Heyecanlıyım.
Bir kadınla ilk defa akşam yemeğine çıkacağım. Altından takım elbise bile giysem herkesin gözünde, ''Şu topal züppeye bakın. Sırf zengin olduğu için öyle bir kadınla takılıyor,'' konumunda olacaktım.
Semih yaklaşıyordu. Dünkü olanlar yüzünden sinirli olamayacak kadar tedirgin ve sıkkındı. "Dün yaptığın şeyle ortamı berbat ettin,'' diye fısıldadı. ''Salak mısın sen? Neden onu sevdiğimi söyledin?''
''Sakin ol,'' dedim, her zamanki soğuk sesimle.
Etrafı süzdü. ''Sesini alçalt,'' diye fısıldadı. ''Selen duyabilir.''
''Senin açılmanı bekliyor.''
Başını geriye savurdu, şaşkınlıkla baktı. ''Bunu sana o mu söyledi!''
''Sesini alçalt,'' dedim. ''Sadece Selen değil, kafedeki herkes duyabilir.''
Semih etrafı süzdü ve biraz daha sokuldu. ''Nereden biliyorsun?''
''Biliyorum, çünkü görüyorum.''
''Ne demek istiyorsun?'' Aramızda boşluk kalmayana dek yanaştı. ''Birisine söylerken mi gördün?''
Başımı sıkkınlıkla iki yana salladım.
Aptal olması mesele değildi ama aşk için toydu. Bir aptal bile kendisine aşkla bakan kadını görebilir. Fakat aşkta tecrübesiz insanlar için o bakışlar, yeni bir buluştur.
Asıl mesele Selen'di. Biliyordu. Semih'in hislerini Selen'in gözlerinde görebiliyordum. Kendisini sevdiğini Semih'in gözlerinde görebiliyordu. Ama Selen'in bakışları Semih'e ait değildi... En az Semih'in çektiği platonik aşk acısı kadar Selen de acı çekiyordu.
(Sadece aşıklar mı acı çeker?)
Samimi olduğu birini nasıl reddedeceğini, gerçeği nasıl söyleyeceğini düşünmek, onun da içini parçalıyor olmalı.
''Semih,'' dedim son kez. ''Bugün ona içindeki her şeyi dökül. Şimdi işinin başına git. Beni rahat bırak.''
Karanlık çöktü.
Semih, Berna'yla buluşmam için şans diledi ve kendisine de şans dilememi istedi.
Şansa bel bağlamamasını söyleyip başımdan savdım.
Yeni aldığım takım elbiseyi soyunma odasında giydim. Açıkçası biraz heyecanlı olduğum için aynaya bakamayacak kadar sabırsızdım.
Kafenin önüne çıktım. O sıra Berna araçla yanaştı. Bugün izinli olduğu için onu hiç görme fırsatım olmamıştı.
Araca ilerledim, elimi kapının kulpuna attım, ardımdan tanıdık bir ses geldi.
''Yapmamalıydın,'' diye seslendi Melih.
Başımı çevirdim. "Ne yapacağımı sana mı soracağım?"
Melih dik dik bakarken çekip gitti.
Arabaya bindim. ''Nabe-'' diyeceğim sırada nutkum sırf Berna'ya şirin görünmek için değil, gerçek anlamda tutulmuştu.
Üzerinde dekolteli siyah bluz ve altında dar mavi pantolon vardı. Sade durmasına rağmen inanılmaz çekici görünüyordu. Saçlarını kuaförde yaptırdığı açıkça belli oluyordu. Parfümünün kokusu baş döndürücüydü.
İfadesi her zamankinden daha farklıydı.
Berna dik dik baktı. "Ne?"
''Bir erkeğe oldukça şiddetli uyarılar gönderecek kadar çekicisin."
Sanırım iyi bir iltifatta bulundum.
Kaşlarını çattı. ''Seviyesiz konuşmalarına devam edersen seni arabadan aşağı atarım."
Yine de iltifatımın güzel olduğunu düşünüyorum.
''Hay hay efendim.''
Restoran oldukça şaşaalıydı. (Ulan masa bile özel bir beyaz renkli örtüyle sarılıydı. Beyazı bile beyaz değildi sanki. Beyazın kaç tonu vardı lan?)
Oturduğumuz masanın hemen sağındaki duvarda mavi Fransız kornosu asılıydı. (Hayır. Çalmayacağım.)
Menüye göz gezdirdim. Tedirgindim. İlk defa bir kadına karşı kendimi bu kadar savunmasız hissetmedim tabii ki, ama uzun aradan sonra böylesine hissetmek heyecan vericiydi.
