Sıfırıncı Dünya
1. Cilt: 3. Bölüm İmkansız Olayın Tekrarı (1/2)
Tüm bunları nasıl düşünebilirdi ki? Bunlar onun için önemsizdi. Az önce yaşadıklarının gerçek olduğunu bilmesi, kalbinden bıçaklanması, boğazının kesilmesi gerçekti. O halde nasıl ayaktaydı? Nasıl geri dönmüştü? Nasıl olmuştu?
-Ne oldu? Hayatında ilk defa haydut mu görüyorsun aptal keriz?!
Karşısındaki iki haydut, Susan ve Nick, Yuno'nun karşısındaydı. Üstelik bulunduğu ara sokak aynıydı. Yuno neler olduğunu anlamak istiyordu ama tam anlamıyla beyni düşüncelerini bir kenara atmıştı. Tek düşündüğü şey az önce hissetmiş olduğu acı ve duygulardı. Duyguları gittikçe kabarıyordu. En çok hissettiği şey öfkeydi. Bir şeyleri yumruklamamak için zor dururken Susan söze girdi.
-Sanırım sağır falan olmalısın. Belki de seni öldü...
-HYAHHHHHHHH!!!!!
Susan'ın sözleri Yuno'nun öfkesinin daha da körüklenmesine neden oldu. Yuno ona az önceki tecrübesini körükleyecek her şeyi yok etmek istiyordu. Bunu yaparken gücünün yetip yetmeyeceği umurunda bile değildi. Haydutlar ise onun neden üslerine geldiğini anlayamamıştı. Nick'e göre Yuno onu küçümsüyordu ve o da biraz sinirlenmişti. Öncelikle kardeşini korumak için hemen Susan'ın önüne geçti. Yuno ise sol yumruğu ile Nick'in suratına saldırdı.
-İyi bir deneme fa...
Nick'in bilmediği şey bu numarayı Yuno'nun bilmesiydi. Kısaca Nick soluna hareketlenirken Susan da asasını aşağı savurarak rakibini kolayca yere deviriyordu. Yuno bunu bildiğinden başından beri niyeti saldırıyormuş gibi yaparak Nick gibi asadan kaçındı. Bunu nasıl yaptığını umursamıyordu. Hatta bunu yaptığından bile haberi yoktu. Sadece bir içgüdüydü ve sol yumruğunu Nick'in suratına yapıştırmıştı.
-Abi!
Susan'ın dikkati yine abisi yüzünden dağılmıştı ve ona yaklaşan, kırmızı renk gösterilen bir boğa gibi ilerleyen Yuno'yu fark edememişti. Yuno aralarındaki boy farkından dolayı ona bir tekme savururken;
-ŞEREFSİZ!!!
Aniden gelen bu sesin ardından Yuno yine bir esinti gibi hissettiği rüzgar tarafından birkaç metre geriye uçtu ve ara sokaktan fırladı. Yere düşerken birkaç kaburga kemiği çatlamış, iç organları ezilmişti.
-Demek ki küçük kız kardeşime vurmak istiyordun?
Artık sinirli olan tek kişi Yuno değildi. Nick de oldukça öfkelenmişti. Susan ise gerginleşen yüzüyle Yuno'ya bakıyordu. Yuno yerden kalkmaya çalışıyordu ki yüzüne gelen bir tekmeyle kendini yeniden yerde buldu.
-Bu dünyada en çok nefret ettiğim insanlar, kadınlara istedikleri şeyleri yapabileceğini sanan insanlardır. İşte bu yüzden sizin gibi kerizleri dövmek bana koymuyor.
Nick bu sözleri söylerken yerdeki Yuno'ya tekmelerini savurmaya devam ediyordu. Sonrasında ağzındaki kanı tükürüp iki adım geri çekildi. Yuno bir süre sonra "Sanırım çekip gittiler." diye düşünerek ayağa kalkarken eline sert bir cismin vurmasıyla acı içinde bağırdı.
-Abime vurmaya nasıl cüret edersin insan?!
Susan elindeki asayı Yuno'nun göğsüne sapladı. Asa Yuno'yu yere devirirken Susan konuşmaya devam etti.
