Regnumor.
Lahkeseis’in Güney-doğusunda bulunan karanlık diyara verilen isimdi. Bu karanlık diyar canavarlara ve değişik bitki türlerine ev sahipliği yapıyordu. Aynı zaman da Elflerin Diyarı olarak bilinen Eliterra’ya yüzlerce kilometrelik sınırı vardı.
Çıkılması imkansız kapan olarak bilinen Kara Orman ve zehirli suların kaynağı Karasu Gölü buradaydı. Gölge Dağları ve Ölüm Dağı’da burada olup, en ölümcül yerlerin başında geliyordu.
Eliterra-Regnumor Sınırı, Savaş Ovası.
Savaş Ovası iki diyarın sınırında bulunan ve savaşların en yoğun olduğu bölgeydi. Üstelik büyük bir düzlük olduğundan çarpışmalar kafa kafaya oluyor, normalde olması gerekenden çok daha kanlı oluyordu.
“Hey, siz! Hadi kendinizi toplayın!”
Eliterra sınırlarını işgal eden canavarları fark eden gözcü kuleleri anında karargaha mesaj uçurmuştu. Kışlalarda eğitim yapan savaşçılar arkadaşlarını hemen uyarmış ve savaş alanına yola çıkmışlardı. Dört yüz paralı asker, birbirinden ihtişamlı zırhlarını kuşanmış bir şekilde savaş alanına ilerliyordu.
“Hm? Bu da ne?”
Birliğe öncülük eden takımın kaptanı, görüş açısına giren Ork cesetlerini görünce kaşlarını çattı.
“En azından yirmi tane olması gerekiyor. London, etrafta birisi var mı bak.”
Kaptan izcilerin kaptanı olan arkadaşına söyledikten sonra tek başına cesetlere doğru ilerlemeye başladı. Algısı bir hayli güçlüydü. Oraya bakmadan dahi orada bir yaşamın olmadığını anlamıştı.
“En azından bir Ork Şefi. Güçlü.”
Kaptan bir basketbol topu büyüklüğündeki kafayı ayağıyla çevirdi ve Ork’un yüzüne baktı. Ork’un gözlerini çizen iki kırmızı yara izi vardı. Bu Orkların geleneği olan Şampiyon Nişanı’ydı. Sadece kabile şefleri böyle izlere sahip olabilirdi.
“Kaç tane var? Hm… En az yirmi Ork var. Birisi şefken, diğerleri asker sanırım.”
Bu Orkların güçleri sıradan Orkların fazlasıyla üstündeydi. Sadece bir asker olsa dahi sıradan bir savaşçının başa çıkabileceğinden güçlüydü.
“Gözcüler sanırım.”
Kaptan bu çevrede başka bir Ork göremeyince bunların gözcü olduğuna kanaat getirdi. Her ne kadar bir keşif için fazla güçlü bir birlik olsa da, en mantıklısı buydu.
“William, bir kişi buldum.”
London’un sakin sesi yandan gelince tüm herkes kafasını oraya çevirdi. London ölü gibi solgun suratla yürüyordu. Arkasında ise ork kıyafetleri giyen genç bir çocuk vardı. Çocuk yaşıtlarından farklı gözlere sahipti. Siyahtı ama çok derindi. Prangalarından kurtulmuş bir canavar gibiydi sanki.
“Buranın başı sen misin?”
Çocuk en ufak bir korku hissetmeden William ile göz göze geldi. Kaptan, William denen kişiyle aynı insandı. Çocuğun bu kadar sağlam bir mentaliteye sahip olmasına şaşırmıştı.
“Orkları bu hale getiren sen misin?”
“İşine yarayacak birkaç bilgim var.”
“Ho… Önce benim sorumu cevaplamaya ne dersin?”
“Bilgileri istiyor musun, istemiyor musun?”
Klink!
London hançerini kınından çekti ve çocuğun şahdamarının üzerine dayadı. Çocuk gözlerini hançere çevirmedi bile. William’a bakmaya devam ediyordu.
“Evet, bendim. Ağaçların altında dinlenirken aniden bana saldırdılar. Ben de kafalarını kestim.”
“Çok büyük bir iş başardın. Benim adım William, söylediğin gibi bu grubun lideri benim. İsmin nedir?”
Çocuk boğazına dayanan hançere baktı.
“Neden önce hayatımı tehdit eden şu hançeri çekmiyorsunuz?”
