Başımı ellerinin arasında defalarca sallıyordum. Dudağıma ufak bir öpücük kondurup tekrardan sıkıca sarıldı.
''Arabanız, hanımefendi,'' diyerek seslendi vale.
Bedenimiz birbirinden ayrıldı.
Yüzümü tekrardan ellerinin arasına aldı.
''Branka, Ivan, Küt Saçlı Kız... Hepsini unut; ama çocukların, onlar senin kanın, onları sevmeye devam et.''
Gözyaşlarımı silip başımı aşağı yukarı salladım.
Berna'yla ilişkimizin 26. gününe girmiştik. O günden sonra Semih işten ayrılmıştı. Selen ve Melih ise bana soğuk davranıyordu. Çete dağılmıştı.
(Romantik adam gününü bile sayar ulan! Şaka şaka. Takvimde gördüm tesadüfi hesaplamak istedim. Kesinlikle zaman atlayışında ki bilgilendirme için değil.)
Bunu söylemek biraz garip hissettiriyor olsa da, mutluydum. Her şey harika gitmese bile ikimizde huzurluyduk. Benim evime taşınmıştı. (Korkmayın, bu seferki hamile değil... Bildiğim kadarıyla?!) İki gündür onu huzursuz eden bir şey vardı ve üstelediğim zaman onu kızdıracağım için açılmasını beklemeye karar vermiştim.
Koltukta uzanmış saçma sabah programlarından birini seyrediyordum.
''İkimizde izinliyiz. Bugün ne yapalım?'' diye seslendim.
Cevap gelmedi.
Uzandığım koltukta doğrulup salona göz gezdirdim, ortalıkta yoktu.
''Berna? Yatağa gel demenin farklı bir yolu mu bu?''
Yaşlandım sanırım. Esprilerim bile Hollywood'un vasat romantik komedi filmlerindeki copy-paste esprilere benzedi.
Mutlu olmak biraz da insanı aptallaştırıyor. Bayağı da denebilir.
Bastonumu alıp ayaklandım ve yatak odasına geçtim. Berna yatağın üzerine serdiği gazeteye göz atıyordu.
O bakışları çok iyi biliyordum. Canı bir şeye sıkılmıştı. Onun canı bir şeye sıkılmışsa, etrafındaki herkesin canını sıkana kadar zehir gibi gezerdi. İşte iki günüm de böyle geçiyordu.
''Haydar Dümen köşesine mi bakıyorsun?'' diye sordum. ''Performansım o kadar da kötü değil bence.''
Gazeteyi toparladı, kaldırıp gösterdi.
Sarışın bir adamın üzerinde büyük başlıkla bir şeyler yazıyordu. Adamın siması hiç de yabancı gelmemişti. Yaklaştım ve gözlerimi kısarak daha da dikkatle okudum.
Başlıkta şöyle yazıyordu: ''HIRVAT BARONDAN KAFA KARIŞTIRAN AÇIKLAMALAR''
Yatağın kenarına oturdum ve gazeteyi Berna'nın elinden kapıp haberin devamını okudum.
''Hırvatistan'ın yeraltı baronu Altın Ivan'ın kara para aklama, uyuşturucu ticareti, rüşvet, vergi kaçakçılığı gibi suçlarla tutuklanmasının ardından duruşmaya götürülürken kameralara verdiği demeçler kafa karıştırdı: 'Güzel insanların hataları affedilebilir, ama çirkin insanlara hükmüm infazdır. Güzel insan hain de olsa, yine de o güzel bir insandır. Ona canımı, yani kız kardeşimi ve yeğenimi emanet ederim. Çirkin insan bir numaralı adamım da olsa ona küllüğümü bile emanet etmem.' açıklamaların devamın-''
''Biliyordum,'' diyerek iç geçirdi Berna. ''O değil mi? Ivan. O Ivan.''
Elimi tuttu.
''Konuş benimle...''
