"Run Beauty run!"
Ivan'la birlikte arkamızdaki üç eleman tarafından kovalanırken, aramızdaki mesafe gittikçe açılıyordu.
Vücudumdaki adrenalin o kadar yükselmişti ki, ne nefes alışımı, ne de kalp atışımı duyabiliyordum.
Ivan koşarken, "AYRILALIM!" diye haykırdı, aramızdaki makas gittikçe açılırken.
"SENİ NASIL BULACAĞIM!" diye bağırdım.
"ZAGREB'DE BULAMAYACAĞIM KİMSE YOK!"
İkimiz de insanların arasında koştururken, dar bir pazar sokağından koca meydana çıktık; Ivan sağa, ben sola ayrıldım.
Arkama bakmadan ölesiye koşmaya devam ettim. Sonunda bir ara sokağa sapıp dinlenmek çöp konteynırının arkasına sindim.
Kalbim tepiniyor, soluklar alıp veriyordum. Neredeyse 200 metre hiç duraksamadan koşmuştum. Birkaç dakika dinlenip, nabzım normale dönünceye kadar bekledim.
Üzerimdeki korku hâlâ geçmemişti.
Ivan'ın aramasını beklemekten başka çarem yoktu. Bir de klişe film repliğine güvenmek vardı tabii.
Çöpün tutamacına asılıp kalkmayı denedim ama bacaklarım tutmadı.
Sikeyim!
"El ister misin?"
Hayır, hayır, hayır... Kendi bedenim beni reddediyor.
"Dizlerine vurmayı kesmezsen daha kötü olacak."
"Kapat çeneni!'' diye haykırdım. ''Faydasız! Kapat çeneni ve siktir git! Defol git artık!"
"Gereksiz demenden daha çok alındım şimdi bu sözlerine," dedi. "Oysa sana öneride bulunacaktım."
Bir umut ışığıyla, Gereksiz bile olsa, kafamı kaldırıp ona baktım.
"Şimdi, ikisine karşı kendini nasıl kurtarabilirsin biliyor musun?"
İkisi derken, arkamda beliren iki iriyarı adamı kastediyordu.
İki tane orta yaşlarda, Ivan kadar fit vücuda sahip, orta boylarda takım elbiseli adamlar beni sıkıştırmıştı. Aslında, sıkıştırmadılar. Kalkıp kaçamadığım için ben kendimi sıkıştırmış sayılabilirim.
"Onlara soracakları tüm gerçekleri anlat."
"Çocuğum ve aklımdan hiç çıkmayan O kadın hakkında soru sorarlarsa fena bozulurum."
"Muhtemelen Ivan ve ailesi hakkında sorarlar, ama onlar hakkında soru gelirse senin için üzücü olabilir, haklısın."
İki adam önümde dikildi. Bellerindeki silahı çekip suratıma doğrulttular.
"Ne mırıldanıyorsun velet," dedi soldaki. "Telefonla konuşuyor olabilir, üstünü ara.''
Diğeri eğilip üstümü yokladı. Telefonu aldı ve yere atıp üzerini bir güzel çiğnedi.
"Ayağa kalk," dedi emrivaki konuşan adam, hiç titremeyen duvar gibi sesiyle.
"Sen bayağı aptalsın galiba. Ayağa kalkabilsem şu an size yakalanmış olmazdım."
Karnımın tam ortasına tekme salladı.
Karnımdaki sızıyı hâlâ atlatamamanın eşiğinde, öteki adam yanağıma yumruğunu indirdi.
Yerde acı içinde kıvranıyordum. Görünebileceğim en çaresiz halimle ellerimi yüzüme kavuşturup yalvardım.
"Tamam! Vurmayın. Anladım, şakanız yok. Yeterli bu kadarı."
"Seni canlı götürmemiz için bir emir verilmedi, ama bilgi almamız şart. Boris rıhtımdaki ihalede olacak mı?"
