BÖLÜM 3 - TANIDIK HİS

avatar
120 0

SKELETON KNİGHT - BÖLÜM 3 - TANIDIK HİS


Yuvarlak odanın tam merkezinde yere siyah bir boyayla çizilmiş iç içe geçirilmiş daireler ve bu dairelerin köşelerinde bulunan ufak üçgenlerin içindeyse kılıç, kuru kafa, kalkan, at, tas ve mezar taşı olarak resmedilmiş görseller vardı. Mana, bunlara arkasını dönmüş sadece önünde açık olan kitapları kurcalayıp odanın sol tarafındaki kazana bir şeyler atıyordu. Çalışma masasının hemen karşısındaki balkonun açık kapısından vuran gün ışığı içeriyi aydınlatırken ara sıra oradan dışarıya bakarak yorgunluğunun ölü topraklarını üzerinden atmasına yardımcı oluyordu. Esmer güzeli kız gün batımına kadar kazanda kaynattıklarını ufak tüplere koyarak numuneler alıyor, kalanını ise odanın ortasında bulunan siyah çemberlerin tam ortasına döküyordu. Tüm sıvıyı içine çeken halkalar, mor renkli bir enerji yayarak köşelerde bulunan üçgenlere enerji yayıyor ve zamanla solarak eski halini alıyordu. Ellerini masanın üstüne koyup, başını öne eğen kızcağız iç çekerek bir şeyler mırıldanmaya başladı ve sol omzuna konan ele doğru döndüğünde iskeletin sırıtan suratıyla göz göze geldi.


“Buraya neden geldin? Yoksa beni mi merak ettin?”


İskelet hiçbir şey demese de gözleri dolan kız hemen Frank’ın boynuna kollarını dolayarak sarıldı ve başını kaburga kemiklerinin üstüne yaslayarak ağlamaya başladı.


“Ç-çok… çok yoruldum. Gerçekten… ustamı kurtarabilecek miyim Frank? He, ne olur bir şey söyle. Başarılı olabilecek miyim? Keşke… daha güçlü olacak cesaretim olsaydı.”


Omzunu kavrayan eller, göğsünde acısını dindirmeye çalışan zayıflar ve aman dileyen bir kadın… Bunlar nedense kendisine çok tanıdık geliyordu. Frank elini kızın başının üstüne koydu ve aniden yüzünde patlayan flaşla beraber cesetlerin kanlarıyla yolları boyanmış, evler yakılmış köyün birinde öylece ayakta duruyordu. Bedeni ağır zırhın içinde dahi olsa göğsüne yüzünü yaslayan mavi saçlı kadının acısını hissedebiliyordu.


Aniden ufak bir irkilmeyle göğsünde ağlayanın saçlarının siyah renkte olduğunu fark edip ellerini kızın yanaklarına kaydırdı ve yeşil gözlerine bakıp baş parmaklarıyla göz yaşlarını sildi. Mana burnunu çekip tekrardan bir kez daha iskelete sarıldı ve “Geçmiş hayatında ne büyük günahlar işledin de bir ölü olarak geri çağrılabildin ki?” diye sordu. “Sen son derece nazik birisin Frank ama birçok masumun canını yaktın değil mi? Yani, bunları hatırlamıyor olabilirsin ancak bir ölü çağıran olarak seni çağırabilmişsem demek ki sen kötü birisin. Üstelik iradesi olmayan o zayıf kötülerden birisin. Ancak bana karşı da çok naziksin. Frank… geçmiş günahlarını bana yardım ederek temizlemek ister misin?”


İskelet kızın bu sözlerine karşın, Mana’nın yanından geçip balkona çıktı ve kararan havayla hatlarını görmekte zorlandığı ormanın derinliklerini seyre daldı.


“Beni zaten duymuyorsun. Üstelik ‘evet’ ‘hayır’ gibi kısa cevaplar vererek neler düşündüğümü açıklayamam ki. Ama doğru düzgün bir halt hatırlamıyor olsam da seninle daha çok temasa geçersem anılarımı geri kazanabileceğimi düşünüyorum. Bu yüzden…”


İskelet yüzünü kıza doğru döndü ve baş parmağını kaldırarak onayladı.


Mana sevinçten havaya sıçrayarak, “O zaman bu akşam seninle beraber mezarlıkları kazıp içlerinden cesetler çıkartacağız, tamam mı?” dese de onay beklemeden hemen hazırlıklara başladı.


Frank balkondan dışarıyı, pek bir şey göremese de, izlemeye devam etti ve kendilerine her saniye yaklaşan birkaç titrek ışık kaynağını fark etti. Hemen arkasını dönüp kızı kontrol etti, ardından izlemeye devam ettiği sırada istemsizce çömelerek hedef küçülttü. Işık kaynağı birkaç dakikanın ardından daha da yaklaşarak sahiplerinin bir grup paralı asker olduğunu fark edince hışımla odanın içine kaçıp kızın karşısına dikildi.


Mana, iskeletin bu ani tavırlarına anlam veremezken Frank masanın üstünde bulunan kalemle kâğıda “Paralı askerler buraya doğru geliyor” yazdı. Mana yazılanları bir dakikada çevirince gözleri sonuna kadar açılıp yüzünüiskelete çevirdi.


“Kaçmalıyız.”


İskelet başını yana yatırdı.


“Tamam, ben de nereye bilmiyorum ama kaçmamız gerek. Şu an onlarla baş edemeyiz.”


İskelet başını sağa sola sallayarak masanın köşesinde bulunan, kirli ve körelmiş bıçağı eline aldı.


“Ne?.. Onlarla adam gibi bir silahla savaşmalısın. Bu hiçbir işine yaramaz.”


Kız oflayarak iskeletin elinden tuttu ve çatı katına çıktılar. Mana, odaya girdiği anda duvarda asılı duran gaz lambası kendiliğinden yanarak odayı kısmen aydınlatmayı başardı. Kızcağız, yeşil gözleriyle birçok kilimin ve zırh parçasının arasında bir şeyler arayıp nihayet Frank’a doğru dönerken elinde bir kılıçla döndü.


Kılıç, iki elle kullanım için yapılmış standart bir tasarıma sahipti. Frank kılıcı eline aldı ve çok tanıdık bir his tüm ruhunu sarıp sarmalarken bedeni adeta kılıçla bir bütünmüş gibi hissetti. Elindeki kılıçla merdivenlerden aşağıya inip, giriş kapısının arkasına saklanarak kılıcını göğsüne doğru yaklaştırdı. Elinde tuttuğu kılıçla her an içeri girmelerini beklerken sanki siyah bir denizin üstünde beliren ufak dalgaların görüntülerini gibi düşmanlarının adımlarını görüyordu. Bu tuhaf görüntüyü kabullenip yaklaştıklarını düşünerek kapının biraz daha yanına geçti ve su damlaları kapının diğer tarafında durdu.


Kapının gövdesinden bir anlığına kırılacağını hayal etti ve bedeni ona göre pozisyon alınca kapı aniden bir tekmeyle kırıldı ve dışarıya doğru başını ileriye yatırarak hücum etti. İskeleti ilk gören kapıya tekme atanın sağ tarafındaki elemandı ama iskelet tekme atana bir omuz koyup yere sererken kılıcıda gırtlağına saplayıvermişti. Dünyası kana bulanan paralı asker yerde acı içinde kıvranarak elleriyle gırtlağının kanamasını durdurmaya çalışırken Frank gözlerinde kararlılığı gördüğü sarı saçlı, ince vücutlu askerin, sol tekmesinin başında patlamasıyla yana doğru savruldu ancak havada dengesini sağlamayı başardı. Sarışın asker ve kapıyı kıran iri vücutlu eleman dışında hiç kimseyi etrafta göremeyince kılıcını iki eliyle tutarak ucunu öne doğru yatırıp pozisyonunu aldı.


İri vücutlu eleman sol elini, sarışın olanın omzuna koyarken sağ eliyle de sırtındaki yetişkin bir erkekle aynı uzunluğa sahip kılıcını çıkarttı.


“Eski hayatında savaş alanında ölmüş yetenekli bir savaşçı olabilir. Dikkatli olmalıyız Kin.”


Kin, “Haklısın,” dedi gözlerini iskeletten ayırmadan. “Onda bir tuhaflık seziyorum ama baş edilemeyecek kadar güçlü değil Bartra.”


Bartra, “Aynen öyle,” diyerek silah arkadaşına katıldı.


Bu sırada Frank öylece yerinde sabit duruyordu. İkili, iskeletin üzerine doğru farklı taraflardan yaklaşırken Frank aniden ileriye atılarak Kin’in suratına doğru kılıcını saplamaya çalıştı ancak genç asker başını yana yatırarak saldırından kaçınıp tekmesini iskeletin kaburgalarına indirdi. Ve ayağından fışkıran kanlarla beraber çığlık atarken iskeletin bedeni iri adama doğru havada süzülüp kılıcıyla kendisine doğru gelen saldırıyı engelledi ancak yere serildi.


Bartra, kılıcını başının üstüne kaldırarak tam aşağıya indirirken yerinden fırlayan iskelet koca adamın karnına kılıcını sapladı ama kaburgalarına inen dirsek birkaç kemiğini çatlattı. Bartra’nın ağzından kan fışkırırken bağırarak kılıcını indirdi ve havayı ustaca kesti. Boş gözlerle yerde kanlar içinde kıvranan bir bacağı kesilmiş Kin’e bakarken dünyası altüst oldu ve kılıç tutan bedeninin başsız olduğunu gördü.


Kin acıyla haykırarak ayağa kalkarken iskelet son bir darbe için ileriye atıldı ve bedenine isabet eden güçlü ama bir o kadarda ufak darbeler kemiklerini parçalayarak yere serilmesine neden oldu. Ağacın tepesinden inen ay kadar beyaz teninin sadece açık olan yüz kısmının sol tarafına yaptırdığı ejderha dövmesiyle dikkat çekerken kızıl saçları, topuklarından demir dikenler bulunan uzun deri çizmeli, dar gri pantolonun üstüne giydiği gömleğiyle ceketinden dolayı tuhaf tarzı hemen dikkat çekiyordu. Kızıl saçları havada özgürce dans ede dursun balkonda olan biteni izleyen yeşil gözlü, esmer kızı görünce silahını kulenin tepesine doğrultup ateş etti ancak mermiyi havada kesen iskeleti görünce şaşkınlığını gizleyemedi.


Sadece tek bir bacağı ve kolu bulunan iskeletin birçok kaburgası parçalanmış ve kafa tasından birden fazla delik açılmasına rağmen hâlâ ayakta durmayı başarıyordu.


Kin, “Ona dikkat et Brus,” dedi. “Bu şerefsiz son derece zeki.”


Brus, öne doğru adım atarken dar namlulu, ahşap kabzalı, gümüş tabancalarını iskelete doğrulttuğu sırada, “Ama şu haline bak,” dedi. “İstediğim an onu öldürebilirim gibi duruyor fakat hâlâ ayakta nasıl durduğuna anlam veremiyorum.”


Frank kırmızı saçlar ve tabancaları görünce hemen gözü önüne başka bir kadın geldi. Onunda saçları kırmızıydı ve nispeten tabancaları çok daha farklı görünse de temel özellikleri aynı gibiydi.


“İkinizde beni öldürmek istediniz ama yalnızca biriniz başarılı olabilecek. İkinci defa ölümle buluşmayacağım.”


Frank aniden düşüncelerinin arasında net bir görüntüyü gözleri önüne serildiğini fark edince inanamadı. Kalabalığın karşısında boynuna geçirilen ilmeğin boynuna ne denli acı verdiğini nasıl unutabilmişti? Nasıl kalbine giren merminin acısını unutabilmişti. Nasıl?..


“Ben… Ben… Ben Frank… Hayır! Artık başka bir adım daha var.”


İskeletin hareketleri aniden durunca, “Demek böyleymiş,” dedi. “Kin. Bu iskelet büyüyle tepedeki kız tarafından kontrol ediliyordu. Yani, gerçek bir diriltilen insan değil.”


“Ve şimdi de hareket etmeyi kesti. Bu demektir ki…” ikili tek bir ağızdan söyledi. “Büyü gücü tükendi.”


Brus, “Yine de dikkatli olmalıyız,” diye tembihte bulundu. “Kuleye yerleştirdiği tuzaklar olabilir.”


Kızıl saçlı kadın tek başına iskeleti arkasında bırakarak parçalanan kapıdan içeriye girdi ve merdivenleri çıkmaya başladı.


Mana tırnaklarını yerken odanın bir o köşesine bir bu köşesine gidiyor, elleriyle saçlarını karıştırıp bir şeyler düşünmeye çalışıyordu. Fakat her saniye ölümün kendisine bir adım daha yaklaştığı düşüncesi aklını durdurmuştu adeta.


“Ne yapmalıyım, ne?.. Frank’ın da öleceği tuttu. İşe yaramaz salak. Hayır, baya bir askeri öldürdü. Bana çok zaman kazandırdı. Ben de bir şeyler bulmalıyım. Kaçmak için, ustamı kurtarmak için bir şeyler bulmalıyım.”

Adım seslerini duyunca içine bir soğukluk sindi. Ve kapının açılmasıyla far dönmüş kediye dönen Mana olduğu yerde dona kaldı.


“Ellerini kaldır ve ağzını açıp dilini dışarı çıkarı. Sakın bir şeyler söylemeye de çalışma.”


Mana denileni yaptı ve Brus arkasına geçerek belinin arkasından çıkardığı bronz kelepçeyi Mana’nın bileklerine taktı.


“Kalk ayağa!”


Mana, bu sefer de ayağa kalktı ve arkada Brus silahını başına dayamış şekilde merdivenlerden indi. Kin ise çoktan kanamasını durdurmuştu.


“Sonunda geldin Brus,” dedi Kin. “Ben de Subay Grim’i çağırdım. Buraya geliyorlar.”


Kızıl saçlı Brus, bir tekme savurarak Mana’nın sırt üstü acıyla ciyaklayarak yere düşmesine sebep oldu ve bakışlarını esmer tenli Mana’dan ayırmadan, “İyi yapmışsın Kin,” dedi.


İskelet Frank ise hâlâ anılarının yaşattığı duygularla kalbi hemhal oluyordu.









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46886 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr