Dean William’a veda ettikten sonra birlikten ayrıldı ve aldığı erzakla birlikte yola koyuldu. Savaş Ovası’nın belli köşelerinde küçük ağaçlıklar vardı. Kırk dakikalık bir yürüyüşten sonra vardığı ağaç bölgesine gelince durakladı.
“Çıkmayı düşünüyor musun?”
Klink!
Soğuk bir hançer Dean’ın birkaç metre ötesindeki çimenlere saplandı. Hançer yere saplandığı anda büyük bir duman onu sardı ve bir silüetin şeklini aldı.
“Ho… Bayağı garip bir teknik.”
Silüet yavaşça belirginleşti ve bir seksen boylarında, keskin kulaklı bir Kara Elf’in görünüşünü aldı. Kara Elf, oldukça ince bir yapıya sahipti. Parlak mor gözleri ve hastalıklı gri rengindeki teniyle oldukça alışılmadık bir görünüşe sahipti.
Dean elini sırtında asılı olan kılıcın sapına attı ve öylece bekledi. Hâlâ kendini göstermeyen bir kişi vardı.
“Sen London olmalısın. Üzerindeki bira kokusunu alabiliyorum. Kendini göstermelisin.”
Birkaç adım arkaya geriledi ve üç metrelik ağacın gölgesine baktı. Hava kararmaya başlamıştı, soğuk bir hançer kalbinin dibindeymiş gibi hissediyordu.
“Heyecanlandığımdan kendimi açık ettim.”
London’un soğuk sesi duyulduğunda Dean kılıcını çekti ve üzerine gelen hançeri savuşturdu.
Klink!
Hançer kılıçla çarpıştığında Dean birkaç adım geriledi. Bu esnada Kara Elf yerinden kaybolmuş ve London’un yarım metre sağında ortaya çıkıp siyah hançerini savurmuştu. Hareketleri bir yılanı andırırcasına acımasız ve kurnazcaydı. London’un saldırmasını beklemiş ve saldırısını yaptıktan sonraki kendini toplama sürecinde ani saldırı yapmıştı.
“Zayıf!”
London üzerine gelen hançere baygın bir bakış atarken son derece sakindi. Hançerin üzerindeki işlemeleri dahi rahatlıkla gördüğünden panik yapmıyordu. Bir nefes verdi ve belini büktü. Bir topaç gibi döndükten sonra elinin tersiyle Kara Elf’in ensesine vurdu.
Fiyuv!
“Hm?”
London saldırısının isabet etmesine şaşırma fırsatı bulamadan Kara Elf’in tekmesini gövdesine yedi ve birkaç metre uzağa uçtu.
“Bu-“
Shrak!
London bacağında keskin bir acı hissetti. Hemen arkasını döndü ve hançerini sapladı.
Klink!
Dean hançeri karşıladıktan sonra yere düştü ama takla atarak kendisini topladı.
“Woah! Bu inanılmaz acıtıyor!”
Darbenin etkisinden soyulmuş avuç içlerine baktı. Bacakları dayanıksız olduğundan dolayı titriyordu. Bu kişilere karşı koymak onun için imkansızdı.
“Seni oros-!”
Cümlesini bitiremeden Kara Elf tekrardan saldırdı. London hançeriyle karşılık verecekken Dean sırtına tekme attı ve Kara Elf’in kucağına düştü. İkisi çarpışınca gök gürüldemişti sanki, Kara Elf yeri parçalamak istercesine tekmeleyerek havalandı ve London’un kafasına tekme attı.
London bir tehdit oluşturmayan Dean’ı umursamadan tekmeye karşılık verdi.
Güm!
Tekme ve yumruk çarpışınca büyük bir ses çıktı ve şok dalgası yerdeki çimenleri hareket ettirdi.
“Güçlü.”
London darbe yüzünden çatlamış kolunu iyileştirirken geri çekildi. Benzer bir davranışı Kara Elf’te sergiliyordu, o da bacağını iyileştirmek için birkaç metre geriye çekilmişti.
İkisi de eşit güçte miydi? London dişini sıktı.
“O daha güçlü.”
Aralarında çok küçükte olsa bir güç farkı vardı. Kara Elf, London’dan bir parmak daha güçlüydü. Ancak London daha esnek ve hızlıydı.
İkisi de gözlerini birbirinden ayırmıyordu. Dean’ın çoktan oradan tüydüğünü fark etmeyecek kadar dikkatleri bir yere odaklıydı. Algıları sadece diğerini kapsayacak kadar genişti, tüm odağı onun çevresindeydi.
London derin bir nefes aldı ve yeri tekmeledi. Kol yenindeki fırlatma bıçağını fırlattı ve arkasından bir tane gölge bıçağı fırlatarak onları destekledi.
Kara Elf bıçakları tutmakla uğraşmadan eğilerek kaçındı. Ancak eğildiği an London’un tekmesiyle karşılaşınca afalladı ve gardını kullanarak darbenin kuvvetini en aza indirdi.
Güm!
Crack!
Kara Elf’in iki kolundan kırılma sesleri yükseldi. Kara Elf acının beynine bir mızrak gibi saplanmasına dayanamayıp inledi ama kendisini London’un saldırı alanından uzaklaştırmayı başarmıştı. Geri çekilince kolları siyah bir parıltı yaymaya başladı, Kara Elf acı yüzünden inlemeye başladı ancak bu inleme bir saniye sonra kesildi.
Kollarını silkeledi ve belinde asılı olan kılıçlardan iki tanesini ellerine aldı.
“İyileşti mi? Güçlü bir yenileme becerisi olmalı.”
London dudaklarını bükse de ciddiyetinden hiçbir şey kaybetmedi. Bu savaş hiç kısa sürmeyecekti ama sadece ikisinden birisi hayatta kalacaktı.
Yeri tekmeledi ve tekrardan saldırdı. Bu sefer daha pervasız ve saldırgandı. İlk adımında bir topaç gibi döndü ve sağ bacağını bir kırbaç gibi savurdu.
*
Yirmi dakika sonra…
İkisi arasındaki savaş sona yaklaşmıştı. London’un vücudu on binlerce mikro kesikle donatılmıştı, yırtıklar yüzeysel gözüküyordu ancak iç organlarının çoğu ezilmişti. Ayrıca Kara Elf’in hançerlerinin bir özelliği yüzünden daha beter bir haldeydi.
“Zehirli.”
London yere iç organlarının da arasında olduğu kan yumağını kustu. Gözleri ağırlaşmaya başlamıştı. Vücudu son demlerini yaşıyordu. Yıkılmak üzere olan bir bina gibiydi.
Onu ayakta tutan tek şey rakibinin de kendisinden aşağı olmamasıydı.
Bir canavar olan Kara Elf bir insan olan London’dan birkaç kat daha hızlı iyileşiyordu. Fakat, aldığı yaralar yüzünden birkaç kez ölümün eşiğine gelmişti. Bu yüzden vücudu çökmek üzereydi. Onu ayakta tutan şey London’unkinden farklı değildi.
İkisi de birbirini öldürmek için ayakta duruyordu.
“Son hamle. Ya sen, ya ben. Sadece birimiz hayatta kalıyor.”
London bacaklarına kuvvet vermeye çalışırken tüm öldürme niyetini saldı. Artık bir suikastçi ya da izci gibi gizli değildir, bir sabah güneşi kadar açıktaydı.
“Öl!”
Bir kaplan gibi ileri atıldı ve tüm kalbini son yumruğuna verdi.
AHHHH!
Kara Elf onun çığlığıyla kendine geldi ve hamlesine karşılık verdi. Ancak London ondan daha güçlüydü. Yumruğu yediği gibi kolu parçalara ayrıldı ve bir ağaca tosladı. Ağzından kanlar gelmeye başlamıştı. Vücudu çökmüştü.
London’un kanlı gözleri Kara Elf’in parçalanmış koluna düştü. Elfin kanları her yeri yıkamıştı. London heyecanlı kalbinin sakinleştiğini hissetti. Kırılmış kolunu umursamayıp diğer eliyle bir bıçak aldı ve Kara Elf’in başına gitti.
“Bana bilgi ver. Nerede? Kampınız nerede?”