Gazete şöyle devam ediyordu: ''Açıklamaların devamında, 'Bana iftira atanlar da çirkin insanlardır. Elbet hukuk gerçeği açığa çıkaracak ve adalet yerini bulacaktır. Güzel insanlar bana olan inancını yitirmesin,' diyerek sözlerini tamamladı.''
Gazeteyi yatağın üzerine bıraktım. İki elimle yüzümü ovaladım ve başımı çevirip gazeteye baktım; gördüğüm gerçekti.
Bastonumla ayaklanıp soluklanmak için odayı turlamaya başladım.
Ivan bana mesaj mı yollamıştı? Bu bir tuzak mıydı? Sonunda hayatım yoluna girmişken neden...
Berna ayağa kalktı, ''Eğer gidersen bir daha asla benim yanıma dönemezsin,'' dedi. ''Seni beklemem.''
''Gidersem geri dönemeyeceğimi biliyorsun.''
Dönüp Berna'ya baktım.
Gözlerinde güçlükle tutunan yaşlar vardı, ''Bana öyle bakmayacağına söz vermiştin,'' dedi.
Kendimi toparladım, ''Hiçbir yere gittiğim yok,'' dedim. ''Karar verdiğim bir şey yok. Kimse sonsuza kadar mafyacılık oynayamaz Berna. Elbet bir gün sonun parmaklılar ardı olur. Böyle olacağını o da biliyordu. Onu kimse kurtaramaz.''
Hüzün dolu bir ifadeyle bana bakıyordu.
''Madem dediklerin doğru,'' sesi titriyordu, ''neden yardım dilendiği ilk kişi sen oldun?''
''Tesadüf. Gazetede görmen tamamıyla tesadüf.''
''Olmadığını sen de biliyorsun.''
Baston tutan elim titremeye başlamıştı. Adım atacak gücü kendimde bulamadım.
Neden yine her şey tekrardan berbat olmalıydı?.. Hırvatistan'ı aklımın ucundan bile geçirmem olur biter.
''Yapamayacağını sen de biliyorsun benim feministleri kıskandıracak kadar güzel olan dostum,'' diyerek gösterdi kendini Gereksiz. ''Çocuğun orada. Okudun yazıyı. Düşün: Belki de Ivan, Branka ve oğlunu öldürmekle tehdit ediyor.''
O bu kadar delirmiş olamaz... Benliği kendisinden tek bir parça kalmayana dek parçalanmış olamaz.
''Herkes senin kadar güçlü iradeye sahip değil.''
Berna yanaşıp yüzümü elleriyle sıkıştırdı.
''Geçmişin yanmasına izin ver,'' gözleri yalvarırcasına bakıyordu. ''Tekrar acı çekmeni istemiyorum. Nefret dolusun. Berbat bir insansın. Ama mutluluğu hak ediyorsun. Her zamanki gibi şimdi de bencil ol ve geçmişinin yanmasına izin ver. Çakmağı çakan kişi sen ol.''
Ellerini yanağımdan savurdum.
''Berna, yeter. Bir yere gittiğim yok.''
Askılıktan montumu aldım ve dışarı çıkmak için yatak odasından çıktım.
Berna arkamdan hızlı adımlarla gelirken söylenmeden duramıyordu.
''Nereye gidiyorsun!''
''Sahilde soluklanacağım rahat bırak beni.''
''O gazeteyi göstermemeliydim... Lanet ediyorum sana güvendiğim için kendime.''
Hışımla döndüm, Berna'nın akan gözyaşlarını görünce yumuşadım. Tekrardan dönüp dış kapıya doğru hareketlendim. Kapının hemen yanındaki dolapta ev anahtarı ve araba anahtarı asılıydı. Başımı kaldırıp iki anahtara da baktım, ardından Berna'ya döndüm.
''O kapıdan çıkarsan bir daha bu eve sakın geri gelme!''
Gözyaşları aniden parlayan öfkesinde kavrulup kurumuştu.
Ev anahtarını alıp kapıyı açtım. Bir adım dışarı atmıştım ama tekrar duraksadım; dönüp Berna'ya son kez baktım, asılı duran arabanın anahtarını da alıp kapıyı ardımdan kapadım.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..