Bir şeyler hakkında konu açmak istedim ama her erkek için yapılacak en kötü şeyi yaptım. ''Havalarda bu aralar yar- bayağı kötü."
Berna yüzünü gizleyen menüyü indirdi. ''Havadan sudan konuşmak ortamın sıkıcı olduğu anlamına gelir,'' dedi. ''Hayatında ilk defa mı bir kadınla çıkıyorsun?''
''Hayatımda ilk defa bir kadınla sadece yemek yiyorum."
Burnunun çevresi ve yanakları tiksintiyle gerildi.
Siparişlerimizi verdik.
Masada huzursuz bir bekleyiş vardı.
Yemek gelse de kurtulsam havasına girdiğim için kendimden nefret ediyorum. Durumu düzeltmeliydim.
Berna beklenmedik derecede uysal bir ifadeyle, ''Neden hep üzgünsün?'' diye sordu. ''Yakınını mı kaybettin?''
Sırıttım.
Buruk bir tebessüm.
''Sorun kaybettiklerim değil, hiçbir şey kazanamamış olmam.''
''Aklında nasıl bir profilim var bilmiyorum ama içindekileri anlatırsan seni dinleyeceğime yemin ederim.''
Ciddi. Acıyan bir ifade seçmiş olsam da, bu bakıştan nefret eder de olsam, aynı zamanda şefkati de görebiliyordum.
Menüyü masaya bıraktım. Derin bir iç çektim. ''Dinlemeye hazırsın ama öğrenmeye hazır olmayabilirsin."
Dudakları ılımlı bir tebessümle kıvrıldı. ''Ama öğrenmeye hevesliyim."
Başımı kaldırıp ona ciddiyetle baktım.
Birine içimi mi dökecektim? Hayatımda daha önce yapmamış olmam yapmak istemediğimden değil, buna cesaret edememiş olmamdan kaynaklıydı.
''Anlatma. Sakın ona anlatma. Bir baksana şuna: egoist ve narsist şıllığın teki. Anlattıklarına gülüp geçecektir.''
Geriye yaslandım. ''Her şeyi en ince detayıyla anlatacağım ve bu biraz uzun sürebilir.''
Tamı tamına üç saat geçmişti. Anlattıklarım iki saat, masaya yıldırım gibi düşen sessizliğin geçmesi ise yarım saat sürmüştü.
Yemeklerimize ikimiz de dokunmadık. Suyumdan yudum aldım, fakat boğazımın kuruluğu geçmedi.
Genzini temizledi. ''Bunları hazmetmem epey bir zaman alacak,'' dedi kısık bir sesle. ''Ben... Ne diyeceğimi bilmiyorum. Hiç i-''
''İnandırıcı gelmiyor, haklısın,'' dedim. ''Kalkalım mı?''
Afalladı. Boş gözlerle baktı.
Muhtemelen ne dediğimi duymadı.
''Kalkalım mı?''
Başını dalgınlıkla yukarı aşağı salladı.
Hesap ödemesine müsaade etmedim.
Restoranın önüne çıkıp soluklandık.
Birkaç adım öne çıktı. ''Valeden arabayı getirmesini isteyeceğim."
Döndü. Bana baktı.
Gözleri yaşla dolmuş.
Yanağımda bir sıcaklık hissettim.
Elimi kaldırıp yüzüme sürttürdüm: Islak bir hat.
Gözyaşı.
Ağlıyor muydum?
Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.
Ellerimi gözlerime bastırıp gözyaşlarımı durdurmak istedim.
Berna hızlı adımlarla geldi, ellerimi yüzümden çekip bana sarıldı.
O da ağlıyordu.
Göğsümün tam ortasından koca bir yük kalkmış gibi hissettim. Yüreğimdeki kaya misali ağırlık ufalanıp toz olmuştu sanki.
Yüzümü Berna'nın omzuna dayayıp ona sıkıca sarıldım ve dolu dolu ağladım.
Beni sıkıca sarmaladı.
Ağlamak beni özgür hissetirmişti.
Sanki nefes almak öğrenilebilir bir şeydi ve ben nefes almayı yeniden öğreniyordum.
Yüzümü ellerinin arasına aldı. Gözyaşlarımı sildi. ''Yalvarırım ağlama,'' dedi, kendi gözyaşlarını tutamazken. ''Hiçbir suçun yok. Acılarını unut. Lütfen gözyaşı dökme. Hep senin yanında olacağım. Seni bırakmayacağım. Bir daha asla gözyaşı dökme.''
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..