-Sizin gibi insanlar hep böyle davranıyor. O tuhaf kıyafetlerinde burada hava yapabileceğini sanıyorsan, bu konuda yanılıyorsun. Gidelim abi!
-Anlaşıldı Susan. Bu kadar bağırmana gerek var mıydı?
İkili uzaklaşırken tıpkı önceki döngüde olduğu gibi yine birbirleri ile tartışıyorlardı. Yuno ise kendini en yakın duvara yasladı.Yediği dayaktan memnun olduğu söylenemezdi ama artık öfkeli değildi. En azından tekrar düşünebiliyordu. "Bu nasıl olabilir?" şeklinde düşünmeye devam ediyordu.
-Ben...
-Siz iyi misiniz bayım?
-Ne?
Şeftali renginde uzun saçları, kırmızı gözleri olan bir kız, Yuno'ya durumunu sordu. Kıyafetleri gösterişli olmasa da oldukça şıktı. Saç rengiyle uyumlu bir kuyruğu ve başının üzerinde kediye benzeyen kulakları vardı. Yuno "Sanırım bu dünyalarda bunlara alışabilmem zaman alacak." diye düşünürken zorla da olsa ayağa kalktı.
-Merak etmeyin genç hanım. O haydutlardan yediğim dayağın acısını çıkarabilirsem güzel olacak.
-Üzgünüm ama Nick her gün böyledir.
-Sen onları tanıyor musun?
-Melez mahallesinde yaşamayıp da onları tanımayan yoktur.
-Anlıyoru...
Yuno dengesini kaybedip kendini yere attı. Dediği gibi Nick ve Susan'dan yediği dayağı iade etmek istiyordu. Ayağa yeniden kalktı ve ağzında biriken kanı tükürdü.
-Peki buralarda bir eczane var mıdır?
-Eczane?
-Yani... Yaralı kişilerin gidip tedavi olduğu bir yer var mı?
-Babamın bir sihirli eşya dükkanı var ve bir han işletiyor. Hanın bir bölümündeki odalar yaralı ve hasta insanlar için ayrılmış durumda. Oradaki vatandaşlarla ben ilgileniyorum.
-Biraz karışıkmış fakat anladım gibi. Maalesef param yok ve borçlu kalmayı sevmem. Üstelik adınızı dahi bilmiyorum.
-Adım Lycia ve lütfen parayı dert etmeyin bayım.
Yuno, Lycia'nın arkasında hana doğru yola koyuldu. Bu sırada aklındaki şey o haydutlar değildi. "O anda öldüğüme emindim." diye düşünüyordu. Tüm bunların mantıklı bir açıklaması olmalıydı. "Bu dünyadan olmadığım için bana verilen güç bu mu?" diye düşünüyordu. Bu tür dünyaları sevmiyordu fakat bu tarz dünyaya gelen insanların özel güçleri mutlaka olurdu. Üstelik tek dert etmesi gereken şey bu değildi. Asıl merak ettiği şey yolu sırasında karşılaştığı siyah toz bulutuydu.
-Sizin buralara yolunuz nasıl düştü bayım?
-...
-Bayım?
-Aaa! Kusura bakmayın. Biraz dalmışım. Hem siz bana Yuno diyebilirsiniz.
-Güzel isimmiş. İşte geldik Yuno.
İkili, iki katlı ve ahşaptan yapılma kocaman bir binaya girdi. Yuno hanın içerisinde gördüğü tek şey sadece ahşaptı. Gördüğü her bir masa, sandalye, tabak, kaşık ve aklına gelmeyen pek çok şey ahşaptan yapılmıştı. Yuno etrafına bakınmayı sürdürüyordu. Görünüşe göre müşterilerin odaları üst katlarda olmalıydı ve birinci katın sağında bulunan bir kapıda durdular.
-Müşterilerin rahatsız olmaması için hastalar burada dinlenirler.
