Ay, güneşe yenik düştü... Ardından karanlık kendini on iki saatliğine izole etti ve yerini insanların içini ısıtan aydınlığa bıraktı. Bazı insanlar erkenden kalkarak işine koyuldu, bazıları ise mışıl mışıl uyuyarak rüyalarına devam etti. Ben ise camdan içeriye hücum eden günün ilk ışıkları yüzünden, yatakta kıvranıyordum. Halbuki yataktan kalkıp perdeyi örtsem, beni rahatsız eden ışıklardan arınacaktım ama nedense bunu yapacak halim bile yoktu, belki de üşeniyordum. Sonsuza kadar gözlerimi kapatıp, sadece uyumak istiyordum. İşte o anda nereden geldiğini bilmediğim ses, kulaklarımı tırmaladı. Daha uyanamamış olmama rağmen, iki darbe üst üste yemiştim bile.
Neredeyim ben?
Bulanık görüşüm, şiddetli baş ağrısı ve yapış yapış olan ter, kol kola gelip günümü daha da mahvederken, bir süre yatağımda bekledim. Sandığımın aksine kısa bir süre içinde nerede olduğumu bulmuştum. Burası benim temizlemeye üşendiğim için dağınık, içi eski mobilyalarla dolu ve evin temeli atılırken eksik yapıldığı için rutubet kokan evimdi. Aniden -her ne kadar uyuşukta olsam- sesin geldiği yere doğru yavaşça kafamı çevirdim. Sehpanın üzerinden gelen titreşim sesi, benim telefonuma aitti.
Bu saatte kim arıyor?
Sorunun cevabını arayan gözlerim, telefonuma kaydı. 'Mert' isminin telefonun her yerini kapladığını gördüğümde cevabımı almıştım. Hızlıca nasırlı ellerimi uzattım ve arama kapanmadan önce Mert'in çağrısını son saniyede açtım. Sesimin uykulu çıkmaması için ayrı bir efor sarf ederek, "Efendim Mert," dedim merakla. Daha konuşmaya başlamadan önce Mert'in hızlı nefes alıp vermesi, hayra alamet değildi.
"Baş komiserim..." Sesi titreyerek geliyor, sözlerini tamamlamak için bir hayli efor sarf ediyordu. "A-Anneniz..."
Vücuduma aynı yenidoğan güneş ışıkları gibi hücum eden duygularla beraber, Mert'in sözlerini tamamlamasına izin vermeden çağrıyı hızlıca sonlandırdım. İşte şimdi her şey yavaş yavaş rayına oturuyordu.
Şiddetli bir şekilde zonklatan baş ağrımla beraber yataktan aniden kalkınca yalpaladım. Yine de bu beni devirmeye yetmezdi. Hızlıca baş ağrımı içime hapsetmeye çalıştım ve yatağımın hemen ilerisinde bulunan dolaptan siyah ceketimi alarak bir çırpıda giydim. Dün gündelik kıyafetlerim ile uyuduğum için kıyafetlerim üzerimdeydi, bu yüzden sadece ceketim fazlasıyla yeterliydi. Üzerimi değiştirdikten sonra ilk işim elimi yüzümü yıkamak oldu, bu beni ayıltmış ve bir nebze olsun baş ağrımı dizginlemişti. Her şey tamamlandığında rutubet kokan evimden çıktım. Rüzgâr sanki bana öfkelenmiş gibi eserek yüzüme çarpıyordu. Bundan rahatsız değildim, hatta memnun olduğumu söyleyebilirdim çünkü rüzgâr kıyafetlerimin içinden geçiyor, değdiği her bir noktayı serinletiyordu.
Bu hatayı nasıl yapabildin Kenan!
Mert'in ağzından dökülen kelimeler aklımı kurcalıyor, beynimin en uç noktasına kadar kemiriyordu. İntikam istiyordum, aynı bir kan davası gibi.
Daha üç sene önce intikamın güçsüzler için olduğunu düşünürken, ne değişti de intikamın köpeği olmuştum? Ben güçsüz biri miydim?
Evet, o katilin yaptığı her bir hareket benim intikamımı körüklüyor, güçsüzlüğümü arttırıyordu. Bu tartışılmaz bir gerçek, inkâr edilemez bir soysuzluktu. Kim bilir kaç kez, 'Katil benden ne istiyor?' diye sormuşuyumdur. Yine de cevabını bulmayı bırak, yanına bile yaklaşamamıştım.
