Sıfırıncı Dünya
1. Cilt: 2. Bölüm Tuhaf Hizmetçi Lia (2/2)
Yuno nereden geldiği ile ilgili yalan söylemek istemiyordu. Yalanı sevdiği söylenemezdi. Beyaz yalanlara bir şey demezdi ama konu geleceği veya başkalarının iyiliği olduğunda dobra bir şekilde doğruyu söyledi. Bu anda aklına yine o arkadaşı geldi. Bir kez daha onu unutmak için Niro ile sohbet etmeye başladı.
-Aslında artık evime geri dönebilir miyim bilmiyorum. Bir ada ülkesinde yaşardım. Bugün buraya geldim. Hatta geldiğim yerde hiç sizin gibi insanlar yoktur. Kendine cüce demiştin değil mi?
-Evet ve bununla da gurur duyarım.
İlk beyaz yalanlarını sıralamıştı. Cüceleri elfler kadar ilginç bulmazdı. Yine de Niro ile anlaşabileceğini düşünüyordu.
-Üstelik bu "Deyho Çeliği" denilen bu özel alaşımdan yapılma kılıcı sana...
-Ben gidiyorum.
-HAYIRRRR!!!
Yuno bu reklamcı cüceye bir tane daha beyaz yalan söyledi. Aslında gitmeyi isterdi ama ona ihtiyacı olan şey bilgiydi. Bu dünyanın nasıl işlediğini anlaması gerekiyordu. Bu yüzden Niro'ya şu soruyu sordu.
-O halde bu halinden işlerin zor gittiği yorumunu yapabilirim değil mi?
-Bunu anlamak için zeki olmak gerekmiyor genç adam. Asteray'da tam kırk yılı geride bıraktım.
"Demek bulunduğum ülkenin ismi Asteray." diye düşündü Yuno. Niro burada uzun zamandır yaşadığını söylüyordu. Niro yeniden işinin başına dönerek konuşmaya devam etti.
-Yine de kralın bir ay önceki ani ölümü ülkeyi derinden sarstı. Halk ancak toparlanıyor.
-Bana saldıranların öyle bir bağlılıkları olduğundan şüpheliyim.
-Melez mahallesindeki kurallar sadece orada yaşayanlar için geçerlidir.
Yuno bu sözleri biraz düşündü. Burada yaşayan insanların aslında Asteray'a bağı sadece dış meselelerle ilgili olmasından başka bir şey aklına gelmemişti.
-Nedense bunu anlamak için melez mahallesinde yaşamaya başlamam gerekiyor.
-HAHAHA!!! Seni sevdim genç adam. Benimle çalışsana. Hem çırağım olursan sana buradaki eşyaları yarı fiyatına satarım.
-Çıraklıkla ilgilenmiyorum. Bana Lia'dan bahsedebilirsin.
Bir an için "Ben niye onu düşünüyorum ki?" demişti. Onu güzel bulmamıştı. Herhangi bir şey de hissettiği söylenemezdi. Daha sonra "Her neyse. En azından kendi dünyamdakileri düşünmüyorum." diye düşündü. Niro ise bu soruya biraz alaylı bir ton ekleyerek;
-Siz şu gençler yok musunuz? Ben de ülkem Terrasa'dan ayrılmadan önce bir kızdan hoşlanırdım.
-Gerçekten gitsem mi acaba? Hatta ayaklarım istemsizce hareket ediyor.
"Yaşlı insanlar nasıl bir tavır takınırsa aynısını yap." düşüncesiyle onunla dalga geçti. Niro daha ciddi bir ses tonuyla;
-Tuhaf olduğu konusunda ikimiz de hemfikiriz. Coll Rose'un altında çalışmaya başlayana kadar doğru düzgün konuşamazdı bile. Ablası olmasa ne yapardı çok merak ediyorum.
-Anlıyorum. Peki bu Coll Rose kim oluyor? O iki haydut kılıklıdan birisi ondan korkuyor gibiydi.
-Asteray'ın Büyücü Komutanı kadar güçlü ve ailesi nesillerdir kraliyet ailesini büyü konusunda yetiştiren birinden ben de korkardım. Birkaç ay sonra yapılacak olan seçim öncesinde bir sürpriz hazırladığını bizzat kendisi söyledi. Onun yanındakilere bir şey yaparsak da cezasının ağır olacağını da ekledi.
-Çalışanlarına değer veren bir soylu. Gerçekten ilginç. O adamın emrinde ne zamandır çalışıyor?
-Yanlış hatırlamıyorsam kendisi üç yıl, ablası ise beş yıldır çalışıyor. Felia'nın dışında Coll Rose'un yaşadığı köşkte çalışıyorlar.
-Bir hizmetçi başka nerede çalışabilir ki?
Aldığı bilgilerden ve kafasının dağılmasından memnundu. Bulunduğu şehrin ismi Felia, ülkesi Asteray'dı. Tahmin ettiği gibi kafasına takılan Lia önemli birilerinin yanında çalışıyordu. Geriye öğrenmesi gereken son bir şey vardı.
-Şu haritayı inceleyebilir miyim? Buraya bugün geldiğimi hesaba katarsak melez mahallesine gelmezdim.
-Elbette ama...
"Yine reklam yapacak." diye düşündü ama bu küçük dükkanın ortamında bir şeylerin değiştiğini hissediyordu. Niro elindeki demiri suya daldırırken;
-Umarım o iki aptal yüzünden benim bu çeliği şekillendirdiğim gibi fikirlerin şekillenmemiştir. Bunu istersem tekrar ısıtabilirim fakat fikirler çok zor değişir genç adam.
-Ne... Neden böyle şeyler söylüyorsun ki?
-Buralı olmadığını söylemiştim. Yapmak istediğin şeyler vardır. Sana şimdi iki saat boyunca konuşup başını ağrıtmak istemiyorum.
-Yani... Haritayı alabilirim de mi?
Niro başını evet anlamında salladıktan sonra Yuno elindeki haritayı duvardan söktü. Görünüşünden yola çıkarak bir ülke haritasına baktığını anlamıştı. Hemen kıyı şeridini incelemeye başladı. Gördüğü limandan dolayı Felia'nın nerede bulunduğunu tahmin edebilirdi.
Bu dünyadaki alfabe düzenini bilmemesi Yuno için bir problemdi. Tüm kıyı şeridine baktıktan sonra sadece bir şehir görmesinden dolayı Yuno nerede olduğunu biliyordu. Felia ülkenin güney doğusundaydı. Güneydeki komşu ülkeye yakın sayılırdı. Alfabeyi anlamasa da büyük harflerle yazılmış olması burasının önemli bir yer hatta başkent olduğunu gösteriyordu. Diğer şehirler öyle ahım şahım görünmediğinden dolayı başkentte olduğunu anlaması uzun sürmemişti.
-Felia'nın limanı işlek midir?
-Kusura bakma genç adam ama bu limanda sadece Terrasa ülkesi ile ticaret yapılır. Genelde insanlar denize balık tutabilmek için açılır. Bunu neden sordun ki?
-Limanlar arasında seyahat edebilir miyim onu merak etmiştim. Daha önce de Terrasa'dan bahsetmiştin. Orası senin ülken miydi?
-Evet, orada doğup büyüdüm. Demirciliği oradan öğrendim. Bazen her şeyi satıp oraya geri dönmeyi düşünüyorum. Sonra bu yaşlı halimi hatırlıyor ve vazgeçiyorum.
-Peki cüceler büyü yapabiliyor mu?
Daha önce fantastik oyunlar oynamış ve animeler izlemiş birisi olan Yuno, genelde cücelerin büyü yapamadığını biliyordu. Bu dünyada da bu kuralın böyle işlediğinden emin olmak istiyordu. Büyü yıkıcı olsun veya olmasın tehlikeli bir güçtü ve Yuno da burada durmak gibi bir aptallık yapamayacağını düşünüyordu. Geri dönüş yolunu bulmadan önce durumunu kolaylıkla düzeltebileceği bir yere gitmek istiyordu ve Terrasa bunun için uygundu.
-Hayır. Yapamazlar.
-Öyle mi? Büyü denilen bu gücü elinizde merak etmiştim. Her neyse, seninle tanışmak güzeldi. Bir daha görüşürsek bana bir şeyler öğretebilirsin.
-Sana da teşekkürler genç adam. Dükkanda tek başıma çalışmaktan çok sıkılıyordum. Sohbetin keyifliydi.
Yuno elindeki haritayı katlayarak cebine koydu. Başını eğerek kendi ülkesinin selamını verdikten sonra dükkandan ayrıldı. Etrafına bakındığında artık ona bakan tuhaf gözler yoktu. Öncelikle en yakın tuvalete gidip ihtiyacını giderdi. Sonrasında saati dışında çikolatalarından birini çaldırmadığını fark etti. Çikolatasını açıp yavaşça yemeye başladı. Normalde Yuno acıktığında yemeğini hızlı hızlı yerdi ama bu kendi dünyasından yiyebileceği son şey olduğunu biliyordu.
Sonrasında daha önce gördüğü çeşmenin başına geldi. Elindeki son çikolata parçasını da ağzına attıktan sonra haritasını çıkardı. Terrasa'nın neresi olduğunu tahmin etmesi gerekiyordu. Ülkenin kuzeyi, tıpkı doğusu gibi sularla çevriliydi. Orada herhangi bir liman veya büyük bir şehre benzeyen bir işaret göremediği için kuzey yönünü es geçti. Sonra güney sınırına göz gezdirdi. Terrasa ile Asteray arasında ticaret gerçekleşiyorsa orada da bir liman şehir mutlaka olmalıydı. Doğuya giderse kıtanın içlerine gireceğini de biliyordu.
"Terrasa kesinlikle güneyde olmalı. Ayrıca kesinlikle buranın alfabesini öğrenmeliyim." diye düşündü. Sonrasında güney yönünde ilerlemeye başladı. Şehrin kuş bakışı görünüşü bir hilali andırıyordu. Surları kalındı ama üç metreden yüksek değildi. Surlar yığma taşlardan yapılmıştı ve devasa büyüklükte çıkışları yoktu. Bu yüzden şehre giren vagonları çeken dinozorlar da büyük değildi. Şehrin üç adet çıkış kısmı vardı ve Yuno güneydeki çıkışa gelmişti. Saatine baktığında saat altıyı gösteriyordu.
"Burası ile Terrasa arasında ne kadar mesafe var acaba?" diyerek mesafeyi kestirmeye çalışıyordu. Daha sonra "Her neyse, bununla ilgilenmek yerine arada dinlenebileceğim yerlere bakmak daha mantıklı." dedi. Üstelik orada para kazanabilirdi. Büyük şehirler daha fazla iş imkanı olsa da daha zorlu işler demekti. Bu yüzden kolay para kazanmak için küçük kasabalarda çalışabilirdi. İllegal işler de yapabilirdi ama sürekli birileri tarafından kovalanmak istemiyordu.
Haritasına bakarken yürümeye devam ediyordu. Etrafı alabildiğine düzlüklerden oluşurken sol tarafındaki küçük bir orman vardı. Diğer tarafta ise çok ta uzakta olmayan bir kıyı vardı. Akşama doğru yetişebileceği bir kasabayı kendine hedef olarak seçtikten sonra haritasını katlayıp cebine attı.
Yaklaşık yarım saat boyunca tek başına öylece yürüdü. Güneş de batmaya başlamıştı. "En iyisi biraz koşmak olacak. Hem bana akşam sporu olur." diye düşündü. Koşmaya başlamadan önce arada sırada giren baş ağrılarından birisini geçiriyordu.
-Şu ağrıyı geçirebilecek bir büyüm olsaydı iyi olurdu.
Etrafında kimse yoktu ve bunu sesli bir şekilde söylemekten çekinmiyordu. Sonrasında baş ağrısı aniden geçti. Kapattığı gözlerini ovuşturduktan sonra saatine vardı. Bunu garip bulmuştu. O kadar yürümesine rağmen sadece altı dakika geçtiğinden emin değildi. "Zamanımı video oyunları ile geçire geçire zaman algım köreldi herhalde." diye düşündü ve koşmaya başladı. Belli bir tempoda bu sık sık saatine bakarak ilerliyordu.
Yine düşüncelere bakmıştı. Etrafında kimsenin olmaması sebebiyle rahatça kendisiyle konuşabilirdi. Yalnızlığı severdi. Zaten aklına gelen bakışlar tüplerini ürpertiyordu.
-Keşke tombul cücelerle dolu bir ülke yerine bir elf ülkesine gidebilseydim. Uzun yaşadıkları için derdimi çözebilirdi.
Yuno'nun elf hayranlığı yeniden ortaya çıkmıştı. Aklına yeniden elfleri sevmesine vesile olan anime karakteri geldi ve gülümsedi. Sonrasında aklına yeniden o tuhaf hizmetçi geldi.
-Şu kız yeniden aklıma takıldı. Nedense yüzü bana çok kederli geldi.
Lia'nın neler yaşadığını merak etmişti ama bunu bir vakit kaybı olarak düşündü. Aslında bu dünyada pek çok kişi sıradan bir hayat yaşıyor olmalıydı. Evine dönmek istemese burada yaşayabileceğini düşündü. Sonrasında yeniden saatine baktı.
-Gerçekten vakit geçmek nedir bilm...
Saat altı buçuğu göstermeden bir dakika önce önünde bir siyah renkli bir toz bulutu fark etti. Yuno bunu gördüğü anda inanılmaz bir baskı hissetmeye başladı. Ayakları titremeye başladı ve yutkundu. Toz bulutunun içinden bir çığlık duyar duymaz;
-Hay benim şansımı...