Yuno bu odaya ilk giren kişiydi ve oldukça şaşırmıştı. Burası kendi dünyasından bir muayene odasına benzetmişti. Tek farkı teknolojik ürün ve aletlerin bu odada olmamasıydı. İçeride yalnız değillerdi. Eli bandajlı bir hasta vardı ve Lycia önce onunla ilgilenip hastayı yolcu etti. Yuno içerideki yataklardan birine oturdu. Aklındaki sorular biraz bile olsun dağılmamıştı.
-Lütfen üzerinizdekileri çıkarın.
-Ne?! İyi de neden?
-Neden mi? Sırtınızı dinlemek için. Kulaklarım vücuttaki her şeyi duyabilir.
-Pe... Pekala. Bu biraz utanç verici.
Yuno bu tarz şeyleri sevmezdi. Kızlara karşı sürekli bir mesafesi olurdu ve lise zamanında onunla çıkmak isteyen bir kızı reddetmişliği bile vardı. Bunun nedenini kendisi bile bilmiyordu ama kendisi için önemli olduğunu hatırlıyor gibiydi. Aslında bundan kısmen memnundu çünkü onu sürekli rahatsız edebilecek birilerinin yanında olmasını istemiyordu. Gerçi onun hoşlandığı bir kız vardı ama açılmasını bir türlü becerememişti.
Yuno üzerindeki eşofmanı ve tişörtünü çıkardı. Aldığı tekmelerden dolayı morluklarla dolu sırtında Lycia'nın ellerini koyduğunu hissedebiliyordu. Bozuntuya vermeden beklerken yolu üstündeki siyah sis bulutunu ve onu öldüren kadını düşünmeye devam etti. Eğer oradan geçmeseydi büyük ihtimalle ölmeyeceğine emindi. Bu yüzden bir daha o yoldan geçmek istemiyordu fakat "Orada tek ölen kişi ben değilim." gerçeği zihninde yankılanıyordu. Orada yaşananları umursamayıp, önüne bakamazdı.
"İyi de ben o kadını yenecek kadar güçlü olmamım imkanı yok. Bunu nasıl yapabilirim?" sorusu da kafasında geziniyordu. Bu olaya tekrar karışırsa, tekrar ölmeyeceğinin bir garantisi yoktu. Ne yapması gerekiyordu? Lycia'nın ona seslenmesiyle bu soruları kafasında dağıtmayı başarmıştı. Lycia'nın dediğine göre oldukça hırpalanmıştı ve iç organlarının zarar gördüğünü söylemişti. Birkaç gün başını belaya sokmaması gerekiyordu. Yeniden kıyafetlerini giyerken bu anda Yuno'nun aklına bir soru takıldı.
-Neden böylesin?
-Ne?!
-Yani şey... Melez mahallesindeki herkesin bana bakışları çok tuhaftı. O haydutlardan yediğim dayağı saymıyorum bile. Neden sen insanlara karşı bu kadar naziksin? En azından bana karşı naziktin.
-Eee... Bunu nasıl anlatsam bilemiyorum.
-Cidden burası çok garip. Sanki bambaşka bir dünyadayım.
Yuno bunu şakayla karışık bir ses tonunda söylese de cidden başka bir dünyada olduğunun farkında olarak bunu söylemişti. Lycia ile iyi anlaşırsa bu dünya hakkında daha fazla şey öğrenebilirdi. Belki de güçlü birisine o olayı anlatabilirdi.
-Haklısın.Burası cidden bambaşka bir dünya. Belki de bu yüzden Melez mahallesiinin başına geçmek istiyorumdur. Belki de bu yüzden babam melez Mahallesi şefi olmuştur.
-Bir dakika! bir dakika! Baban buradaki insanların lideri mi?
-Buralara yabancı olduğunuz çok belli oluyor.
-Buralara bugün geldiğim için yabancı olmam çok normal.
-Melez mahallesinde yaşayanların bu tavrı çok normal. Hatta burada yaşayan insanlar da aynı tavrı ortaya koyar. Kendi annem bile aynısını yapıyor.
-Bir dakika! Eğer annen insansa, babanın ırkı ne oluyor?
Yuno bunu epey merak etmişti çünkü insanlar ve cüceler dışında gördüğü tek ırkın ismini bilmiyordu. Onlara "Yarı Hayvan" diyerek hakaret etmek istemiyordu. Lycia boğazını temizleyerek açıklamaya başladı.