Yine sordum: 'Katil benden ne istiyor? Ona ne yaptım da sülalemi katletmek için bu kadar şey yaptı?' Yine her zamanki cevabımı aldım, kan donduran sessizlik...
Her vakada çocuk oyuncağı gibi delil bulabilirken, 'X' adını verdiğimiz katille karşılaştığımda neden aynı bir aptal gibi hareket ediyordum? Çünkü bu normal katillerden farklıydı, bunu fark etmem uzun sürse bile artık anlamıştım.
Duygulara ve düşüncelere yol kenarında boğulurken, önümde aniden taksi durdu ve kornaya bastı. "Abi geliyor musun?" Benden bir cevap alamayınca, "Mert isimli polis abi yolladı beni," dedi on dokuz ila yirmi yaşları arasında gibi duran taksici.
Normal şartlar altında taksi gibi araçlara para vermek yerine, yeni fahiş fiyata aldığım arabayı kullanırdım ama bu kadar duygu karmaşası yaşarken, aynı zamanda beynimi patlatmak üzere olan baş ağrısı ile uğraşırken, araba kullanmak yapabileceğim en kötü hata olurdu. O yüzden taksiye binmek en mantıklı hareketti.
"G-Geliyorum." Hızlıca kendime geldim ve esen rüzgârla beraber taksiye bindim. Taksi sandığımdan daha rahat ve temizdi. Taksiye bindiğim gibi yüz lira uzatmaya kalkışsam da taksici bunu elini hayır anlamında sallayarak engelledi.
"O polis verdi abi. Senin vermene gerek yok."
Taksicinin dediklerini kafamı sallayarak onayladıktan sonra, Mert'e en yakın zamanda parasını iade edeceğimi aklımın bir köşesine yazdım. O sırada ise cebime attığım telefonum, bir çağrıdan dolayı titriyordu. Çok geçmeden Mert'in araması olduğunu fark ettiğimde, bekletmeden açtım. İçimden olayları umarım yanlış anlamışıyımdır diye geçirsem de bunun imkânsız olduğu açıktı.
"Lütfen olayları yanlış anladığımı söyle!" Ses tonumu kontrol altına almaya uğraşmadan söyledim. Ses tonum aynı, ağlamak üzere olan bir adamı andırıyordu.
"Ü-Üzgünüm..." Sesi o kadar acıklı geliyordu ki sanki kendi annesi ölmüş kadar üzülmüştü.
"Ama sen bana anneme bir geceliğine bakabileceğini söyledin!" Az önceki ağlamak üzere olan ses tonumun yerini, gür bir ses tonu almıştı. Taksici konuşmayı duyduğunda yerine sabitlendi ve bir daha arka koltuğa bakmamak üzere yoluna devam etti.
X'in akrabalarımı katletmek istediğini kavradığımızda, yaşayan tüm akrabalarımı korumak için hepsinin evinin önüne, onlarca polis yağmıştık ama bunların hepsi nafileydi. X, hiç durmadan en son annem kalana kadar, tüm akrabalarımı teker teker katletmişti... Artık bünyem bir ölümü daha kaldırabilecek kadar güçlü değildi. O yüzden son kalan akrabam yani annemin yanında yemeden içmeden gece gündüz nöbet tuttum. En sonunda annem evde dört duvar arasında kapalı kalmaktan hastalanmış, gördüğümüz ilk hastaneye annemi yatırmak zorunda kalmıştık. Bu beni daha da korkuttu. Korkum hasta olmasından dolayı değildi, X'e büyük bir fırsat vermiş olmaktan dolayıydı. Korku damarlarıma girdiğinde artık öncekinden de temkinli davrandım, ta ki o ana kadar. Gözlerim kapanmak için can atmaya başlamış, bunun için elinden geleni ardına koymuyordu. Neyse ki son anda Mert bana eve gitmemi, kendisinin annem ile ilgileneceğini söylediğinde bu teklifi hiç uzatmadan kabul etmiştim çünkü X gelse bile ona karşı koyacak en ufak bir gücüm bile yoktu. Bir günlüğüne dinlenmek, enerjimi sonuna kadar doldurmak için yeterliydi.
