Bölüm 0: Giriş

avatar
8719 13

Shura’s Wrath - Bölüm 0: Giriş


 

Çeviri: Aan'allain Düzenleme: Malatyalı

 

Çin şehri varoşları, öğlen

 

Toprağı yakıp kavuran güneşin altında gelip geçen sayısız insanın, rahatsız edici havadan şikâyet edip lanetler yağdırdığı sıradan bir mahalledeki normal bir sokaktı. Mahalle pek sakin sayılmazdı ama şehir merkezi kadar canlı ve şaşaalı da değildi. 

 

Sokağın kenarında hareketsiz bir beden yatıyordu. Ateş gibi kavuran güneşe rağmen tüm vücudunu saran siyah bir kıyafet giymişti. Kavurucu güneşin altında simsiyah kıyafetin içinde inanılmaz sıcak olacağını bilmek için düşünmeye gerek yoktu. Yerin insanların dokunmaya bile cesaret edemeyeceği kadar sıcak olduğundan da bahsetmeye bile gerek yoktu. Onunki gibi siyah bir kıyafetin yerin ısısıyla deriye nasıl yapışıyor olduğunun düşüncesi bile korkuya sebep oluyordu. Yine de bu kişi bir gün bir gecedir orada yatıyordu. 

 

"Bu adam neden hala orada?"

 

"Muhtemelen çoktan öldü."

 

İnsanların bakışları, hızlıca ayrılmadan hemen önce kısa bir an için ona dönüyordu. Burada yaşayan insanların çoğu geçimlerini sağlamak için telaş içinde olan, toplumun en alt kesimine dahildi. Bu toplum içerisindeki soğuk karakterli insanlar için nezaket önemsiz bir şeydi. Aynı zamanda bu çağda sokakta yığılıp kalmış birine yardım etmemek, farkında olmadan fikir birliğine varılmış kesin bir karardı.

 

"Çabuk anne, bak, orada biri mi var? Hasta mı?" dedi, annesinin elinden tutmuş, parmağıyla yerde yatan adamı işaret eden küçük bir erkek çocuğu. 

 

"Yaklaşma ona, annenin daha önce yere yığılmış insanlar hakkında ne dediğini unutma. Çoğu "Isrock" bulaşan insanlar ve bu sebeple terk edildiler. Onlara yaklaşmamalısın, yoksa sana da bulaşır. Gel hadi, biraz daha uzağa gidelim." 

 

"Ahh!" diye inledi küçük çocuk. Yüzünde oluşan korkmuş bir ifadeyle, annesinin elini tuttu ve adama ikinci bir bakış atmaya bile korkarak uzak bir yere doğru koştu.

 

Altı, yedi yaşındaki bir çocuk bile "Isrock'ın" dehşetini biliyordu. 

 

"Isrock" insan vücudunun bağışıklık sistemini yavaş yavaş bozan ve bu şekilde insanın hayatını elinden alan ölümcül bir hastalıktı. Hastalığı kapmanın tek yolu başka bir "Isrock" bulaşmış taşıyıcıydı. Hastalığın yapısı 20. ve 21. yüzyılda yaygın olan "AIDS" ile benzer ama "AIDS’ten" çok daha korkutucuydu. Şu anda dünyada "Isrock" hastalığına yakalandıktan sonra en uzun süre yaşan kişi beş yıl yaşamıştı. 

 

30. yüzyıla girdikten sonra, insanlar doğa ananın intikamıyla acı çektiler. Giderek artan sınırlı kaynaklar için olan çatışmalar, patlak veren korkunç savaşlar, savaşın dumanları dünyanın her köşesinden yükseldi. Savaşlardan sonra geride kalan nükleer ve manyetik kirlenmeyle "Isrock" hastalığı doğdu. Sonrasında kirlenmiş çevrelerde uzun süre yaşayan zayıf bağışıklık sistemine sahip insanların vücutları için "Isrock" virüsünü geliştirmesi çok kolaydı. "Isrock" virüsünün ortaya çıkmasının anlamı, bu hayatın sonuna yaklaştığı anlamına geliyordu. 

