İyilik görmekten ve iyilik yapmaktan nefret ederim. Çünkü her iyilik, istemsizce de olsa karşılık bekler.
Şu an içinde bulunduğum araba: Mercedes, Maybach S, model: S 600... Ardı ardına Ivan'a sorular sormamak için kendimi tutuyorum. İnternete girip fiyatına baktığınızda, muhtemelen, "Oha, has siktir! Bizim böyle arabamız olmayacak mı lan..." falan diye sayıklayacaksınız, ama merak etmeyin, ben hepsini arabayı ilk gördüğümde yaptım.
Deri koltuğa yaslanmak çoğu kadının kucağından bile rahatlık verici.
"Arabayı bayağı beğendin," dedi Ivan, sinsi bir bakış atarak.
Genzimi temizledim. "Güzel, fena değil.''
"Şu an için gidiyor ama kendine karşı koyduğunu biliyorum."
"Güzel araba yani, Ivan. Gerçekten çok hoş.''
Ivan tekrardan göz ucuyla bana bakıp sırıttı.
"Nereye gidiyoruz," diye sordum. "Karnım çok aç."
Ivan ciddileşti. "Babamın yanına gidiyoruz, Beautiful," dedi, biraz korku, biraz saygının karıştığı sesle. "Sana babam hakkında ne desem, ne anlatsam nafile. Onu sana tasvir edebilmem imkansız..." duraksadı, "görünce anlayacağına eminim."
İçimi huzursuzluk kaplamadı desem yalan olur. Nasıl bir insanın beni beklediğine dair kafa yormak faydasız. Hakkındaki düşüncelerim en sonunda ondan korkmama sebep olacak. İyisi mi kadere bırakalım.
"Kader? Ne kadar şaşırtıcı. Böyle şeylere inanıyor muydun yoksa?"
"Ansızın belirmeyi kes artık."
Şoför dikiz aynasından bakış attı.
Ivan gözlerini üzerime çevirdi.
Ivan şoförle aramızdaki bölmenin camını tamamen kapattı. "Şu an o şey, tam olarak nerede," dedi, beklenilenin aksine rahatça.
"O şey, mi dedi bana bu sarı bebe?"
"Karşında, oturuyor."
Ivan elini boşluğa doğru uzattı. "Benim adım Ivan, memnun oldum," dedi gülümseyerek.
Göğsüme taş gibi oturan, ama çiçek kadar hafif bir ağırlık çöküverdi. Beni benliğimle kabul ediyor... yine.
Şizofren hastaları kimsenin umurunda olmaz. Dışardan bakan insanlar yalnızlıklarına üzülse de ellerinden çare gelmez. Ama şizofrenler hiçbir zaman yalnız değildir. Hiçbir şey dışardan göründüğü gibi olmaz zaten.
Gereksiz, Ivan'ın elini sıkıp gülümsedi.
"Elimi sıktı mı?" diye sordu Ivan.
Başımı hafifçe salladım.
Ivan elini geri çekip tekrardan yaslandı.
Gereksiz, "İlginç bir çocuk. Acaba bu da mı deli?" dedi kendi kendine.
Katılıyorum.
Yaptığı şey, benim kadar delice bir hareketti.
"Neye gülümsüyorsun?" dedi Ivan.
O söyleyene kadar gülümsediğimden haberdar değildim.
"Hiç," dedim geçiştirerek. "Saç, sakal?" diye sordum, elimi suratımın önünde sallayarak.
"Başka yerleri de tıraşlaman lazım," dedi kıs kıs gülerek.
"Hâlâ edepsiz şakalar yapmayı seviyorsun... Scott gibi," deyince yüzüne ciddi bir ifade yerleşti.
Bakışlarını dışarı çevirdi. "Geçmiş, geçmişte kaldı."
"Geçmiş geçmişte kaldı. Anladım. Peki. Benim pasaportumu ve dünyanın öbür ucundan buraya bedenimi getirmeyi nasıl başardın? Geçmişimizi arkamızda bırakmadan evvel öğrensem iyi olurdu."
İşaret parmağını salladı. "Bak o güzel hikaye," dedi. "Özet mi geçeyim, yoksa filmin tamamını anlatayım mı?"
"Hayatı beş sene özet geçtim. Bence artık uzunca yaşama vakti geldi."
Ivan dudaklarını büzdü. Takdirle kafa salladı. "Ölmek sana yaramış. Hâlâ afili sözlerden vazgeçmemişsin orası ayrı, ama eskisinden daha az şeysin..." derken sesi azalarak yok oldu.
"Asabi? Ergen? Narsist? Depresif?"