Mert konuşarak düşüncelerimi dağıttı, beni kendime getirdi. "Üzgünüm elimden geleni yaptım. Uzun bir süre annenin yanında bekledikten sonra tuvaletim gelmişti. Ben de biraz yalnız bırakmanın zararı olmaz diye düşündüm..." Mert'in ağlamak üzere olduğunu ses tonundan anlamıştım. "Döndüğümde annenin o koca cesedi kan içinde..."
Duyduklarım ile sinir krizi geçirmiş, sözlerini tamamlamasına izin vermemiştim. "Beni bir süre arama, hastaneye geldiğimizde konuşuruz!" Söylediklerime cevap vermesini beklemeden çağrıyı sonlandırdım. Şu an biriyle konuşursam, karşımdakinin kalbini kıracağımı biliyordum.
Tüm akrabalarım ve ailem gitti... Geriye sadece boş bir beden kaldı. Söyle bana Tanrım, bu âciz bedenden oluşan insan ne yapacak şimdi?
Ölü bir beden yığınından daha korkunç olan bir şey varsa, o da ölü bir ruhtur. Benim ruhum yok edilmişti, hem de sadece bir kişi tarafından.
"A-Abi sen iyi misin?" Bir ses ilişti kulağıma, sesin sahibi neler olduğunu anlamayan taksiciymiş.
"İyiyim ben, sen işine bak!" Sert çıkışmıştım.
Elini vitesten kaldırdı ve parmağını gözüme doğru çevirdi. "Emin misin abi?" Yutkundu ve "Gözün," dedi ürkütücü bir ses tonuyla.
Gözüm mü?
İşte o zaman fark etmiştim, ben istemsizce ağlıyordum. Gözlerimden akan her bir yaş, siyah ceketimi süslerken, duygu karmaşası içinde kayboldum. Bu olay, kalbime bir hançer sokmuş kadar acı verici, yalnızlık kadar korkutucuydu.
Sıcakkanlılığım ve heyecanım ile meşhur olduğum günleri hatırladım. Bu son üç senede ne kadar değişmiştim? Önceden bir ateş kadar sıcakkanlı, şimdi ise bir buz kadar soğukkanlı olacak ne yaşamıştım?
Aslında cevabı içten içe bilsem de aklım buna inanmak istemiyordu çünkü insan aklı kaldıramayacağı bir olayla karşılaştığında, her zaman inanmamayı tercih ederdi. Bende de aynısı olmuş, benimle aynı kanı taşıyan herkesin öldüğüne inanmak istemiyordum.
Hızlıca göz kapaklarımda birikmiş olan göz yaşını kolumu uzatarak sildim. "Ben iyiyim, sen yola bak!" Bu sefer, önceki ses tonuma oranla daha sakin konuşmuştum.
"Peki abi," diye bıyık altından yanıt verdi genç taksici.
----------
Trafik yoğun olduğu için uzun ve yorgun bir yolculuğun ardından hastaneye varmıştık. Yolculuk sırasında, taksici ile aramda tek bir muhabbet geçmemesi nedeniyle kafam azda olsa dinlenmiş, başımın ağrısı sabahkine oranla büyük ölçüde azalmıştı.
Taksiciyi soğuk bir gülümseme ile uğurladıktan sonra, hastanenin otomatik açılan cam kapısından içeri girdim. Hastane dışarıya oranla daha sıcak ve sessizdi. Yine de bu, hastane kokusundan nefret ettiğim gerçeğini değiştirmiyordu.
Çok geçmeden gözlerim, hastanenin tam ortasında dikilmiş, daire şeklindeki resepsiyonu gördü. Resepsiyonun önünde aynı bir treni andırırcasına büyük bir sıra vardı. Böyle durumlarda polis kimliğim, benim hayat kurtarıcım olurdu.
Hızlı adımlarla, sıranın yanından geçerek, resepsiyon görevlisi olan beyaz önlüklü kız danışmana yaklaşmaya başladım. Arada birkaç kişinin polis olduğumu bilmesine rağmen küfür ettiği kulağıma ilişse de sesimi çıkartmamıştım.
Danışman benim yaklaştığımı gördüğünde, "Hoş geldiniz memur bey," dedi ve daha sonrada, "Annenizin cesedi geçen geceki odada duruyor," diye ekledi. Böyle bir olayı bu kadar kolay söylemesi...
Mesleği gereği bu tür durumlara alışmıştır.
Hızlıca kafamı sallamakla yetinerek annemin bulunduğu ikinci kattaki, on üçüncü odaya doğru koştum. Oda merdivenin hemen sağ tarafında kalıyordu. O yüzden merdiveni kullanarak daha hızlı gidebileceğim için, merdivenlere yöneldim.
Zemin yeni temizlendiğinden dolayı, ayağımın kaymasına sebep oluyordu. Yine de merdivenlerle kadar hiç düşmeden ilerlemiştim. İlk merdivenden çıktığımda, gözüm sağ tarafa, yani annemin bulunduğu odaya kaydı. Kapının önünde Mert dahil, iki polis nöbet tutuyordu.
Mert ile gözlerimiz buluştuğunda, en az benim kadar üzüldüğünü fark etmiştim. Biraz daha yürüyerek kapıya yaklaştım.
"K-Kenan girmek istediğine emin misin? Onca cinayet görmüş olabilirsin ama bu..." Acıyarak gözlerini bana dikti. "Bu senin kaldırabileceğinden de fazla. Bunu kaldıramaya bilirsi..."
Mert'in sözlerini, "Beni düşündüğünü biliyorum Mert ama bu durum çok farklı. Ne olursa olsun anneme -cesedi de olsa- son bir kez olsa bile bakmak istiyorum," sadece Mert'in duyabileceği bir ses tonuyla kesmiştim.
"Anlıyorum," dedikten sonra, yutkundu ve kenara çekildi.
Kenan bunu dedin ama bunu başarabilecek kadar yürekli biri misin?
Gördüklerim, kararlı ve hırslı bir şekilde işini yapmak için uğraşan gözlerimin bulanıklaşmasıyla, fark ettiğim zemindeki kan da midemin ona katılıp, bulanmasına ve beni istemediğim, hiç ummadığım, ummayı aklımdan bile geçirmeye cesaret edemediğim, acı gerçeklikle dolu sahneden uzaklaşıp kusma isteğiyle harekete geçmesini sağlamıştı. Bu, benim de istemsizce bütün kararlarımı etkilemiş ve topladığım pirinç tanesi cesareti de kırmıştı.
"B-Bu da ne böyle?" Gördüklerim ile bir yandan ağlamak için can atan gözlerim isyan edercesine akıyor, bir yandan da zemini süsleyen kanı fark ettiğimde kusmak için yer arıyordum.
Gördüğüm her şeyin bir hayal olduğunu düşünerek gözlerimi kapattım. Gözümü açtığımda, annemin yatağında horladığını göreceğime kendime inandırmıştım.
Sakin ol, Kenan! Bunlar bir oyundan ibaret. Sadece bir oyun... Bir oyun...
Derin bir nefes alarak ciğerlerime hava çektim ve gözlerimi annemin yaşayan bedenini göreceğime inanarak açtım. Gözlerime ilk önce beyaz fayansları süsleyen mide bulandırıcı kan havuzu ve üstüne süs diye serpilmiş annemin koparılan gri saçları, tırnaklarıyla beraber derisi soyulmuş parmakları ve kırılmış diş parçaları ilişti. Tüylerim kirpiyi andırırcasına kalktı, hemen ardından ise annemin saçları, parmakları ve dişleriyle süslenmiş kanı nehri andırırcasına ayakkabıma doğru akmaya başladı... Bu gördüklerimin başlangıcıydı, dahası hemen ardından gelmişti... Süs diye koyulmuş tablolar ve camlar annemin kanı ile boyanmış, üstüne üslük annemin bedenini X, çarmıha gerilmiş bir şekilde, çivi ile duvara montelemişti.
"B-Bu gerçek değil!" diye aniden çıkışmam ile Mert yerine sabitlendi. "TANRIM, ÇOK KOMİK BİR RÜYAYDI!" Bir süre, bir şey olacakmışçasına yerimde bekledim. "HADİ ARTIK TANRIM..." sözlerime bağırarak devam ettim. "RÜYANIN BİTME ZAMANI GELMEDİ Mİ?"
Boğazım yırtılırcasına kadar bağırsam da hiçbir şey olmuyor, rüya olduğunu düşündüğüm anın kesintisiz devam ettiğini gördüğümde duygu karmaşası içinde boğuluyordum.
Bünyemin kaldırabileceğinden fazla gelen duygu hormonları, başımın etini yiyen 'Katile ne yaptım?' soruları ve kalbimi ele geçirmiş intikam hırsı...
Ne yapacağım ben?
Tam kafayı yemişken, Mert'in omzuma ufak bir dokunuşu beni kendime getirmişti. "Sen, iyi misin?"
Sorduğu sorunun cevabını kendisi de biliyor olmasına rağmen, neden sorma gereği duyduğunu anlamamıştım. "Kenan, iyi misin?" Aynı soruyu ikinci kez sordu, cidden benim için endişeleniyordu.
Üzgünüm Mert, iyiyim demek isterdim ama... Bunu yapacak gücüm yok.
Kafamı hızlıca 'evet' manasında salladım. "Ben biraz hava alıp geleceğim." Cümlem bittiğinde, yüzüme sahte bir gülümseme kondurdum. Mert de içten içe sahte bir gülücük olduğunu biliyor olsa da sesini çıkartmamıştı.
İçim kavrulurken, önce merdivenlerden indim, daha sonrada dışarı çıktım. Gökyüzü sabahki insanın içini bunaltan griye oranla, çok daha iç açıcı olan mavi rengindeydi.
Gökyüzü tanrının çizdiği en güzel resimlerden biriyken, aynı zamanda insanlar bir mum kadar sessizken, ben neden kadar kötü hissediyorum? Neden kalbim fiziksel olarak atsa bile, attığını duyamıyorum?
Sorumun cevabını, telefonum titremeye başlayınca almıştım. Mert'in araması olduğunu bildiğim için bir çırpıda açtım.
"Efendim Mert." Ses tonumda herhangi bir duygu belirtisi bile yoktu.
"Mert mi?" diye kalın bir ses geldi. Bu ses tonu kesinlikle Mert'in değildi. Daha çok bilgisayar üzerinden ayarlanmış bir ses gibi duruyordu.
"Sen kimsin?" Sesim çatlak çıkmıştı.
"Beni sen de tanıyorsun, Bay Kenan..." Sesi öyle korkutucu geliyordu ki bilgisayar ortamında ayarlanmasa, ses tonu bile beni korkutmaya yeterdi.
"Sen... Sen X'sin."
Ellerini çırparak, "Bravo Bay Kenan," diye dalga geçti.
Sonunda X'i bulmuştum ama... Ne yapacağım ki? Bir ses tonundan nerede olduğunu bulmam mümkün değil. Belki konumu olsa... Konum mu? Bir dakika!
Katil beni tam şu anda aradığına göre, annemin cesedini görmemi bekliyordu. Hastanede bekleyemeyeceğine göre, cevap belliydi. Çağrıyı sessize alarak, yanımdan geçen yaşlı amcaya buralarda kimsenin uğramadığı kuytu köşe bir yer var mı diye sordum. Cevap olarak ise hemen sağ mahalledeki yapımı durdurulmuş bir inşaat alanı olduğunu söyledi. Eğer biri saklanıyorsa, orası saklanmak için mükemmel bir yerdi.
Hızlıca çağrıya geri dönsem de, X'in çağrıyı kapattığını fark etmiştim.
Yerini zaten buldum Bay X, bu sefer benden kaçamazsın.
Diğer polislere haber vermek, bu durumda yapabileceğim en doğru şey olurdu ama ben bunu yapmayı reddediyordum. Gerçekten intikamın köpeği olmuştum...
Telefona elimi uzattım ve kapatmadan önce bir numaradan mesaj geldiğini fark ettim.
'Sıra sen de Bay Kenan. NOT: Geçmişte yaptığın hataları, geleceğine yansıdığında fark edersin.'
'Piç herif seni!' diye geri mesaj atsam da X mesaj attığı telefonu çoktan kırmış olacak ki mesaj gitmedi. Bir çırpıda kendime gelerek, koşmaya başladım. X'i bir kere bulmuştum ve kaybetmek, isteyeceğim son şey olurdu. İstediğim tek bir şey varsa, o da X'in kafasına kurşun sıkmaktı.
Kısa bir sürenin ardından nefes nefese inşaat alanının hemen yanına yaklaşmıştım. Etraf sessiz ve kafasına göre dikilmiş binalarla doluydu. Gözüme kestirdiğim inşaat alanı tam da beklediğim gibi, tuğlalardan yapılmış, yarım bırakılan binalardan biriydi. İnşaat alanının zemini kum taneleri ile doluyken, attığım adımlar kum tanelerini süslemişti.
X'e hiç olmadığım kadar yakınım.
Aslında X'in terk edilmiş inşaat alanında olmama olasılığı da bir hayli yüksekti; ama ben X'in burada olduğuna tüm kalbimle inanmak istiyordum. İntikam kalbimi ele geçirmişken, elimden gelen tek şey buydu ve bu benim son inancımdı.
Binaya adım atmadan önce, karanlıkta etrafı görebileyim diye elime telefonumu alarak, ışığı açtım. Bir fener kadar her yeri aydınlatmasa da iş görür cinstendi.
Son olarak tabancamı kılıfından yavaşça çıkarttım ve telefonu tuttuğum elimin üstüne tabancamı çapraz şekilde koydum, daha sonrada sessizce içeri daldım. Telefon ışığı yeteri kadar etrafı aydınlatıyor olsa da attığım her adımda, telefonun ışığı karanlık tarafından emiliyor gibiydi.
Karanlık... Sessiz... Korkutucu...
Bu üç kelime, şu an içinde dolaşırken bir hayli zorlandığım inşaat alanını betimlemeye yeterdi. İçerisi o kadar karanlıktı ki telefon ışığı olsa bile net göremiyordum. Aynı zamanda o kadar sessiz ve korkutucuydu ki en ufak bir ses duyduğumda korkudan silahımı düşüreceğim kesindi.
İlk katı sandığımın aksine hızlı bir şekilde bitirmiş, heyecandan patlamak üzere olan kalbimi zorda olsa dizginlemiştim.
Çok geçmeden merdivenin basamaklarına yavaş yavaş basarak ikinci kata çıktım. Bu kata çıkar çıkmaz fark ettiğim şey ikinci katın, ilk kattan çok daha parlak olduğuydu. Telefon ışığı olmadan bile etrafı azda olsa görebiliyorken, bu katı dönmek daha kolay olacağı kesin gibiydi.
İlk önce merdivenin hemen yanında bulunan sağ taraftaki odaya adım attım. İçerisi mide bulandırıcı derecede kötü kokuyor, kusmamak için bir hayli zorlanıyordum. İçeri adım attığım gibi ayağıma, kıllı bir şey çarptı ve hemen sonra kulağım sinek vızıltısı ile doldu.
"Bu da ne böyle!" Kokunun sebebini çok geçmeden bir hayvanın cesedi -uzun süredir burada olduğu için hangi hayvan olduğu belli olmuyor- olduğunu fark ettiğimde, az önceki 'bu katı dönmek kolay olacak' sözlerimi hatırladım.
Bak, çok kolay...
Çok geçmeden ikinci odaya -merdivenin sol tarafında bulunan- adımlarımı atmadan önce, az önce olanlardan dolayı bir hayli gergindim. Psikolojik olarak ruhum zarar görmüş, kalbim inşaat alanındaki gergin atmosferi kaldıramamış, intikam arzumu bastırırken yorulmuştum.
Ne yapacağımı bilemeden ikinci odaya adım attığımda boşa gerildiğimi fark etmiş, karşıma birkaç tuğla yığını dışında hiçbir şey çıkmamıştı. İkinci odadan kalp çırpıntılarım ile ayrıldığımda, bir çırpıda diğer odalara da göz attım ama birçok oda aynı bu ikinci oda gibi tuğla yığınları ile doluydu.
Sıra üçüncü yani sonuncu kata geldiğinde, az önceki kalp çırpıntılarım bir hayli artmış, katil yanımda olsa kalbimin sesini duyabileceği duruma gelmiştim. Çaresiz ama intikam arayan bakışlar ile üçüncü kata çıktım. Üçüncü kat, ikinci katın aksine, karanlık tarafından ele geçirilmiş gibiydi.
Merdivenin sonuna vardığımda, ileriye doğru uzun ama dikkatli bir adım attım ve telefon etrafı aydınlatması için ufakça daire şeklinde döndüm. İlk iki kat odalarla doluyken, son katın odasız olduğunu görmek, şaşırtmıştı.
"Kimse var mı?" Bu soruyu sormaktan çekinsem de katil eğer buradaysa, zaten benim yanına geldiğimi biliyordur. Sessim biraz ürkütücü bir şekilde çıksa da, yankı yapmamıştı.
Bir dakika yankı yapmadı mı?