London’un güçlü ama bir o kadar da yorgun sesi Kara Elf’in gözlerini açmasına neden oldu. Bir çiçek kadar güzel mor gözleri tarifi olmayan bir öfkeyle doluydu.
Yıllardır özgürce dövüşürken şu anda bir kayaya toslamıştı. Ölecek miydi? Belliydi. O zaman hiçbir şeyin önemi yoktu. Ne kavganın, ne savaşın, ne de kalbini adadığı prensesin bir önemi vardı. Ancak ihanet etmeli miydi? Onurlu bir şekilde ölmek varken, ihanet etmek ne kazandıracaktı?
‘Acaba ne düşünüyordu?’
Aklına bir ay önce onları ziyarete gelen zayıf çocuk geldi. Çok açtı ve ölümüne ramak kalmıştı. O geldikten sonra prensesinin gözleri parlamıştı. Ne garipti? Zayıf, güçsüz bir insan evladı. Prenses ona öyle çok güvenmişti ki, katıldığı savaşta öncülük etmesine izin vermişti.
‘Çok büyük bir potansiyeli vardı.’
Sadece kendi türündeki insanlar birbirlerini tanıyabilirlerdi.
‘O çocuğun kalbi gece gibi karanlık, ölmesi en mantıklı seçenekti.’
Böylece prensesi bir yükten kurtulacaktı. Savaşa odaklanacak ve yıllar önce kovuldukları diyarı fethedecekti. Bir prenses olarak görevi buydu. Onun karanlık eli olan kendisinin onun uğruna ölmesi gibi.
‘Keşke…’
Karşısındaki kanlı gözlere baktı. Merak, korku ve heyecan karmakarışıktı. Öfkeli bir boğa gibi sürekli şişen göğsü ve kanlı vücudu… ona oldukça garip geliyordu.
‘…bu savaş hiç başlamasaydı.’
Savaşın en kadar anlamsız olduğunu, artık bir değeri kalmadığında anlamıştı. Çok ironik değil miydi? Hiçbir şeyin değeri kalmadığında her şeyi anlaması.
Gözleri ağırlaşırken insanın tekrardan bağırdığını duydu.
“Yakında öğreneceksin.”
Dedikten sonra gözleri kapandı. Etraf karanlık olmuşken sıcak kan yüzüne sıçradı. Ne olduğu belliydi. O gelmişti.
‘Sahi, onun vücudunda mana yoktu.’
*
London’un gözleri göğsünden çıkan siyah kılıca düştü. Kılıcın üzerinden akan kanlar ağır çekimde yere düşüyordu.
Tink!
Bilekleri gücünü kaybettiği için silahı yere düştü.
Dean, kılıcı onun göğsünden çıkardı ve tekrardan sapladı.
“Selam, London. Bu anı yirmi dakikadır bekliyorum.”
London çocuk sesini duyunca kafasını çevirmeye kalktı. Ancak Dean’ın attığı omuz darbesi yüzünden kafasını çeviremeden yere devrildi. Tam olarak Kara Elf’in yanına; omuz omuza.
“S, sen…”
“Evet, ben. Şu tehdit olmayan çocuk.”
Dean kılıcının üzerindeki kanı London’un kıyafet parçasına sildi.
“N, neden? İnsan değil misin? Neden Kara Elf’in yanındasın?”
London son saniyelerini yaşıyordu.
“Kara Elf’in yanında olmak mı?”
Dean kıkırdayarak kılıcını kaldırdı. Komik bir şey duyduğunda gözleri sürekli kısılırdı. Bu yüzden gözleri kısılmıştı. Kara Elf’e bir bakış attı ve tekrardan alayla güldü.
“Basit bir ayak takımından başka bir şey değil.”
London kan öksürdü. Göğsündeki kılıç yarası ölümünün kesin olduğunu gösteriyordu. Konuşacak mecali dahi olmadığından bir şey diyemiyordu.
Dean kılıcını indirdi.
“Bir dahaki sefer bu kadar dikkatsiz olma.”
Kan yükseldi. Temiz bir kesik sonucu London’un kafası yere düştü. Dean kılıcını kınına soktu ve etrafa bakındı. Ardından ikisini yağmalayıp yoluna gitti.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..