 

"Isrock" virüsünün bulaşıcılığı çok daha korkunç. Her türden vücut sıvısıyla yayılabilir... kan, tükürük, hatta terle... bu nedenle ne zaman biri "Isrock" virüsüne yakalansa, ailelerinin tek seçenekleri onları merhametsizce terk etmekti. Çünkü ne para miktarı ne de gösterilen çaba hayatlarını kurtarmak için yeterli değildir, diğer yandan onları yakında tutmak, daha fazla insana bulaşmasına sebep olabilirdi...

 

"Isrock", insanların sadece çok geç kalmaktan korktuğu, kaçındığı korkunç bir şeytan gibiydi. "Isrock", insanlığın acımasız savaşlarına karşı cennetin cezalandırması olarak görüldü. Çünkü savaşların arkasında bıraktığı nükleer ve manyetik kirlilik olmasaydı, "Isrock" virüsü doğmayacaktı. Bu nedenle, dünya vatandaşlarının haykırışları ve eleştirileri altında tüm dünya tarafından "Yüz Yıllık Ateşkes Akdi" olarak bilinen antlaşma, her ülke tarafından imzalandı. Ve savaş alanı, uluslararası anlaşmazlıkları çözmek için "Akit" şartlarına bağlı olarak, insanların zaten sıkı bir şekilde bağlı oldukları ikinci bir dünyaya, sanal gerçeklik oyun dünyasına taşındı.

 

Sorunları çözmek için oyun dünyasındaki zafer ya da mağlubiyetler kullanılıyordu, bu yöntem dünyadaki insanların büyük çoğunluğu tarafından onaylanmış ve kabul edilmişti. "Yüz Yıllık Ateşkes Akdinin" imzalanmasından sonra, sanal dünya oyunları gelişerek, daha önce görülmemiş doruklara ulaştı. Ayrıca her ülke büyük çapta finansal destek vererek oyun dünyasının en iyi oyuncularının eğitimi için titiz bir çaba gösterdi.

 

"Yüz Yıllık Ateşkes Akdinden" sonra nükleer ve manyetik kirlenmenin azaldığı izlendi, "Isrock" taşıyıcıları azaldı ama korkunç gölge insanlığı asla rahat bırakmadı.

 

İşte bu yüzden, doğal olarak insanların "Isrock" virüsü taşıdığı için, terk edilen zavallılardan biri farz ettikleri yol kenarında yatan siyah kıyafetli adama kimse yaklaşmaya cesaret edemedi.

 

Ta ki...

 

"Abi! Abi, çabuk ol ve uyan. Yerde bu şekilde yatarsan korkunç yanıkların olacak. Abi..."

 

Adamın önünde, açık sarı bir kıyafet giymiş, on yaşlarında, yıldızlar kadar güzel bir çift göz ve seramik bir bebek kadar ince detaylara sahip genç bir yüzü olan küçük bir kız vardı. Onu gören herkes istemsizce duruyor, gördüğünün yanlışlıkla dünyada ortaya çıkan bir melek olup olmadığını hayranlıkla merak ediyordu.

 

Küçük kız bir elinde küçük bir kısmı içilmiş soğuk bir içecek tutarken, diğer elindeki güneşliği atıp, hareket etmeden yatan adamı hafifçe sarsıyordu. Yıldız vari gözleri endişe ve telaşla dolu, yumuşak ve şefkatli bir şekilde sesleniyordu.

 

Belki de adam hafifçe kendinden geçmişti ya da belki de başından beri kendindeydi. Kızın çok yüksek olmayan çağrılarıyla adamın vücudu belli belirsiz kımıldadı ve yavaşça, inanılmaz zor bir şekilde kafasını kaldırdı. Solgun bir erkek yüzü açığa çıktı. On altı, on yedi yaşından daha büyük olmayan, dağınık saçlı, dudakları tamamen çatlamış, dahası tüm yüzü korkunç soluk genç bir adamdı. Yavaşça gözlerini açtı, bulutlu gözler, saf, kristal gibi gözlerle buluştu.

 

Ne kadar da güzel gözler...

 

"Tanrı'ya şükürler olsun, sonunda uyandın!" kız rahat bir nefes verdi ve sonra mutlu bir şekilde güldü. Genç adam puslu gözleriyle onun saf, kusursuz gülümsemesine baktı, bir an için irkildi. Daha öncesinde bugün, çok fazla soğuk ve ilgisiz bakış deneyimi olmuştu ve uzun süre önce buna alışmıştı. Dünyada hala böylesine saf, temiz bir çift göz olduğuna inanmayı oldukça zor bulmuştu.