İşte o anda açılan ışıklar gözlerimi kör ederken, bir yandan kulaklarıma taciz eden alkış sesleri geldi.
"BRAVO BAY KENANN!"
Etraf; yatak, dolap, masa, bilgisayar, jeneratör ve ne olduğunu bilmediğim binlerce kablo ile dolu olsa da en dikkat çekici şey, bilgisayar masasının hemen önünde duran adam -X olduğunu düşündüğüm kişi- bembeyaz maske ve siyah bir palto ile sandalyesine oturmuş, beni alkışlamaya devam ediyordu.
"X..." Sesim cılız gelse de hızlıca çıkıştım; "SENİ GİDİ PİÇ KURUSU, BU YAPTIKLARINI SANA ÖDETECEĞİM!" İçimi boşaltmış gibi olsam da daha kafasına sıkma hayalim için erkendi.
"X mi? Bana bu ismi mi verdiniz? Yazıklar olsun..." Sesi, bilgisayar ortamında hazırlanmış olduğu çok belliydi.
Bunca kelime arasından buna mı takıldın?
Hızlıca tabancamı, X'e doğru doğrulttum. Bu vakanın en başından beri, kafamın etini yiyen soruyu sormak için tam zamanıydı. Hızlıca gözünün -maskesinin- içine bakarak, "Sen nesin?" diye sordum. Vücudum onu öldürmek için can atsa da sorumun cevabını o kadar merak ediyordum ki...
Sesini uzun bir süre çıkartmadı. Belki korktuğu içindi ama bir silahın X'i korkutacağını düşünmek... Bir aptala, sen akıllısın demek gibiydi.
"Kaçışın yok X, beni öldürsen bile, ki böyle bir şeyi silahın bile olmadan yapman imkânsız, etrafın çevrili," diye haykırdım. "ŞİMDİ KONUŞ!"
Bu duruma maskesi olmasına rağmen, bir palyaço gibi sırıttığını anlamıştım. "Seni senden iyi tanıyorum Bay Kenan." Tane tane konuşuyordu. "İçindeki intikamı görebiliyorum... BURADA YALNIZCA SEN VARSIN!" Bilgisayar üzerinden ayarlanmış ses tonu, içime işliyordu...
"Bu elimde silah olduğu gerçeğini değiştirmez," dedikten sonra, " Bay X," diye de ekledim.
Aniden kısa ama etkileyici bir kahkaha attı. "Bay Kenan, aslında bir an gerçekten etrafımı polisler çevirdi sanmıştım. Neyse ki kendi yalanınızı ifşa ettiniz."
Bu kadar kolay bir aldatmacayı nasıl yiyebildim!
Az önce dediklerimi tekrar ettim. "Bu elimde silah olduğu gerçeğini değiştirmez. Hızlı ol ve sorduğum sorunun cevabımı ver. SEN NESİN?"
Bir anda bu duruma kahkaha atarak gülmesi, beni afallatmıştı. "Cevabımı vermem gerek değil mi?" Ben daha ağzımı açamadan, "O zaman vereyim!" diye devam etti.
Hızlıca, daha gözlerim ne olduğunun farkına varmadan önce, cebinden bir kumanda çıkarttı. "Görüyor musun?" Kahkaha atarak tüm inşaat alanını inletti. "İŞTE SANA CEVABIM BAY KENAN!"
Buraya gelene kadar her yeri didik didik aradığıma, bombayı bırak bir şey bile görmediğime emindim.
Nereye... Nereye bakmadım...
İşte o anda, kafama tuğla yığınlarının olduğu odalar geldi. Şimdi düşündüğümde, o tuğla yığınlarının olduğu odalar, binanın ana hatı olduğunu nasıl da o zaman fark edememiştim.
"HEMEN ONU YERE BIRAK!" Kelimeler benden habersiz, ağzımdan çıkmıştı.
"SANKİ YAPARIM DA!" Maskesi olmasına rağmen, aynı az önceki gibi palyaço şeklinde sırıttığına adım gibi emindim.
"HADİ KUMANDAYA BASTIN DİYELİM! SADECE BEN DEĞİL, SEN DE ÖLECEKSİN." Sesim her yeri inletecek kadar fazla çıkıyor, elim ve ayağım korkudan titriyordu.
Ben ölmekten korkuyor muyum?