Güldü. "Başkalarının seni kabullenmesini beklemiyorsun. Sonunda kendini kabullenmişsin," dedi. "Öncelikle bu hikayenin en başından başlamak lazım. Ailen fişinin çekilmesi için odadan çıktı. Doktor içeri girdi. Dağın görünen kısmı burası. Bir de Titanik var. Hastanenin sahibine yüklü miktarda fişinin çekilmemesi için para verdik. Burası kolay kısmı. Zor olan sizin şu lanet olası defnetme gelenekleriniz."
"Küllerimin yakılıp, İstanbul sahillerinde kayalıkların arasında çiftleşen çiftlere aldırış etmeden denize savrulmasını mı bekliyordun? Laik, ama müslüman insanların çoğunlukta olduğu ülkeye gidiyorsun. Müslüman olmayan bile müslümanlık usulü defnediliyor. Dersine çalışman lazımdı."
"Evet. Benim hatam. Ailen, hastaneye yüzünün gösterilmesi için ricalarda bulundu. Doktor, annene nazaran babanın bilinçli aklını çelip onlara seni göstermedi. Annenin sağlığı için iyi olmayabilir, kanser hastası..." dediğinde panikle lafını böldüm.
"Kanser mi? Ne saçmalıyorsun sen!"
Ivan'ın gözleri irileşti. Kafasını iki yana salladı. "Bildiğini sanıyordum. Özür dilerim."
Bedenim haberin şokuyla titriyordu.
Sikeyim.
Keşke ölseydim.
Üzüntüden ve kalp kırıklıklarından kurtulmuşken hayata döndüm.
Bu Ivan'ın hatası...
Veya Tanrı'nın.
"Öldü mü?" Sesim duyulmayacak kadar az çıkmıştı.
"Kemoterapi görmeye devam ediyor."
"Ne kanseri?"
"Karaciğer."
"Anladım..."
Sakin kalıp hikayenin devamını dinlemem gerekiyordu.
Ben sebep olmadım. Kanser olmasına ben sebep olmadım.
"Devam et," dedim.
"Asıl kısım burada başlıyor,'' dedi Ivan. ''Senin yerine tabuta başka birisinin girmesi lazımdı, bunu çabucak halledip bir yolunu bulmamız gerekiyordu. Zamanımız kısıtlıydı. Ama bir yolunu bulup başardık."
"Nasıl bir yol?''
Ivan gözleriyle kaçamak bir bakış attı. "Sonra," deyip kaldığı yerden devam etti. "Zaman kazandık. Bir nebze rahatladık. Ancak büyük bir sorun vardı. Ölü bir adamı ülkenin dışına çıkarmak için neler yapılabileceğini düşünmelisin. Seni Hırvatistan'a getirmek için çektiğim zorluklar..." duraksayıp iç geçirdi. ''Üzerine roman yazılacak kadar uzun bir hikaye."
"Anlatmak istemiyorsan anlatma," dedim öfkeyle.
"Her şeyi anlatacağım. Önce seni insana benzetip babamın huzuruna çıkarmalıyız.''
Ivan el etti ve araba kenara yanaştı.
Filmli cam indi. Berberin önünde durmuştuk.
İki adım atmak, doksan dakika koşan Atiba kadar yorulmuşum gibi hissettiriyor.
(Gerçi Atiba'nın yorulduğunu görmedim.)
Berbere girdiğimizde kapının yukarısında duran zil çınladı.
"Dobrodošli," diye bir söz işittim.
Ivan beni berber koltuğuna oturttu.
Aynadan arkada olanları seyrettim.
Berber, Ivan'ın elini iki kavrayak tokalaştı ve büyük bir tebessüm takınarak konuşmaya başladı. Çırağına Hırvatça bir şeyler söyledi, çocuk hızla dükkandan dışarı fırladı. Berber tekrar tekrar Ivan'ın cümlelerine tebessümle boyun eğiyordu.
Ivan beni işaret etti.
Berber elleriyle saçlarımı havaya doğru savurdu. Aynadan bana bakıp Hırvatça bir şeyler söyledi. Yüzümdeki ifadesizliği görünce Ivan'a döndü.
Ivan koltuğu sıkıca salladı. "Nasıl bir kesim istiyorsun bakalım?''
"Saçlarımı makineyle üçe vursun, sakallarımı sıfırlasın."
Ivan kaşlarını çattı. "Buna sen izin versen bile ben izin vermek istemiyorum, Beautiful. Uzun saç sana yakışıyor. Kısa saçla hayal edemiyorum seni."
"Geçmişi tamamıyla kazımanın vakti geldi."
Ivan başını salladı. "O zaman saçlarını kazıma şerefi bana aittir," derken makineyi eline aldı. "Aslında, iyi bir karar.'' Makineyi çalıştırdı. "Uzun saçlarınla yanımda gezinmen bizi işimiz gereği ciddiyetsiz gösterebilirdi."
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..