“Ah, pardon. London, güvenilir birisi.”
London hançerini onun boğazından çektikten sonra kınına koydu ve arkasını dönüp oradan ayrıldı. Ayrılmadan önce homurdanmayı unutmamıştı.
“Şimdi söyleyebilirsin.”
William’ın ses tonu güven vericiydi.
“Savaş Ovası’nın batısındaki Yıldız Nehri’ne mi gidiyorsunuz?”
Yıldız Nehri, Savaş Ovası’nın en batısındaki tek akarsuydu. Binlerce kilometre kuzeyde olan Yıldız Gölü’nden geliyordu. Savaş Ovası ve Regnumor’un bu kadar canlı olmasının ve çürümemesinin tek sebebi o nehrin besleyici gücüydü.
“Nereden anladın?”
“Öyleyse size çok kötü bir haberim var.”
“Nedir?”
Gurr!
Çocuk kızarmış yanaklarla karnını tuttu.
“Öncelikle bir şeyler yesem iyi olacak. Dört gündür yemek yemedim de…”
*
Katır!
Çocuk, William’ın önünde olmasını umursamadan kuru ekmeği ve kurutulmuş eti tek hamlede gömdü. Yıllardır yemek yememiş bir maymun kadar vahşi ve sofra adabından uzaktı. Ekmeği ve eti yedikten sonra soğuk suyu kafaya dikti.
“Ah…”
Memnun olmuş bir şekilde karnını tutarken William’ın keskin bakışlarını gördü.
“Ehem! Yıldız Nehri’nin otuz kilometrelik bir bölümünün yer altındaki bir kanaldan aktığını bildiğini düşünüyorum.”
“Evet. Bunu herkes bilir.”
“Güzel. Otuz kilometrelik o bölge, düz bir platodan farklı değil. Toprağı tüm diyardaki en verimli topraklardan birisi. Bu yüzden birçok bitki türü orada yetişir.”
“Sadede gel.”
“Velhasılkelam, o toprakları kirletmek ve Yıldız Nehri’nin akış yönünü tam tersine çevirmek istiyorlar. Bu yüzden, çoktan o bölgeyi kazmaya başladılar. Büyük miktarda Yeraltı Solucanı kanallar açmaya ve nehrin suyunu boşaltmaya başladı.”
William kaşlarını çattı. Çocuğun dediklerine inanmamış olduğu her halinden belliydi.
“Bunun bizimle ne alakası var? Bizim görevimiz sınırı geçen canavar birliklerini ortadan kaldırmak ve sınıra olan baskıyı azaltmak.”
“Yıldız Nehri’nin çevresindeki toprağın bir özelliği daha vardır, biliyor musun?”
“Nedir?”
Çocuk arkasına yaslandı ve sihirli kelimeleri ağzından çıkardı.
“Yumuşak olması.”
Tak!
William elindeki bira şişesini yere düşürdü.
“Bu…”
“Evet, gönderdiğiniz birlikler pusuya düşmüş olabilir. Yeraltı Solucanları’nın açtığı yapay mağaralara…”
William çocuğun söylediklerinin çok değerli olduğunu biliyordu. Zaman burada çok önemli olduğundan yerinden kalktı ve teşekkür dahi etmeden oradan ayrıldı.
Birkaç dakika sonra bir güvercin kamptan havalandı.
Güvercin havalandıktan sonra kamp toplandı ve askerler harekete geçti. William, haberin doğruluğunu onaylamış gibi görünüyordu. Çünkü, birliğin izcileri olan London ve ekibi çoktan bölgeyi incelemek için çıkmışlardı. Şu anda Yıldız Nehri’ne on kilometre kalmıştı.
William bir at arabasında kılıcının pasını silerken çocuğun at arabasına girdiğini gördü.
“Bölgeyi incelemesi için adam gönderdin mi?”
“Evet ve çoktan haberler ulaştı. Dediğin doğruymuş, yüzlerce metrelik bir bölge kazılmış ve tahta platformlar ile desteklenmiş. Büyük ihtimalle Ork Şamanları’nın işi; Doğa ve Toprak konusunda uzmanlar.”
“Hm, buna sevindim. Bu, onları incelemek için harcadığım günler boşa gitmediği anlamına geliyor.”
“Ah, sahi! İsmin nedir?”
Çocuk gülümsedi.
“Dean.”
*
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..