesinin ana nedeni de buydu. Onu hissedemiyorlardı.
“Sıradaki lütfen.”
Oturaklı bir ses duyunca Dean düşüncelerinden sıyrıldı. Anlaşılan sıra kendisine gelmişti.
“İsim alabilir miyim?”
“Dean.”
“Bay Dean, ilk defa mı Oldham şehrine geliyorsunuz?”
“Evet.”
“Geliş amacınız nedir?”
“Ürün satmak.”
“Ürünü görmem de bir sakınca var mıdır?”
“Tabii ki hayır.”
Dean torbasındaki baygın kurt yavrularını gösterdi.
“Mavi Gözlü Çayır Kurdu demek. Üstelik yavrular ve zarar görmemişler, iyi para kazanacağınıza eminim.”
“Teşekkür ederim.”
Görevli adam birkaç belge imzaladıktan sonra Dean’den bir imza istedi ve bir kart uzattı.
“Bu on beş gün kalmanızı sağlayacak giriş kartı. Daha fazla kalmak istiyorsanız vergi ödemeli ve bir konut kiralamalısınız. Ayrıca bize belli bir miktar nakit göstermelisiniz.”
“Anladım.”
Dean onayladıktan sonra kapıdan girdi. Kapıdan girince dünyası yüz seksen derece değişmişti. Dışarı da insanlar sadece savaşmak için varken, şimdi her yer insan kaynıyordu. Geniş sokaklar ve renkli dükkanlar, orta çağdan kalma bir kale gibiydi burası.
“Çok büyük bir set gibi…”
Oldham şehri, nadir gözüken platolardan birisine kurulmuş bir şehirdi. Canlı ve yaşam dolu atmosferi her yönüyle kendisini gösteriyordu. Keskin çatıları olan kiremitli evler, tezgahlarını kapatan satıcılar ve gece olduğu için etrafta devriye gezen muhafızlar… hepsi bu şehrin ayrı bir rengi gibiydi.
Bunlar önemli şeylerdi fakat Dean’ın dikkatini çeken şey bu değildi. Dikkatini asıl çeken şey, bir gökdelen gibi gökyüzüne yükselen dev kuleydi. Kule mat siyahtı ancak etrafa herhangi bir kötücül aura yaymıyordu. Daha çok süs için konulmuş gibi gözükse de Dean onun sıradan bir şey olmadığını hissetti.
“Her neyse, ilgimi çekmiyor. Acilen ürünleri satmam gerekiyor.”
Dean sorup soruşturarak güvenilir bir mağaza buldu.
“Merhaba.”
“Merhaba.”
Tezgahtar genç bir adamdı. Dean’ı görünce bakışları düşmüştü.
“Bu ürünleri satmak istiyorum.”
Torbasını açtı ve iki yavru kurdu dışarı çıkardı. Kurtlar hâlâ mışıl mışıl uyuyordu.
“Mavi Gözlü Çayır Kurdu demek… üstelik hasarsız.”
Genç iki elini iki kurdun üzerine koydu ve gözlerini kapattı. Birkaç saniye sonra gözünü açtığında iki gözüde bir yıldız gibi parlıyordu.
“Merli’nin Sakalı! İkisinin de çekirdeği var!”
“Bu nadir bir şey mi?”
“Tabii ki! Çekirdeği olan yavru kurtlar oldukça nadirdir. Kurtlar gençlik dönemlerinde güçlenirler, bebekken değil! Bu kurtlar doğalı bir sene anca olmuş.”
“Hm, ederleri ne kadar peki?”
Genç bir süre düşündükten sonra cevap verdi.
“İkisi de yüz altın.”
“Tanesi elli altın mı ediyor?”
“Evet.”
“Peki, satıyorum.”
Dean memnun bir şekilde kafasını sallayarak kurtları teslim etti, genç de bir kese parayı teslim etmişti.
“Ah, bu arada!”
Genç gözünü Dean’ın boynundaki kolyeye dikti.
“Yüzüğünüzü değiştirmek ister misiniz? Düşük seviye bir depolama yüzü sizi kısıtlayacaktır. Uygun fiyata yüzük bulunuyor.”
Dean boynunda bir iple asılmış depolama yüzüğüne dokundu. Bu yüzük Arthfael’in mağarasından geliyordu ve içinde çok değerli eşyalar vardı.
“Teşekkür ederim, ancak baba yadigarı olduğundan bir süre daha kullanmak istiyorum.”
“Peki siz bilirsiniz.”
*
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..