-Sanırım buradaki farklı ırklardan haberiniz yok. Babam "moche" denilen tıpkı sana korkunç canavarlarmış gibi gözüken bir ırkın üç türünden birisi. Diğer türleri birbirinden ayırt etmek çok kolaydır.
-Anlıyorum.
-Sonra cü...
-Aslında ben cüceleri ve elfleri biliyorum. Yine de anlattıkları...
-Elfler mi?
Yuno sanki söylememesi gereken bir şeyi söylemiş gibi hissediyordu. Lycia'nın bakışları "elf" sözünü duyduktan sonra resmen gözlerindeki ışık sönmüş, gülümsemesi değişmiş, bedeni tir tir titremeye başlamıştı. Lycia'nın ruh halindeki bu değişim onu ürkütmüştü.
-Sen onları tanıyor musun?
-Ya... Yanılıyorsun! Cücelerle karşılaşmış olabilirim ama elfler hakkında bildiklerim kulaktan dolma bilgiler. Duyduğuma göre kulakları çok farklıymış. On metreye varıyor diye duymuştum.
Diğer insanlara karşı pozitif düşünen Lycia bile "elf" sözünü duyduğu anda böyle davranıyorsa, herhangi bir insan, cüce, moche, başka herhangi bir ırk elf sözünü duyduğu anda Yuno'yu öldürmeye bile çalışabilirdi. "İyi ki bunları bilmiyormuşum gibi davrandım." şeklinde düşünüyordu. Böylece bu dünyadaki elfler hakkında da bilgi sahibi olacaktı. Duyacağı şeyler büyük bir ihtimalle hurafelerle karışık eskilerden kalma bir efsane olacağından emin sayılırdı.
-Elfler. Herkesin büyü sahibi olduğu tek ırk olabilir. Daha geçen yıl kendi küçük ülkeleri Sosyatel ve cüce imparatorluğu Terrasa'ya savaş açtı ve onları epey hırpaladılar. Asteray'ın son kralı yirmi beş yıllık yönetimi boyunca onlarla nasıl iyi geçindi bilmiyorum.
-Öyle mi?
Duydukları Yuno'nun dikkatini çekmişti. Belki de bu dünyadaki elfler düşündüğü gibi değildi. Belki de kulakları o kendine has şeklinde değildi. Belki de tek dertleri savaştı. En azından Yuno'nun çıkardığı şeyler bundan ibaretti.
-Tarihleri boyunca hep böyle saldırganlar mıydı?
-Onlar tarihte yaptıkları yüzünden cezalandırıldılar. İşlerinde onlar gibi olmayan birisi var mıdır bilmiyorum fakat onlardan korkman gerektiğini unutma.
-Pekala.Tanıştığımız için memnun oldum Lycia.
Yuno kendi ülkesinin selamını verip önce odadan, ardından ise handan hızlıca çıktı. Saatini kontrol etti. Saat beşi gösteriyordu. "Eğer yeterince hızlı davranırsam birilerine yaşanacak olayı anlatabilirim. İyi de kime anlatabilirim?" düşündükleri bunlardı. Demirci Niro'ya da gidip vakit kaybetmek istemiyordu. Adımlarını hızlandırırken melez mahallesinden çıktığı sırada aklına haydut kardeşler geldi. "Acaba omlardan mı yardım isteseydim?" diye düşünmeden edemedi. Sonrasında bu fikrinden vazgeçip yürümeye devam etti.
Şehrin girişine ulaşana kadar yürümeye devam etti. Felia'nın dışına ilk adımlarını tekrar atarken aklına güçlü olduğunu duyduğu birisinin ismi geldi.
-Coll Rose... Tabi ya!!! Neden aklıma gelmedi!
************
#Hoppala ve cuppala. Son zamanlarda sürekli bu sözü söyleyip duruyorum. Yeni bölümün bir yarısı geldi ve diğer yarısı da birkaç gün içinde gelecek. Bu kadar. Canım bu yazar notuna bir şeyler yazmak istemiyor.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..