"BEN İNTİKAMIMI ALDIM BAY KENAN! ARTIK YAŞAMAK İÇİN BİR SEBEBİM YOK!" Bilgisayar, sesin şiddetine dayanamamış, sözcükler cızırtılı gelmişti.
"SEN BİLİRSİN, BENİM KAYBEDECEK BİR ŞEYİM YOK!" Ters psikoloji uygulayarak onu bundan vazgeçirmeye çalışmıştım ama olanlar beklediğimin tam tersiydi...
"O ZAMAN, ŞOV BAŞLASIN!!!!!!!!"
Hızlıca elini maskesine getirdi, o sırada az da olsun çenesini gördüğümde, sırıtışı tüm yüzünü kaplamıştı. İşte o surat ifadesi benim tetiğe hızlıca basmamı sağlasa da geç kalmıştım. X kumandaya, benim tetiğe basmamdan önce basmış, binanın ana hatlarından sarsıntılar gelmişti.
PATT!!!! PATT!!!! PATT!!!!
Bomba ana hatları, fütursuzca tahriş ederken attığım kurşun X'i ıskalamıştı. X, olanları zevkle izliyor, yüzündeki tatmin ifadeyi görebiliyordum.
Demek ölümüm... Böyle olacak... Keşke kafasına... Bir kurşun olsa bari... Sıkabilseydim...
Dileğimi yerine getirmek için silahı doğrultsam da X'in üstüne düşen büyük bir tuğla kütlesinin ardından bu imkânsız olmuş, acı içindeki haykırışları kulağıma ilişmişti. Keşke patlama sesleri olmasa da ses tonunu anlayabilseydim.
Ne yapacağım?
İşte tam o anda kafama düşen tuğla olduğunu tahmin ettiğim cisim acı içinde kıvranmamı sağlamış, gözlerimi karartmıştı.
Tanrım bana bir şans daha ver... Bir şans... Sadece bir şans daha istiyorum... Bir şans...
--------------
Acı verici... Korkunç... Sessiz... Ve aydınlık...
Gözlerime binlerce ışık hüzmesi iliştiğinde, çaresizce açtım gözlerimi. Az önce Tanrı'dan bir şans daha dilenirken, neredeydim böyle? Hastanede miydim? Ya da öldüm ve cennette mi geldim? Hayır, hayır burası hastane olamayacak kadar güzel, cennet olamayacak kadar kötüydü.
"Neredeyim ben?" Sesim o kadar naif gelmişti ki... Zorda olsa yataktan kalktığımda, yatağımın ne kadar rahat olduğunu fark etmiştim. Yine de bunun üzerine çok kafa yormadan çevreyi detaylı bir şekilde süzdüm. Duvarlar pembe renkle boyanmış, anime posterleri her tarafa saçılmıştı.
Az önce üstüme bina yıkılırken, şu an nasıl hayattaydım?
Bu sorunun cevabını çok düşünmeden göğsümde uyandığımdan beri olan, beni rahatsız eden kaşıntıyı, yavaşça uzun tırnaklarımla bir güzel kaşıdım. 'Tırnaklarım bu kadar uzun muydu?' O sırada elim göğsüme gittiğinde bir şeyi fark etmiştim. 'Göğüslerim ne ara bu kadar büyüdü? Ondan da öte, göğüslerim bu kadar yumuşak mıydı?' Ardı ardına kafamı karıştıran binlerce soru sorarken, kalçalarımın da eskisine oranla bir hayli büyüdüğünü fark etmiştim.
"Bana ne oldu böyle?" Sesim aynı az önceki gibi naif çıkmıştı.
Sorumun cevabını çok geçmeden, hemen karşımdaki aynayı görünce almıştım. Bronz tenimin yerini, beyaz yumuşak bir ten. Siyah kısa saçlarımın yerini, kahverengi boynuma kadar gelen saç. Siyah gözlerimin yerini, elmas gibi parlayan mavi gözler. Kocaman burnumun yerini, kısa bir burun. İnce dudaklarımın yerini, kalın dudaklar ve kirli siyah sakallarımın yerini de pürüzsüz bir cilt almıştı.
B-BEN BİR KIZ OLMUŞUYUM!
SORU:
KONUYU NASIL BULDUNUZ?
FİNALDE BÖYLE BİR ŞEY OLACAĞINI BEKLİYOR MUYDUNUZ?
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..