Göğsüne bastıran ağırlık tüm bedeni ele geçirip sanki felçliymiş gibi hareket edememesine neden olsa dahi parmak ucundan başının en tepesine kadar bedeninin yekpare olduğunu hissedebiliyordu ve kendisine uzaktan gelen, anlamsız cümleler içinde bir şeyleri istemsizce harekete geçiriyordu. Önce bedenini baskılayan bu ağırlık ortadan kalktı aniden bedeninin kontrolünü kaybedip toprağı yararak ayaklandı. Yağan yağmurun altında kendisine şaşkın ve korku dolu bakışlarla kendisine bakan siyah saçlı, esmer güzeli, çok genç bir kızla göz göze geldi. Topraktan çıkarken iskelet ayaklarını görüp hemen yerde yağmur sayesinde biriken sudan yansımasına baktı ve boş güz yuvarlarıyla otuz iki dişi anbean gözüküyordu. Fakat içinde buna dair herhangi bir endişe yoktu üstelik ne ellerine ve ayaklarına, belki de başına değen yağmuru ne de ayakları altındaki ıslak çimenleri hissedebiliyordu.
Esmer kız, “Hey,” diye seslendi. “Bana bak. Seni ben çağırdım. O yüzden dediklerimi harfiyen yerine getireceksin, tamam mı?”
Frank, “He?” diye istemsizce bir ses çıkardı. “Ne demek sana itaat edecekmişim?”
Genç kız kaşlarını çatarak, “Beni duymuyor musun sen?” diyerek başka bir soru sordu. “Çabuk başını sallayarak emrime uyacağını onayla.”
Frank, “Bir dakika,” dedi. “Yoksa, sen beni duymuyor musun? Acaba bunun nedeni iskelet olmam mı? Bu yüzden mi hiçbir şey hissedemiyorum?”
Genç kız oflayarak dizlerinin üstüne çömelip çaresizce narin ellerine baktı.
“Ne demeye bunu yapıyorum ki? Daha bir iskeleti bile kontrol edemiyorum. Gerçekten… ustamı kurtaracağıma kendimi nasıl da inandırdım ben?”
Frank, kendi haline şaşırmaktan kızın çektiği acıyı kız ağlamaya başlayınca fark etti fakat buna karşı en ufak bir his doğmadı içinde. Üstelik kızın bu çaresiz ve acı dolu ağlaması sanki hatırlaması gereken bir şeyleri tetikliyor gibiydi. Ruhunu sıkan bu kasvetli havadan bir an önce kurtulmak isteyen iskelet esmer güzeli kıza arkasını dönüp farklı bir yöne doğru adım atacakken adımını yarıda kesti.
“İyi de ben, nereye gideceğim ki? Daha kim olduğumu ve burada ne yaptığımı bile bilmiyorken… neden ona arkamı döndüm? Neden buradan uzaklaşmak istedim? Yoksa hatırlamamam gereken bir şeyleri ruhumda tekrardan uyandırdığını hissettiğim için mi?”
Frank oflarken yüzünü kıza dönüp yanına çömelerek sokuldu ve sol iskelet elini kızın başının üstüne koydu.
“Merak etme. Ben bir süre senin yanındayım, yalnız değilsin.”
Kız, kendisine boş göz çukurlarıyla bakan iskeletin başını okşadığını fark edince sulu gözleriyle öylece dona kaldı. Ne kaçabildi ne de yakınlaşabildi.
“Sen, normal bir iskelet değilsin. Sen… şu kendi bilinci olan ölülerdensin değil mi?”
Frank iskelet başını yukarı aşağı sallayarak onaylayınca kız sevinçle iskeletin ince boynuna sarıldı.
“Seni tüm gücümle sıksam kıracakmışım gibi duruyorsun ama çok güçlü olduğunu hissediyorum. E, ne de olsa seni ben çağırdım değil mi?”
Frank istemsizce bunu da başıyla onayladı ve ikili beraber yola koyuldu. Kızı hemen ardında takip eden Frank gök yüzündeki toplanan kara bulutlara bakarken genç kızda bir şeyler anlatmaya başladı.
“Biliyor musun, ustam bu kıtanın en iyi kara büyücüsüdür. Öyle ki, çağırdığı ölülerle tek başına koca bir ulusu tehdit edebilir. Bak, yemin ederim ki doğruyu söylüyorum. Ustamın gücü akıl alır gibi değil. Bana inanıyorsun değil mi?.. Bay İskelet.”
Frank, elini boynunda hissettiği ipe attı fakat boynunda bir şey olmadığını görünce esmer güzeli genç kızın gözlerinin içine baktı.
“Ne yapıyorsun Bay İskelet?”
Frank omuz silkip, “Beni duymuyorsun ki,” diye sitem etti.
“A, demek öyle.” Frank’ın dikkati aniden kıza odaklandı. “Özel bir şey olduğunu bilmiyordum. Omuz silktiğine göre canını sıkıyor olmalı bu düşünce.”
Frank bu seferde başını öne düşürdü.
“Bir an, beni anladığını sandım.”
Esmer güzelinin hemen yanında yürüyen iskelet yağmurun dinmesiyle beraber dökme taştan yapılmış kulenin çimlenen taşlarını örten sarmaşıklar, kulenin içinden geçen ağaç dalları ve en tepesindeki karga yuvasıyla ilginç bir manzara sunuyordu. Kulenin çürümüş ahşap kapısını demir parçası denebilecek kadar hantal bir anahtarla kapının kilidini açıp içeri geçtiler. Kız kapıyı arkalarından kilitleyince meşaleler kendiliğinden yanarak kulenin zirveye kadar uzanan spiral merdivenlerini gün yüzüne çıkardılar. İskeletin bakışları yer altındaki üstünde iskelet sembolü olan demir kapaklarında kalırken kızın ardından merdivenleri çıkarak ilk kapıdan içeri geçtiler. Açılan odanın penceresi parçalanmış, zemininde çimler yeşermiş ve yere serilen eski püskü bir döşek dışında hiçbir şey yoktu. Fakat odanın tam gün doğumuna bakmasından sebep odanın iç açan parıltısı bile Frank’ın ruhunda hiçbir etki uyandıramadı.
“İşte, burası senin kalacağın oda.” İskeletin boş bakışlarıyla karşılaşan kız bir açıklama yapma ihtiyacı duyduğunu hissederek mahcup bir ifadeyle, “Yani biliyorum,” dedi. “Oda pek iyi durumda değil ama sana sözüm olsun ilk çağırdığım asker olmandan dolayı ustamı kurtarınca en iyi odayı sana vermesini isteyeceğim tamam mı?”
İskelet başıyla onaylarken, “Öyle olsun madem,” dedi fakat kız Frank’ın dediği hiçbir şeyi duymadı.
Kız avuç içlerini iç içe geçirerek iskeletin dibine sokulup heyecandan parıldayan gözlerle Frank’ın boş göz yuvalarının içine baktı.
“Benim adım Mana. Yani, biraz tuhaf bir isim. Büyüyü kullanmamız için gereken enerjinin adını almışım. Sanırım ailemin tuhaf zevkleri vardı. E, senin bir adın var mı?”
Frank başıyla bir kez daha kızın söylediklerini onaylayarak yere çömeldi ve iskelet parmağıyla yerden aldığı ufak bir taş parçasını zemine kazıtarak şekiller ortaya çıkardı. Genç kız heyecanla iskeletin çizdiği şekillere bakarken, “İsmin bu mu?” diye sordu.
Frank tekrardan başıyla onayladı ve Mana hemen odadan çıkıp üst kattaki başka bir odaya girdi. Bir süre kızı tek başına odada bekleyen iskelet öylece bir ileri bir geri volta atarken esmer güzeli, yeşil gözlü Mana bağrına bir kitap basmış halde geri döndü. Ardından kitabı kurcalayarak şekillerin anlamlarına baktı.
“F-R-A-N-K… A, Frank! Senin adın bu, Frank değil mi?”
İskelet yumruğunun baş parmağını yukarı doğru kaldırarak karşılık verince kız, “Bu da onaylama anlamına gelen bir el işareti mi?” diye sordu.
Frank başını yukarı aşağı sallayarak cevabını verirken, “Bunları bilmemen çok tuhaf,” dedi ve duraksadı. “Bir dakika. Bunları ben nereden biliyorum? Bana bunları kim öğretti? Ben… eskiden ne yapıyordum ki?”
Zihnini kurcalayan sorular bulanık görüntüler bilincinde dans ederken Mana iskeletin odanın bir köşesine doğru bakarken donup kaldığını fark etti.
“A, n’oldu şimdi? Hm… Belki de bir şeyler düşünüyorsundur. Neyse, ben tepedeki laboratuvara çıkıp araştırmalara devam edeceğim. Malum kendimi geliştirerek bir ordu kurmam gerekiyor. Ancak bu şekilde ustamı kurtarabilirim.”
Frank tekrardan hareket ederek kendisi için ayrılan döşeğe geçip uzandı ve bunu gören Mana gülümseyerek, “Belki sen de yalnız kalmak istiyorsundur,” deyip odadan ayrıldı.
“Anlayamıyorum. Ben, neden toprağın altından çıktım? Oraya ne için girdim ki? Acaba beni oraya birileri mi soktu?”
Kendisine sorduğu soruları yine kendisi duyuyor ve yine kendisinin cevaplaması gerektiğini fark etse dahi bunun üstünde durmadan düşünmeye devam etti. Zihnindeki puslu perdenin kalkmasını umut ederek…
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..