Ağzı bozuk birisi olmamasına rağmen kendine küfredecekken sustu. Eğer tek bir söz dahi söylerse o toz bulutundaki belayı kendine çekeceğini düşünüyordu. Yavaşça arkasını dönerken kafasında "Kesinlikle buradaki hiçbir şeyi ne gördüm, ne duydum, ne de uydurdum." sözlerini tekrar ediyordu. "Niro iyi birisi. Bana kalacak yer verebilir, reklamlarına katlanabilirim ve yarın yola koyulurum." şeklinde düşünüyordu.
Yine de vicdanı öylece kaçmasını istemiyordu. Merakı korkusundan daha baskındı ve gittiği yoldan geriye yavaş adımlarla dönerken arkasına bakıyordu. Toz bulutu dağılıyordu. Yerde birileri vardı ama toz bulutu dağılmadığı için kim olduğunu göremiyordu. Yeterince uzaklaştıktan sonra nihayet koşabileceğini kanaat ettiği sırada;
-KRRRTKKKK!!!
Nasıl olmuştu? Ne zaman olmuştu? Bunu kim yapmıştı? Izuku Yuno'nun aklında olan tek şey onu kalbinden bıçaklayan ile ilgili sorulardan ibaretti. Ağzından öbek öbek kan kusan Yuno yere yığılmıştı. Kırmızı eşofman takımı yüzünden ne kadar kan kaybettiğini çıkaramıyordu.
-Bu çok ilginç!
Bir kadının sesini duyuyordu. Sesi çok çekici geliyordu ama aynı zamanda çok soğuk bir tonlaması vardı. Kadın kısa bir kıkırdamanın ardından;
-Şu küçük şey de ölmek nedir bilmiyor. En iyisi işini bitirmek.
Yuno'nun kafasını çevirecek hali yoktu ama ayak seslerini duyabiliyordu. Kadın uzaklaşıyordu. Ağzından çıkan kanlardan konuşamazdı. El ve ayak parmaklarını dahi oynatmada zorlanıyordu. Sanki felç kalmış gibiydi. Vücudunun soğuduğunu hissediyordu. "Hayatım böyle mi bitecekti?" diyordu kendine. Bu haksızlıktan başka bir şey olamazdı. "Ben burada ölemem." diyordu. Kalkmaya çalışıyordu. Kalksa bile ne değişecekti? Kalsa kalsa on saniyesi kalmıştı.
-BEN BURADA ÖLEMEM!!!
Bunu söylediği sırada boynunda bir kesik hissetmişti. Boğazı mı kesilmişti? Boğazı kesildiyse bile bunu kim yapmıştı? O kadın mı yapmıştı? Yoksa başkası mı? Nasıl olmuştu? Nasıl olabilirdi?
Bunları sorguladığı sırada tüm acısı yok oldu. Her şey bitmiş miydi? Artık ölmüş müydü?
Etrafı sanki parçalara ayrılıyordu. Sanki kendisinin evrenin içindeki bir damla gibi hissediyordu. Kendini karanlık mı karanlık bir ortamda bulmuştu. Bu ortam ona tanıdık gelirken az önce şikayet ettiği baş ağrısından çok daha ağır bir ağrı hissediyordu. Sanki başı patlamak üzereydi. Cayır cayır yandığını hissedebiliyordu. Bedeni kavruluyordu.
"Sanırım hak ettiğim yerdeyim. Neden burası hak ettiğim yer? Ben... Ben neden buradayım?" bunları diyordu. Kendini sorguluyordu. Kendisini neden cehenneme layık ettiğini sorguluyordu. Bu histen nefret ediyordu. Zihni ona gerekli cevabı vermiyordu. O cevabın kilitli bir kapının ardında olduğunu biliyordu. Bu sırada bu tanıdık yerde o tanıdık sesi duydu.
-Başladı. Altı. Koru. Ölme.
Bu tanıdık sesin kimden geldiğini biliyordu ve bir anlığına sanki zaman durmuş gibiydi.
************
-Hemen sökül bakalım!
-Aynen yoksa acayip havalı abim tarafından dayağın kralını yiyeceksin. Onu büyünle yen.
Yuno sapasağlam bir şekilde karşısındaki haydut kılıklı iki kardeşe bakıyordu ve nasıl yaşadığı veya o hizmetçiyi düşünmüyordu.
************
#Selamlar! Normalde bu bölümü dün atacaktım ama inanılmaz bir şeyi başarıp unutmuşum. Her şey bir tarafa bu aralar uyku problemi çekiyorum. Yine de derslerime çalışmaya ve yazarlık işlerine devam etmeye çalışıyorum. Bu hikayenin bazı desenler size tanıdık gelebilir. Normal bir şey bu. Benim de etkilendiğim şeyler var. Gerçi etkileri yıllar geçmesine rağmen hala sürüyor. Öte yandan kafamda her şey net. Bir sonraki bölüm pazar günü geliyor.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..