Bir şarkıyı dinlerken başka şarkıyı düşünmekti ona olan aşkım.
"Uyan, Beautiful," dedi kalbimin heyecanla göğsümü delmeye çalışmasına neden olan ses.
"Sen... Sahiden sen misin? Neredesin?"
"Asıl sen neredesin?" dedi ses. "Seni bekledim. Her zaman bekleyeceğim."
"Seni sevdim, her zaman seveceğim. Bir gün kavuşacağız, sana seni sevdiğimi söyleyeceği-"
Ardı ardına vurulan kapının sesini işittim. İki kere tıklatıp duraklasa hiç ses etmezdim, o da muhtemelen odamın kapısından defolup giderdi.
Keşke sonsuza kadar bu rüyaya hapsolsaydım.
Yatakta bir tur döndüm.
Boris'in korumalarından biri, "Aşağı in," dedi sertçe.
"Madem kapıyı açacaktın niçin vuruyorsun?"
Hiç aldırış etmeden kapıyı sertçe kapatıp aşağı indi.
Üstümü değiştirip aşağı indim.
Malikaneden çıktım. Siyah limuzin park halinde bekliyordu.
Durum hiç iyi gözükmüyor.
"Yanlış bir şey mi yaptım?" diye sordum.
Uyandıran adam omuzumu sıkıca kavradı. Limuzine doğru yürümeye koyuldum.
O sıra telefonum çaldı.
Çıkarıp baktım.
Arayan kişi Ivan.
"Aklına düşeceğim mi tuttu?" dedim telefonu açar açmaz.
"SAKIN O SİKTİĞİM ARABASINA BİNME!" diye bağırdı Ivan. "O arabaya ne olursa olsun binme!"
Yutkundum. Yanımdaki adama baktım.
"Burada olsaydın bunun pek mümkün olmadığını görürdün," dedim ve ben 'bırakın lan beni ibneler' demeye kalmadan koruma telefonu elimden kaptı.
Herifler sur kapısı gibi.
Telefonun pek de önemli olmadığını düşünüyorum.
Teknolojinin kölesi olmamalıyım.
İstemeye istemeye limuzine bindim.
Arka tarafta epey bir süre yolculuk yaptım.
Bir süre sonra limuzin durdu. Kapı açıldı.
Gün ışığının yüzüme çarptı.
Sonra gözlerimi usul usul açtım.
Ülkenin kırsal kesimindeydik.
Tek yönlü yol bomboştu ve yolun öteki tarafında başka bir araba duruyordu. Ve o arabanın içinde Boris.
Etrafıma bakındım.
Bir virüs gibi hücum eden bir düşünce aklımda belirdi.
Tek kelime söylememe fırsat verilmeden kafama kurşun sıkılacak.
Ellerim titriyordu.
"Acaba ne yapacağız?" diye korkuyla sordum.
"Patronun arabasına bin," dedi, düz bir sesle.
Etrafıma bakındım.
Kaçamazdım.
Kaçmam imkansızdı bu ıssızlıkta.
Söylenileni yapıp Boris'in arabasına bindim.
Korkumdan sebep Boris'e bakamadım.
Boris arabayı çalıştırdı, kaderimin hükmünü vermek üzere yola koyuldu.
Sessizlikle yol aldık.
Deodoranttan ve duştan bihaber ayılar gibi terliyordum.
Çayırın içinde yer alan yola ani bir manevrayla saptık.
Kaderimin yolu hiç de optimist düşüncelere sevk etmiyor beni.
Gün batımına doğru sürmesi aramızda aşk olabileceğini yansıtsa da, bence düşük bir ihtimal.
Yavaş yavaş yükselen yolun tepesine doğru çıktık.
İçimi kemiren sessizliği aşmak için onunla konuşmayı denemeliydim.
"Aramızda sahiden bir samimiyet oluşmuştu ve ben senin güvenini boşa çıkardım,'' dedim. ''Özür dilerim."
Boris cevap vermedi. Tepenin sonundaki uçurumun kenarına yanaştığımızda arabayı durdurdu.
Üç kişi dikilir vaziyette bizi bekliyordu.
Arabadan indik.
Robert dizlerinin üzerine çöktürülmüş, elleri bağlanmıştı; bir yanında Kazimir, diğer yanında Jasenko.
(Kazimir ile Jasenko: Boris'in tetikçisi.)
"Beni hayal kırıklığına mı uğratmışsın?" dedi Boris. "Yanılıyorsun, evlat. Sen beklediğimden daha da iyisin."
Robert mahcup görünüyordu. Üzgün. Kabullenmiş.
Boris belindeki tabancayı çıkardı. Silahı bana uzattı. "Al.'
Tabancayı elime alıp şöyle bir baktım. Sonra Robert'e baktım.
Anladım.
Öldürülmeyeceğim.
Öldüreceğim.
"Hain... Sendin."
Robert cevap vermedi.
"Silahı kaldır. Tetiği çek," dedi Boris.
Silahı kaldırıp Robert'e doğrulttum.
Robert işimi daha da kolaylaştırıyordu. Yüzünde merhamet dilenir bir ifade yoktu. Ben yapmasam bile başkasının yapacağını biliyordu. Kabullenmişti.
"Neden ben?" dedim Boris'e.
"Franz'a yaptığın," dedi Boris, "sende öldürebilme içgüdüsü uyanmış, ama farkında değilsin evlat. Öldürebilme içgüdüsü doğuştan gelir. Hayvan doğasında olduğu gibi insan doğasında da bu içgüdü vardır. Doğaldır. Önemli olan onu kabullenmek."
Neden Robert'i vurmalıyım? Onunla bir problemim yok. Ondan nefret etmiyorum. Onu düşman olarak görmüyorum. Onu Boris için öldürmek istemiyorum. Ne için? Zevk için mi? Öldürürsem zevk alıp almayacağımı bile bilmiyorum.
Neden bir insanı öldürmek ahlaka aykırı? İnsan zevk aldığı için seks yaparken neden zevk aldığı için insan öldüremez? Bizler hayvanlardan biraz daha fazla gelişmiş bir yaşam türüyüz. Hayır. Biz hayvanlardan farklı olduğumuz için ölümün yanlışlığını savunuyoruz. Kendimce geçerli sebepler bulup öldürsem, ben benim gözümde haklı olacağım, ama toplum ahlakında kötü olacağım.
Kimin doğrusu daha önemli? Toplumun kararları, benim kararlarımdan daha mı değerli? Onu öldürmek için neden arıyorum... Hiçbir neden, bir insanın yaşama hakkını elinden almak için doğru olmamalı.
İnsan, insandan üstün değildir.
Boris'e döndüm. "Onu öldürmezsem, beni öldürecek misin?" diye sordum.
"Hayır," dedi Boris sakince.
Silahımı indirdim.
"Aileni öldürürüm."
Silahı Boris'e doğrulttum. "Sakın ailemle tehdit etme!''
Boris sakince cebindeki telefonu çıkardı. Arama yaptı. "Alo? İyiyim. Teşekkürler. İstanbul'da havalar nasıl? Güzel. Benim sana verdiğim şu adres," derken Boris benim için özellikle adresi tekrardan belirtti. "O adrese gitmeni istiyorum-"
"Yapma," diye yalvardım.
"Orada yaşayan herkesi,"
Boris'in ayaklarının birkaç adım önüne ateş ettim.
Boris'in suratında memnun ve bir o kadar da iğrenç bir gülümseme belirdi. "Bekle," dedi, telefonun öbür ucundaki kişiye.
Silahı çevirip Robert'e doğrulttum. "Niçin beni buna zorluyorsun..."
"Haklı olduğumu göreceksin,'' dedi Boris, büyük bir zevkle. ''Sen de bunu istiyorsun, evlat. Sadece farkında değilsin. Tetiği çek. Haklılığıma şahit ol."
Derin bir iç çektim. "Katil ben olmayacağım," dedim. "Senin zorunla yaptım. Başka şansım yok. Tetiği ben çeksem de nihai karar senin."
"Kendini kandırma,'' dedi Boris. "Karar sensin, çocuk. Ben sana iki seçenek sundum. Aileni seçtin. Hükmü kendi seçimin üzerinden gerçekleştirdin."
Nefes alamıyordum. Kalbim kapısız ve camsız bir odada sıkışmışçasına daralmıştı.
Elim ve silah titriyordu.
Boris telefonu kulağına götürüp öfkeyle çığırdı: "ŞİMDİ, ŞU AN, O AİLENİN YANINA GİDİP ONLARIN BOYUNLARINI VÜCUDUNDAN AYIRMANI İ-"
İki el ateş ettim.
İkisi de Robert'in göğsüne isabet etti.
Robert yüzüstü yere serildi. Kan, feth etmek isteyen hükümdar gibi toprakta dağılıyordu.
Silahı bıraktım düşüversin.
Arkamızdan bir arabanın yanaştığını işittim.
Arabanın kapısının açılıp sertçe kapandığını işittim.
"Beautiful..." dedi arkamdaki ses, şaşkınlıkla solup söndü.
Döndüm. İfadesizce baktım.
Ivan irileşmiş gözlerle bana bakıyordu.
"Ne yaptın sen..."
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..