En kötüsü de bilmediğim bir sorunun sorulması oldu. Bildiğim yerden sorulsaydı, muhtemelen pes edip söyleyecektim. Ve sonrasında daha fazla acı çekmeden kafama kurşunu yemiş olacaktım.
"Olacağını söyle. Öbür türlü dayak yiyeceğini biliyorsun. Olacağını söyle, ve soru sorması için muhabbeti uzat. Fazla yalan söyleme, soruları biterse seninle de işleri biter," dedi Gür Sakallı.
"Ya öğrenmeleri gereken tek cevap buysa? Sonrasında soru olmazsa," dedi Gereksiz.
"Zar benden yana,'' dedi Gür Sakallı. ''Dene. Ya da tekme ye. Acıya dayanamayıp bayılırsan, hiç bilmediğin bir yerde gözlerini açarsın."
"Olacak," dedim, acıyla tıslarken.
"Nerde ve ne zaman."
"Aa... Şey... Bilmiyorum..."
"Sıçtı," deyince Gereksiz, sahiden de öyle olmuştu ki karnıma bir sağlam tekme daha yedim.
Acı içinde kan kustum. Görüşüm bulanıklaşıyordu. Ayaklarımı hissetmeye başladım ama, Burak Yılmaz'ın golü attıktan sonra ofsayt bayrağını görmesi kadar önemsizdi artık bu durum.
Değil ayağa kalkacak halim, acıdan bile kıvranamıyordum daha fazla acı hissetmemek için.
"İhaleyi bilen, yeri ve zamanı da bilir. Söyle," dedi, yine o sakin ama sert sesiyle.
"Bu kuralı tam olarak kim koydu?" dedim acıyla kıvranırken. "Bilmiyorum dedim size işte. Başka bir soru sorun onu cevaplayayım. Aileye yeni katıldım. İlkokul çocuğuna Üniversite soruları sormak gibi bir şey bu."
"Basit cevaplarla işimiz yok.'' Silahı alnıma nişan getirdi. ''Yani sana ihtiyacımız yok."
Ölmüştüm. Ölümü kabullenemedim, ama öldüğümden adım gibi eminim. Tanrı'ya yalvarmamın tam sırası.
Eğer yukarıda bir yerlerdeysen şunu bilmeni isterim: Seni ne reddettim ne kabul. Sadece seni anlamak, hayatı, evreni ve her şeyi sorgulamak istedim. Bir insan olarak bu benim en doğal hakkımdı.
Gözlerim kapalıyken iki kez silah sesi duydum; öteki adam direkt kafasının arkasına saplanan mermiyle yere yığıldı.
Emrivaki konuşan adam ise kanlar içerisinde kalan omzunu tutarak çöp konteynırının arkasına saklandı.
"İyi misin Beauty!"
Gereksiz, heyecanla, "Ivan'ın yaptığı hareketi sende gördün mü!" diye çığırdı. "Çok havalıydı. Kız olsam verirdim yani. Gerçi bu hareketi yapmasa da... Şu adama söylesene, seninle işi kalmadı. Seni vurup Ivan'la çatışmaya devam etsin."
Ivan ara sokağın ucundan bağırdı: "Arkadaşın öldü. Omzundaki kurşun zaman geçtikçe geç kalınacak bir yüke dönüşecek; bir daha kolunu oynatamayabilirsin. Polisler buraya doluşacak. Fırsatın varken gitmene izin veriyorum. Git ve ikimiz de hayatta kaldığımız için bugün kendimizi şanslı hissedelim."
Adam ara sokağın öteki ucuna doğru koşup gözden kayboldu.
Ivan yanıma bitiverdi.
"İyi misin?" diye sordu, burnumdaki ve ağızımdaki kanları silerken.
Olayların şokunu hâlâ atlatamadığım için yerdeki adama şaşkınlıkla bakakaldım. "Bu adamı sen mi öldürdün?"
Ivan ciddiyetle yüzüme bakıyordu.
Polis sirenleri duyulmaya başlamıştı.
Ivan, kolumun altına girip beni omuzladı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..