 

"Abi, hasta mısın? Ayağa kalkabilir misin? Bu şekilde yerde yatmak için çok sıcak... ah, sorun değil, babam ve annem nerdeyse gelirler. Onlar abiye yardım ederler, oh doğru ya, babam bir doktor. O kesinlikle abiyi tekrar iyi yapacaktır." Küçük kız vücudunun üst kısmını kaplayan güneşliğini kaldırdı. Yumuşak ve tatlı bir ses kullanarak ona sorular soruyor ve rahatlatıyordu.

 

Adam çatlamış dudaklarını oynattı, boğazı ateşle kavrulmuş gibiydi. Uzun bir süre denedi ama sadece tek bir kelime söylemeyi başarabildi...

 

"...Su..."

 

"Su..." Kız gözlerini kırpıştırdı ve sonra soğuk içeceği yavaşça onun dudaklarına götürdü: "Suyum yok... bu olur mu? Oldukça serinletici ve çok tatlı."

 

Küçük kız, pipeti dikkatlice adamın ağzına yerleştirdi. Genç tüm enerjisini kullanıp büyük bir yudum aldı. Serinletici bir bahar gibi soğuk bir yudum ağzını doldurdu. Daha sonra yavaşça boğazından aşağı aktı, ölü gibi görünen bedenin içine. O anda, sonunda vücudunun varlığını hissetti, görüşü de daha temiz oldu. Yavaşça onu ölümün sınırından döndüren pipeti ısırdı. Gözleri, aynı anda ona bakan kıza bakıyor, ayrılmak istemiyordu.

 

"Lezzetli miydi? Tadı güzelse kalanını da iç hehe. Eğer daha fazla içmek istersen, annem ve babam daha sonra tekrar alır." Sert bir şekilde pipeti emmeye çalışmasını görünce, kızın ince kaşları iki hilal şeklinde yukarı kalkıp, süper tatlı maksimum gülümsemesini ortaya çıkardı. Bu gülümseme kalbine damgalanmıştı... Biliyordu ki, bu hayatta bu anı ve özellikle de bu kızı unutması imkansızdı.

 

Arkasından tekdüze ayak sesleri geliyordu, kız hemen arkasına döndü. Ellerini sallayıp, bağırmaya başladı; "Anne, Baba buradayım. Burada yığılıp kalmış bir abi var."

 

Gelen karı ve koca orta yaşlarında değillerdi, sıradan kıyafetleri varlıklı bir aile olmadıklarını gösteriyordu. Kızı ve yanı başında yerde yatan adamı gördüklerinde, ikisinin de korkudan ödleri patlamıştı.

 

"Ruo Ruo, çabuk ol ve uzaklaş ondan!" Kızın annesi dehşete düşmüş bir şekilde ona doğru koşup, alelacele kızı kenara taşıyordu. Yumuşak bir çığlıkla kızın elindeki soğuk içecek kaydı ve içindeki serinletici sıvı yere saçıldı.

 

"Nn... Anne, neden beni kenara taşıyorsun, abi susamış. Gerçekten su içmek istiyor... Anne, baba onu kurtarabilir misiniz lütfen? Baba, sen harika bir doktorsun. Onu kesinlikle kurtarabilirsin değil mi?" Kız annesinin elleri arasında hafifçe kıvranıyordu. Gözleri, genç adama baktığındaki endişesini gösteriyordu.

 

"Endişelenme, onda "Isrock" yok."

 

Kızın babası, genellikle birçok "Isrock" hastasıyla etkileşime geçmiş bir doktordu. Genç adama birkaç kez baktıktan sonra, ona "Isrock" bulaşmadığını anladı. Yalnızca onun dediklerini duyduktan sonra anne rahatlamış hissetmişti. Eğildi, genç adama özür dolu bir gülümseme göstererek: "Çocuk, üzgünüm, o sırada Ruo Ruo hakkında çok endişelenmiştim, o yüzden... Adın ne? Neden buradasın?"

 

Gencin dudakları oynadı. Bir süre sonra zorlukla bir ses çıktı: "Benim adım..."

 

Benim adım ne şu an... Bilmiyorum.

 

Çünkü. Çoktan geçmişteki adımı unutmaya karar vermiştim... Gerçekten de sonsuza kadar unutmayı dilerdim.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44307 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr